+ ISLAMGREEN34 NEW WORLD » İSLAMGREEN34 İNTERNATİONAL NEW WORLD - İSLAM-GREEN34 CONNECTİON مرحبا بسم الله غفور رحيممرحب » ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ (Moderatör: İman_Power)
 ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - KONUYA GİRİŞ İÇİN LÜTFEN TEKRAR TIKLAYINIZ 1. BÖLÜM

Kullanıcı Adı: Beni Hatırla?
Şifre:
Sayfa: [1]
Konu: ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - KONUYA GİRİŞ İÇİN LÜTFEN TEKRAR TIKLAYINIZ 1. BÖLÜM  (Okunma Sayısı 17043 defa) Seçenekler Arama
« : Mart 16, 2012, 01:48:53 ÖS »
admin
Ziyaretçi
ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - KONUYA GİRİŞ İÇİN LÜTFEN TEKRAR TIKLAYINIZ 1. BÖLÜM

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ  1.BÖLÜM
KONU İÇİN LÜTFEN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z

ŞEMS-İ TEBRÎZÎ HZ.

Konya'ya gelen büyük velîlerden. İsmi Muhammed bin Ali'dir. Tebriz'de doğdu. Doğum târihi bilinmeme ktedir. Şems-i Tebrîzî lakabıyla meşhûr oldu. 1247 (H.645) târihinde Konya'da şehîd edildi. Mevlânâ'nın medresesi nde defnedild i.

Şemseddîn-i Tebrîzî hazretler i, Tebriz'de ilim öğrendi ve edeb üzere yetişti. Daha küçük yaştayken mânevî hallere, üstün dereceler e kavuştu. Kendisi şöyle anlatır:

"Henüz ilk mekteptey dim. Daha bülûğ çağına girmemiştim. Peygamber efendimiz in sevgisi bende öyle yer etmişti ki, kırk gün geçtiği halde, O'nun muhabbeti nden aklıma yemek ve içmek gelmedi.Bâzan yemeği hatırlattıklarında, onları elimle yâhut başımla reddederd im. Göklerdeki melekleri ve yerde gayb âlemini, kabirdeki lerin hallerini müşâhede edebilird im. Hocam Ebû Bekr, hallerimi başkalarına haber vermekten beni men ederdi. Bir gün babam bu hallerimd en ürktü ve beni karşısına alıp; "Yavrucuğum! Ben senin acâyip işlerinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak? Korkarım ki sana bir zarar erişir?" dedi. Ben de ona; "Babacığım! Bir tavuğun altına konan bir ördek yumurtasından çıkan ördek yavrusunu n dereye dalıp yüzdüğü gibi ben de mânevî deryâya dalmış bir haldeyim." diye cevap verdim."

Şems-i Tebrîzî hazretler i, Ebû Bekr-i Kirmânî'den ve Bâbâ Kemâl-i Cündî'den feyz aldı. Onunla berâber, Bâbâ Kemâl'in yanında, Şeyh Fahreddîn-i Irâkî de ders aldı. Şeyh Fahreddîn, her keşf ve hâlini, şiirler hâlinde Bâbâ Kemâl'e arz eder bildirird i. Birgün Bâbâ Kemâl, Şemseddîn-i Tebrîzî'ye; "Sana esrârdan ve hakîkatlerden bir şey hâsıl olmuyor mu? Neden hiç söylemiyorsun?" dedi. Cevâbında; "Ondan daha çok oluyor. Fakat, ben onun gibi şiir söyleyemiyorum." dedi. Bunun üzerine Bâbâ Kemâl; "Allahü teâlâ, sana öyle bir arkadaş ihsân eder ki, o senin adına her mârifet ve hakîkatleri söyler." buyurdu.Şems-i Tebrîzî hocalarını çok sever, derslerin e çok çalışırdı. Bu bağlılık ve çalışmalarının sonunda, mânevî ilimlerde yüksek dereceler e ulaştı.

Şems-i Tebrîzî hazretler i dünyâya hiç kıymet vermez, haram ve şüphelilerden son derece sakınır, mübâhların fazlasını terk ederdi. Bir yerde durmaz, talebeler in bulundukl arı yerlere giderek onları yetiştirirdi. Bu şekilde bıkmadan, yorulmada n pekçok yerler dolaştı. Bunun için kendisine "Uçan güneş" dediler. Şems-i Tebrîzî hazretler i seyâhat ettiği yerlerde, uğradığı memleketl erde iyi bir dost bulunması için duâ ederdi.

Kendisi anlatır: "Bir zaman Rabbime, beni kendi velîleri arasına koyup onlara arkadaş et diye yalvarırdım. Bunun üzerine bir gece rüyâmda bana; "Seni bir velîye arkadaş edeceğiz." dediler. Ben de; "Peki o velî zât nerede bulunur?" dedim. Bana; "Aradığın velî Rum diyârındadır." dediler. Sonra onu bir zaman aradım. Bana rüyâmda; "Daha bulacağın zaman gelmedi." dediler. Bir zaman geçtikten sonra bana; "Ey Şems-i Tebrîzî! Senin en şerefli dostun ve arkadaşın Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretler idir." diye ilhâm edildi. Bundan sonra Rum diyârına gitmek ve o sevgili zât ile görüşmek ve yolunda başımı fedâ etmek üzere yollara düştüm."

Şems-i Tebrîzî hazretler i bu ilhâm üzerine tam bir doğruluk ve büyük bir aşkla Tebriz'den Anadolu'ya hareket etti. ÖnceŞam'a oradan Konya'ya geldiği de rivâyet edilmiştir. Bu yolculuğu esnâsında başından birçok hâdiseler geçti.

Şems-i Tebrîzî hazretler i uzun ve yorucu bir yolculukt an sonra 1244 senesi Ekim ayında Konya'ya geldi.Büyük kapıdan şehre girerek bir han sordu. Gösterilen Şekerrîzân Hanına yerleşti.

Şemseddîn-i Tebrîzî önceleri çok riyâzet eder, nefsini ıslâh ile uğraşırdı. On veya on beş günde bir kerre iftar ederdi. Gıdâsı yarım bayat çörek parçasıydı. Onu da paça suyuna doğrar, tirid yapardı. Bir gün çorba pişiren onun bu hâlini öğrenip çorbaya biraz fazlaca yağ karıştırmıştı.Şemseddîn hazretler i bunu görünce o dükkan sâhibiyle bir daha alış-veriş yapmadı.

Şems-i Tebrîzî hazretler i Konya'ya geldiğinde halk onun hakkında; "Acabâ bu zât Allahü teâlânın bir velîsi midir?" dediler ve onun sohbetler ini dinlemeyi arzu ettiler. Şems-i Tebrîzî hazretler i kimseyle görüşmek istemedi. Konuşmalar çoğalınca, mecbur kalıp; "Benim bir huyum vardır. Nedir derseniz! Ben bir yahûdî ve hıristiyan gördüğümde onlaraHak teâlânın hak yola kavuşturması için duâ ederim. Bir kimse ki bana sövse, rencide etse ben yine ona duâ edip; "Yâ Rabbî! O kimsenin dilini sövmekten kurtar, iyiye çevirip sövmek yerine tesbihle, tehlille meşgûl olsun demekten başka işim yoktur. Ben velî olsam olmasam size ne?" buyurdu ve bir zaman insanlarl a görüşmekten uzak durdu.

Şems-i Tebrîzî hazretler i günlerini orada geçirirken, bir gün kapıda oturmuş Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ediyordu. O sırada Mevlânâ hazretler i talebeler iyle oradan geçerken, kapı önünde tefekkür hâlindeki, Şems hazretler ine baktı, ona selâm verdi. Ve yoluna devâm etti. Kendi kendine de; "Bu, yabancı bir kimseye benziyor. Buralarda böyle birisini hiç görmedim. Ne kadar da nûrlu bir yüzü var." diye düşünürken âniden atının yularını bir elin tuttuğunu gördü. Atı durduran Mevlânâ hazretler i, elin sâhibinin o yabancı olduğunu görünce; "Buyurunuz! Bir arzunuz mu var?" dedi. O da; "İsminizi öğrenmek istiyorum ." deyince, Mevlanâ; "Celâleddîn Muhammed." diye cevap verdi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî; "Bir suâlim var. Acabâ Muhammed aleyhisse lâm mı, yoksaBâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye sordu.Böyle bir soruyu ilk defâ duyan Mevlânâ hazretler i; "Elbette ki Muhammed aleyhisse lâm büyüktür. Bütün mahlûkât ve Bâyezîd O'nun hürmetine yaratıldı." dedi. Bu cevâbı bekleyen Şems-i Tebrîzî; "Peki, Muhammed aleyhisse lâm; "Biz seni lâyıkıyla bilemedik yâ Rabbî!" dediği hâlde, Bâyezîd-i Bistâmî, niçin "Sübhânî, benim şânım ne yücedir" diye söyledi. Bunun hikmetini söyler misiniz?" diyerek tekrar sordu. Mevlânâ hazretler i, buna da şöyle cevap verdi: "Peygamber efendimiz in mübârek kalbi öyle bir deryâ idi ki, ona ne kadar mârifet, aşk-ı ilâhî tecellî etse, ne kadar muhabbet, Allahü teâlânın sevgisi dolsa onu içine alır, kuşatırdı. Hattâ daha çoğunu isteyip;"Yâ Rabbî! Verdiğin bu nîmetleri daha da arttır." buyurdu. Fakat, Bâyezîd-i Bistâmî'nin kalbi o kadar geniş olmadığı için, ilâhî feyzlere tahammül edemeyere k ufak bir tecelli ile dolup taşardı. Az bir feyzle taşınca da böyle şeyler söylerdi." Bu îzâhata hayran kalan Şems-i Tebrîzî, "Allah" diyerek yere yığıldı. Bayılmıştı. Mevlânâ hazretler i, hemen atından inerek Şems-i Tebrîzî'yi kucakladı, ayağa kaldırdı. Bu nûr yüzlü zâta çok ısınmıştı, kalbinde o kadar muhabbet hâsıl olmuştu ki, ayılınca büyük bir hürmet ve edeb ile evine götürdü. Bu zâtın, geleceğini ilk hocası Seyyid Burhâneddîn hazretler inin söylediği Şems-i Tebrîzî olduğunu öğrenince; "Ey muhterem efendim! Gerçi evimiz size lâyık değil ise de, zât-ı âlinize sâdık bir köle olmaya çalışacağım. Kölenin nesi varsa efendisin indir. Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarım da evlâtlarınızdır." diyerek hizmetine koşmaya başladı. Gece-gündüz hiç yanından ayrılmayıp, onun sohbetler ini büyük bir zevk içinde dinlemeye başladı. Ondan hiç ayrılmıyor, talebeler ine ders vermeye, insanlara câmide vâz ü nasîhata gitmiyord u. Yanlarına dahî, hizmetler ini görmek üzere büyük oğlu Sultan Veled girebilir di. Her gün Şems-i Tebrîzî ile sohbet ederler, Allahü teâlânın yarattıkları üzerinde tefekküre dalarlar, namaz kılarlar, cenâb-ı Hakk'ı zikredere k muhabbetl erini tâzelerlerdi. Bir gün Mevlânâ havuz kenarındaydı. Yanında kitaplar vardı. Şems-i Tebrîzî hazretler i gelip, kitapları sordu ve hepsini suya attı. Kitapların suya atılması üzerine, Mevlânâ; "Âh babamın bulunmaz yazıları gitti." diyerek çok üzüldü. Şems-i Tebrîzî hazretler i elini uzatıp kitapların her birini aldı. Hiçbiri ıslanmamıştı. Mevlânâ "Bu nasıl işdir?" dedi. "Bu zevk ve hâldir. Sen anlamazsın." buyurdu. Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî'nin bu kerâmetini görünce, ona olan bağlılığı daha da artıp, sarsılmaz bir kale gibi oldu.

Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled, onların hâllerini şöyle anlatır: "Ansızın Şems-i Tebrîzî hazretler i gelip babam ile görüştü. Babamın gölgesi, onun nûrunda yok oldu. Onlar birbirler ine öyle muhabbet gösterdiler ki, etraflarında kendileri nden başkasını görmüyorlardı. Şems-i Tebrîzî, babama mârifetten, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit ince bilgilerd en ve O'na muhabbett en bahsediyo rdu. Babam da bunları büyük bir haz ile dinliyord u.

Eskiden herkes babama uyardı, şimdi ise, babam, Şems'e uyar oldu. Şems babamı muhabbete dâvet ettikçe, babam, Allahü teâlânın muhabbeti nden yanıp kavrulurd u. Babam artık onsuz yapamıyor, yanından bir ân ayrılmıyordu. Bu şekilde aylarca sohbet ettiler. Böylece babam pek büyük mânevî dereceler e yükseldi."

Şems-i Tebrîzî, Peygamber efendimiz in güzel ahlâkını örnek alıp, bütün işlerini, âdetlerini, ahlâkını O'na uydurmaya gayret ederdi. Şâyet bir kimseden rahatsız olsa; "Yâ Rabbî! Bu kimsenin malını ve çocuklarını çok eyle" derdi. Çünkü, Peygamber efendimiz de böyle duâ ederdi. Resûlullah efendimiz in bedduâ etmek âdetleri değildi.

Şems-i Tebrîzî hazretler i; "Eğer bir kimse bana âhiretim ile ilgili bir defâ iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defâ yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir." buyururdu .

Şems-i Tebrîzî hazretler i her nerede bir cenâze görse; "Âh! Bu cenâzenin yerinde ben olsaydım. Onun yerine beni defnetsel erdi." derdi. Bunu işitenler; "Niçin böyle söylüyorsun?" dedikleri nde, onlara; "Âşık olanlar mâşuklarına bir an önce kavuşmak isterler. Maksatlarına en kısa zamanda ulaşmaları makbûl değil midir?" diye cevap verirdi.

Kendisine bir şey ikrâm etseler veya bir şey istediğinde getirsele r, onlara mutlaka karşılığında bir şey verirdi. Ayrıca bu iyiliği yapanlara teveccüh ve duâ ederdi. Onun duâsına kavuşanların kalb gözleri açılır, keşif, kerâmet sâhibi olurlardı.

Şems-i Tebrîzî hazretler i güzel halleri ve kerâmetleri ile meşhûr oldu.

Sirâceddîn anlatır: "Kış mevsimini n ortasıydı. Bir kimse bahçesine gül dikmişti. Bunu Şems-i Tebrîzî'nin bulunduğu bir mecliste; "Efendim! Ben bu günlerde bahçeye gül ağacı diktim. Acaba tutup gül verir mi? Yoksa emeğim boşa mı gider?" diye sordu. Bu kimsenin tereddütlü hâlini gören Şems-i Tebrîzî; "Cenâb-ı Hak isterse, böyle sebepsiz de yaratır." derken, hırkasının altından bir demet gül çıkardı. Orada bulunan bizler bu kerâmeti görünce, hayretimi zden şaşırıp kaldık."

Sultânın bir oğlu vardı. Çok yiğit ve yakışıklı idi. Fakat bir şeyi hemen ezberleye mez çok kısa zamanda da unuturdu. Hocaları, onun unutkanlığından usanmışlardı. Babası bir gün Şems-i Tebrîzî'nin huzûruna gelip, oğlunun durumunu anlattı ve himmetini istirhâm edip, Kur'ân-ı kerîm öğretmesini istedi. Şems-i Tebrîzî de kabûl buyurup; "İnşâallah her gün Kur'ân-ı kerîmin bir cüzünü (yirmi sahife) ezberler." dedi. Orada bulunanla r, bu söze şaşırdılar. Ertesi günden îtibâren, çocuk derse gelmeye başladı ve her gün yirmi sahife ezberledi . Bir ayda Kur'ân-ı kerîmin tamâmını ezberlemiş oldu.

Şems-i Tebrîzî hazretler i ile Mevlânâ, mehtaplı bir gecede medreseni n damında oturmuş sohbet ediyorlar dı. Bir ara Şems, etrâfına bir göz gezdirere k; "Hiçbir pencerede n ışık görünmüyor, herkes ölü gibi yatıyor. Keşke uyanık olsalar da, âhiret için birazcık çalışıp, kıyâmet gününde güç durumda kalmasala r. Yoksa bu hâlleriyle ölüden farkları yok." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ hemen ellerini kaldırıp; "Yâ Rabbî! Şems-i Tebrîzî hazretler inin hürmetine bu uykuda ölü gibi yatan kullarını uyandır!" diye duâ etti.Duânın akabinde, gökyüzünde bir anda bulutlar toplanmay a, şimşekler çakmaya ve gök gürlemeye başladı. Bu şiddetli gürültülerden uyuyan herkes uyandı. Yakın evlerden "Allah!Allah!" sesleri gelmeye başladı. Bir müddet bu sesleri dinledile r ve Şems; "İnsanların, Rabbimizi n hıfz-u emânında (korumasında) olabilmel eri için, âlim, kâmil bir rehbere ihtiyaçları vardır. Ancak böyle bir rehbere kavuşanlar, yer ve gök âfetlerinden, maddî ve mânevî bütün zararlard an korunabil irler. Görüldü ki, şu insanların uykudan uyanıp "Allah! Allah!" demeleri, gök gürlemesinden dolayıdır. Onun gibi, bu insanların hakîkî uykudan uyanmaları, cenâb-ı Hakk'ın sevdiği bir âlimi veya velîsi sebebiyle olmaktadır." buyurdu.

Mevlânâ bir gün talebeler ine, Şems-i Tebrîzî hazretler inin üstünlüklerinden, bâzı kerâmetlerinden ve onun üstün vasıflarından bahsetti. Bunları işiten Sultan Veled şöyle anlatır; "Babam Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî'yi o kadar çok medhetti ki, hemen Şems'in huzûruna koştum. Geldiğimi görünce; "Ey Behâeddîn! Baban Mevlânâ'nın hakkımda söyledikleri doğrudur. Fakat, Mevlânâ'nın yanında bin tâne Şems, onun yanında zerreler gibi kalır. Bunun için onu bırakıp da benim hizmetime gelmek münâsib olmaz." buyurdu."

Şems-i Tebrîzî hazretler i bir gün kalb gözüyle gayb âlemini seyrederk en, kırk bin talebesi olan evliyânın büyüklerinden birini gördü. Ellerini açmış, büyük bir gönül kırıklığı içerisinde cenâb-ı Hakk'a; "Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!" diye duâ ediyordu. Öyle bir yalvarışı vardı ki, bütün rûhlar, onunla birlik olmuşlar, "Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!" diyorlardı. Şems-i Tebrîzî de o anda cenâb-ı Hakk'a münâcaat edip, yalvardı. Bu sırada yalvarışlarına cevap olarak; "İste ey Şems!Bütün dilekleri n yerine getirilec ek." diyen bir ses işitti. Bunun üzerine Şems-iTebrîzî; "Yâ Rabbî! Sana bütün rûhlarla birlikte"Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!" diye yalvaran bu velî kuluna ihsân eyle." dedi. Şems-i Tebrîzî hazretler inin bu şefâatiyle, o velî, derhal isteğine kavuştu.

Mevlânâ Celâleddîn ileŞems-i Tebrîzî hazretler inin zâhiri ve bâtınî çalışmaları devam ederken, onların bu sohbetler ini hazmedeme yen ve Mevlânâ'nın kendi aralarına katılmamasına üzülen bâzı kimseler, Şems-i Tebrîzî hakkında uygun olmayan sözler söylemeye başladılar. Bu söylentiler, Mevlânâ'nın kulağına kadar geldi. Diyorlardı ki: "Bu kimse Konya'ya geleli, Mevlânâ bizi terk etti. Gece gündüz hep birbirler iyle sohbet ediyorlar da, bizlere hiç iltifât göstermiyorlar. Yanlarına kimseyi de koymuyorl ar. Mevlânâ, Sultân-ül-ulemâ'nın oğlu olsun da, Tebrîz'den gelen ve ne olduğu belli olmayan bu kimseye gönül bağlasın. Onun için bize sırt çevirsin. Hiç Horasan toprağı ile (Mevlânâ hazretler inin memleketi) Tebrîz toprağı bir olur mu? Elbette Horasan toprağı daha kıymetlidir." Bu söylentilere Mevlânâ; "Hiç toprağa îtibâr olunur mu? Bir İstanbullu, bir Mekkeliye gâlip gelirse, Mekkelini n İstanbulluya tâbi olması hiç ayıp sayılır mı?" diyerek cevap verdi. Fakat söylentiler durmadı. Şems-i Tebrîzî hazretler i artık Konya'da kalamıyacağını anladı. O çok kıymetli dostunu, o mübârek ahbâbını bırakarak Şam'a gitti.

Şems-i Tebrîzî hazretler inin gitmesi Mevlânâ'yı çok üzdü. Günler geçtikçe ayrılık acısına sabredemi yor, kendisind e tahammül edecek bir hâl bırakmıyordu. Şems'in ayrılık hasreti ve muhabbeti ile yanıyordu. "Şems! Şems!" diyerek ciğeri yakan kasîdeler söylüyor, göz yaşlarıyla dolu yazdığı mektupları Şam'a, Şems-i Tebrîzî hazretler ine gönderiyordu. Eğer bir kimse; "Şems-i Gördüm." diye yalan söylese, ona müjdelik olarak üzerindeki elbisesin i verirdi. Bir defâsında birisi; "Şems-i Tebrîzî'yi Şam'da gördüm. Sıhhati yerindeyd i." dedi. Mevlânâ, ona elinde bulunan ne varsa hepsini verdi. Orada bulunanla rdan biri; "O, Şems-i Tebrîzî'yi görmedi. Yalan söylüyor" deyince, Mevlânâ da; "Ona verdiğim bu elbiseler, sevdiğimin yalan haberinin müjdesidir. Onun hakîkî haberini getirene canımı veririm." diye cevap verdi. Böylece aylar geçti. Mevlanâ artık dayanamay acağını anlayınca, oğlu SultanVel ed'i Şam'a göndermeye karar verdi. Oğlunu çağırıp; "SüratleŞam'a varıp, filanca hana gidersin. Şems-i Tebrîzî hazretler inin o handa bir genç ile sohbet ettiğini görürsün. O genci küçümseme sakın. O, Allahü teâlânın sevdiği evliyânın kutuplarından biridir. Selâmımı ve duâ isteğimi kendileri ne bildir. İçinde bulunduğum şu vaziyetim i, hasretimi dile getir. Buraya acele teşriflerini tarafımdan istirhâm et." dedi. Sultan Veled, hemen hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Şam'da, babasının târif ettiği handa, Şems-i Tebrîzî'yi bir gençle konuşuyor buldu. Durumu dilinin döndüğü kadar anlattı.Konya'da bu hâdiseye sebeb olanların tövbe ettiğini ve Mevlânâ'dan çok özürler diledikle rini de sözüne ekledi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, Konya'ya tekrar gitmeye karar verdi. Hemen yola çıktılar. Sultan Veled, Şems hazretler ini ata bindirdi, kendisi de arkasında yaya olarak yürüyordu. Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in ata binmesi için ne kadar ısrâr ettiyse, o; "Sultânın yanında hizmetçinin ata binmesi bizce yakışık almaz." diyerek ata binmedi. Sultan Veled, Konya'ya yaklaştıklarında Mevlânâ'ya haberci gönderip, Konya'ya girmek üzere olduklarını bildirdi. Mevlânâ hazretler i müjdeyi getirene o kadar çok hediye verdi ki, o kimse zengin oldu. Konya'da tellâllar bağırtılarak, Şems'in Konya'yı teşrif etmek üzere olduğu bildirild i. Konya'da başta pâdişâh olmak üzere, ileri gelen vezîrler, hâkimler, zenginler ve bütün halk yollara döküldü. Büyük bir bayram havası içinde Şemseddîn Tebrîzî ile Sultan Veled göründüler. Sultan Veled, atın yularından tutmuş, Şems de atın üzerinde, başı önünde ağır ağır ilerliyor lardı. Bu muhteşem manzarayı seyredenl er, büyük bir heyecana kapıldılar. Mevlânâ koşarak ilerledi, atın dizginler ine yapıştı. Göz göze geldiler. Şems'in attan inmesine yardım eden Mevlânâ, üstâdının ellerinde n sevinç gözyaşları arasında doya doya öptü. Bu arada yanık sesli hâfızlar Kur'ân-ı kerîm okumaya başladılar. Herkes büyük bir haz içinde Kur'ân-ı kerîmi dinledikt en sonra, sıra ile Şems-i Tebrîzî hazretler inin ellerini öptüler. Sonra Mevlânâ'nın medresesi ne geldiler. Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in kendisine gösterdiği hürmeti ve yaptığı hizmetler iMevlânâ'ya anlattı. Bundan çok memnun olduğunu bildirere k; "Benim bir serim (başım) bir de sırrım vardır. Başımı sana fedâ ettim. Sırrımı da oğlun Sultan Veled'e verdim. Eğer Sultan Veled'in, bin yıl ömrü olsa da hepsini ibâdetle geçirse, ona verdiğim sırra, yâni evliyâlıkta yükselmesine sebeb olduğum dereceler e kavuşamaz." dedi.

Mevlânâ Celâleddîn ile Şems-i Tebrîzî, eskisi gibi yine bir odaya çekilip sohbete başladılar. Hiç dışarı çıkmadan, yanlarına oğlundan başka kimseyi sokmadan, mânevî bir âlemde ilerlemey e başladılar. Halk, Şems gelince Mevlânâ'nın sâkinleşeceğini, aralarına katılıp, kendileri ne nasîhat edeceğini, sohbetler inden istifâde edecekler ini ümîd ederlerke n, tam tersine, eskisinde n daha fazla Şems'e bağlandığını ve muhabbeti nin ziyâdeleştiğini gördüler.

Şems-i Tebrîzî hazretler i,Mevlânâ'yı velîlik makamlarının en yüksek dereceler ine çıkarmak için elinden gelen bütün tedbirler e başvuruyor, her türlü riyâzet ve mücâhedeyi yaptırıyordu. Günler bu şekilde devâm ederken, halk, Mevlânâ'nın hiç görünmemesinden dolayı Şems'e kızmaya başladı. Bir gün bu söylenenleri Şems-i Tebrîzî işitince, Sultan Veled'e; "Ey Veled!Hakkımda yine sû-i zan etmeye başladılar. Beni Mevlânâ'dan ayırmak için, söz birliği etmişler. Bu seferki ayrılığımın acısı çok derin olacak!" dedi.

1247 senesi Aralık ayının beşine rastlayan Perşembe gecesiydi . Mevlâna ile Şems hazretler i yine odalarında sohbet ediyorlar, Allahü teâlânın muhabbeti nden ve çeşitli velîlik makamlarından anlatıyorlardı. Bir ara kapı çalındı ve Şems hazretler ini dışarı çağırdılar. Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ'ya; "Beni katletmek için çağırıyorlar." dedi ve dışarı çıktı. Dışarda bir grup kimse, bir anda üzerine hücûm ettiler. Şems-i Tebrîzî hazretler inin "Allah!" diyen sesi duyuldu. Mevlânâ hemen dışarı çıktı, fakat hiç kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardı. Derhal oğlu Sultan Veled'i uyandırıp, durumun tetkîkini istedi. Yapılan bütün araştırmalarda Şems-i Tebrîzî hazretler inin mübârek cesedini bulamadılar. Bu cinâyeti işleyenler yedi kişi idi. İçlerinde, Mevlânâ'nın oğlu Alâeddîn de vardı.Yedisi de kısa bir süre sonra çeşitli belâlara yakalanar ak öldüler. Bir gece Sultan Veled, rüyâsında Şems-i Tebrîzî'nin cesedinin bir kuyuya atıldığını gördü. Şems-i Tebrîzî hazretler i ona; "Ben falan yerdeki kuyudayım. Beni buradan alıp defneyley in." buyurdu. Sultan Veled uyanınca, yanına en yakın dostlarından birkaçını alarak, gördüğü kuyuya gittiler. Cesed hiç bozulmamıştı. Bulunduğu yerden alıp cenâze hizmetler ini gördüler ve Mevlânâ'nın medresesi ne defnettil er.

Şems-i Tebrîzî'nin kıymetli, hikmetli sözlerinden bâzıları şöyledir:

Şems-i Tebrîzî hazretler ine bir kimse; "Efendim! Mârifeti bana anlatır mısınız?" dedi. O da; "Bir gönül ki, Allahü teâlânın muhabbeti yle yanıp, onunla hayat buluyorsa, bu mârifettir." buyurdu. Soruyu soran; "Peki ben ne yaparsam bu mârifeti elde edebiliri m?" diye tekrar sordu. "Bedeni terk ederek. Çünkü Allahü teâlâ ile kul arasındaki perde, kişinin bedenidir . Allahü teâlâya vâsıl olmasına mâni olacak şey dört tânedir: 1) Şehvet, 2) Çok yemek. 3) Mal ve makam, 4) Ucb ve gurûr. İşte bu dört şey, kulun cenâb-ı Hakk'a ulaşmasına mânidir." buyurdu.

Bir defâsında da; "Velîler, Allahü teâlâyı zikretmek ten yorulmazl ar ve O'nun muhabbeti ne doymazlar . Onların yanında dünyânın hiçbir kıymeti yoktur. Onlar, her an Allahü teâlâyı zikrederl er, şükrederler, ibâdete devam ederler. Bir kalpten bütün arzu ve istekler çıkarsa, orada Allahü teâlânın sevgisind en başka bir sevgi kalmaz." buyurdu.

"İlim üç şeydir: Zikreden dil, şükreden kalp, sabreden beden."

"Perhizi olmayan bir vücûd, meyvesiz bir ağaç; utanması olmayan bir beden, tuzsuz bir aş; gayreti olmayan bir vücûd, sâhipsiz bir köle gibidir." buyurdu.

Şems-i Tebrîzî hazretler ine; "İnsanların en üstünü, kıymetlisi kimdir?" dediler. Cevâbında; "Şu dört kimsenin kıymeti, Allahü teâlâ katında yüksektir: 1) Şükreden zengin, 2) Kanâatlı ve sabreden fakir, 3) İşlediği günâhlara pişmân olup, Allahü teâlânın azâbından korkan kişi, 4) Takvâ, verâ, zühd sâhibi; yâni haramlard an sakınıp, şüpheli korkusuyl a mübahların çoğunu terkedere k dünyâya zerre kadar meyletmey en âlimdir." buyurdu. "Bu kıymetli insanların içinde en üstünü hangisidi r?" diye sordular. Buyurdu ki: "İlim ve hilm (yumuşaklık) sâhibi âlimlerdir."

Cömertliği sordular, buyurdu ki: "Dört türlü sehâvet, cömertlikvardır: 1) Mal cömertliği; zâhidlere, dünyâya kıymet vermeyenl ere mahsustur . Onlar malı verirler, mârifeti, Allahü teâlâyı tanımayı alırlar. 2) Beden cömertliği; müctehid olan âlimlere mahsustur . Onlar da Allahü teâlânın yolunda vücutlarını harcarlar ve hidâyeti alırlar. 3) Can cömertliği; şehidlere mahsustur . Onlar da canlarını vererek Cennet'i alırlar. 4) Kalb cömertliği; âriflere mahsustur . Onlar da gönül vererek muhabbeti alırlar."

"Dünyâ, insanı hevâ ve hevesine kaptırır, nefsin arzularına uydurur. Netîcede Cehennem'e götürür."

"İnsanoğlunun edepten nasîbi yoksa, insan değildir. İnsan ile hayvan arasını ayıran edeptir."

"Âhireti kazanmak için çalışmak lâzımdır. Bu, insanı Cennet'e götürüp, Allahü teâlânın cemâlini görmekle şereflenmesine sebeb olur."

Şems-i Tebrîzî hazretler inin aşkla söylediği beytlerin den bâzıları şöyledir:

Bihamdill ah direm Allah
Alıp aklımı fikrullah
Dilimde zâtın esmâsı
Bana üns oldu zikrullah
Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah

Bu tevhidden murâd ancak
Cemâl-i zâta ermektir
Görünen kendi zâtıdır
Değil sanma ki gayrullah
Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah

Ben ol pervâneyim geldim
Düşüp aşk oduna yandım
Yanuban küllü yandım
Beni yaktı aşkullah
Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah

Gönül âyinesin sûfî
Eğer kılar isen sâfî
Açılır sana bir kapı
Ayân olur Cemâlullah
Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah

Şems-i Tebrîz bunu bilir
Ehad kalmaz fenâ bulur
Bu âlem küllü mahvolur
Hemen bâkî kalır Allah
Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah

YAPACAĞIM BİR ŞEY YOK

Şems-i Tebrîzî hazretler i Şam'danKonya'ya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerini n olmadığını öğrenince, câmide sabahlama k istedi. Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Cübbesini çıkarıp başının altına koyarak uzandı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunluk la hemen kendinden geçti. Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitleme k üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak: "Burada yatılmaz kalk!" dedi. Şems-i Tebrîzî hazretler i doğrularak: "Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garibim, uzak yoldan geliyorum . Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım." dedi. Câmiyi kilitleme k için gelen kişi; "Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim." diye karşılık verdi.

Şems-i Tebrîzî hazretler i, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Cübbesini toplayara k sessizce kapıdan dışarı çıktı.Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine; "İmdât boğuluyorum!" diye bağırmaya başladı. Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi ve ona; "Ne oldu, niye bağırıyorsun?" diye sordu. Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretler ine yetişti. Kendisine; "Efendim, o câhildir, bir terbiyesi zlik etmiş. Ne olur onu affedin!" dedi. Şems-i Tebrîzî hazretler i imâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde: "Onun işi benden çıktı. Benim yapabilec eğim birşey yoktur. Ancak îmânla ölmesi için duâ edebiliri m." buyurdu.

ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefeci lerden bir grup geldi. Suâl sormak istedikle rini bildirdil er. Mevlânâ hazretler i bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretler i mescidde, talebeler e bir ker****le teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeci ler üç suâl sormak istedikle rini belirttil er, Şems-i Tebrîzî; "Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî hazretler i; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî; "Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O; "Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunu z. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.Sor u sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; "Ben, soru sordum, o başıma ker**** vurdu." dedi.Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin açıklamasını istedi.Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, banaAllahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak; "Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu. Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.

GAFLETTEN UYANMAK İÇİN

Mevlânâ otururken, bir havuz kenarında,
GeldiŞems-i Tebrîzî ve oturdu yanında.

Gördü ki Mevlânâ'nın, yanında kitaplar var,
Onları göstererek, sordu ki: "Nedir onlar?"

Arz etti ki: "Babamın, yazdığı kitaplardır,
Hepsi de inci gibi, kıymette bî-bahâdır."

Şems onları isteyip, aldı kendi eline,
Ve kaldırıp hepsini, attı suyun içine.

Mevlânâ çok üzülüp, dedi: "Eyvâh, pederden,
Kalan kitaplarımın, tamamı gitti elden."

Lâkin Şems-i Tebrîzî, elini uzatarak,
Çıkardı herbirini, hem de kuru olarak.

Mevlânâ görünce de, ondan bu kerâmeti,
Daha da sağlam oldu, ona teslîmiyeti.

Öyle ki sarsılmaz bir kale gibi oldu tam,
Sohbetine daha çok, aşk ile etti devam.

Evlâdı Sultan Veled, der ki: "Şems-i Tebrîzî,
Ansızın gelip gördü, bir gün pederimiz i.

Öyle ki, babam onun, dururken huzûrunda,
Yok olmuştu gölgesi, o velînin nûrunda.

Önce herkes babama, tâbi iken, bu sefer,
Babam Şems'e uydu ve oldu onda cansiper.

Şems ona anlattıkça, Allah'ın sevgisind en,
Babam şevkle dinleyip, geçerdi kendisind en.

Bu şekilde aylarca, devam etti bu sohbet,
Çok yüksek makamlara, erdi babam nihâyet."

Şems-i Tebrîzî ile, Mevlânâ hazretler i,
Sohbet ediyorlar dı, geceleri ekserî.

Yine bir gün gecenin, bir mehtaplı ânında,
Sohbet ediyorlar ken, medreseni n damında,

Baktı Şems-i Tebrîzî, etrafına birazcık,
Buyurdu: "Hiç bir evde, görünmüyor az ışık,

Ölü gibi, gafletle, uyuyor bu kimseler,
Keşki kalkıp Allah'a, ibâdet eyleseler,

Zirâ kim, az sıkıntı, çeker ise bu günde,
Görmez fazla ızdırap, yarın mahşer gününde."

O böyle söyleyince, hazret-i Mevlânâ da,
Ellerini kaldırıp, duâ etti o anda.

Dedi: "Şems-i Tebrîzî, hürmetine İlâhî,
Uyandır ölü gibi, yatan bu ahâlîyi."

Mevlânâ hazretler i, edince böyle duâ,
Başladı gök yüzünde, bulutlar toplanmağa.

Şimşek çakıp, kuvvetle, gök gürledi peşinden,
Uyandı şehir halkı, bu gök gürlemesinden.

Civardaki evlerden, sesler yükseliyordu,
Herkes korkularından, "Allah Allah" diyordu.

Hazret-i Şems buyurdu: "Nasıl şimdi insanlar,
Bu yalancı uykudan, bu sesle uyandılar,

Hakîkî uykudan da, uyanmaları için,
Teveccühü gerekir, bir veliyy-i kâmilin,

Bir Allah adamının, mevcûdiyeti ile,
Gafletten uyanırlar, bir şehir halkı böyle."

BAŞKA ÇÂRE YOK

Şems-i Tebrîzî hazretler i, bir gün dostlarına şöyle nasîhatta bulundu: "Âhireti terk edip, dünyâya tâlib olup muhabbet edenlere, mal kazanıp zengin olmaktan başka çâre yoktur. Âhirete tâlib olan kimselere de, ölmeden önce ibâdet yaparak, dîn-i İslâma hizmet ederek gayretle çalışmaktan başka çâre yoktur. Allahü teâlânın tâlibi olan kimselere, O'na kavuşmak arzusu içinde olanlara, mihnet, meşakkat, dert ve belâlara katlanmak tan başka çâre yoktur. İlmi taleb edenlere, yâni âlim olmak isteyenle re, herkesin gözünde hakîr olmak ve yalnız, kimsesiz, garip kalmaktan başka çâre yoktur. Çünkü, kim ilim öğrenmek arzusunda olursa, onun üzüntüsü çok olur. Onu rencide ederler. Huzura kavuşması için her türlü derde, belâya sabretmes i lâzımdır. Her kim kendini üstün görürse, onun sonu zillete düşmektir. Hesapsız, sonunu düşünmeden malını sarfedenl er, fakir olurlar. Her kim fakirliğe sabreder, kanâatkâr olursa, sonunda zenginliğe ulaşır. Her kimsenin, kendisind e bulunan iki şeyin birisini öldürüp, birisini diri tutmaya çalışması lâzımdır. Öldürmesi îcâb eden şey nefsidir. Çünkü nefsi öldürmedikçe, rahata ermek düşünülemez. Diri tutması lâzım gelen şey de, gönüldür. Çünkü gönlü ölü olanların mesûd ve bahtiyâr olması düşünülemez."

1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1150
2) Rehber Ansiklope disi; c.16, s.69
3) Nefehât-ül-Üns; s.520
4) Hadîkat-ül-Evliyâ; s.16
5) Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2872
6) Menâkib-ül-Ârifîn; c.1, s.82
7) İslâm Âlimleri Ansiklope disi; c.9, s.283
Karizmatik Menâkıb, Millet Kütüphânesi, Feyzullah Efendi Kısmı, No: 2142
9) Risâle-i Sipahsala r

http://www.dervisinfikri.com/makale-arastirma/414-juems-i-tebrizo-hazretlernden-ks-40-altjen-kural.html
http://www.semazen.net/sp.php?id=21
http://www.bursamevlevi.org/sems.html
http://www.izafet.com/dini-hikayeler/91222-anadolu-evliyalarindan-sems-i-tebrizi-hz.html
http://forum.islamiyet.gen.tr/islam-alimlerimiz-buyuklerimiz/61891-sems-i-tebrizi-hazretleri-guzel-halleri-ve-kerametleri.html
http://sufizmveinsan.com/konuk/semsm.html
http://www.burhandergisi.com/aydn-baar/251-tebrizden-doan-guene-emsi-tebrizi-hazretleri.html
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=2834

http://www.google.com.tr/#hl=tr&sclient=psy-ab&q=%C5%9EEMS-%C4%B0+TEBR%C4%B0Z%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0&oq=%C5%9EEMS-%C4%B0+TEBR%C4%B0Z%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0&aq=f&aqi=g3&aql=&gs_sm=3&gs_upl=2875l9078l0l9875l25l11l0l13l13l0l391l2360l0.3.3.3l22l0&gs_l=hp.3..0l3.2875l9078l0l9875l25l11l0l13l13l0l391l2360l0j3j3j3l22l0.frgbld.&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.,cf.osb&fp=99970eeee385b094&biw=1152&bih=721

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİN ŞİİR VE SÖZLERİ
LÜTFEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z

http://www.google.com.tr/#hl=tr&sclient=psy-ab&q=%C5%9EEMS-%C4%B0+TEBR%C4%B0Z%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0+VE+%C5%9E%C4%B0%C4%B0RLER%C4%B0&oq=%C5%9EEMS-%C4%B0+TEBR%C4%B0Z%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0+VE+%C5%9E%C4%B0%C4%B0RLER%C4%B0&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=3&gs_upl=18734l32547l1l33000l37l22l1l13l13l1l641l4297l0.16.4.1.0.1l36l0&gs_l=serp.3...18734l32547l1l33000l37l22l1l13l13l1l641l4297l0j16j4j1j0j1l36l0.frgbld.&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.,cf.osb&fp=99970eeee385b094&biw=1152&bih=721

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ  1.BÖLÜM SONU
LÜTFEN 2.BÖLÜMÜ OKUYUNUZ


.
« Son Düzenleme: Mart 16, 2012, 02:07:46 ÖS Gönderen: administratör » Logged
« Yanıtla #1 : Mart 16, 2012, 02:00:46 ÖS »
admin
Ziyaretçi
ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - KONUYA GİRİŞ İÇİN LÜTFEN TEKRAR TIKLAYINIZ 2. BÖLÜM

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - 2.BÖLÜM
KONUYU OKUMAK İÇİN LÜTFEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z

http://www.dervisinfikri.com/makale-arastirma/414-juems-i-tebrizo-hazretlernden-ks-40-altjen-kural.html
http://www.meleklermekani.com/hz-mevlana/169421-mevlananin-aski-sems-i-tebriziden-40-altin-kural.html

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİN 40 ALTIN KURALI

Şems-i Tebrizi'nin 40 Kuralı...
( Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezginler in Kırk Kuralı )

- Birinci Kural:
Yaradanı hangi kelimeler le tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.
Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulaca k, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

- İkinci Kural:
Hak Yol' unda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.
Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil.
Nefsini bilenlerd en ol silenlerd en değil!

- Üçüncü Kural:
Kuran dört seviyede okunabili r.
İlk seviye zahiri manadır.
Sonraki batıni mana.
Üçüncü batıninin batınisidir.
Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsi z kalır tarif etmeye.

- Dördüncü Kural:
Kainattak i her zerrede Allah' ın sıfatlarını bulabilir sin, çünkü O camide, mescidde, kilisede, havrada değil, her yerdedir.
Allah' ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O' nu görüp ölen de yoktur. Kim O' nu bulursa sonsuza dek O' nda kalır.

- Beşinci Kural:
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
Akıl temkinlid ir. Korka korka atar adımlarını.
"Aman sakın kendini" diye tembihler .
Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.
Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

- Altıncı Kural:
Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetle rin çoğu dilden kaynaklanır.
Sen sen ol, kelimeler e fazla takılma.
Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşk dilsiz olur.



- Yedinci Kural:
Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat' i keşfedemezsin.
Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

- Sekizinci Kural:
Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar.
Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.
Dileğin gerçekleşmediğinde de şükret.

- Dokuzuncu Kural:
Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir?
Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmek tir.
Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.
Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

- Onuncu Kural:
Ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!
Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

- Onbirinci Kural:
Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz.
Senden yepyeni taptaze bir "sen" zuhur edebilmes i için zorluklar a, sancılara hazır olman gerekir.

- Onikinci Kural:
Aşk bir seferdir.
Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.
Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

- Onüçüncü Kural:
Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var.
Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindek i güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir.
Tutup da ona hayran olmaya değil.

- Ondördüncü Kural:
Hakk' ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol.
Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.
"Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme.
Nereden biliyorsu n hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

- Onbeşinci Kural:
Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekl e meşguldür.
Tek tek herbirimi z tamamlanmış bir sanat eseriyiz.
Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksikleri mizi gidermemi z için tasarlanmıştır.
Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzl uğu hedefler.

- Onaltıncı Kural:
Kusursuzd ur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır.
Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir .
Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir .
Demek ki hakikaten kucaklama dan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne de layıkıyla sevebilir sin.

- Onyedinci Kural:
Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur.
Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizleni r, suyla arınır.
Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

- Onsekizin ci Kural:
Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.
Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir.
Şeytanı kendinde ara ; dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir.
Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan'ı tanır.

- Ondokuzun cu Kural:
Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyors an, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları.
Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir.
Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin.
Yakında gül yollayaca k demektir.

- Yirminci Kural:
Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir .
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

- Yirmibiri nci Kural:
Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık.
Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.
Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk' ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

- Yirmiikin ci Kural:
Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur.
Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur.
Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimiz dir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

- Yirmiüçüncü Kural:
Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncakta n ibaret.
Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar perişan olur onun için.
Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar.
Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıktan uzak dur.

- Yirmidördüncü Kural:
Mademki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi,
atttığı her adımda Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukt a hareket etmelidir .
İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmak tan vazgeçmemelidir.

- Yirmibeşinci Kural:
Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.
İkisi de şu an burada mevcut.
Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennettey iz aslında.
Ne vakit birileriy le kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetakla k cehenneme düşüveririz.

- Yirmialtıncı Kural:
Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes gözünmez iplerle birbirine bağlıdır.
Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma.
Unutma ki dünyanın öteki ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir.
Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

- Yirmiseki zinci Kural:
Geçmiş, zihinleri mizi kaplayan bir sis bulutunda n ibaret.
Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi.
Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz.

- Yirmidoku zuncu Kural:
Kader hayatmızın önceden çizilmiş olması demek değildir.
Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.
Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.
Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.
Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin.


- Otuzuncu Kural:
Başkaları tarafından kınansan, ayıplansan, dedikodun yapılsa hatta iftiraya uğrasan bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kötü laf etme. Kusur görme. Kusur ört.

- Otuzbirin ci Kural:
Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı.
Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir.
Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...
Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız.
Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

- Otuzikinc i Kural:
Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin.
Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma.
Bilhassa putlardan uzak dur dost.
Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma!
İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

- Otuzüçüncü Kural:
Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun.
İnsanın çömlekten farkı olmamalı.
Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidi r.

- Otuzdördüncü Kural:
Hakk'a teslimiye t ne zayıflık ne edilgenli k demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiye t son derece güçlü olmayı gerektiri r.
Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenme yi bırakır, emin bir beldede yaşar.

- Otuzbeşinci Kural:
Şu hayatta ancak tezatlarl a ilerleyeb iliriz.
Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla.
İnsan-ı kamil mertebesi ne varana kadar gıdım sıdım ilerler kişi.
Ve ancak tezatları kucaklaya bildiği ölçüde olgunlaşır.

- Otuz atıncı Kural:
Hileden, desiseden endişe etme.
Eğer birileri sana tuzak kuruyor zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordu r.
Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sisitem karşılıklar esasına göre işler.
Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.
O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz, Sen sadece buna inan!

- Otuzyedin ci Kural:
Tanrı kılı kırk yararak titizlilk e çalışan bir saat ustasıdır.
O kadar dakiktir ki, sayesinde her şey zamanında olur.
Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç.
Her insan için biz aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

- Otuzsekiz inci Kural:
"Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazırmıyım?" diye sormak için hiç bir zaman geç değil.
Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenme k mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.
Her an her nefeste yenilenme li.
Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

- Otuzdokuz uncu Kural:
Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar.
Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.
Hem bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır merkezind e...
Hem de bir günden bir güne hiç bir şey aynı olmaz.

- Kırkıncı Kural:
Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.
Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma!
Ayrımlar ayrımları doğurur.
AŞK'ın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındasındır merkezind e, ya da dışındasındır hasretind e

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİNİN SÖZ VE ŞİİRLERİ
LÜTFEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z

http://www.yorumla.net/din-ve-islamiyet/958219-sems-i-tebrizi-sozleri.html

AŞKIN GÖZYAŞLARI - ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ

Yedinci ve en tesirli bıçak darbesi ensesine gelir boynu sağa doğru bükülmüştür. Dervişler yere kapanmasını bekleye dursun. Şems, Hz. Peygamber'in şu hadisini sesi boğuk mırıldanır: "Allah'a kavuşmayı isteyeni Allah da sever."
Dervişlerden birisi sırtına tekmeyi vurur. Yüzüstü taş zemine kapanır, dudağı patlamış, dişleri zemine dökülmüştür Siyah feracesi kanlar içinde bordoya dönmüştür. Saçlarından tutarak kafasını kaldıran dervişin niyeti Şemsin başını gövdesinden ayırmaktır. Baş derviş engeller. Bırakın son nefesini versin, sonra da en yakın bir kuyuya atın. Kıyafetine sarıp atın. Avluyu yıkayın. Sabah ile yola çıkarız.
Şems hala son nefesini vermemiştir Sille taşının üzerindeki başını hafifçe göğe kaldırır ve: "Allah ne güzel sevgilidi r. Rabbim sana aşığım. Ve bu canı sana hediye ediyorum."
Ertesi gündür. Mevlana odasından içeri girer, kendisine gönderilen mendili koklar eli titreyere k açar. İçinden san kağıda yazılmış bir not çıkar: "Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki aşk için ölmek ne demekmiş." Mevlana olduğu yere düşüp bayılmıştır.
Geceden sonra doğan ve kalplerin çöllerini cennetler e çeviren bir gözyaşı bu. Çoraklaşmış ve çöle dönmüş kalpler; açın sadrınızı! Aşkın gözyaşları, serin serin, sağanak sağanak, üzerimize damlıyor; bakın gökyüzüne, nasıl da aşk yağıyor.

http://www.google.com.tr/#hl=tr&sugexp=frgbld&gs_nf=1&pq=%C5%9Fems-i%20tebrizi%20hazretleri%20a%C5%9Fkin%20g%C3%B6zya%C5%9Flari&cp=31&gs_id=2g&xhr=t&q=%C5%9EEMS-TEBR%C4%B0Z%C4%B0%20HAZRETLER%C4%B0%20S%C3%96ZLER%C4%B0&pf=p&sclient=psy-ab&oq=%C5%9EEMS-TEBR%C4%B0Z%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0+S%C3%96ZLER%C4%B0&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=&gs_upl=&gs_l=&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.,cf.osb&fp=99970eeee385b094&biw=1152&bih=721

http://www.mainboard24.com/hikayeler-menkibeler-islami-siirler/457511-sems-i-tebriz-sozleri.html

ŞEMS-İ TEBRİZİ HAZRETLERİ - 2.BÖLÜM SONU


.
« Son Düzenleme: Mart 16, 2012, 03:09:04 ÖS Gönderen: administratör » Logged
Sayfa: [1]
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2008, Simple Machines
LinkBacks Enabled by LordReco | FoRuMBoL Themes