« : Eylül 11, 2008, 05:30:59 ÖÖ » |
|
İSLAM İLMİHALİ İLE İLGİLİ KONULAR İÇİN LÜTFEN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z
İSLAM İLMİHALİ 1. BÖLÜM
http://kitap.mollacami.com/buyuk-islam-ilmihali http://rahman.fw.nu:8080/islam/buyuk_islam_ilmihali/index.htm http://www.diyanet.gov.tr/turkish/basiliyayin/web_kitap.asp?yid=33 http://www.ahmet-bulut.com/site/omernasuhi/index.html http://www.islamilmihali.net/ http://forum.islamportali.com/islam-fikhi/ucbin-secme-fetva/ http://www.islamkent.com/modules.php?name=Sorular
DİNİ HÜKÜMLER KİTAP Dini Hükümlerin Dayandığı İlk Kaynak Kur'an'dır. Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın peygamber leri aracılığıyla gönderdiği kitapların sonuncusu dur. İhtiva ettiği hüküm ve prensiple r kıyamete kadar geçerlidir. Bütün çağların ve toplumların ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte dir. Kur'an, bize yaratılışımızın gayesini bildirir. İnsanları, bütün âlemleri yaratan Allah’a inanmaya ve ona kulluk etmeye davet eder. İyilik yapmayı kötülüklerden sakınmayı emreder. Kur'an, hem fertlerin hem de toplumların huzur ve mutluluğunu temin için gerekli prensiple ri bildirir ve bunlara uyulmasını ister. Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket edenlerin mükâfatlandırılacağını müjdeler, emirleri yerine getirmeye n, yasakları işleyenlerin de cezalandırılacaklarını bildirir. O, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir ışık, ebedî saadetin yolunu gösteren en güzel rehberdir . Dünya ve ahiret mutluluğunun esasları, hak, adalet ve eşitliğin temel prensiple ri ve yüksek ahlâk ilkeleri ondadır. Kur'an 'da yer alan emir ve tavsiyele re uyanlar, hem dünyada huzur içinde yaşayacaklar, hem de ölüm ötesinde devam edecek olan sonsuz hayatta gerçek mutluluğu kazanmış olacaklar dır.
SÜNNET Sünnet, sözlükte yol ve âdet demektir. Terim olarak Sünnet: "Peygamber imizin Kur'an'dan başka söz ve davranışları"dır. Bu tanımlamadan sünnetin üç kısım olduğu anlaşılmaktadır. a) Kavlî sünnet: Peygamber imizin sözleri demektir. b) Fiilî sünnet: Peygamber imizin davranışları demektir. c) Takrirî sünnet: Peygamber imizin, bir Müslüman’ın yapmış olduğu bir iş veya söylemiş olduğu bir sözden haberdar olduğu halde buna karşı çıkmaması ve onu sükûtla karşılamasıdır. Peygamber imizin görevi, İslâmiyet’i öğretmek ve ona aykırı olan söz ve davranışların yanlış olduğunu göstermektir, Bu itibarla Hz. Peygamber in, bir Müslüman’ın söylediği sözden veya yaptığı işten haberdar olduğu halde buna karşı çıkmayıp susması, bu söz veya davranışı uygun gördüğünü gösterir. Kur'an-ı Kerim, Peygamber imize uyulmasını emreder; Peygamber e itaatin Allah'a itaat olduğunu bildirir. Bu konuda pek çok âyeti kerime vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: "Allah'a itaat edin, Peygamber e itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, bilin ki, Peygamber imizin görevi, apaçık duyurmak ve bildirmek tir." Mâide:92 "Kim, Peygamber e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur."Nisa:80 "Peygamber size ne verdi ise onu alın ve size neyi yasak/adı ise ondan sakının." Haşr:7
"Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça,îman etmiş olmazlar."Nisa:65
Görüldüğü üzere bir kısmını sunduğumuz âyeti kerimeler de Peygamber e mutlak itaat emredilme ktedir. Bunun anlamı açıktır. Peygamber, Peygamber olarak herhangi bir konuda ne emrediyor sa, o emre uyulması ve o emrin Allah 'ın emri kabul edilerek yerine getirilme si gerekmekt edir.
Ayrıca peygamber imiz de: "Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah'a isyan etmiştir."Buharî,Cihad,109;Müslim,İmare,8 buyurmuştur.
Sünnet'in, İslâm hukukunun ikinci kaynağı olduğunda, müctehid imamlar arasında fikir birliği vardır.
Hulefâ-i Râşidin'den zamanımıza kadar müctehid âlimler, Kur'an gibi Sünnetten de dinî hükümler çıkarmışlar ve sünnete uymanın, sünnet ile amel etmenin gereğini vurgulamışlardır. Hatta önceden, sünnetin ifade ettiği hükme aykırı görüşü olan, sünneti öğrendikten sonra bu görüşünden vazgeçerek, sünneti benimsemiştir.
Sünneti dikkate almadan Kur'an-ı Kerim'i bütünüyle anlamak mümkün değildir. Çünkü dinin bütün hükümleri Kur'an-ı Kerim'den öğrenilmediği gibi, pek çok hükmün ayrıntılarını ve nasıl uygulanac ağını da Kur'an anlatmaz. Meselâ, namazın farz olduğunu Kur'an-ı Kerim bildirir, fakat namazın nasıl kılınacağı ve kaç rek'at olduğu Kur'an'da yoktur. Bu detaylar sünnetten, Peygamber imizin uygulamasından öğrenilir.
Farz olan haccın da nasıl yapılacağı ayetten öğrenilmez, bunu sünnet öğretir. Ayrıca İslâm âlimleri Sünneti, farz ve vacip olmayan dinî bir hüküm olarak da tarif etmişlerdir. "Şu iş sünnettir ." dendiği zaman, farz ve vacip dışında bir hüküm demektir. Öğle namazının sünneti gibi.
Fıkıh âlimleri, sünneti hükmü itibariyl e de iki kısma ayırırlar : a) Sünen-i Hüda: Peygamber imizin ibadetle ilgili olan sünnetidir. Bu sünneti yapan sevap kazanır, yapmayan ise kınanır ve azarlanma yı hak eder. Ezan, ikamet, cemaatle namaz ve farz namazlard an önce ve sonra kılınan sünnetler, gibi. Böyle bir sünneti küçük görmek ise, o sünnetin sahibini hafife alma anlamı taşıyacağı için -Allah korusun- insanın küfre gitmesine sebep olur. b) Şünen-i Zevaid: Peygamber imizin beşeriyet icabı giyinmesi, oturması, yatıp kalkması ve uyuması gibi, âdetle ilgili olan davranışlarıdır. Bu tür sünneti terk etmek mekruh olmadığı gibi yapmayan kimse de kınanmaz. (Ancak bu tür sünnetlere uymak, peygamber sevgisini kazanmaya vesile olur.)
İCMA İcmâ lügatte, toplama, ittifak etme manalarına gelir. Terim anlamı ise; ümmet-i Muhammed'den bir asırda gelen müçtehitlerin dinî bir hüküm üzerinde birleşmeleridir. Görülüyor ki tıpkı sözlük anlamında olduğu gibi icmanın terim anlamında da bir birlik söz konusudur . Yalnız bu ittifakta n maksat müçtehitlerin ittifakıdır. Çünkü bunlar ilim ve irfan noktasında ümmet-i Muhammed'in en büyükleridir. İcmanın şartı da, içtihada ehil olanların ittifakıdır. Artık müçtehitlerin ittifak ettikleri şey şer'i bir hüküm olur. İcmanın gerçekleşmesi bütün müçtehitlerin ittifakına bağlıdır. Bu müçtehitlerden birisi dahi muhalefet etse, icma gerçekleşmez. Zira, ihtimaldi r ki hak, o muhalefet eden müçtehidin elinde olsun. Bundan anlaşılıyor ki icmanın en büyük şartı ittifak yani birliktir .
Bir asırda bulunan müçtehitlerin bir hâdisede ittifakla rı ve bu ittifakta n müslümanların haberdar olması aklen mümkin ve vakidir. Nitekim Ashab-ı Kiramın bazı meseleler de ittifak etmiş olması kesinlikl e sabittir. Ümmet-i Muhammed'in en kudretli temsilcil eri olan müçtehitlerin bir meselede ittifak etmeleri bir hüccettir. Böyle bir ittifakın şer'an bir hüccet sayılması bu ümmete İlâhi bir ikramdır.
İcma-i ümmet için bir çok deliller getirilmiştir. Bunların en meşhurları; "Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber e muhalefet ederse, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette de) kendisini cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir." âyet-i kerimesiy le "Ümmetim dalalet üzerine toplanmaz" hadis-i şerifleridir. Diğer bir hadis-i şerifte de "Müslümanların güzel gördüğü şey Allah'ın indi manevisin de de güzel görülmüştür." buyurulma ktadır.
İcmanın hükmünde hata ihtimali yoktur. İcma gerçekleştikten sonra ona muhalefet edilmez, çünkü çoğunluğa muhalefet büyük bir hatadır.
KIYAS Kitap, sünnet ve icmâ’da hükmü bulunmaya n bir meseleye, sebeb benzerliğinden dolayı, bu kaynaklar dan birinde yer alan başka bir meselenin hükmünü vermektir .
Yani; “Asıl” denilen bir şeyde, kitap ve sünnet ile sabit olan dini bir hükmü, “Fer’i” denilen yeni bir şeye, aralarından bulunan müşterek sebebe dayanarak teşmil etmektir. Böylece aslında mevcut olan bu müşterek hükmü, müşterek sebebe binaen, yeni hadise de izhar etmek ve kapalı olan hükmünü açığa çıkarmaktır. Buna göre, kıyas ile yeni bir hüküm konulmuş olmaz.
Kıyas ile kur’an ve sünnet tarafından konulmuş, fakat gizli bir hüküm ortaya çıkarılmış olur. Başka bir ifadeyle, kıyas ile önceden var olan bir hüküm keşfedilmiş, izhar edilmiş olur. Bu bakımdan kıyas, açığa çıkarıcı bir hüccettir. Halbuki, Kur’an ve sünnet ispat edici bir hüccettir.
Kıyas ile ilgili bazı örnekler şöyledir;
1-) Şarap, Kur’an-ı Kerimde yasaklanmıştır. (Maide; 90)
Ancak daha sonraki devirlerd e rakı gibi değişik adlarda içkiler ortaya çıkmıştır.
Bunlar, Kur’anda isim olarak zikredilm ez. Şarabın, sarhoşluk verdiği için yasaklandığı, üzerinde düşünülünce anlaşılacağı gibi, çeşitli hadislerd e de bu nokta belirtilm iştir.
Bu yeni içki çeşitlerinin de içeni sarhoş ettiği belli olunca, şarabın hükmü, ortak nitelik olan sarhoş etme özelliği yüzünden kıyas yoluyla diğer alkollü içkilere de şamil olur.
Burada şaraba, “Asıl” denir. Çünkü hakkındaki dini hüküm; ayet-i kerime ile sabittir.
İçilmesinin haram olması ise;
Şer’i bir delil ile sabit olan dini bir “Hüküm” dür. İçene sarhoşluk vermesi de bu hükmün illeti (sebebi) dir.
2-) Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;“Buğdayı buğday ile misli misline satınız, fazlasına satarsanız, riba olmuş olur.” (Buhari, Müslim)
Buradan şu neticeye varılır. Bir kile buğdayı, bir kile buğdayla değiştirebiliriz. Bir kile buğdayı, iki kile buğday karşılığında değiştirirsek, bu fazlalık faiz olur ve haramdır. Acaba bu hüküm pirinçte de var mıdır?
Biz pirinç hakkında böyle açık bir hüküm göremiyoruz.
Fakat pirinç ile buğday mukayese edildiği zaman, buğday kile ile ölçülüp satılır, pirinçte aynı şekilde kile ile ölçülüp satılır. O halde pirinçte de fazlalık riba teşkil eder. 3-) Varis, Murisini öldürdüğü zaman, mirastan mahrum olur.
Bu husus; “Katil, mirasçı olamaz” (Tirmizi, Ebu Davud) hadisi ile sabittir.
Mirastan mahrum olmanın illeti, bir an önce mirası ele geçirmektir. Peki bir kimse, kendisine vasiyet edeni öldürünce, vasiyette n mahrum olur mu?
Bu meselenin hükmü, nasslarla belirtilm emiştir. Onun için müçtehidler şöyle demişlerdir; “Miras ile vasiyet arasındaki mukayese de, varis murisini öldürünce, mirastan mahrum olur. Çünkü katil, bu öldürme ile bir an önce mirası ele geçirmeyi murat etmiştir.
Bu kimse kendisine vasiyet edeni öldürünce, bir an önce vasiyet edilen şeyi ele geçirmeyi murat etmiştir. O halde o da vasiyet edilen şeyden mahrum olur.”Kıyasın bir delil olduğu ayet ve hadislerd e bildirilm iştir.
Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
“Ey İman edenler! İhramda iken avlanmayın. Sizden kim ihramlı iken bir av hayvanını öldürürse, onun için, öldürdüğü hayvanın dengi olarak, sizden iki adil kişi tarafından kıymeti takdir edilmek ve Harem-i şerife gönderilmek üzere bir kurban cezası vardır.” (Mâide; 95)
Bir çok hadiste kıyasın dini bir delil olarak kabul edileceğine işaret eder.
Bunların başında da Muaz bin Cebel (r.a) ile ilgili şu hadis gelir;
Hz. Peygamber (a.s.v) Muaz bin Cebel (r.a)’i yemen’e kadı olarak gönderdiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçti;
Hz. Peygamber (a.s.v): “Ey Muaz! Sana bir dava geldiğinde ne ile hükmedeceksin?” diye sordu.Mua z bin Cebel (r.a);“Allah’ın kitabıyla” diye cevap verdi.Hz. Peygamber (a.s.v);“Onda bulamazsa n ne ile hükmedeceksin?” diye sordu.
Muaz bin Cebel (r.a);“Peygamber’in sünnetiyle” diye cevap verdi.
Hz. Peygamber (a.s.v);“Ya onda da bulamazsa n?” diye sorunca,Muaz bin Cebel (r.a);“Kendi kanatimle içtihad ederim” dedi.
Muaz bin Cebel (R.a)’in bu cevabı Hz. Peygamber (a.s.v)’i çok sevindird i ve Allah’a hamd ve sena etti. (Tirmizi)Hz. Ömer (r.a), Vali Ebu Musa el-Eş’ari (r.a)’ye yazdığı mektupta kıyasın bir delil olduğunu şöyle ifade etmiştir;
“Ey Ebu Musa! Birbirine benzer şeyleri iyice tanı ve ona göre meseleler i kıyas et.”Görüldüğü gibi sahabiler de kıyasa baçvurmuşlar, kitap, sünnet ve icmâ’da hükmü bulunmaya n bir çok meseleyi kıyasla hükme bağlamışlardır.
Kıyasın dört rüknu vardır;
a-) Kendisine kıyas yapılan bir asl olması
b-) Kıyas yapılan fer’i bir mesele olması
c-) Kıyas yapılan asl’ın hükmünün olması
d-) Asl’ı ve Fer’i bir araya getiren ortak bir illet bulunması
Müçtehidin en önemli vazifesi, bu illeti bulup tespit etmektir. Görüldüğü üzere kıyas, dini hükümleri doğrudan doğruya ve müstakil olarak isbat eden Şer’i bir delil olmayıp, kitap ve sünnet ile sabit olan bir hükmü, müşterek bir illet vasıtasıyla yeni bir hadise ve mahalde izhar eden, yani kapalı olan bir hükmü açıklayan bir delildir.
Sonuç olarak; İslam hukukunda kitap, sünnet ve icmadan sonra, dördüncü asli delil kıyastır. Kıyas; İlk üç asli delil gibi kesin bilgi ifade etmez.
O, vucub değil, cevaz ifade eder. Buna göre kıyas, zan bildirir ve yeni bir hüküm isbat etmeyip, üç delilden biriyle sabit olan ve delili gizli bulunan hükmü ortaya çıkarır.
Yani kıyas bir çeşit içtihad olduğu için kendi başına bir hüküm bildirmez . Nass veya icma ile bildirile n hükmü yeni meseleye nakleder.
Kısaca zannî olmakla birlikte kıyasın hükmü nakletme (Ta’diye) dir.
Seyda Muhammed Konyevi K.s / Fetvalar
Dinimiz İSLAM ALLAH KATINDA DİN İSLÂMDIR
Değerli kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, on dört asır önce, âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) aracılığıyla İslâm Dini’ni bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına iman etmek, O'nun birliğini kabul etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O'na ibadet etmek, bu dinin temelini teşkil ediyordu. Bu ilahi mesaj, aynı zamanda insanlığı hakka ve hakikate, adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlâka davet ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, yetimi, yolda kalmışı koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu.
Bu evrensel çağrı, kısa surede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı buldu. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile başlayan İslâm, kısa zamanda dünyanın en hızlı yayılan ve insanları, şefkatli kucağına çeken bir din haline geldi. Daha bir asır geçmeden Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanusun dan Çin Seddine kadar insanlar, İslâm’la şereflendiler.
Müslüman olma bahtiyarlığına eren sevgili kardeşlerim!
Allah katında yegane din olan İslâm’ın 1 bu hızla yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve insanların kalplerin i İslâm’a açmalarını engelleme k için her türlü yola başvurdular. İslâm’ı ve Müslümanları tarihten silmek için sözde kutsal Haçlı orduları oluşturdular, ancak nihai amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü karşılarındaki insanlar; tevhit, adalet, takva ve kendine güven; zulme, şirke, küfre ve haksızlığa karşı koyma gibi değerleri bünyesinde barındıran yüce bir dine mensup idiler.
Değerli Mü’minler!
Tarihte olduğu gibi günümüzde de aynı güçler, İslam’ı; çıkarları ve egemenlik leri karşısında en büyük engel gördükleri için insanlarımızı bu dinden koparmak amacıyla planlı ve organize bir şekilde çalışmaktadırlar.
Özellikle etnik ayrımcılıktan, mezhep farklılıklarından, yaşanan bazı ekonomik ve siyasî sıkıntılardan ve hatta deprem, sel, kıtlık ve benzeri âfetlerden yararlana rak, çocuklarımızın ve gençlerimizin imanını çalmaya çalışmaktadırlar. Bu aaliyetle rinde, özellikle dinî bilgisi zayıf, ailesi veya çevresiyle çeşitli sorunlar yaşayan insanlarımız, bu tür odakların öncelikli hedefleri olmaktadır.
Sürdürülen bütün bu çabaların da başarısızlıkla neticelen eceğine inancımız tamdır. Ancak bu konuda, biz Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Öncelikle dinimizin, değerini bilmeliyi z. Başta tevhit inancı olmak üzere İslâm’ın iman, ibadet ve ahlâk esaslarına sıkı sıkıya sarılmalıyız. Çocuklarımıza ve gençlerimize inanç ve değerlerimizi öğretmeliyiz. Bir birimizle olan ilişkilerimizde kişisel menfaatle ri ve geçici dünyevî arzuları değil; adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü ve yardımlaşmayı esas almalıyız. Dinimize ve manevî değerlerimize sahip çıkmalıyız.
Hutbemi, Kur’an-ı Kerim’in en son nazil olduğu bilinen ayet-i kerimesin in mealiyle bitiriyor um: “Bugün dininizi, sizin için kemale erdirdim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve size, din olarak yalnızca İslâm’ı seçtim 1 Al-i İmran, 3/19 2 Maide, 5/3
KAYNAK : http://www.dinisohbet.us/dinimiz+islam.html
İSLAM İLMİHALİ 1. BÖLÜM SONU LÜTFEN 2. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ
|
|
« Son Düzenleme: Ekim 01, 2010, 04:43:43 ÖS Gönderen: administratör »
|
Logged
|
|
|
|
« Yanıtla #1 : Ekim 01, 2010, 04:46:02 ÖS » |
|
İSLAM İLMİHALİ - 2.BÖLÜM KONU İÇİN LÜTFEN ALTTAKİ LİNKLERİ TIKLAYINI Z
http://www.dinisohbet.us/dini+tabirler.html DİNİ TABİRLER
Abid: İbadetle meşgul olan. Akıl-balig: Ergenlik çağına ulaşmış olan. Akika: Çocuk nimetine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyetiyle kesilen hayvan. Arefe: Zilhiccen in 9. günü. Kurban bayramından önceki gün. Başka güne arefe denmez.
Aşere-i mübeşşere: Cennete girecekle ri, dünyada iken ismen müjdelenen on Sahabi. Ateist: Allahü teâlâya inanmayan, dinsiz.
Bid'at: Sonradan ortaya çıkan şey. Zararlı olmayan âdetlerdeki değişiklikler günah olmaz. İbadette, bid'at yasaktır. Mesela papaz elbisesi giymek günah değil, haç takmak küfürdür.
Caiz: Yapılmasında mahzur, [sakınca] olmayan şey.
Dar-ül-Harb: İslam ahkamının tatbik edilmediği yer. Kâfir diyarı. İslam ahkamının tatbik edildiği yere, İslam diyarına Dar-ül-İslam denir.
Edille-i şeriyye: Dinimiz için esas olan ve bunlara bağlı olan deliller. Edille-i şeriyye dörttür. Bunlar, Kitap [Kur'an-ı kerim], Sünnet, İcma ve Kıyastır.
Eshab: Peygamber efendimiz in mübarek arkadaşları. [Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde hepsinden razı olduğunu ve hepsine Cenneti vaat ettiğini bildirmiştir.]
Fasık: Harama önem verdiği halde emir ve yasaklara uymayan günahkâr. Feyz: İlahi ihsan, lütuf, manevi nimetler.
Fıkıh: Dinde yapılması ve yapılmaması gereken işleri bildiren ilim. Bu ilimden kendisine lazım olanları öğrenmek farzdır.
Fakih: İctihad derecesin e varmış âlim.
Fitne: Bölücülük yapmak, insanları sıkıntıya, belaya düşürmek. Fuhş: Çirkin söz ve iş.
Gayrı müslim: Müslüman olmayan. Daha çok hıristiyan ve yahudiler e denir.
Hacamat: Deriyi keserek kan alma. Sülükle de olabilir.
Halife: Resululla h efendimiz in vekili ve bütün müslümanların reisi veya bir tasavvuf büyüğünün vazifelen dirdiği talebesi.
Halvet: Yabancı bir kadınla bir erkeğin, bir yerde yalnız kalması. Hasenat: Güzel işler, iyilikler . Seyyiat ise bunun zıddıdır. Kötülükler, günahlar demektir.
Hatem-ül-enbiya: Peygamber lerin sonuncusu Muhammed aleyhisse lam. Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah: Allah için sevip Allah için düşmanlık etmek.
Hurmet-i musahere: Herhangi bir kadına, şehvetle dokunmakl a hasıl olan durum. Bir kadının herhangi bir yerine şehvetle dokunmak, hurmet-i musaherey e sebep olur. Yani o kadının neseb ile ve süt ile olan anası ve kızları ile, o erkeğin evlenmesi haram olur.
Hüsn-i zan: İyi zan. Su-i zan: kötü zan.
İctihad: Müctehid âlimlerin Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hüküm.
İddet: Boşanan veya kocasının ölümü ile dul kalan kadının başka erkekle evlenebil mesi için beklemesi gereken zaman.
İhlas: Bütün iş ve ibadetler ini yalnız Allah için yapmak. İhlas sahibine muhlis denir. İrtidad: Müslüman iken, İslam dinini terk etme. Terk edene mürted denir.
İskat ve Devir: Ölen müslümanı, namaz oruç gibi borcundan kurtarmak için yapılan iş. İstiğfar: Allahü teâlâdan mağfiret, af dilemek.
İstihare: Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak için, iki rekat namaz kıldıktan sonra, rüya görmek üzere uykuya yatma.
İstihaza: Adet ve lohusalık dışında gelip oruca, namaza mani olmayan hastalık kanı.
İtikad: Peygamber efendimiz in, Allahü teâlâ tarafından, Peygamber olarak bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği hususların hepsini kalben tasdik ederek inanma.
Kefaret: Yanlışlıkla veya kasten işlenen bir günahın affı için dinin emrettiğini yapma. Kelime-i Tevhid: "La ilahe illallah Muhammedün resululla h" sözü.
Kelime-i Temcid: "La havle vela kuvvete illa billah" sözü. Kerahet: İşlenen amelin sevabını gideren şeyler. Buna mekruh da denir.
Mahrem: Nikah düşmeyen kimse. Namahrem, yabancı, kendisiyl e evlenilme si haram olmayan demektir. Herkese söylenmeyen gizli şeylere de mahrem denir.
Mahşer: Kıyamette bütün mahlukatın dirildikt en sonra hesap için toplanaca kları yer. Mendub: Yapılması halinde sevap, yapılmazsa günah olmayan şeyler. Mubah: Dinimizde yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.
Müdahene: Gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak. Müdara: Dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatin den vermek.
Mümin: Resul-i Ekremin bildirdik lerinin hepsini beğenip, kalbi ile kabul eden, inanmayıp inkâr edene münkir veya kâfir denir.
Münafık: İnanmadığı halde, müslümanları aldatmak için, müslüman görünen kimse.
Riyazet: Nefsin istekleri ni yapmamak. Nefsin istemediğini yapmak ise mücahededir.
Ruhsat: İslamiyet’in meşakkat ve zaruret gibi sebeplere bağlı olarak, ibadetler de ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık, kolaylık yolu, azimetin zıddı.
Salih: Ehl-i sünnet itikadında olup genel olarak günah işlemeyen kimse. Sapık: İtikad veya ibadetler de Ehl-i sünnetten ayrılan.
Sütre: Namaz kılanın önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Tahmid: "Elhamdülillah" sözü.
Riya: İki yüzlülük, Allah’tan başkası için ibadet etme. Nifak: Münafıklık.
Şikak: Uyuşmazlık. Nefs-i emmare: Kötülük yapmak isteyen nefs.
Rüşdü hidayet : Doğru yolu arayıp bulma. İstikamet: Doğru yol.
Erzel-i ömür: Başkalarına muhtaç olunan sıkıntılı ihtiyarlık dönemi. Murat: Seçilmiş kimse. Muhlas: Devamlı ihlas sahibi.
İsar: Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri vermek, isar ise, kendine gereken şeyleri vermektir . Yani başkalarını kendine tercih etmektir.
Amel-i kesir: Namazı bozan çok hareket.
Rükün: Namazın içindeki bir farz. Rüku: Namazda, elleri dize koyup yaklaşık 90 derece eğilmek. Necaset: Gaita, idrar, kan gibi pislik.
Teganni: Teganni, ırlamak, sesini hançeresinde tekrarlayıp türlü sesler çıkarmaktır. Yani, musiki perdesine uydurmak için, hareke, harf ve med [uzatmak] eklemek veya çıkarmak suretiyle kelimeler i bozmak demektir.
Tefekkür: Allah’ın varlığını birliğini ve yarattıklarındaki hikmetler i düşünmek demektir. Dimağı yorulur: Beyni yorulur demektir. İtidal: Orta yol, aşırılıklardan uzak olmak demektir.
Sual: Feth suresinin başındaki "zenb" kelimesin i ehl-i sünnet âlimleri nasıl tevil ediyorlar? CEVAP Oradaki zenb yani günah kelimesi, (Habibim seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten mahfuz buyurduk) anlamındadır.
Sual: Salik ne demek? CEVAP Salik, tasavvuf yoluna girmiş talebe, mürid demektir. Salik, Allahü teâlânın sevgisi ile ve Onun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanar. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabır ve af eder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisind e görür. Her nefeste Allah’ını düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekt en korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir.
Sual: Kurbet ne demektir? CEVAP Allah rızası için yapılan iş demektir.
Sual: Kâbe’ye niçin mescid-i haram denilmiştir? CEVAP Orada, idamlığı da, öldürmek haram olduğu için.
Sual: (Anam-babam sana feda olsun ya Resulalla h) ne demektir? CEVAP (Senin emrin onlarınkine tercih edilir) demektir.
Sual: Ahmaklık ne demektir? CEVAP Zararlı iş görmektir.
Sual: Peder ne demektir? Baba yerine kullanmak caiz midir? CEVAP Peder, Farsça baba demektir. Kayınbabaya kayınpeder denir. Kullanmak ta mahzur yoktur.
Sual: Cuma günü ruhun tanıdıkların evine gelmesi ne demektir? CEVAP Ruh madde değil, gelmesi, bilmek, tanımak demektir.
Sual: Hadis-i şerifte başı ağrımayan birinin, Cehenneml ik olduğu bildirilm iştir. Burada baş ağrısı ne demektir? CEVAP Dert demektir. Yani her müslümana dert, keder gelir demektir. Mefhumu muhalifi muteber olmaktadır.
Sual: Bir kelimeyi çocuğa isim olarak konunca anlamı değişir mi? CEVAP Değişebilir. Misallerl e açıklayalım. Mesela, İslam, cihad kelimeler i isim olarak konmuşsa, artık, İslam'a, müslüman olmak denmez. Müslüman olan diye tarif edilir. Cihad kelimesin e de savaş, savaş etmek denmez. Allah için savaşan denir. Cihad kelimesin in biraz daha kuvvetlis i Cahid'dir. Bunun da daha kuvvetlis i Mücahid'dir. İsim olarak konunca, artık, Cihad da, Cahid de, Mücahid de, biri diğerinden daha kuvvetli olmak üzere, cihad eden anlamına gelir.
Bunun gibi, Hicabi, utanmakla ilgili demektir. Ama bu isim olarak kullanılınca, mahcup, utangaç, hayâlı, edepli, terbiyeli, perdeli, namuslu gibi anlamlara gelir. Hulki, Ruhi, Sulhi kelimeler i de böyledir.
Sual: Ben evli olduğum halde, dedem bana nabekâr diye takılıyor. Bu ne demektir? CEVAP Nabekâr, faydasız, işe yaramaz demektir. Serseri, haylaz, avare, işsiz gibi manaları da vardır.
Sual: Şerefli, şerefsiz deniyor. Şeref nedir? CEVAP Şeref, yücelik, büyüklük, Allah katındaki üstünlük demektir.
İnsanın şerefi, Allah indindeki değeri, ilim ve edep sahibi olması ile ölçülür. Zenginlik le, makam ve mevki sahibi olmakla, şöhret veya soyla ölçülmez. İnsanın şerefi, ilmi ve edebi ile ölçüldüğü gibi, mekânların [yerlerin] şerefi de orada oturanların şerefi ile ölçülür. Onun için, (Şeref-ül mekân bil mekin) demişlerdir. Bir evde salih kimseler varsa, günah işlenmiyor, ibadet ediyorlar sa, orası şerefli bir mekân olur. Bir evde de, fasıklar oturuyor, orada çeşitli günah işleniyorsa, orası fısk meclisi olur.
Sual: Faideli Bilgiler kitabında, Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretler i için (Zülcenahayn) tabiri geçiyor. Bu ne demektir? CEVAP Cenah, kelime olarak kanat demektir. Cenahayn, iki kanatlı, iki özelliği olan demektir. “Zü” de sahip demektir. Kelime olarak, iki kanat sahibi zat demektir. Istılahta ise, hem zahiri ilimlerde, hem de marifette yani tasavvuft a yüksek dereceye ulaşmış âlim demektir. Mürşid-i kâmiller de, ictihâd derecesin de yüksek âlim oldukları için, hem ilim, hem de marifet sahibi yani zülcenahayn idiler.
Sual: On sekiz bin âlem ne demektir? CEVAP Her mahlûk nevine âlem denir.18 bin mahluk var demek.
Sual: Esselamü alâ menittebe’al hüdâ, “Hüdaya tabi olanlara selam olsun” demek midir? CEVAP Huda [hı ile], Farsça’da ilah manasındadır. Sahip, efendi manasına da gelir. Arapça’da ise, hüda [he ile] hidayete erme, doğru yolu, hak yolu, yani İslamiyet’i bulma gibi manalara gelir. Bildirdiğiniz cümlenin manası, (Hidayet üzere olana, hak yolda bulunana selam olsun) demektir.
Sual: Nabi efendinin bu şiirini açıklar mısınız? Sakın terki edebden, küy-i mahbûb-i Hudâdır bu, Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâdır bu! Murâ'ât-i edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâha, Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-i Enbiyâdır bu! CEVAP Kelimeler in manaları şöyledir: Küy = köy, mahalle, şehir Murâ'ât = saygı göstermek riayet etmek Metaf = tavaf edilecek yer kudsiyan = kudsiler, melekler Busegah = öpülecek yer
Edepsizli k yapmaktan çok sakın, burası Huda'nın sevgilisi nin şehridir. Burası, Allah’ın rahmetle nazar ettiği, Muhammed Mustafa'nın makamıdır. Nabi, bu dergâha, saygı ile edebini takınarak gir. Melekleri n tavaf ettiği, peygamber lerin eşiğini öptüğü yerdir burası. Sual: Kitaplard a geçen, müfti-yi macin ne demektir? CEVAP Macin, dini dünya kazancına alet eden hilecidir . Müfti-yi macin ise, sapık itikadını başkalarına bulaştırmak çabasında olan din görevlisi demektir.
Yâ ile başlayan ifadeler Sual: Resululla h kelimesi, bazen Resulalla h okunuyor. Niçin böyle okunuyor? CEVAP Arapçada yâ ile başlayan kelimeler öyle okunur. Birkaç örnek verelim: Resululla h, yâ ile başlayınca, yâ Resulalla h olur. Rabb-ül âlimin, yâ ile başlayınca, yâ Rabb-el âlemin olur. Ebu Bekir, yâ ile başlayınca, yâ Eba Bekir olur. Ebu Ubeyde, yâ ile başlayınca, yâ Eba Ubeyde olur. Emir-ül müminin, yâ ile başlayınca, yâ emir-el müminin olur. Melek-ül mevt, yâ ile başlayınca, yâ melek-el mevt olur. Hüccet-ül islam, yâ ile başlayınca, yâ hüccet-el islam olur.
İSLAM İLMİHALİ 2. BÖLÜM SONU LÜTFEN 3. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ
|
|
« Son Düzenleme: Ekim 01, 2010, 04:48:43 ÖS Gönderen: administratör »
|
Logged
|
|
|
|
« Yanıtla #2 : Ekim 01, 2010, 04:51:31 ÖS » |
|
İSLAM İLMİHALİ - 3. BÖLÜM KONU İÇİN LÜFTEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z
http://www.dinisohbet.us/islamin+sartlari.html İSLAM VE İSLAM'IN ŞARTLARI
İslam, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Allah'tan aldığı kesin olarak bilinen dini emir ve yasakları kalb ile doğrulayıp, bu emir ve yasakların gereği olan iş ve davranışları yapmaktır. Mukellef olan herkez içindir İslam'ın şartları beştir: 1. Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığını, Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu kesin surette bilmek ve bunan inanmak. (Kelime-i Şehadet getirmek. - İman nedir? Nasıl İman Edilir? bölümüne bakınız!- ) 2. Namaz kılmak. 3. Ramazan orucunu tutmak. 4. Zekat vermek. 5. Haccetmek .
MÜKELLEF Mükellef Kime Denir? Erginlik çağına gelen akıllı insanlara mükellef denir. Mükellef, dinin emirlerin i yapmak ve yasaklarından sakınmakla sorumludu r. Mükellef sayılmak için insanda iki şartın bulunması gerekir; 1– Akıllı olmak, 2– Erginlik çağına gelmek. Akıllı olmayan deliler ile erginlik çağına gelmemiş çocuklar mükellef değildirler. Erginlik (büluğ) çağı, çocukların vücut yapılarına ve iklim şartlarına göre değişir. Erginlik erkek çocuklarında oniki ile onbeş, kız çocuklarında dokuz ile onbeş yaşları arasında olur. Onbeş yaşını bitirdiği halde kendisind e erginlik belirtile ri görülmeyen çocuklar erkek olsun, kız olsun erginlik çağına gelmiş sayılır ve dinin emir ve yasaklarına uymakla sorumlu olurlar.
Mükellefle İlgili Hükümler Mükellefle ilgili hükümler sekizdir. Bunlara " Ef'al-i Mükellefin " denir: 1) Farz: Dinimizce, yapılması kesinlikl e emredilen şeye farz denir. Namaz kılmak, oruç tutmak ve zekât vermek gibi. Farzın Hükmü: Farz olan görevleri yapan, karşılığında sevab kazanır. Özürsüz olarak yapmayan azabı hak etmiş olur. Farzı inkâr eden dinden çıkar. Farz İki Çeşittir: a) Farz-ı Ayın: Her mükellefin yapması gereken farz demektir. Beş vakit namaz kılmak gibi. b) Farz-ı Kifaye: Bazı mükelleflerin yapması ile diğerlerinin yapması gerekmeye n farz demektir. Cenaze namazı kılmak gibi. Bazı müslümanlar bir ölünün cenaze namazını kılarsa farz olan görev yerine getirildiğinden, diğer müslümanların ayrıca o ölü için cenaze namazı kılmaları gerekmez. 2) Vacib: Farz kadar kesin olmamakla beraber kuvvetli bir delil ile yapılması emredilen şeye vacib denir. Bayram namazı kılmak, fıtır sadakası vermek ve kurban kesmek gibi. Vacibin Hükmü: Vacipleri yapan sevab kazanır. Özürsüz olarak yapmayana azap gerekir. 3) Sünnet: Farz ve vacipten başka Peygamber imizin ibadet niyetiyle yaptığı şeye sünnet denir. Sünnet İkiye Ayrılır: a) Sünnet-i Müekkede: Peygamber imizin çoğu zaman yaptığı, pek az terkettiği sünnete Sünnet-i Müekkede denir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi. b) Sünnet-i Gayri Müekkede: Peygamber imizin ara sıra yaptığı sünnete Sünnet-i Gayri Müekkede denir. İkindi namazının sünneti ile yatsının ilk sünneti gibi. Sünnetin Hükmü: Sünnetleri yapan sevab kazanır. Peygamber imizin şefaatine nâil olur. Sünneti bile bile terk edenler azarlanır. 4) Müstehab: Peygamber imizin bazen yapıp, bazen de yapmadığı şeye Müstehab denir. Kuşluk namazı kılmak gibi. Müstehabın Hükmü: Müstehab olan şeyleri yapan sevab kazanır, yapmayan azarlanma z. 5) Mübah: Mükellefin yapıp yapmamakt a serbest olduğu şeylere mübah denir. Oturmak, yürümek ve uyumak gibi. Mübah'ın Hükmü: Mübah'ı yapan sevap kazanmaz, yapmayan da günah işlemiş olmaz. 6) Haram: Dinimizce yapılması kesin olarak yasaklana n şeye Haram denir. Haksız yere adam öldürmek, hırsızlık yapmak, içki içmek, kumar oynamak, domuz eti yemek, anne ve babaya karşı gelmek gibi. Haramın Hükmü: Haramı işleyen kimse ceza ve azabı hak etmiş olur. Allah korkusund an dolayı haramdan kaçınan sevab kazanır. Haramı inkâr eden dinden çıkar. 7) Mekruh: Haram kadar kesin olmamakla beraber, dinimizce yapılmaması istenen şeye mekruh denir. Mekruh İkiye Ayrılır: a) Kerahet-i Tahrimiyy e=Harama Yakın Mekruh: Vacipleri yerine getirmeme k gibi. Hükmü: Böyle bir mekruhu işlemekten sakınan sevab kazanır. Yapan günah işlemiş olur. b) Kerahet-i Tenzihiyy e=Helâla Yakın Mekruh: Sünnet ve müstehapları yapmamak gibi. Hükmü: Bu gibi mekruhlar dan sakınanlar sevab kazanır, işleyenlere ceza gerekmez. Müfsid: Başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylere denir. Namaz kılarken konuşmak, oruçlu iken bilerek yiyip içmek gibi. Konuşmak namazı,yiyip içmek de orucu bozar. Hükmü: Özürsüz olarak ve bile bile ibadeti bozmak azabı gerektiri r.
İMAN'IN ŞARTLARI
İmanın şartları altıdır. Kim bunlardan bir tanesine dahi Allah’ın istediği şekilde iman etmezse mü’min olamaz. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Ey inananlar! Allah’a, rasulüne, rasulüne indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanmakta sebat gösterin. Kim Allah’ı, melekleri ni, kitablarını, rasulleri ni ve ahiret gününü inkar ederse şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.” [Nisa: 136] Allah’a (c.c) imanın geçerli olabilmes i için de şu altı şarta eksiksiz olarak iman edilmesi gereklidi r. Bu şartlar ise:
1 - Allah’a İman: Allah vardır ve kemal sıfatlara sahiptir. Yarattıklarının hiçbirine benzemez. Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir. Alemlerde, yerde ve gökte yalnız O yasama (kanun koyma) hakkına sahiptir. Bütün ibadetler yalnızca O’na yapılır.
2 - Meleklere İman: Meleklere Allah’ın (c.c) Kur’an’da, Rasululla h’ın (s.a.s) sahih hadisleri nde onları vasfettiği şekilde iman etmek lazımdır ve bu iman şöyle olmalıdır: Melekler Allah’ın kullarıdır. Onlarda dişilik ve erkeklik yoktur. Nurdan yaratılmışlardır. Bir an bile Allah’a karşı isyan etmez, günah işlemezler. Devamlı Allah’a ibadet ederler. Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerd e isimleri zikredile nlere isimleriy le; (Cebrail, Mikail, İsrafil, Malik, Rıdvan gibi) isimleri zikredilm eyenlerin de hepsine birden iman edilmesi gerekir.
3 - Kitaplara İman: Allah katından gelen kitaplara Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerd e ismi zikredile nlere ismiyle; (Kur’an, Tevrat, İncil, Zebur) zikredilm eyenlere ise genel olarak iman etmek gerekir. Kur’an’ın dışındaki diğer kitaplar tahrif edilmiş olduğu için onlara Allah (c.c) katından geldiği şekliyle iman edilmesi gerekir. Kur’an ise Allah tarafından korunmak suretiyle kıyamete kadar baki kalacak ve yalnızca O’na bağlananlar kıyamet gününde kurtuluşa erecekler dir.
4 - Nebi ve Rasullere İman: Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerd e ismi zikredile nlere ismiyle, ismi zikredilm eyenlerin ise hepsine birden iman edilmesi gerekir.
5 - Ahiret gününe İman: Ölüm, berzah (ölümden kıyamete kadar olan olaylar), hesap, mizan, cennet, cehennem, kabirde azab veya mükafat göreceklerin acı ve lezzeti beden ve ruhlarıyla duyacakla rına ve en önemlisi öldükten sonra dirilmeye iman edilmesi gerekir.
6 - Kaderin Hayır ve Şerrin Allah’tan olduğuna İman:
Kadere imanın geçerli olabilmes i için şu dört şeye mutlaka inanılması gerekir:
Birincisi: Allah’ın ezeli ve kadim ilmine iman etmek. Allah (c.c) ezeli ve kadim olan ilmiyle ne olacağını bildi ve bu ezeli ilmiyle bildiği şeyleri yazdı.
İkincisi: Allah’ın olmasını dilediği şeyin mutlaka olacağına, olmamasını dilediği şeyin mutlaka olmayacağına gökte ve yerde meydana gelen bütün hareketle rin ve sessizlik lerin Allah’ın izniyle olduğuna iman etmek.
Üçüncüsü: Allah’ın bütün mahlukatı yarattığına ve kainatın içindeki herşeyin Allah’ın yaratmasıyla ve takdiriyl e meydana geldiğine iman etmek.
Dördüncüsü: Hayır ve şer ancak Allah’ın takdiri iledir. Dolayısıyle kendisine isabet eden şerrin başkasına isabet edebileceği halde kendisine isabet ettiğini zannetmem ek, kendisine isabet eden hayrın bir tesadüf sonucu kendisine isabet ettiğine inanmamak .
Allah (c.c) kader hakkında şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki Biz, herşeyi (önceden tesbit edilmiş) bir kaderle yarattık.” [Kamer: 49] Herşey Allah’ın takdiri iledir. İnsanların yaptığı işleri de Allah yaratır. Yalnız insanlar yaptıkları işleri kendileri yapmış olmaları sebebiyle yaptıklarından sorumlu tutulurla r. Çünkü Allah her insana iyiyi kötüden ayırabilme kabiliyet i vermiş ve hayrı emredip şerri yasaklamıştır.
Allah (c.c) kıyamete kadar olacak herşeyi ve bütün insanların yapacakla rı şeyleri Levhi’l mahfuzda yazdı. Allah için zaman kavramı olmadığı için bütün bunları ilmiyle yazdı. İnsanları yaptıkları amellerde zorlamadı. Allah’ın (c.c) bütün bunları yazması ezeli ilminden dolayıdır.
İSLAM İLMİHALİ 3. BÖLÜM SONU
|
|
« Son Düzenleme: Ekim 01, 2010, 04:55:10 ÖS Gönderen: administratör »
|
Logged
|
|
|
|
« Yanıtla #3 : Aralık 16, 2011, 01:13:49 ÖS » |
|
|
|
« Son Düzenleme: Temmuz 20, 2014, 06:54:44 ÖS Gönderen: admin »
|
Logged
|
|
|
|
|