« : Aralık 14, 2008, 12:49:28 ÖS » |
|
SANAL ALEM - SANAL ALEM VE MALAYANİLİK KONUSU İÇİN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYARA K OKUYUNUZ
http://www.utopya34.tr.gg/39-_-SANAL-ALEM-_-SANAL-ALEM-VE-MALAYAN%26%23304%3BL%26%23304%3BK.htm
SANAL ALEM - SANAL ALEM VE MALAYANİLİK
Sanal Alemde islamı savunan sitelerde n ve burada Allah c.c için çalışan görevlilerden razı olsun Allah c.c başarılarının devamını nasip eylesin inşallah
Konumuzu okumadan önce alttaki linki tıklayarak okuyunuz http://www.bilgininadresi.net/Madde/1841/%C5%9Eeytandan-Mektup
Sanal alem,Müslümanlar için bazen şükrü zikri,fikri,sabrı,duayı,tevekkül ve tefekkürü ve en önemlisi günahlara tövbeyi unutturan bir yapıya büründüğü zaman zararlı alan kapsamındadır
İslami Realite boş sözlerden,gereksiz lüzumsuz ve değersiz sohbetler den ve karşıt cinsle yapılan ve malesef islamda olmayan flört kapsamındaki sohbetler den bizleri muhafaza eylesin
Müslümanlar bu ibadet ve imtihanda n başka bir anlamı olmayan dünyaya sohbet-chat için gönderilmediler bu amaca aykırı fiilin bazen hayra alamet olmadığı durumlar oluşmaktadır
Sanal ile değil artık gerçeklerle meşgul olmamız gerektiği ortadadır Sanal Alemde İslam varolacak sa önce İslami Realite ile Sanaldaki Realizm özdeşleşmelidir
Çünkü İslam hiç bir zaman Ütopyadan yana değil gerçeklerden yanadır
Sanal Alemde gerçeğin ve Hak'kın tecellisi için çalışanlardan Allah c.c razı olsun
Sanal alem,bazen Müslümanları bulunulup terkinde mutlak sohbet-chat edilen kim olursa olsun helallik alınması gereken ve Allah c.c için tövbe edilmesi gereken bir konuma sürüklemektedir
Günahlara Tövbe ve intisap ile ilgili aşağıdaki konuları okumanızı ve onun altındada malayanil ik ile ilgili konuyu okumanızı ve düşünmenizi istirham ediyoruz
http://forum.islamiyet.gen.tr/tasavvuf/39481-tovbe.html
http://www.ebediyyen.biz/showthread.php?t=5253
http://2563.blogcu.com/benn-simdi-tovbe-etsem_13936191.html
http://menzilsofi.blogspot.com/2007/06/tvbe-ve-intisap.html
http://mevlana1.blogcu.com/bil-ki_23121311.html
Allah'ı Unutmanın İlk İşareti: Boş İşler ( Sanal ve Reel Alemdeki boş lüzumsuz ve gereksiz sohbetler de aynı kategorid edir ) Ali YURTGEZEN • 91. Sayı / AYIN KONUSU İnsan bir yolcu. Yolu belli, gideceği yer belli. Yola koyulup yolda olmak gerek.
Oyalanıp yolu uzatmak anlamsız. Unutup yoldan çıkmak bir felaket. Vaktin de bir sınırı var. Mühlet dolmadan menzile varmak lazım.
Yol kenarında şu bizi oyalayıp duran çarşı-pazarların, panayırların en güzelleri yolun sonunda kurulu. Dostlar, ahbaplar da orada, sohbet, muhabbet meclisler i de orada.
Yol kesiciler e uymak, çığırtkanlara kulak vermek büyük zarar. Maksadı unutturac ak, geri bıraktıracak, yolu uzatacak her şey boş ve anlamsız. Mâlâyani.
Boş işleri bırakıp, yol bilenleri n kervanına katılıp yol almalı.
Yoksa yol bitmeden ömür bitecek.
Bu dünyaya “Allah’a kulluk edelim” diye gönderildik. Fakat bazen bu en temel yükümlülüğümüzü ihmal ettiğimiz, zaruret de olsa bazı işleri gereğinden fazla önemseyip kulluk vazifemiz in üstüne çıkardığımız, boş ve manasız meşguliyetlere kapıldığımız oluyor. İslâm terminolo jisinde “mâlâyani” deniliyor bütün bunlara.
Mâlâyani bir nisyanın; yani insanın Allah’ı, kendisini ve vazifesin i unutmasının, “kendini kaybetmes i”nin ilk işareti. Bu sebeple mâlâyani sayılan müşahhas (gözle görülür) tutum ve davranışlardan ziyade, mâlâyaninin zemininde ki “nisyan hali” daha tehlikeli .
Fakat mesele bir “kavram” olarak değil de, “sû-i misâl” olarak dondurulu p kaynağından koparılarak anlaşıldığı için bu tehlikeyi yeterince ciddiye alamıyoruz.
Küçük görülen bir günah
Anadolu’da birçok yerde hâlâ sürdürülen güzel bir adet var. Cuma geceleri yatsı ve vitir namazlarını cemaatle kılan müslümanlar, duadan sonra toplu halde tevbe istiğfar ederler. Ruhlara nüfuz eden bir medeniyet Türkçesi ile, “... bütün âzâ ve cevâhirimizden şirk, hata, isyan, koğ, gıybet, mâlâyani.. her ne ki sâdır ve vâki olduysa, biz onların cümlesinden pişman olduk, bir daha işlememeye azm ü cezm ile kasteyled ik..” derler. Demek ki her müslüman, en azından bu istiğfar geleneğinden hareketle, mâlâyaninin “sakınılması gereken bir günah olduğu” malumatına aşinadır.
Fakat çoğu müslümanın cami dışındaki tutum ve davranışlarından anlaşılıyor ki bu malumat, mâlâyaninin ne olduğu, neleri kapsadığı, bir kavram olarak nasıl anlaşılması gerektiği hususunda “tam ve yeterli bir bilgi” değil. Neyi yapmayacağımızı layıkıyla bilmeyinc e “yapmama kastı”ndaki samimiyet imiz işe yaramıyor, hatta tevbe esnasındaki ahdimize vefasızlığı peşin peşin ilan etme laubaliliğine düşürüyor bizi.
Küçük günahları “küçük görmek”, kalın çizgilerle ayrıştırılmamış meseleler de teferruat a dikkat etmemek gibi bir duyarsızlığımız var. Mâlâyani konusunda tam ve yeterli bilgiye sahip olamayışımız biraz bununla alakalı. Ama öte yandan küçük günahların tabiatı da rol oynuyor bu ihmalde. Küçüklükleri sebebiyle masum görünüyorlar. Küçüklükleri sebebiyle fark edilemeye biliyor, en küçük bir boşluktan bile sızıp kalbi katılaştırıyorlar. Ele avuca sığmayan seyyaliye tleri şaşırtabiliyor insanı, büyüyüp azmanlaştığını anlayamıyorsunuz. Mâlâyani böyle bir kavram. Üstelik sinsi ve karmaşık.
Öyleyse gelin, hem böyle bir sinsi tehlikeyi teşhis etmeye hem de yokluğundan şikayetçi olduğumuz bir duyarlılığın temrinini böylece yapmaya çalışalım.
Mâlâyani ne demek?
Mâlâyani, “manası olmayan şey” demektir. İslâm alimleri, meseleyi hususen ele aldıkları kaynaklar da bunun sınırlarını bugün zannedile nin aksine oldukça geniş tutar. Mesela İbnü Receb el-Bağdadî “dünya ve ahiret için zaruri olmayan fiiller”in tamamını mâlâyani sayarken, Aliyy’ül-Kârî, kişiyi alâkadar etmeyen söz, nazar, fikir, hatta hayali dahi bu kapsama alır.
Buna rağmen mâlâyani daha çok “boş söz, fayda sağlamayan konuşma, şakalaşma veya tartışma” olarak bilinmekt edir. Kavramın kaynağını teşkil eden hadis-i şeriflerin bazılarında Hz. Peygamber s.a.v.’in mâlâyaniyi “söz”le örneklemesi ve modern zamanlar öncesindeki bütün toplumlar da şifahî (başkasından dinleyip öğrenilen) bir yapının hüküm sürmesi, meseleyi dil planında belirginl eştirmiş, ilmihal kitaplarında “dilin afetleri” bahsine dahil etmiş olsa da, mâlâyaniyi sadece söze/dile ait bir günah şeklinde anlamak eksik bir bilgidir. Evvela bunu tasrih edelim.
İkinci olarak mâlâyaninin hükmüne dair kaynaklar da serdedile n farklı görüşlerin, öyle görünmesine rağmen bir ihtilaf sayılmadığına dikkat çekelim. Kapsamına giren fiillerin çeşitliliği, bunlardak i niyet ve fiilin yol açabileceği neticeler sebebiyle mâlâyani, fıkıh kitaplarında fuzuli mübahlardan mekruhlar a, haram sınırına kadar geniş bir yelpazede değerlendirilir.
Mâlâyaninin hükmü
İmam-ı Gazalî rh.a. mâlâyaniyi fuzuli mübah noktasında zemmeden (kötüleyen)lerdendir . Hareket noktası, zaman ve enerji kaybıdır; kişinin “bir hazine elde etmek varken, bir boncuğa talip olarak” kendini zarara uğratmasıdır. “Sükût etmekle günaha girmeyece k ve bir zarar görmeyeceksen o sözü söyleme.” der.
Söz söyleme sadedinde ki dar manasıyla da olsa, meselenin “inceliği”ne işaret etmek üzere, şu “fuzuli mübah” üzerinde biraz duralım: Yalan, iftira, gıybet, riya.. zaten katiyetle yasaklanmış şeyler. Bunları içinde barındırmayan, söylenmediği takdirde bir zarara yol açmayacak sözleri de mâlâyani sayıyor İmam-ı Gazalî. Diyor ki, “Yoldan geçen birine, icap etmediği, üstüne vazife olmadığı halde, sırf laf olsun diye, ‘kimsin, nerden geliyor, nereye gidiyorsu n?’ suallerin i sormak mâlâyanidir.” Hatta, lüzumlu bir konuda gereğinden fazla konuşulmuş, daha kısa anlatmak mümkün iken laf uzatılmış ise, bu uzatılan kısmı da mâlâyaniye dahil ediyor.
Dinimizce yapılması men edilmemiş faydasız oyunlar, oyalanmal ar, eğlenceler.. mâlâyanidir. Faydalı olduğu düşünülen oyunlarda dahi mutlaka dikkate alınması gereken değerlendirmeler yapılmıştır. Satranç oyunu, muhakemey i geliştirmek, strateji üretme kabiliyet i kazandırmak gibi faydalar ile zihni açıp kuvvetlen dirdiği ve bütün bunların geniş manasıyla “cihad”a hazırlık olabileceği gerekçesiyle bazı mezhep alimleri tarafından mübah sayılmıştır. Fakat öte yandan, mesela namaz vaktinin geçirilmesine, müsabıkların kazanma yahut kaybetme halet-i ruhiyesi ile birbirler ini incitmesi ne, kaba ve ağır sözlere sebebiyet verebilec eği ihtimalin den dolayı satrancı tahrimen mekruh addedenle r de vardır. Bunun gibi, “gölge oyunu seyreden birinin imametini n caiz olup olmayacağı”na dair bir mesele üzerine fetvası istenen 16. asrın meşhur şeyhülislamı Ebussuud Efendi, mütalaasında, ancak “ibret için nazar ve ehl-i hâl fikriyle tefekkür etmek” kaydıyla bu türlü oyunların seyrine cevaz verir.
Gayr-i müstahsen (çirkin) bir fiil
Dinimize uygunluğun, işin kendisind en ziyade yapanın niyet ve tutumuyla belirlend iği durumlard a, nefsin tevilleri ne (yorumlarına) kapılıp yanlışı doğru gibi görme tehlikesi söz konusudur . Bu hal belki mâlâyani kabul edilen fiilin kendisind en daha tahripkârdır. Korunma, sürekli bir dikkati, uyanık ve kontrollü olmayı icap ettirir.
Fuzuli mübah olarak kabul edilmiş olsa dahi netice itibariyl e mâlâyani, günahlara kapı aralama, başkalarının suizannına davetiye çıkarma, daha güzel ve kârlı olandan alıkoyma gibi sebeplerl e gayr-ı müstahsen (güzel görülmeyen, hoş karşılanmayan) bir fiildir; sakınılmalıdır.
Sözün başında mâlâyaniden sakınmak için çoğu müslümanın tam ve yeterli bir bilgiye sahip olmadığını ifade etmiştik. Bu problem meselenin karmaşıklığından, hükmünün çeşitliliğinden, duruma göre değerlendirilmesinden kaynaklan mıyor. Yukarıda izaha çalıştığımız gibi bütün bunlar var ve elbette başka konularda da benzer zorluklar la karşılaşılabilir. Asıl problem bizim idrak tarzımızda, öğrenme metodumuz da. Bir meseleyi özüyle kavramak, sebep sonuç bağlantısı içinde manalandırıp kavramlaştırmak yerine, müşahhaslaştırılmış bir örnek halinde ezberleme ye daha yatkınız. Halbuki müşahhas örnekler kavramın tam olarak kendisi değil. Üstelik dondurulm uş ve tecrit edilmiş bir bilgi olması, üretilmesini ve hayatla bağlantısını engelliyo r.
Mâlâyaniyi bir de “kavram” olarak ele alıp kavramaya çalışalım.
Manasızlığı nasıl anlamalı?
“Manası olmayan şey” demiştik mâlâyani için. İnsanlar daha çok “maksadı” ve “faydası” olmayan tutum yahut davranışları “manasız” bulur. Tarifi biraz daha genişletip “manası, maksadı ve faydası olmayan fiiller” şeklinde ifade edebiliri z öyleyse.
İyi de, mâlâyani bile olsa hemen her davranış için pekala bir gerekçe bulunabil ir. Size göre manasız olan bir şey başkaları için manalıdır. Hiçbir şey yapmamak, boş boş oturmak pekala birisinin maksadı olabilir. Diyelim ki sizin mâlâyani saydığınız bir televizyo n programını bir başkası çok faydalı bulabilir .
Şu halde öncelikle mana, maksat ve fayda kavramları üzerinde anlaşmak gerekiyor . Hemen kısaca şunu söyleyelim: İman esaslarını referans almayan hiçbir fiilin, faili neyi iddia ederse etsin, manası, maksadı ve faydası yoktur.
Bir kişi küfür, şirk ve diğer kebairden salim olarak dahi dünyaya, “ahirette hasat edilecek bir ürünü ekmek üzere Allah tarafından kira gibi, geçici süreliğine bahşedilmiş bir tarla” manasından başka bir mana yüklerse, dünya o kişi için mâlâyani haline gelir. İnsanın maksadı Allah’ın rızasını ve ebedi hayattaki saadeti kazanmak olmalıdır.
Bu nihai maksada götürmek kaydıyla yoldaki menziller mesabesin deki ara hedefler de meşrudur. Nihai hedeften inhiraf (başka tarafa yönelme) zaten dalaletti r. Dalalet kapsamına girmeyen ama rıza-yı ilâhiyi de gözetmeyen ve cenneti geciktire n emeller ise maksatsızlık yani mâlâyanidir.
Nihayet “fayda” dediğimiz, “ahirettek i hasenat hasılası”ndan başka bir şey değildir. Bu hasılatı çoğaltmaya matuf her şey faydalı, azaltan yahut daha da çoğaltma imkanı varken bunu kullandırtmayan her şey zararlıdır.
Bazen, “ben şu işi yapıyorum; tamam, bir faydası yok ama zararı da yok” türü savunmala ra şahit oluruz. Müslüman mantığına uymayan bir gerekçedir bu. İslâm fayda ile zarar arasında orta bir noktayı kabul etmez. Bir şey ya faydalıdır, ya zararlı. “Ne zararı var?” sorusu yanlış bir sorudur. “Bir faydası var mı?” diye sormak gerekir. Faydası olmayan her şey zarar hanesinde yer alır.
Lehviyyat mâlâyanidir
Daha önce belirtild iği gibi mâlâyani hadislerd en çıkarılan bir terimdir. Kur’an-ı Kerim’de geçmez. Kur’an’da “abes”, “lağv”, “la’b” ve “lehv” tabirleri kullanılır ki birbirine yakın bu kavramları birçok müfessir mâlâyani kapsamında düşünmüştür.
• Abes, “boş işlerle uğraşmak, lüzumsuzluk etmek, oyun oynamak” manasına gelir.
• Lağv ise daha çok sözle alakalıdır. Boş ve çirkin sözler, laf kalabalığı, seviyesiz konuşmalar, hep bir ağızdan bağırıp çağırmalar, rastgele yemin etme lağv’dır.
• La’b, alay etmek, dalga geçmek için oynanan oyunlar ile eğlenceyi ifade eder.
• Bunların içinde mâlâyaniyi tam olarak karşılayan tabir “lehv”dir ki temelde “hiçbir fayda sağlamayan meşguliyet, oyalanma, faydalı olandan alıkoyan veya vazgeçiren şey” demektir.
Kur’an-ı Kerim’de “dünya malına ve evlada ihtimam, ticaret ve alışverişe düşkünlük, tûl-i emel (dünya için ölümü hesaba katmadan uzun vadeli hedefler belirleme k)” lehviyyat tan sayılmıştır. Dünya, evlat, ticaret ve sairenin lehviyyat yahut mâlâyani sayılması, meselenin mana, maksat ve fayda kavramlarıyla alakası kurularak doğru anlaşılabilir.
Allah Tealâ bize bunlardan vazgeçin, bunları ihmal edin demiyor. Bunları kulluk sorumluluğunun, ölüm ve hesap hakikatin in önüne geçirmeyin, Sırat-ı Müstakîm’in dışında farklı bir çerçeveye yerleştirmeyin, bunların yürüyüşünüzü yavaşlatmasına, size Allah’ı unutturma sına fırsat vermeyin diyor. İman esaslarının belirlediği mevkiinde n çıkarıp “tek ve müstakil bir varlık” gibi görmek, dünyayı bir “oyun ve eğlence mekanı”, mâlâyani zemini yapar.
Şu halde, kaynakların mâlâyaniyi tarif ederken kullandığı “ahirete ve dünyaya faydası olmayan şey” ifadesind eki “dünya”yı da tek başına almamak, ahiretle irtibatını kopararak düşünmemek gerekiyor . Bu söz hiçbir ilâhi ölçü gözetmeden sadece dünya için fayda aramak manasına gelmemekt edir. Madem ki dünyaya gönderilip kullukla yükümlü kılındık ve bu yükümlülüğümüz ancak dünya hayatını yaşamakla mümkün; öyleyse yaşamak için zaruri ihtiyaçların karşılanması mâlâyani değildir.
Zemmedile n; mala, evlada, ticarete. . kısaca dünyaya “zaruret”i aşan, kulluğu aksatan, ibadeti erteleten bir ihtimamın gösterilmesidir. Kısaca, dünyanın yaradılış sebebine uygun hareket etmekle dünyaya rağbet farklı farklı şeylerdir.
Peki bunu nasıl tefrik edeceğiz? Yahut mâlâyaniye yol açan temel tutum nedir?
Müminler de unutabili yor
Zariyat Suresi’nin 55. ayetinde Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber s.a.v.’e hitaben: “Sen hatırlat! Çünkü hatırlatmak müminlerin menfaatin edir; (onlara fayda) verir.” buyurdukt an sonra 56. ayette “hatırlatılacak şey”i vaz’ ediyor, belirliyo r: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”
Ayetlerde ki iki nokta çok ilginç. Birincisi “kulluk vazifesi” müşrik veya münafıklara değil “müminler”e hatırlatılıyor. İkincisi, bu vazife “hatırlatılıyor”; demek ki mümin de olsa zaman zaman bu asli vazifenin “unutulması” söz konusu.
Ebu Hüreyre r.a.’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruyor Efendimiz s.a.v.: “Kim mâlâyani konuşmaların çok olduğu bir yerde oturur da oradan kalkmazda n önce şu duayı okursa, bu yerde oturmakla girdiği günahlardan arınır: Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilâh olmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret diliyorum . Sana tevbe ediyorum.”
Hadiste mâlâyaninin kirini gidermek için müslümanların “tesbih”e yönlendirilmesi, mâlâyani tehlikesi ne “zikir”le mukabele etmesinin istenmesi manidardır. “Zikir”, Allah’ı hatırlamaktır. Şu halde mâlâyani bir nisyanın, bir unutmanın, dolayısıyla bir gaflet halinin tezahürüdür.
Artık teşhisimizi koyabilir iz:
“Doğru yahut mübah gibi görünse de Allah’ı ve kulluk vazifemiz i unutarak yaptığımız her şey; Allah’ı ve kulluk vazifemiz i unutturan, ikinci plana düşüren, bundan daha sevimli gelen her tutum mâlâyanidir.”
Teşhis varsa tedavi de olmalı
Mâlâyaninin en tesirli ilacı zikirdir. Ehli bilir, tasavvufu n mâlâyaniye karşı belirgin bir hassasiye ti vardır. Öyle de olmalıdır, zira tasavvuf yolun mihverine “aşk”ı ve “zikr”i koymuştur. Zikir aşk’ın muktezası (icabı, gerekli olanı)dır; unutmaksa aşksızlığın.
Tasavvuf mâlâyaniyi masiyet görür. Bütün masiyetle r bir haddi aşma, Allah’a karşı bir edebsizli ktir. İnsan Allah’ı unuttuğu zaman haddi aşar. Allah’ı unutan aslında kendisini unutmuş, böylece “kendini kaybetmiş”tir. Kendini kaybeden, kendinde olmayan, kendini bilmeyen elbette haddini de bilmez ve bütün masiyetle r böylelerinden sâdır olur. Mâlâyani işte bu nisyan halinin ilk işareti, ilk habercisi dir.
Tasavvuf, insanı daha fazla kaybolmad an, aslından daha fazla uzaklaşmadan bu en yakın tehlike noktasında tutmak istediği için mâlâyaniye şiddetle karşı koyar. Zikirsizl ik, tesbihatı terk, kişinin Allah ile irtibatının kopmasıdır. Bu irtibat koptuğu andan itibaren insanın kendisi, yaptıkları, dünyası.. manasız ve maksatsızdır; yani mâlâyanidir.
Tasavvuft a mâlâyani evvela aşksızlığın ifşasıdır. Hakiki âşık sevdiğini bir an bile aklından çıkaramaz. Dolayısıyla zikir de aşktaki samimiyet in ifadesidi r. Mâlâyani, saniyen küfrân-ı nimettir. Hiçbir dahlimiz olmadığı halde bize bahşedilen ömrü, dünyayı, zamanı, kabiliyet ve imkanları, bunları bahşedenin rızası hilafına zayi etmek kadir bilmemekt ir, hürmetsizlik ve nankörlüktür.
Fakat insan mâlâyani tutumlar ve nisyanı ile en çok kendine zarar verir. Nasipsizl iğe düçar olur, ziyadelik kapıları ona böylece kapanır. Büyükler demiştir ki “Hak Tealâ bir kuluna marifet denizinde n bir damla ihsan eylese ve o kul onun çoğalması için gayret göstermese, hal ve makam sahibi olamaz, zira ihsan olunan o şey artırılıp çoğaltılmaz.”
Mürşid’e varmayınca reşit olunamaz
İnsan eşref-i mahlukattır. Allah’ın ikram ettiği bu şerefe halel getirmeme si, buna uygun davranması gerekir. Mâlâyani insanı küçülten, vakar ve heybetini gideren bir davranıştır. Bu, Rabbanî tanzime olduğu kadar insanın kendi kendisine de hürmetsizliktir.
Çocuk davranışı çocuklarda tabii ve güzeldir; büyüklerde değil. Nitekim çocuklar için mübah görülen oyun ve eğlenceler büyükler için mâlâyanidir. Başka bir deyişle yetişkin birinin oyuna ve eğlenceye düşkünlüğü onun hâlâ çocuk kaldığına, gelişmediğine, reşit olmadığına işarettir.
Bu sebeple tasavvuf terbiyesi nde “mürşid” esastır. Mürşid, verdiği terbiye ve uyguladığı metod ile insanları “rüşt”e ulaştıran, onları “reşit” kılan insan-ı kâmildir. Tasavvuf ulularına “çocuk”ları “adam” eyledikle ri için mürşid denmiştir.
Nadr b. Haris isimli bir müşrik, ticaret için gittiği İran’dan Acemlerin hikayeler ini, efsaneler ini anlatan kitaplar getiriyor ve bunları Kureyşlilere göstererek; “Muhammed size Ad ve Semud hikâyeleri anlatıyor. Gelin ben size bunlardan daha güzelini, Rüstem’in, İsfendiyar’ın, Kisraların hikâyelerini anlatayım!” diyor. Okuduğu bu hikâyelerle de birçoklarının Kur’an dinlemesi ne engel oluyor.
Bir rivayete göre Lokman Suresi’nin 6. ayeti bu hadise üzerine nazil olmuştur. Ayette, “Bayağı insanlard an bir kısmı da vardır ki cahillikl erinden (dolayı) kendileri ni Allah yolundan saptıran boş sözler alırlar ve bunu eğlence sanırlar.” buyurulma ktadır. Ayetin “boş söz” yahut “laf eğlencesi” diye işaret ettiği hikâyeler, islâmî kaynaklar da mâlâyani sayılmaktadır.
Bu hükmün, hikayeler in muhtevasından ziyade Kur’an’a alternati f gösterilmesi veya ilâhi mesajı almaktan alıkoyması sebebiyle verildiğini belirtip, bizi bu noktada alakadar eden bir ayrıntıya dikkat çekelim: Ayet-i kerimede boş sözleri tercih edip bunu eğlence görenler “bayağı kişiler” olarak tanımlanmıştır. Yukarıda da değindiğimiz gibi mâlâyani, büyümeye rağmen reşid olamamanın, çocukluktan kurtulama manın yahut bir hamlığın tezahürüdür; ayet bu hakikati bir kere daha teyit etmektedi r.
Mâlâyani medeniyet e engeldir
Efendimiz s.a.v., “Kişinin mâlâyaniyi terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir.” buyuruyor . Anlaşılan, İslâm’ı daha güzel yaşamak, daha iyi bir müslüman olmak mümkün ve bu keyfiyet mâlâyani ile bir arada bulunamıyor. Aslında mâlâyaniye dalan, yani kendinde olmayan; kulluğunu, ahireti, Allah’ı unutan insanın yaptığı hiçbir şey güzel ve kusursuz değildir. Ne yaptığınızı, niçin yaptığınızı bilmiyors anız, onu “iyi”, “güzel” ve “doğru” yapamazsınız. Bu, din için de dünya için de böyledir.
Güzellik, “İster başkalarıyla birliktey ken, ister yalnız, daima Allah’ın huzurunda bulunduğunuzu unutmayın!” öğüdünü düstur edinen “muhsin”lerden sâdır olur ancak. “İhsan” mertebesi nden nasiplene nlerin, Hz. Peygamber s.a.v.’in tarifiyle “Allah’ı görür gibi ibadet” edenlerin, “huzur”da bulunuyor olmanın şuuru, inceliği, dikkati, edebi ile kötü, çirkin, yanlış, eksik.. bir şey yapmaları mümkün değildir. Böylelerinin her yaptığı “hasenât”tandır artık. Kaldı ki “huzur” nimetiyle, tesbihte yahut zikirde devamlılıkla, her mevcutta Esma’ül-Hüsna’nın tecellile rini müşahade eden bir müminin, varlığı ve fiilleri ile bu mutlak güzelliğe boyanmama sı düşünülemez bile. Gül bahçesindeyseniz gül kokarsınız elbet.
Tasavvuf, zikirle ve devamlı bir mürşit murakabes i ile hep huzurda olduğu şuurunu yerleştirerek müridi “âgâh” (uyanık) tutmaya çalışır. Böyle böyle varılacak hedef “ihsan” mertebesi dir. Tasavvufu n, “İhsan’a ulaşma yol veya yöntemi” tarifini hatırlayalım.
Muhsinler in her işi, her davranışı, her tutumu “güzel”dir. Bu sebeple bizim medeniyet imizi tasavvuf uluları inşa etmiştir. Bu yüzden bütün teknoloji sine, zenginliğine, kudretine rağmen kâfirler medeniyet kuramaz; “medeniyet” dedikleri anlayışın her tarafından kan, gözyaşı, işkence, zulüm ve denaet fışkırır.
Şunu anlatmaya çalışıyoruz: Mâlâyaniyi önemsiz addettiğimiz, daha büyük meseleler le uğraşmak adına iyi niyetle dahi bunları görmezlikten geldiğimiz müddetçe, yeniden bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremeyiz. Mâlâyaninin dayandığı nisyan haliyle, önemsediğimizi sandığımız dünyamızı da mamur edemeyiz. İnsanın kendi eliyle tahrip edip bozduğunu, dönüp asla aslına benzemeye n tarzda tamirini başarı, gelişme, medeniyet diye sunması, bununla böbürlenmesi dahi başlı başına bir “abes”, bir “mâlâyani” değil midir?
Bilgi çağı değil mâlâyani çağı
İnsanın beşer yanını ve dünyayı “hakikat” gören, hiçbir mukaddes tanımayan Batı uygarlığı, faydasız bilgisi, bilimi, sanatı, kültürü, teknoloji si, oyunu, eğlencesi, propagand asını yaptığı hayat standardı ile yaşadığımız çağı neredeyse tam bir “mâlâyani çağı” haline getirdi. Adeta bir mâlâyani seli içinde sürüklenip gidiyoruz . Mâlâyaninin günümüzdeki çeşitlerini, örneklerini sayıp dökmek neredeyse imkansız. Bu noktada hususen Batı’dan gelen, modernizm in icabı olarak takdim edilen tutum ve davranışları, nefsimize hoş gelse de çok titiz bir denetime tabi tutmamız gerekiyor .
Asr-ı Saadet’te insanları Rasullah s.a.v.’in tebliğ ve terbiyesi nden uzak tutmak için müşriklerin değişik çarelere başvurduğu malum. Bu “müşrik çözümleri”nden biri de kitlelere hitap eden genç ve güzel cariyeler . Nadr b. Hâris’inki şarkı söylüyor, İbnü Hatal’ınki argo konuşmalar, fıkralarla, taklitler le Kureyşlileri başına toplayıp eğlendiriyor, güldürüyor.
Bugün bizi hangi müşrik ya da fasığın cariyesi yahut televizyo nu, bilgisaya r oyunu, sineması, sporu, tatil eğlencesi, sun’i gündemi.. Peygamber s.a.v.’in tebliğinden uzak tutuyor dersiniz?
Evet, sayıp dökmeyelim. Ölçü şu: Zararsız, hatta zaruri gibi görünen ama bizi ibadetimi zden, daha faydalı işlerden, ahiret için daha kârlı bir yatırımdan alıkoyan her şey mâlâyanidir.
Yaptığımız bir işin mâlâyani olup olmadığını anlamak için kitaplard an çok kalbimize bakalım bundan böyle. Bakalım o iş kalbimize Rabbini hatırlatıyor mu, unutturuy or mu...
KAYNAK : http://www.semerkanddergisi.com/Detay.aspx?YaziID=577&Sayi=58
http://www.semerkanddergisi.com/Detay.aspx?Sayi=58&YaziID=577
boş ve lüzumsuz geçen vaktinizd en sonra Şeytanın size nasıl bir mektup göndereceğine ilişkin bir misali anımsatmayı tıklayarak okuyunuz http://www.bilgininadresi.net/Madde/1841/%C5%9Eeytandan-Mektup http://www.islamseli.com/114281-post2.html http://www.delikanforum.net/ozgun-yazilariniz/38337-forumlar-arimseli-icin-kazanc-mi-kayip-mi.html http://www.velfecr.com/yazi_detay.php?Yazi_id=387&yazar=23
|
|
« Son Düzenleme: Mart 15, 2010, 09:22:43 ÖÖ Gönderen: admin »
|
Logged
|
|
|
|