1
İSLAMGREEN34 İNTERNATİONAL NEW WORLD / WELCOME İSLAM-GREEN34 ENGLİSH VERSION / RELATED TO GUITAR AND DOCUMENT - WELCOME PLEASE PRESS
: Kasım 09, 2020, 01:13:03 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
RELATED TO GUITAR AND DOCUMENT GİTAR CHORD TABLE http://akorcetveli.com/akorcetveli https://sites.google.com/site/gitarakorlari/akor-cetveli https://www.gitarogreniyorum.net/tum-gitar-akorlari-tek-resim.html http://notadefteri.com/akor-cetveli https://www.gitaregitim.net/gitarda-en-onemli-akorlar/ https://fliphtml5.com/czbd/ajuu/basic https://tr.pinterest.com/pin/704602304195738991/?d=t&mt=signup https://www.guitardaily.net/gitar-akorlari-anlatim.html GİTAR VE İSPANYA İLE MÜZİK FORUM ALATURKAB OSPHORUS İSTANBUL MUHARREM FERİT AYDINOĞLU Haliç Üniversitesi ( İstanbul ) Devlet Konservat uvarı İspanyol müziğinin temelinde Ladino-Arabesk müzik kültürü vardır Tarihi süreç içinde İspanya diye bir devlet kurulmada n önce Bölgenin Tarık Bin Ziyadın fethiyle 711 - 1492 arasında bir Arap Kültürü bölgesi olup Avrupa'da bilim ve sanat yokken Emevileri n Endülüste oluşturduğu Bilim ve sanat ile birlikte musıkinin geliştiği Eski İspanya'da müzik yapanların çoğunluğunu Araplar ve Yahudiler ile Sonraki dönemlerde çeşitli ülkelerden göçmenler ve Örneğin Romen Çingenelerinin Ve danscılarının oluşturduğu bilinmekt edir Tarihte bölgedeki İlk konservat uvar olan ve Emeviler tarafından kurulan Granada Konservat uvarında imal edilen Fretless Gitar Türk musikisi sistemini bünyesinde barındırdığı için Ve öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun Yahudiler ( Ladino Sefarad ) ve Endülüs Müslümanlarından oluştuğu için İspanyolların kültür ve sanat yerine Daha çok sömürgeci ruhuyla Ticaretle uğraştıklarından dolayı İspanyolların Gitar ve Ladino-Arabesk müziğe İlgi göstermedikleri bilinmekt edir İspanyolların Gitar denilen çalgıya Rağbet göstermemesinin temelinde Gitarın bir Ud-Tar birleşimi Ve Endülüs İslam ( Arap ) çalgısı olması İlk imal edilen Gitarların Fretless Gitar türü olup Bünyesinde Türk Musiki Sistemini barındırdığından dolayı İspanyolların bu tür gitarlard aki sistemi algılayacak İcra yetenekle rinin olmamasından kaynaklan maktadır Bölgede günümüzdeki Hristiyan Batı Müziğinin gelişimi ise 1492 ’den sonra Ferdinand ve Isabella yönetiminde Hristiyan ların bir ölçüde siyasal birlik elde ederek Yahudi ve Arapların soykırımla yok edilmeler iyle Atilla türü gitar denilen Fretless Gitarlara perde ilavesi Ve isminin Kastilya Gitarı olarak Değiştirilmesi Ve İspanyolların bu gitar ile batı müziklerini icra etmeye Başlamalarıyla olmuştur Atilla türü gitardaki bu Atilla isminin sebebi ise Tarık Bin Ziyad'ın ordusunda ki Çeşitli müslüman uluslarda n askerleri n yanı sıra Demirci ustası,marangoz veya mimar gibi Çeşitli meslek gruplarından üstadların Ve aynı zamanda bu toplulukt a Türk Musıkisi Sistemini bilen ustaların bulunması Ud ile Tar enstrümanlarını birleştirip sentezley erek Gitar imalatını gerçekleştirmeleri sonucudur Dolayısıyla Gitar'ı imal edenler Ve sonraki dönemde İspanyollara Gitar eğitimi verenler Endülüs müslümanlarıdır İspanya’da birçok bölge Kendi tarih ve kültür birikimi içinde Kapalı bir biçimde gelişmiştir Bu bölgelerin kendileri ne özgü sanatsal karakteri stikleri ve Konuşma dilleri de farklıdır Kastilya, Katalonya, Bask, Galiçya gibi Bu bölgeleşme gelişen Hristiyan batı müziğinede yansımıştır 1492 ’den sonra Ferdinand ve Isabella yönetiminde Hristiyan ların bir ölçüde siyasal birlik elde etmeleriy le Batı tarzı müzik ve sanat başlamıştır Baladlard aki kahramanlık öyküleri Acıklı olaylar ve aşk öyküleri Müzik temalarını oluşturmuştur Baladlar aslında halkın ürettiği müzikli destanlar dır Zamanla saray müzikçileri baladları üç dört sesli işlemeye Gitar veya vihuela adlı Gitar ile lavta arasındaki Çalgının eşliğinde söylemeye başlamışlardır ( Lavta denilen çalgı Türk Musikisi enstrümanı Ud'un bir Versiyonu dur Lavta ve Gitar, İspanyol üretimi değildir Dolayısıyla Vihuela isimli çalgı Bir İspanyol üretimi çalgı olamaz ) 16. ve 17. yüzyılda birçok bestecile rin Vokal ve çalgısal besteleri Toplu ciltler halinde yayınlanmıştır Luis de Milan’ın Efendi ( El Maestro 1535 ) Enriquez de Valderaba no’un Sirenleri n Şarkısı ( Silva de Sirenas 1547 ) Miguel de Fuenllana’nın Orfe’nin Liri ( Orphenica Lyra 1554 ) Bu tür albümlerin en ünlüleridir. Bu besteleri n tümü 6 telli vihuela için yazılmıştır 17. yüzyılda ise İspanyol Müziğinin karakteri stiği olarak bilinen Emevileri n üretimi Orjinal Gitar ile ilgisi olmayan 5 telli ve perdeli " İspanyol Gitarı " denilen Gitar türü imal edilmiştir Bu dönemde İspanya dinsel müzik dalında Çok büyük isimler yetiştirmiştir Örneğin : Tomâs Luis de Victoria’nın 1605’teki Requiem Missa’sı bir başyapıttır GİTAR VE İSPANYA İLE MÜZİK FORUM ALATURKA BOSPHORUS ISTANBUL MUHARREM FERİT AYDINOĞLU Halıç Üniversitesi ( İstanbul ) Devlet Konservat uarı https://islamgreen34-us.tr.gg/ENSTRUMAN-METODLARI.htm |
2
iSLAM COĞRAFYASI VE ORTADOĞU _______________________________________________________________________________________________ / İSLAM COĞRAFYASI-ORTADOĞU ve FARKLI İSLAM ÜLKELERİNE AİT DÖKÜMANLAR / DOGU TÜRKİSTAN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ - KONU İÇİN TIKLAYINIZ
: Aralık 26, 2019, 11:02:14 ÖÖ
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
DOGU TÜRKİSTAN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ FORUM GELECEKBA HAR İSTANBUL AHMET SELAMİ YILDIZOĞLU Doğu Türkistan bilindiği üzere Çin Kültürel Emperyali zminin etkisi altındadır Bu etki gücünü kırmak için Türkiye,nin bir şey yapmadığı yönünde Medyada bazı paylaşımlar görülüyor İşin gerçegi bu değildir Türkiye bu konuda gerekli olan Askeri,siyasi,ekonomik Stratejik planlamal ar yapmıştır ve uygulamak tadır Bu planlamal ardan bazılarını açıklayalım Çin Devleti ve Ordusu Doğu Türkistanda katliam yapamaz Askeri bir girişimde bulunamaz Bunun sebebi nedir diye soracak olursanız Kısa adı TAKM olan Türk Nato'su veya Turan Ordusu olarak nitelendi rilen Resmi adı,Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetler i Teşkilatı olan Bölgedeki Mogolista n,Kazakistan gibi Çin sınırındaki,Turan ülkelerinin ordularının imzaladığı antlaşmayla Türkiye,Çin sınırına askeri müdahale edebilece k yetkiye sahiptir Ayrıca,Türkiye Cumhuriye ti Kısa adı İİT olan İslam Ülkeleri Teşkilatı ile Yeri geldiğinde,Çin malları satışına ambargo koyabilec ek Çin Devletini,ekonomik yönden zor durumda bırakabilecek güçtedir Stratejik olarak Doğu Akdenizde olan hadiseler de Bu konunun farklı göstergelerinden birisidir Türkiye Cumhuriye ti Ordusu Doğu Akdenizde n çekilmeyerek Kendi bölgesine Yabancı güçleri sokmayara k Bölgedeki hakimiyet ini ilan etmiştir Doğu Türkistan ile bu konunun ne ilgisi var derseniz Açıklayalım Çin Devleti ve ordusunun finansal gücü Ve asıl Çin Devletini yöneten derin devlet Rotschild sülalesinin elindedir Rotschild sülalesinin idare merkezi Tel-Aviv,dir Yani Siyonist İsrail merkezlid ir İsrail etkisiz hale getirildiğinde Çin Devleti ve Ordusu,hiç bir yerde Adım dahi atamaz hale gelmekted ir Türkiye,Doğu Akdenizde Faaliyet yürütmeye çalışan İsrail gemisini bölgeden uzaklaştırarak Bölgedeki güç dengesini ve planları bozarak İsrail güdümünde olan ülkelere göz dağı vermiştir Bu göz dağı,aynı zamanda Dolaylı olarak Çin Devleti ve Ordusuna verilmiştir Çin Devleti ve Ordusu bu mesajı almıştır Rusyayı yanına çekmeye çalışmaktadır Rusya ve Çin,daha önce Akdenizde ortak tatbikat yapmışlardır Ancak,askeri bir müdahalede Rusya Federasyo nu Bölgede mecburen Türkiye Cumhuriye tinin müttefikidir Çin Ordusunun yanında olamayaca ktır Türkiye ne zaman bölgede Etkili olmaya başlasa Çin Devleti ve Ordusu ile bazı siyonist merkezler Doğu Türkistan sorununu gündeme taşımaktadırlar Ancak hiç bir etkisi olmayacak tır İsrail ve Rotschild lerin büyüttüğü,Çin balonu sönecek Zaman içinde Doğu Türkistanda Çin Devleti ve Ordusunun Hiç bir şey yapamayac ağı görülecektir Türkiye Cumhuriye ti Devleti ve Ordusu Bölgedeki ve dünyadaki güç odaklarından birisidir Rabbim,Türkiye Cumhuriye ti Devleti ve Ordusunu Daima muzaffer eylesin.A min DOGU TÜRKİSTAN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ FORUM GELECEKBA HAR İSTANBUL AHMET SELAMİ YILDIZOĞLU TÜRK MODELLERİ VE ELAZIĞ FORUM ALATURKAİSLAM İSTANBUL CEVDET MURAT SALİHOĞLU Forumda Elazığ depremind en sonra Yazılan ve yorumlana n bazı konulara ilişkin Ayrıca Siyonizmi n hazırladığı,plan ve proje gereği Türkiye Cumhuriye ti Devletini hedef alan,bir darbede GüneyDoğudaki Kürt kökenli aşiretlerinde kullanılmak İstenmesiyle,gündeme gelen Forumda yazılan ve yorumlana n konulara ilişkin Bir yorumda biz paylaşmak istiyoruz Özellikle belirteli mki Elazığ depremind en sonra Bazı kesimlerc e yazılan yorumlard a Depremin akabinde Google arama motorunda en çok aranan " Elazığ Kürt'mü " şeklinde Bir soru paylaşımı yapılmıştır,denmektedir Bizde diyoruzki Böyle bir soru paylaşımı yapanlar Türkiye'yi ve doğuyu Türk-İslam kültürünü ve tarihini Bilmiyorl armı Yoksa,bilerek bu soruyu gündeme taşıyarak Siyonizmi n plan ve projeleri ni Uygulamay a çalışan,yurt dışı kaynaklı bir oluşumun İçinde görev alanlara,destek olduklarının farkında değillermi Ve bu oluşumun içindekiler,hangi Türk modelinde ndir Türk Modeli deyince Örneğin,Hazerist Türkler EthnoFait h Türkler,Protez Türkler gibi Bir çok Türk modelleri vardır Kısaca bunları açıklayalım Hazerist Türkler deyince Kökeni Anadolu Türkleri olmayan,Hazar bölgesinde kalan Musevi oldukları için,Yahudilerle akrabalık kurarak Yahudileşmiş Türklerdir Anadolu Beylikler döneminde bu Türkler Genel olarak Candaroğulları ve Karamanoğulları içinde Kalıntıları bulunan Türklerdir EthnoFait h Türkler ise ırk ve Din ( İslam ) olarak Türk olanlardır Protez Türkler ise,Türk-İslam kültürüne sahip olmayan Kökeni Türk olmayan,Yahudi ve musevi olan Ancak,toplumda kendileri ni Türk veya müslüman olarak gösteren Türklerdir Bunun dışındada Anadolu Türkleri vardır ve Müslümandır Anadolu Türkleri,Osmanlı olarak karşımıza çıkar Irk olarak farklı ırklarla evlilikle r olsada Türk-İslam kültürü içinde kalan Türklerdir Günümüzde Paganist Türk Şamanist Türk,Ateist Türk gibi Türk modelleri yazılsada Safkan Türk modeli,Orta-Asyada ve geçmişte kaldığından Anadoluda bu bazda Türk modelleri,gerçekte yoktur Kendini Anadolu Türk modeli dışında görenlerin Tevessül ettiği Türk modelleri dir Şimdi biz diyoruzki Google arama motoruna " Elazığ Kürt'mü " şeklinde Soru sormak yerine Kürt modelleri şeklinde bir soru yöneltip Selahaddi n Eyyubi gibi bir devlet adamı ve ordu komutanı Veya Osmanlı Hamidiye alaylarında Bu vatan ve din için çarpışan bir Müslüman Kürt modelimi Yoksa Siyonist Yahudiler in Önce kayıp olduğuna inanıp Sonra araştırmalar neticesi Bir Yahudi kabilesi Ve bir Yahudi boyu olarak kabul ettikleri,Kürt modelimi Eğer bazı çevreler Deprem ile felakete uğrayan Yaralarını sarmaya çalışan Elazığlılar için Çanakkalede Osmanlı Ordusu içinde Bu devleti vatanı bayrağı dini için çarpışarak Şehit olan Elazığlılar için " Hepimiz Hrant Dink ve hepimiz Ermeniyiz " Dedikleri gibi Bizde " Hepimiz Kürt,hepimiz Elazığlıyız " diyemiyor larsa Hiç bir şey demesinle r,sussunlar Protez Türklerin oyununa gelip Bu vatana ihanet etmesinle r diyoruz TÜRK MODELLERİ VE ELAZIĞ FORUM ALATURKAİSLAM İSTANBUL CEVDET MURAT SALİHOĞLU ANTROPOLO JİK TÜRK ÇEŞİTLERİ FORUM ALATURKAİSLAM İSTANBUL HALİT YILMAZ ŞAHİNLER Forumda Elazığ Depremi dolayısıyla Elazığ'lı kardeşlerimizin üzerinden Bazı kişilerce " Elazığ Kürt'mü " sorusuyla başlayan Ancak,aziz Türk milletini n evlatları tarafından Üzeri kapatılarak,buna meydan verilmeye n Gereksiz ve anlamsız bir Kürt-Türk tartışması çabasına ilişkin Tepkisini ileri süren ve bu tartışmaları Forumda " Google arama motoruna " Elazığ Kürt'mü " şeklinde Soru sormak yerine Kürt modelleri şeklinde bir soru yöneltip Selahaddi n Eyyubi gibi bir devlet adamı ve ordu komutanı Veya Osmanlı Hamidiye alaylarında Bu vatan ve din için çarpışan bir Müslüman Kürt modelimi Yoksa Siyonist Yahudiler in Önce kayıp olduğuna inanıp Sonra araştırmalar neticesi Bir Yahudi kabilesi Ve bir Yahudi boyu olarak kabul ettikleri,Kürt modelimi Eğer bazı çevreler Deprem ile felakete uğrayan Yaralarını sarmaya çalışan Elazığlılar için Çanakkalede Osmanlı Ordusu içinde Bu devleti vatanı bayrağı dini için çarpışarak Şehit olan Elazığlılar için " Hepimiz Hrant Dink ve hepimiz Ermeniyiz " Dedikleri gibi Bizde " Hepimiz Kürt,hepimiz Elazığlıyız " diyemiyor larsa Hiç bir şey demesinle r,sussunlar Protez Türklerin oyununa gelip Bu vatana ihanet etmesinle r diyoruz " diyerek noktalaya n Forum yazarı Cevdet Murat Salihoğlu'nun Türk Modelleri başlığıyla,öne çıkan sınıflandırmanın Eksik kalan yanlarını Tamamlama k üzere,bu yazıyı kaleme aldık Cevdet Murat Salihoğlu yazısında Türk Modelleri ile ilgili,şunları yazıyor " Türk Modeli deyince Örneğin,Hazerist Türkler EthnoFait h Türkler,Protez Türkler gibi Bir çok Türk modelleri vardır Kısaca bunları açıklayalım Hazerist Türkler deyince Kökeni Anadolu Türkleri olmayan,Hazar bölgesinde kalan Musevi oldukları için,Yahudilerle akrabalık kurarak Yahudileşmiş Türklerdir Anadolu Beylikler döneminde bu Türkler Genel olarak Candaroğulları ve Karamanoğulları içinde Kalıntıları bulunan Türklerdir EthnoFait h Türkler ise ırk ve Din ( İslam ) olarak Türk olanlardır Protez Türkler ise,Türk-İslam kültürüne sahip olmayan Kökeni Türk olmayan,Yahudi ve musevi olan Ancak,toplumda kendileri ni Türk veya müslüman olarak gösteren Türklerdir Bunun dışındada Anadolu Türkleri vardır ve Müslümandır Anadolu Türkleri,Osmanlı olarak karşımıza çıkar Irk olarak farklı ırklarla evlilikle r olsada Türk-İslam kültürü içinde kalan Türklerdir Günümüzde Paganist Türk Şamanist Türk,Ateist Türk gibi Türk modelleri yazılsada Safkan Türk modeli,Orta-Asyada ve geçmişte kaldığından Anadoluda bu bazda Türk modelleri,gerçekte yoktur Kendini Anadolu Türk modeli dışında görenlerin Tevessül ettiği Türk modelleri dir " demektedi r Yukarıdaki yazı,gayet doğru ifadelerl e hazırlanmıştır Bazı eksik kısımları tamamlaya lım İnşallah Macarista n Elte Üniversitesi,Türkoloji bölümü mezunu olan Zoltan Marci Rajmund isimli yazarın Nograd şehrinde yayınlanan Vilag Varos Es Kultura isimli yerel bir dergideki Macarca " Fajta Törtelenem Es Törökök " başlıklı Yani,Tarih ve Türklerin Çeşitleri başlklı yazısındaki Seçilen pasajlard an çevrilen,bazı satırların özetini aktaralım Zoltan Rajmund yazısında Türklerin çeşitleriyle ilgili Murat Salihoğlu'nun ifadeleri ne benzer ifadeler mevcut Rajmund'un çeşitlemeleri arasından Bu ifadelere benzeyen bir listeyi aşağıya alalım EthnoFait h Turks : Orta-Asya orjinli Irk ve Din ( İslam ) olarak Safkan Türklerdir Paganist-Shamanistis Turks : Orta-Asya Orjinli Müslüman olmayan Türklerdir Bulundukl arı bölgedeki,Budist inancına sahip farklı milletler le Veya Çinlilerle evlilik yapanlar,ırk olarak safkan değillerdir Gagauzia Christian Turks : Orta-Asya Orjinli,Hristiyan Türklerdir Hristiyan olan ve Türk olmayan farklı milletler le,evlendikleri için Irk olarak Safkan olmayan Türklerdir Hazerist Turks : Musevi oldukları için Her farklı millet'den yahudiler le Evlendikl eri için Zaman içinde Yahudileşmiş Türklerdir,safkan değillerdir Anadoluda,Karamanoğulları Beyliği içinde Kalıntıları mevcuttur Orthodox Turks : Anadoluda Konya-Karaman bölgesinde ve farklı bölgelerde olan Türklerin bir kısmı, Orthodox Türklere örnektir Hristiyan olan ve Türk olmayan farklı milletler le,evlendikleri için Irk olarak Safkan olmayan Türklerdir Anatolian Turks : EthnoFait h Türklerin devamı olarak Türk-İslam Kültürüne sahip olan Daha sonra " Ottoman Mosaic Turks " olarak adlandırılan Türle devam eden Osmanlı Türkleri olarak karşımıza çıkan Çeşitli milletler le evlilikle r olsada Türk-İslam kültüründen vaz geçmeyen Müslüman Türklerdir Sebataist Turks : Aslı Yahudi olup Yahudi olduğunu inkar etmeyen Selanik orjinli,Sefarad-Eşkenaz Yahudiler inin Bir kolu olduğu bilinen Türklerdir Safkan Türk değillerdir Bazıları sebataist olduklarını inkar ederek,Türk'üz derler Prosthesi s Turks : Aslı yahudi veya Ermeni olup Yahudi veya Ermeni olduğunu gizleyen Türklerdir Yahudi olanları genellikl e Selanik Orjinlidi r Ve ırk olarakta,din olarakta Türk değillerdir Türk olarak bilinen,kendini Türk olarak tanıtan Türk olnayan Türklerdir Kripto Yahudiler in,bir kısmı,Sefarad-Eşkenaz yahudiler in devamıdır Önce Osmanlı çatısı altında,Osmanlı kabul edilen Osmanlıdan sonrada,Türk olarak tanınan ve bilinen Türklerdir Sebataist ler gibi Yahudi olduklarını Kesinlikl e itiraf etmeyen Türklerdir Kripto Ermeniler in bir kısmı,Kürt olarakta bilinir Ancak Kürt değillerdir,demektedir Yukarıdaki yazı ile Macarista n Elte Üniversitesi,Türkoloji bölümü mezunu olan Zoltan Marci Rajmund isimli yazarın Nograd şehrinde yayınlanan,yerel bir dergideki Macarca " Fajta Törtelenem Es Törökök " başlıklı Yani,Tarih ve Türklerin Çeşitleri başlklı yazısındaki Seçilen pasajlard an çevrilen,bazı satırların özetini aktardım Konumuza devam edelim Bu yukarıdaki yazıda aktarılan,Türk Modelleri nin dışında Bir çok farklı milletler den olup Osmanlı döneminde,Osmanlı olarak bilinen Daha sonrada Türk olarak bilinen Çok farklı ırklara sahip,Türk olmayan Türkler vardır Osmanlı tüm ırk ve dinden farklı toplulukl arı Osmanlı olarak adlandırmıştır 1897 Siyonist Kongresin den önce,farklı millet veya dinden olanların Osmanlı ve Türk-İslam dünyasına ihanetler i enderdir Türkçülüğün esaslarını,ilk Osmanlı zamanında ve sonra tanıtanların Bir çoğu Türk değildir,Jön-Türk topluluğunun içinde,Türk bilinen Ancak Türk olmayanla r vardır Tarihçi Kadir Mısıroğlu,bir açıklamasında Türkçülük akımının kaynağı Türkler değildir Bu akıma yön verenlerd en bazılarının,isimlerini vermekted ir Munis Tekinoğlu Yahudidir ve Türk değildir Ziya Gökalp,Türk değildir,demektedir Osmanlıdaki ilk Türkçülerden ve bu konuda kitap yazan Mahmut Celaleddi n Paşa ( Nazım Hikmet'in Dedesi ) Yahudidir,demektedir Andımızın yazarı ve Türkçe Ezanın Mucidi olan,Reşit Galip'in de Türk olmadığı ve Yahudi olduğu ileri sürülmektedir Reşit Galip'in kendi ifadesine göre,1892 Rodos Doğumlu olup İlk tahsilini Rodostaki evinde,hocalarından almıştır Rodos'ta Yahudi Edmond Rothschil d'in Musevi Çocukları için açmış olduğu " Evrensel Yahudi Birliği Okulu " anlamındaki Allianca İsraelite Üniverselle School'da Eğitim öğretime başlamıştır,ifadeleri Reşit Galip'in kendisine aittir Sanırız yazımız,okurlarımıza faydalı olmuştur Allaha Emanet Olunuz,Saygılarımla ANTROPOLO JİK TÜRK ÇEŞİTLERİ FORUM ALATURKAİSLAM İSTANBUL HALİT YILMAZ ŞAHİNLER |
3
İSLAMİ DÖKÜMANLAR / HZ.MUHAMMED S.A.V ve ÇOK FARKLI İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR / PEYGAMBERİMİZ VE ANTROPOLOJİ - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
: Temmuz 15, 2019, 12:30:05 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
PEYGAMBERİMİZ VE ANTROPOLO Jİ FORUM GÜNEŞLİBAHÇELER İSTANBUL ALİ NAHİT YILMAZOĞULLARI İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Peygamber imizin soyu Ve Seyyidlik müessesesi ile ilgili Forumda bazı yazılar yayınlandı Bu konuya ilişkin Bazı farklı doneler aktarmak istiyorum Osmanlı Nakıbul Eşraf Kurumu Seyyidler in nesebleri ni araştıran Seyyidlik ünvanını vermeden önce İslami ve nazari bilim dallarında eğitim veren Eğitimlerini başarıyla bitirenle re İmzalı mühürlü,seyyidlik tasdik belgesi verip Osmanlı coğrafyasında görev veren Verilen görevlerdeki başarısını Sürekli takip ederek Gerekirse uyaran bir resmi kurumdu Dolayısıyla Osmanlının o dönemki Seyyidlik belgesini n verilmesi için Değerlendirme ölçüsü Zat-ı muhtereml erin Sadece Peygamber imizin soyundan olmaları değil Peygamber imizin yolundan gitmeleri ydi Peygamber imizin islamı tebliğ metodlarını uygulayac ak İlim sahibi olmalarıydı Osmanlı'nın yıkılışı ile birlikte Nakıbul Eşraf Kurumu kapatıldığından Kişilerin,seyyid olup olmadıklarını tesbit edecek Bu konuda Tarih ve Antropolo ji ilminede vakıf Bir kurum olmadığından Kişilerin seyyidliği ispat edilemediğinden Seyyidlik müessesesi sona ermiştir Dolayısıyla Seyyidliğin ilmi ve ensab olarak Artık günümüzde bir geçerliliği yoktur Eğerki günümüzde Seyyidlik kavramı Sadece soy açısından geçerlidir ve tesbit edilebili r Ve sadece soy açısından,değer verilmesi gereklidi r Diye düşünülecek olursa O zaman, İngiliz Kraliçesi Elizabeth Amerikalı Aktris Brooke Shields gibi yüzlerce Peygamber imizin torunu olup Peygamber imizin yolunda olmayan Bir sürü Hristiyan a değer verilmesi gerekmekt edir Peygamber imizin döneminde Peygamber imizin soyundan olup Peygamber imizi,eline fırsat geçtiğinde Öldürmeye çalışanlarda oldu Antiparan tez şunuda ilave edelim Günümüzde Antropolo jik olarak Peygamber imizin soyundan olup İslamın hakimiyet inin önündeki Siyonizm engeline hizmet eden,Suud'lu yerine Kabalacı sermayeye resti çeken Vladimir Putin'e destek olmak daha eftaldir Günümüzde seyyid olduğunu iddia edip Siiyonizm ile mücadele etmeyerek İslamiyete ve müslümanlara hizmet etmeyen Bir yığın zat-ı muhterem vardır Günümüzdeki Antropolo ji,Teoloji ve Genetik bilimi'nin Ortaya koyduğu gerçeklerden biride Peygamber imizin soyunun Sadece Arap yarımadasında değil İskoçya,İspanya,İngiltere,İtalya ve Amerika gibi Bir çok ülkede devam ettiği Ve bu ülkelerdeki soyun,müslüman değil Hristiyan olduğu gerçeğidir Bu gerçeği açıklayan Bu konuda dünya çapında Araştırmalar yapan Burke's Peerage Ltd.Şti. İngilere'de faaliyet gösteren bir kuruluştur Londra'da 1826'da İrlandalı secere uzmanı John Burke tarafından kurulmuştur Ve Soykırımı, Baronetag e, Knightage Ve İngiltere'nin Landry Gentry İrlanda'nın tarihi aileleri ve Milletler Topluluğu İmparatorluk soyları hakkında kesin bir rehber olmuştur. Avrupa ve Latin Amerika’nın Kraliyet ve Mediatize aileleri ABD’nin Başkanlık ve seçkin aileleri Afrika ve Orta Doğu’nun egemen aileleri Ve dünya çapındaki diğer önde gelen aileleri araştıran Genetik,Antropoloji ve Teoloji uzmanlarından oluşan Dünyanın,bu konudaki en iyi kadrosudu r Malesef,müslüman ülkelerin hiç birinde Bu tür bir kadrosu bulunan ve ciddi araştırmalar yapan Bir kuruluş mevcut değildir Osmanlı Nakıbul Eşraf Kurumu kapatıldıktan sonra Bu türde,bir resmi kurum mevcut olmadığından dolayı Kişilerin seyyidliği ispat edilemediğinden Seyyidliğin ilmi ve ensab olarak Artık günümüzde bir geçerliliği yoktur Bu konuyla ilgili aşağıda Yazımızın sonunda bazı bilgileri verdim,okuyunuz Soy denilen done genetik'tir ve etnik ırk kökenine dayanır İslamda üstünlük ırk ile değil takva iledir Soy bilimi, islami literatürde الأنساب Ensab bilimi olarak Adlandırılır Latin kültüründe Antropolo ji denilir Bu konuyla ilgili Avustraly a La Trobe Üniversitesi mezunu Genetikçi Miles Timothy Braydente o'nun Lake Macquarie City şehrinde çıkan Health And Antropolo gy Journal isimli dergide Yayınlanan makalesin den Özet olarak şunları aktarayım " Soy,illaki bir safkan ırk veya ülkede devam etmeyebil ir Bu soy devamı,dinsel çerçevedede değerlendirilemez Protestan bir Alman,Katolik bir Fransız ile evlenir Fransaya yerleşir ve melez çocukları olur Çocuklardan biri,Katolik olabilir Alman vefat edince,soyu Fransada devam etmiş olur Bu Fransadak i melez katolik çocukta,bir Japon ile evlenir Tokyo kentine yerleşir ve şintoist olabilir Fransızın melez ve şintoist çocukları olur Dolayısıyla ilk baştaki Protestan Alman'ın Japonyada olan,melez şintoist torununa Antropolo ji ve Teoloji ilminin Çerçevesinde değerlendirmeden İlk etapta Protestan safkan Alman soyundandır diyemeyiz " Peygamber imizin,günümüzde farklı yerlerde olan Torunları ile ilgili,bazı alıntıları aşağıda paylaştım okuyunuz https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/07/24/hz-muhammedin-soyunda-bakin-kim-var/ İSPANYA İNGİLTERE VE HZ.MUHAMM ED SAV BAĞLANTISI Tarihçiler ve soybilimc iler , II.Elizab eth’in 43 nesil aile ağacını izledikte n sonra İslam’ın kurucusu Hz.Muhamm ed’e dayandığını söylüyor.İlk iddia 1986 yılında İngiliz Kraliyet Otoritesi tarafından kurulan Burke’s Peerageil e ortaya çıktı.Bazı tarihçiler tarafından itiraz edilmesin e rağmen , ortaçağ İspanya’sının şecere kayıtları ve aynı zamanda Mısır’ın eski büyük müftüsü Ali Gomaa tarafından da doğrulanıyor. Burke’s Peerage tarafından yapılan çalışmada Kraliçe’nin Hz.Muhamm ed’e olan bağlantısı resmen onaylandı. Burke’ün yayın yönetmeni, 1986’da kraliyet ailesi adına güvenliği arttırmak için Başbakan Margaret Thatcher’a yazdı. “Kraliyet ailesinin Muhammed peygamber den gelmesi , kraliyet ailesini Müslüman teröristlerden sonsuza kadar korumaz.” Bağlantının farkına varmak pek çok kişi için sürpriz olurdu, diye ekledi, “İngiliz halkının, Muhammed’in kanının kraliçenin damarlarında aktığı pek bilinmeme ktedir. Ancak tüm Müslüman dini liderler bu gerçekle gurur duyuyorla r. ” Emevî Devleti, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra kurulan bir Arap halifesiy di.Kafkas ya’dan (Avrasya) İberya Yarımadası’na (Müslüman İspanya, Portekiz, Andorra ve Cebelitarık) 15 milyon km2’yi aşan büyük bir güçtü. Tarihteki en büyük beşinci imparator luktu ve 62 milyon insanı yönetiyordu (o zamanlar dünya nüfusunun% 29’u). l-Qasim, İspanya’da bir bölge olan ve 1042’de ölümüne kadar hüküm süren Seville’nin hükümdarı oldu. İki halef sonra torunu Muhammed Al-Mu’tamid 1071’de Cordoba’nın kontrolünü Abbasiler olarak ele geçirdi. 1091’de Abbasi Krallığı, Fas’ın Berberi imparator luk hanedanlığı olan Almoravid hanedanının eline geçti. Berberler, Kuzey Afrika’ya özgü bir etnik gruptur. El-Qasim’in Zaida adında bir kızı vardı. Almoravid s tarafından Abbasi krallığına düzenlenen saldırı sırasında, Kral Alfonso VI , İspanyol Kral Leon, Castille ve Galiçya mahkemesi nden kaçan bir mülteci Müslüman kızdı. Zaida, Roma Katolikliğine döndü ve Kral Alfonso VI ile evlendi. Vaftizind en sonra ismini Isabella olarak kabul etti. Ve o evlenmeni n ardından üç çocuk dünyaya geldi. İki yüzyıl sonra , 1352 yılında Zaida ve King Alfonso’nun torunu olan Maria de Padilla , Castille Kralı Peter ile cocuk yapmaya karar verdi ve dört çocuk doğdu , o çocukların iki tanesi de Kral Üçüncü Edward’ın çocuklarıyla evlendi. Nesiller sonra, Kraliçe Elizabeth doğdu ve ona hem Batı hem de Doğu medeniyet lerinden gelen renkli bir soyadı getirdi. SECERE Elizabeth II, Birleşik Krallığın Kraliçesi – kızı George VI, Birleşik Krallığın Kralı – oğlu George V, Birleşik Krallığın Kralı – oğlu Edward VII, Birleşik Krallığın Kralı – oğlu Victoria, Birleşik Krallığın Kraliçesi – kızı Edward, Duke of Kent and Strathear n – oğlu George III, Büyük Britanya Kralı – oğlu Frederick, Wales Prensi – oğlu George II, Büyük Britanya Kralı – oğlu George I, Büyük Britanya Kralı – oğlu Sophia, Hanover’ın Seçkini – oğlu Elizabeth of Bohemia – oğlu James I/VI, İngiltere, İrlanda & İskoç Kralı– oğlu Mary, İskoç Kraliçesi – oğlu James V, İskoç Kralı – oğlu Margaret Tudor – kızı Elizabeth of York – kızı Edward IV, İngiltere Kralı – oğlu Richard Plantagen et, York Dükü – oğlu Richard of Conisburg h, Cambridge’in Kontu – oğlu Isabella Perez of Castille – kızı Maria Juana de Padilla – kızı Maria Fernandez de Henestros a – kızı Aldonza Ramirez de Cifontes – kızı Aldonza Gonsalez Giron – kızı Sancha Rodriguez de Lara – kızı Rodrigo Rodriguez de Lara – oğlu Sancha Alfonsez, Infanta of Castile – kızı Zaida (aka Isabella) – kızı Al-Mu’tamid ibn Abbad, Seville Kralı – oğlu Abbad II al-Mu’tadid, Seville Kralı – oğlu Abu al-Qasim Muhammad ibn Abbad, Seville Kralı – oğlu Ismail ibn Qarais – oğlu Qarais ibn Abbad – oğlu Abbad ibn Amr – oğlu Amr ibn Aslan – oğlu Aslan ibn Amr – oğlu Amr ibn Itlaf – oğlu Itlaf ibn Na’im – oğlu Na’im II al-Lakhmi – oğlu Na’im al-Lakhmi – oğlu Zahra bint Husayn – kızı Husayn ibn Hasan – oğlu Hasan ibn Ali – Hz.Ali BROOKE SHİELDS İLE HZ.MUHAMM ED SAV BAĞLANTISI http://www.haber7.com/yasam/haber/168279-brooke-shields-hz-muhammedin-akrabasi-mi İrlanda'nın Dublin Üniversitesi genetik uzmanlarından Mark Humphrys Hz. Muhammed ile İngiliz kraliyeti arasında genetik bir bağ olduğunu iddia etti. Brooke Shields de peygamber soyundan geldiği iddia edilenler arasında... irlandalı genetikçiler çarpıcı bir iddia ortaya attı. Yeryüzündeki bütün insanların prens veya prensesle rle akraba olduklarını da öne süren bilim adamının çıkardığı 'soy kütüğü' şöyle : Hz. Muhammed'in kızı Fatma ve kuzeni Hz. Ali evlenir ve oğulları Hasan doğar. Hasan 670 yılında ölür. Tam 300 yıl sonra doğan dokuzuncu kuşaktan torunun torunu İsmail ise, Avrupa'ya giderek peygamber soyunu bu kıtaya taşır. İspanya'nın Sevilla kenti imamı olan Hz. İsmail'in oğlu da Abbasiler i kurar. Abbasiler in son liderinin Zayda adında bir kızı olur. Hıristiyanlığa geçerek adını Izabel olarak değiştiren Zayda, İngiliz Kraliyeti'nin temelleri ni oluşturan dönemin Kastilya ve Leon Kralı 4. Alfonso ile evlenir. Izabel'in beşinci kuşaktan torunun torunu Maria de Padilla da başka bir Kastilya Kralı olan Gaddar Peter ile yaşamını birleştirir. Doğan torunlar da İtalyan hanedanına kadar giden bir hayatı sürerler. Böylece Hz. Muhammed'in 6. yüzyılda ortaya çıkan soyu, İngiliz Kraliyeti'ne kadar uzanmış olur. Humphrys'in bir diğer iddiası da şöyle: Gaddar Peter evlenen Maria'nın torununun torununun torunu Kraliçe Izabel'di. Kızı, bir İsviçreliyle evlendi ve doğan çocuğunun soyu, İtalyan prensleri ne ve düklerine kadar soyu uzandı. soyda doğan Marina Torlonia'nın torunuysa bugün herkesin tanıdığı bir isim : Brooke Shields. http://www.radikal.com.tr/hayat/brooke-peygamber-torunu-mu-784939/ NEW YORK - Aktris Brooke Shields Hz. Muhammed'in soyundan mı geliyor Soyağacı uzmanlarının iddiasına göre, 80'li yılların idollerin den, aktris Brooke Shields'in soyağacı dikkatli bir incelemen in sonunda Hz. Muhammed'e kadar gidiyor. Shields'in soyağacı hatırı sayılır ünlülerle dolu. Catherine de Medici, Charlemag ne, Niccolo Machiavel li, beş ayrı papa ve neredeyse tüm Avrupa ülkelerinden kraliyet üyeleri Shields'in tarihteki akrabaları arasında. Aslına bakılırsa ünlü isimlerle dolu soyağacı, sadece Shields'e özel bir durum değil. Tüm insanlar 'soylu' atalara sahip olabilir. Uzmanlara göre, neredeyse tüm insanların en azından bir kraliyet soyuyla akrabalık bağı var. Soyağacı üzerine çalışan, Dublin Üniversitesi bilgisaya r mühendisliği bölümünden Mark Humphrys, milyonlar ca insanın ortaçağ monarşileriyle ispat edilebili r bağları olduğunu söylüyor. Humphrys'in savına göre, İslam peygamber i Hz. Muhammed, Batı dünyasındaki birçok insanın soyağacında yer alıyor. Bulmacayı çözmek için tek yapılması gereken asırlar süren izleri dikkatle takip etmek. Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma ve damadı Hz. Ali'nin 670 yılında ölen oğulları Hasan'ın dokuzuncu göbekten torunu İsmail, Endülüs Emevi Devleti'nde Seville İmamı olarak, Hz. Muhammed'in soyunu İspanya'ya taşıyor. İsmail'in torunlarından Zaida Hıristiyan olarak Isabel ismini alıyor ve Castile Kralı 4. Alfonso ile evleniyor . Isabel'in soyunu takip edince ulaşılan isim ise Maria de Padilla.. Padilla'nın büyük büyük torunu Kraliçe Isabel bir Hapsburgl u ile evlenerek Hz. Muhammed'in soyunun Avrupa'da sürmesine neden oluyor. Soykütüğünü bu şekilde deşmeye devam ettikçe, Hz. Muhammed'den 43 kuşak sonra Prenses Marina Torlonia'ya ulaşılıyor. Peki Torlonia kimin büyükannesi : Brooke Shields'in. KRALİÇE ELİZABETH İLE HZ.MUHAMM ED SAV BAĞLANTISI https://www.timeturk.com/ingiliz-kralicesi-elizabeth-hz-muhammed-in-soyundan-mi-geliyor/haber-879569 "İngiliz Kraliçesi Elizabeth, Hz. Muhammed'in soyundan mı geliyor?" Bu soru son günlerin popüler tartışmalarından biri haline geldi. Buna göre şu anki İngiliz Kraliçesi Elizabeth'in soyu 43 kuşak geriye gidince son peygamber Hz. Muahmmed'e dayanıyor. Soy uzmanlarının 1986 yılında keşfettiği bulgular ise Al-Ousboue adlı bir Fas gazetesin de yayınlandıktan sonra gündeme geldi. FAS GAZETESİ GÜNDEME TAŞIDI, MEDYADA YAYILDI İngiliz Gazetesi Daily Mail'e göre bulgular, 1986 yılında kraliyeti n soyunu araştıran ve kraliçenin Hz. Muhammed'in uzak bir nesebi olduğunu ileri süren İngiliz otorite kuruluşu Burke's Peerage tarafından ilk defa yayımlandı. Buna göre Elizabeth II'nin kan soyu 14. yy Earl of Cambridge'e, İspanya Müslümanlarına ve Hz. Fatıma'ya uzanıyor. Tarihçiler arasında ihtilaflı olan konu, soya ait kayıtların erken Orta Çağ İspanyasına uzanıyor olması. Konu aynı zamanda Msıır'ın eski baş müftüsü Ali Gomaa tarafından da doğrulandı. KRALİÇENİN SOYU ZAIDA'DAN GELİYOR Burke's Peerage'in araştırmasına göre Kraliçe Müslüman bir Prenses olan Zaida'ya uzanıyor. Zaida ise Hıristiyanlık dinin e geçmeden önce 11. Yy'da atayurdu olan Seville'yi terk etmiş. Zaida Seville Kralı King Al-Mu'tamid ibn Abbad'ın dördüncü eşiydi. Krala bir erkek çocuk doğuran Zaida'nın oğlu Sancho'nun soyundan gelenlerd en birinin ise 11. yy'da Earl of Cambridge'le evlendiği belirtili yor. ELAZIĞLI SEYYİD VE ALMANYA https://www.internethaber.com/peygamberin-capkin-torunu-68092h.htm Hazreti Muhammed'in soyundan olduğunu söyleyen Elâzığlı aile, Almanya'da Hristiyan olunca 'seyyidlik' kavramı tartışmaya açıldı. İşte Murat Bardakçı'nın çarpıcı yazısı : Seyit olduğunu iddia eden Elazığlı ailenin Almanya'da Hıristiyan olması "seyitliği" gündeme taşıdı. Aktris Rita Hayworth'ın ikinci kocası peygamber soyundan geliyordu . Büyük Ağa Han'ın oğlu Ali Han ile evlenen Rita, 100 kilo havyarın ikram edildiği düğününde hamileydi . Hazreti Muhammed'in Soyundan olduğunu söyleyen Elâzığlı D. ailesi, Almanya'da din değiştirip Hristiyan olmuş. İslam dünyasından asırlardan buyana vârolan Seyyid ve Şerif unvanları, bu unvanı kullanan kişilerin Hazreti Muhammed'in neslinden geldiğini gösterir. Peygamber in torunlarından Hüseyin'in torunları Seyyid, soyağaçları Hazreti Hasan'a bağlananlar da Şerif'dir. Bu iki unvan, İslam dünyasından asırlar boyunca bir statü sembolü oldu ve seyyidler le şerifler, her zaman saygı gördüler. Osmanlı zamanında, bu ailelerin kayıtlarının tutulması ve sorunlarının çözülmesi işleriyle Nakibüleşraf unvanını taşıyan ve kendisi de peygamber soyundan gelen yüksek düzeydeki bir devlet görevlisi ilgilenir di. Bir kişinin peygamber soyundan geldiğini ispat etmesi için, elinde Nakibüleşraf tarafından tasdik edilmiş bir soyağacının bulunması şarttı. Peygamber torunları vergiden ve askerlikt en muaf oldukları için, bu unvan zamanla istismar edilir bir hâl aldı ve sahte şecereler dolaşır oldu Devlet, sahte seyyidler i ortaya çıkartabilmek için birçok defa geniş araştırmalara girişti ve şecereler iptal edildi. Ama kimin peygamber in gerçek torunu, kimin ise sahtekâr olduğu hiçbir zaman net bir şekilde anlaşılamadı. İslam dünyasında ve Türkiye'de bugün seyyid ve şerif olduğunu iddia eden onbinlerc e kişi yaşıyor ve bu kişilerin hangisini n gerçek seyyid yahut şerif olduğunu öğrenmenin imkânı artık bulunmuyo r. Hazreti Muhammed'e uzanan soyağacının gerçekliği konusu en az tartışılan ve bilim dünyasının peygamber in hakiki torunları olarak kabul etmeye yatkın bulunduğu tek bir ailevar: Hazreti Hüseyin'in torunu İmam Caferü's-Sadık'ın oğullarından İsmail ibn Cafer'i "imam" tanıyan İsmaili Mezhebi'nin dini liderliğini yapan Ağa Han ailesi. İsmail ibn Cafer'in "imam" kabul edilmesin in üzerinden geçen 1230 sene boyunca siyasette de söz sahibi olan ailenin son devirlerd eki en meşhur iki ismi ise, müridleri tarafından altınla tartılan ve 1957'de ölen Üçüncü Ağa Han ile Ağa Han'ın çapkınlıklarıyla meşhur oğlu Ali Han idi. Ali Han, 1949'da dünyanın en güzel kadınlarından olan Amerikalı sinema oyuncusu Rita Hayworth ile evlenmişti. Güney Fransa'nın Cannes kasabasında yapılan düğüne dünya sosyetesi nin en önemli 500 ismi davet edilmiş; düğünde 100 kilo havyar yenmiş, 600 şişe şampanya içilmiş ve 200 şişe de parfüm sıkılmıştı. Düğünün İsmaili nüfusun yoğun olduğu Hindistan'da da tekrar edilmesi planlanmış ama Rita'nın nikâhtan önce hamile kalması yüzünden rezalette n çekinilmiş ve vazgeçilmişti. Ağa Han'dan Yasemin adında bir kızı olan Rita Hayworth, kocasından 1953'te boşandı. Oğlunun zanparalıklarından bıkıp usanan ve "Bu adamın değer yargıları da yok, zevki de..." diyen Ağa Han ise, Ali Han'ın dini liderlik yapamayac ağını inanarak unvanlarının yanısıra liderliği de Harvard mezunu olan torunu Kerim Han'a bıraktı. İsmaili Mezhebi'nin liderliğini şu anda Dördüncü Ağa Han unvanıyla Kerim Han yapıyor ve ailenin kurduğu vakıflar mimariden eğitime kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor. Sabah - Murat Bardakçı Hz. Muhammed'in Soyundan Geldiği İddia Edilenler https://onedio.com/haber/bugune-kadar-hz-muhammed-in-soyundan-geldigi-iddia-edilen-11-unlu-652069 Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'a göre Atatürk Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor Kendi açıklamasına göre Kemal Kılıçdaroğlu Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor. Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'e göre Said-i Nursi, Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor. Kendi açıklamasına göre Adnan Oktar Hoca Hz. Muhammed'in soyundan geliyor. Murat Bardakçı'ya göre Ünlü Grammy ödüllü müzisyen Arif Mardin Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor. Kendi açıklamasına göre Necati Şaşmaz Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor. Kendi açıklamasına göre işadamı Zeynel Abidin Erdem Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor. Kendi açıklamasına göre Ethem Sancak Hz.Muhamm ed'in soyundan geliyor. http://www.milliyet.com.tr/Kimlerin-torunu-olduguna-inanamayacaksiniz-molatik-3980/ |
4
SELAMÜN ALEYKÜM DEĞERLİ MÜSLÜMAN KARDEŞİMİZ SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ - SİTE HAKKINDA GENEL BİLGİ ____________________________________________________________________________________________________ / SİTEMİZDE KONU VEYA YAZI YAZMAK İÇİN BU BÖLÜMÜ OKUYUNUZ / TIP MATEMATİK VE MÜZİK
: Ekim 11, 2018, 05:57:37 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
TIP VE MÜZİK ESRA MELTEM KOÇ İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ https://www.researchgate.net/publication/297717586_Ruhun_ve_Bedenin_Gidasi_Gecmisten_Gunumuze_Muzik_ve_Tip Esra Meltem Koç 1 Duygu Ayhan Başer 2 Rabia Kahveci 2 Adem Özkara 2 1 Ankara Mamak Toplum Sağlığı Merkezi Aile Hekimliği Uzmanı, Ankara 2 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği Ankara Ruhun ve Bedenin Gıdası Geçmişten Günümüze Müzik ve Tıp Sanat ve tıp ilişkisi ve sanatın önemli bir kolu olan müziğin insan hayatındaki önemi yadsınamaz. Müzik sadece bir sanat değil, aynı zamanda insan hayatının her döneminde önemli yeri olan bir kavramdır; zihinde ve vücutta olumlu etkileri vardır. Günümüze kadar birçok medeniyet kendi sosyal ve kültürel düzeyine göre müziğin sağlık üzerine olan etkisini keşfetmiş; müzik, ritm ve dansı pek çok konuda kullanmışlardır. Bu makale ile tarihsel pencerede n müzik ve tıbbın ilişkisini değerlendireceğiz. Anahtar Kelimeler : Müzik, Terapi, Tarih Ses : aralarında uyum bulunan titreşimler olarak tanımlanmaktadır ve pek çok canlı tarafından iletişim için kullanılmaktadır. Daha geniş anlamda bir ritm, tempo ve ahengi çağrıştıran canlı veya cansız sistemler in çıkardığı seslere kâinatın veya tabiatın musikisi denilebil ir (rüzgâr sesi, akan su veya kıyıya vuran dalganın sesi, kuş cıvıltıları vs).3 Bu bakış açısıyla müzik insanın yaratılmasıyla birlikte hep var olan ve yaşamın her döngüsünde ona eşlik eden hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Başka bir deyiş ile de müzik, birtakım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatıdır (1,2). Yapılan çalışmalar çocukların melodik ritimleri algılama ve hatırlama, bir bestedeki yükselen ve alçalan ses tonlarını fark etme ve tempo değişikliklerini algılamada özel bir yetenekle ri olduğunu göstermektedir (2,3). İnsan ve hayvanlar la yapılan bu tür bilimsel çalışmalarla müziğin canlı organizma lar üzerindeki fiziksel ve psikoloji k etkileri incelenme ktedir. Yapılan çalışmalar yoğun bakım hastalarında müzik tedavisin in hastalard a ağrı şiddetini ve anksiyete lerini azalttığını, gevşemeyi sağladığı gözlenmiştir. Arya ve arkadaşlarının primigrav id sağlıklı hamileler ile yaptığı bir randomize kontrollü çalışmada antenatal dönemde müziğe maruz kalan yenidoğanların davranışlarının önemli derecede ve olumlu etkilendiği belirlenm iştir (4,5). Son yıllarda geliştirilen fonksiyon el manyetik rezonans (MR) görüntüleme ve Pozitron Emisyon Tomografi si (PET) görüntüleri müziğin beyin ve merkezi sinir sistemi üzerindeki etkilerin in daha yakından izlenmesi nin yolunu açmış ve “nöromüzik” teriminin tıp literatürüne girmesine neden olmuştur (4). Müziğin ruh ve beden üzerindeki tedavi edici özelliğinin hipotalam ik pituatuar adrenal aksta yaptığı modülasyon sonucu serum dehidroep iandroste ron, epinefrin, interleuk in–6 ve kortizol gibi diğer stres hormon konsantra syonlarındaki belirgin azalmalar la ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Müziğin rahatlatıcı bazı özellikleri inflamatu ar markerlar da azalma ve bağışıklık sistemini n doğal öldürücü hücrelerin aktivasyo nlarının geliştirilmesi gibi biyokimya sal ölçülebilir stres azaltıcı etkileri ortaya çıkmaktadır (6,7). İnsanlık tarihinin her döneminde yer alan müziğin insan sağlığı üzerine çok olumlu etkilerin in gözlenmesi tarih boyunca müzik ile tedavinin her toplumda yaygın olarak kullanılmasına neden olmuştur. Müziğin tedavi amacıyla kullanıldığı en eski medeniyet lerin başında Sümerler, Babiller, Asurlar, Şamanlar, Çinliler, Eski Mısır ve Yunanlılar gelmekted ir. Milattan sonra sahne alan Endülüs, Emevi, Selçuklu ve Osmanlı dönemi İslam coğrafyası şifahanelerinde müzik farklı ruhsal ve bedensel rahatsızlıkların tedavisin de yaygın olarak kullanılmaktaydı (8,9). Aslı Yunanca olan müzik kelimesi “musica” sözcüğünden gelmekted ir. Birçok araştırmacıya göre Musica’nın etimoloji si muse-şifa dağıtan peri veya melek anlamına gelmekted ir. Türkçede müzik yerine musiki kelimesi de kullanılmaktadır. Eski Yunanlılara göre her türlü erdemin kökeni olan müzik ruhun arındırılması ve eğitilmesinde önemli bir rol almaktadır. “Paignio” bu dönemde hastalıklardan ve dertlerde n kurtulmayı sağlayan neşe ve sevinç içeren şarkılara verilen isimdir. Apollon’un oğlu, eski Yunan müzisyeni Orpheus’un lir adı verilen bir çalgı çaldığı bilinmekt edir. İnanışa göre lir insanların sıkıntılarını, dertlerin i gideren bir çalgıdır. Tıbbın babası sayılan Hippocrat es’ in de 2400 yıl önce, hastaları ilahiler eşliğinde tapınağa götürdüğü bilinir. Xenokrate s, Hipocrate, Asclepiad e, Colinos Areteus, Cacleius, Theofrast e, tıbbi tedaviden fayda görmeyen hastalard a müzik tedavisin i kullanmıştır (8-12). M.Ö. 9. yüzyılda yaşayan Yunan şairi Homeros yazmış olduğu Odyssiea adlı eserinde, müziğin kanamaya karşı iyi geldiğini iddia etmiştir. Ayrıca ameliyatl arında müziği kullanara k, etkili olduğunu göstermiştir. M.Ö. 585–500 yıllarında, yaşayan filozof ve matematikçi Pythagora s, umutsuzluğa düşen ve çabuk öfkelenen hastaları tedavi edebilmek için çeşitli yollar araştırmıştır. Bunun için farklı melodiler ile tedavi fikrini öne sürmüştür. Aesculape ise sağırlığın tedavisi için trampet kullanmıştır. Yunanlıların büyük filozofla rından olan Sokrates’in öğrencisi Platon’ da (Eflatun) M.Ö. 400 yıllarında ahenk ve ritimle müziğin ruhun derinlikl erine etki ederek kişiye hoşgörü ve rahatlık sağladığından bahsetmek tedir (8,10,11). Xenokrate s, akıl hastalarını at kemikleri nden veya içi boşaltılmış bir çeşit bitki sapından yapılmış aletlerle musiki çalarak tedavi ediyordu. M.S. 5. yüzyılda Afrikalı bir hekim olan Caeleius Aurelianu s, kronik hastaları tedavi etmek için obua çalmayı öneriyor ve özellikle bazı psikiyatr ik hastalıklarda müziğin etkili olduğunu savunuyor du. Celsus ve Areteus, Roma’da müziğin ruhu rahatlatıp yatıştırdığını ve ruh hastalarını tedavi etmede faydalı olduğunu belirtmiştir. Eski Roma’da müziğin sara, histeri, böcek sokmaları, mikrobik hastalıklar, konuşmama ve ağrılar için kullanıldığı bazı kaynaklar da yazılı olarak belirtilm iştir. Özellikle histeri hastalarının flüt ile tedavi edildiğine dair yazılı kaynaklar bulunmakt adır. Roma hekimleri nden Asclepiad es’in psikiyatr ik hastalıkların tedavisin de müzik terapisin i kullandığı da bilinmekt edir (. Eski Mısır’da hastalara tedavi öncesinde müzik dinletili r, böylece hastaların tedavi öncesinde büyük bir güç kazandıkları düşünülürdü. Ayrıca doğum sırasında da müziği kullandıkları bilinmekt edir. Meşhur Çin filozofu Konfüçyus “müzik ile insanlar arası ilişkilerin düzeldiğini, gözlerin parladığını, kulakların keskinleştiğini, kanın hareketi ve dolanımının sakinleştiğini” ifade ederek müziğin insan vücudu üzerindeki etkilerin e dikkati çekmiştir. Çin toplumund a gür ses veren “Lo” isimli gong kötü cinleri ve ruhları hastanın yanından uzaklaştırdığı inancı ile hastalara iyi olmaları için çalınırdı (8,10). Türklerde müzik kültürü, Türk tarihi kadar eskiye dayanmakt adır. Yaklaşık 6000 yıldan daha uzun süreye dayanan bir geçmişten söz edilmekte dir. Türk tarihinde Altay Türk kültürü M.Ö. 3000’li yıllardan başlayarak Türk müzik kültürünün temelleri ni oluşturmuştur ve göçler sayesinde kültür dört bir yana yayılmıştır. Türkler üflemeli, vurmalı, telli çeşitli müzik enstrümanları kullanmışlardır.12 Bunlardan kopuz veya saz Orta Asya döneminde iyi ruhları çağırıp kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılan, tedavi edici kabul edilen bir çalgıdır. Davullar hasta tedavisin de ve dini törenlerde özellikle ölüler, ruhlar, cinler ve perilerle irtibat kurarak hastaları tedavi ettiğine inanılan “şamanlar (trans ustaları)” tarafından kullanılmıştır (12,13). Altay, Kırgız, Kaşgar Türklerinde, dansı ve müziği hastalıkların tedavisin de kullanan “Baskı” ve “Kam” adı verilen hekimler vardı. Bu hekimleri n seans boyunca şiir, müzik, dansı sanatsal bir biçimde birleştirerek trans ile iyileştirici özelliği olduğuna inanılırdı. Çok yaygın olarak bilinmese de Özbekistan’da da “Kinne Yöyücüler” denilen, şarkı ve dansla nazar değen hastanın ruhundan şeytanı uzaklaştırdığına inanılan kişiler olmuştur (8,12,13). İslamiyet’in ilk yıllarında müzik insanı dini vazifeler inden uzaklaştıracağına, zevk ve sefaya yönelteceğine inanıldığı için hoş karşılanmamıştır. Ancak sonraları Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Kuran-ı Kerim’in güzel okunmasından memnuniye t duyması ile toplumun müziğe bakış açısı değişmiştir. Zamanla kişiler kültürlerinin yöresel müziklerine göre Kuran okumaya başlamışlardır. Böylece kademe kademe insanların yaşamlarına giren müzik, devletin ileri gelenleri nin ilgisi ile gelişmeye devam etmiştir ve Abbasiler döneminde ise yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Abbasiler döneminde yaşayan ünlü Türk-İslam bilgini ve filozofu Farabi, Kitab ül Musiki adlı eserinde müziği nazari açıdan açıklamış ve müzik enstrümanlarından bahsetmiştir (12,13). İslam tarihinde sufiler müzikle ilgilenmiş ve ruh hastalıklarının tedavisin de kullanıldığından bahsetmişlerdir. Bu dönemlerde yaşamış olan Zekeriya Er-Razi (854–932), Farabi (870–950) ve İbni Sina (980–1037), ruhi hastalıklarda müzik kullanımının öncüsü olmuşlardır (12,13). Farabi, “Musiki ul Kebir” eserinde müziğin astronomi ve fizik ile olan ilişkisini ele almıştır. Farabi, Türk Müziği makamlarının ruh üzerine olan etkilerin i şu şekilde sınıflandırmıştır ( 8,12,13 ) MUSİKİ MAKAMLARI VE TIP 1. Rast makamı: İnsana sefa (neşe-huzur) verir. 2. Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir. 3. Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir. 4. Büzürk makamı: İnsana havf (korku) verir. 5. Isfahan makamı: İnsana hareket kabiliyet i, güven hissi verir. 6. Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir. 7. Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir. 8. Zirgüle makamı: İnsana uyku verir. 9. Saba makamı: İnsana cesaret, kuvvet verir. 10. Buselik makamı: İnsana kuvvet verir. 11. Hüseyni makamı: İnsana sükûnet, rahatlık verir. 12. Hicaz makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük) verir. İbni Sina musikiyi, Farabi’nin eserlerin den öğrenip tıp mesleğinde uyguladığını, Kitabü-ş Şifa adlı eserinde “Tedavinin en iyi yollarından, en etkililer inden biri hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele etmek için cesaret vermek, hoşa gider hale getirmek ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarl a biraraya getirmekt ir” diyerek belirtmiştir (12,13). Safiyuddi n Urmevi, 13.yüzyılda yaşamış, Türk Musiki sistemini ilmi şekilde ortaya koymuş ve mugni, santur ve nüzhe gibi çalgıları icat etmiştir. 1360–1435 yılları arasında yaşamış Hoca Abdülkadir Meragi büyük bir bestekâr, musiki bilgini, hanende ve sazende olarak tanınmaktadır. Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled Anadolu’da Mevlevi kültürünün oluşmasına, Itri ve İsmail Dede Efendi Türk Sanat Müziği’nin gelişmesine katkıda bulunan isimlerdi r. Klasik Türk Müziği ve Mevlevi müziğinin yanı sıra Hoca Ahmet Yesevi’nin şiirleri ve Bektaşi nefesleri ile Türk Halk müziği de çok büyük bir gelişme göstermiştir (12,13). Türk tarihinde ilk müzikle tedavi çalışmalarının Selçuklu ve Osmanlılar döneminde uygulandığı görülmektedir. Darüşşifa, hastaların tedavi edildiği mekân anlamına gelmekted ir. Orta Asya Türkleri Darüşşifa yerine Darülmerza, Selçuklular Darülafiye, Osmanlılar Darüssıha, Şifahane, Bimarhane ve Tımarhane terimleri ni kullanmışlardır (12,14). Selçuklular döneminde müzikle tedavi yapılan hastanele r; Nureddin Hastanesi (1154), Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Maristanı (1206), Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası ve Amasya Darüşşifası (1308)’dır (14). Osmanlılar döneminde müzikle tedavi yapılan hastanele r Fatih Darüşşifası(1470), Edirne II. Bayezid Darüşşifası(1488) ve Süleymaniye Darüşşifası (1557)’dır. Bayezid Darüşşifası’nın iki avlu ve bir ana blok olmak üzere üç bölümden oluşan 30 yataklı akıl ve ruh hastalarının su ve musiki sesi ile tedavi edildiği bir şifahane olduğu kayıtlarda ifade edilmekte dir. Evliya Çelebi bu şifaheneden “Bayezid Veli hazretler i vakıfnamesinde” hastalara deva, dertliler e şifa, divaneler in ruhuna gıda ve def’i sevda olmak üzere on adet hanende (şarkı söyleyen) ve sazende (saz çalan) gulam tayin etmiş ki, üçü hanende biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri çengi, biri cenk santurcu, biri udcu olup haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı icra ederler. Allah’ın emri ile nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler. Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamları ona mahsustur . Ama zengüle makamı ile buselik makamında rast kara kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlard a ruha gıda verir.’ şeklinde bahsetmek tedir (12,14). Osmanlı şair hekimleri nden Şuuri Hasan Efendi (ö.1639) “Tadil-ül Emzice” adlı eserinde makamların hangi vakitlerd e icra edileceğini şu şekilde belirtmiştir (8,12): Rast ve Rehavi Makamları: Seher zamanları etkilidir . Hüseyni Makamı: Sabahları etkilidir . Irak Makamı: Kuşlukta (sabah ve öğle arası ) etkilidir . Nihavend Makamı: Öğleyin etkilidir . Hicaz Makamı: İki ezan arası etkilidir . Buselik Makamı: İkindi (öğle ile akşam arası) etkilidir . Uşşak Makamı: Gün batarken etkilidir . Zengüle Makamı: Gurubdan (güneş battıktan sonra) etkilidir . Muhalif Makamları: Yatsıdan sonra etkilidir . Rast Makamı: Gece yarısı etkilidir . Zirefkend Makamı: Gece yarısından sonra etkilidir Tokatlı Mustafa Efendi’nin talebesi Hekimbaşı Gevrekzad e Hasan Efendi “Emraz-ı Ruhaniyey i Negama-ı Musikiye” adlı eserinde çocuk hastalıklarına hangi makamın iyi geldiğini şu şekilde belirtmiştir (8,13): Rast Makamı: Felçle birlikte giden hastalıklarda etkilidir . Irak Makamı: Menenjit ve hırçınlıkta etkilidir . Isfahan Makamı: Zihin açıklığı verir ve zekânın keskinliğini artırır. Kalpte ferahlık duygusu yaratır. Ateşli hastalıklardan korur. Zirefgend Makamı: Felç, ağızda felç, sırt ağrısı, eklem ağrıları ve kamburluk durumlarında çok tesirlidi r. Rehavi Makamı: Baş ağrısına, burun kanamasına, balgam oluşturan üst solunum yolu hastalıklarına iyi gelir. Büzürk Makamı: Beyin ve ensede ortaya çıkan şiddetli hastalıklarda kuvvetsiz liği ortadan kaldırmak için kullanılır. Zengük Makamı: Kalp hastalıkları, karaciğer hastalıkları, mide yanması ve beyin hastalıklarında kullanılır. Hicaz Makamı: idrar zorluğunda kullanılır. Buselik Makamı: Beyindeki düşünce yoğunluğunu azaltıcı etkisi vardır. Göz ve kalça ağrılarında da etkilidir Uşşak Makamı: çok küçük çocuklarda dinletili rse tüm organlarına ferahlık verir. Hüseyni Makamı: Ferahlık duygusu veren bu makam, karaciğer ve kalp iltihabını gidermede etkilidir . Neva Makamı: Ergenlik çağına gelmiş çocuklarda kalça ağrılarında etkilidir . Ayrıca kötü ve sıkıntılı fikirleri sevinç ve sakinlik veren duygulara dönüştüren bir makamdır. Tarih boyunca devam eden müzikoterapi çalışmaları günümüzde de tüm dünyada devam etmektedi r. Türkiye’de de son yıllarda pekçok merkezde benzer çalışmalar yapılmaktadır. 2005- 2006 yıllarında 40 kontrol, 40 deney grubu toplam 80 gebenin katıldığı indüksiyon uygulanan primipar gebelere travayda verilen eğitim ile dinletile n müziğin doğum sürecine etkisi (Ersanlı, 2007) adlı çalışmada deney grubundak i gebelere eğitim verilmiş, doğum ağrılarına iyi geldiği bilinen Rehavi makamındaki müzik birer saat arayla, her saatte 20 dakika olmak koşulu ile en az 6 kez dinletilm iş, kontrol grubundak i gebelere eğitim verilmemiş, müzik dinletilm emiştir. Araştırma sonucunda indüksiyon uygulanan primipar gebelere travayda verilen eğitim ile dinletile n müziğin doğum sürecine olumlu etkileri olduğu saptanmıştır (15). 2007 yılında Gazi Üniversitesi Algoloji Bölümünde bel, boyun ve baş ağrısı çeken 20 hasta ile ağrılı hastalard a Türk Müziği ile tedavinin etkinliği araştırılmıştır. Hastaların terapi öncesi ve sonrası ağrı şiddetleri (0 ile 10 arasında) verbal numerik skala (VNS) ile değerlendirilmiştir ve hastaların ağrı dereceler i ile terapi öncesi ve sonrasında anlamlı bir fark çıkmıştır. Ayrıca hastaların terapi öncesi ve sonrası ACTH ve kortizol stres hormonlarında da %40 azalma tespit edilmiştir (Babacan, vd. 2008) (15). 2009 yılında Ege bölgesinde bir Araştırma ve Uygulama Hastanesi nin Pediatri Klinikler inde 46 hemşire ve doktor ile müziğin klinikte kullanımı hakkındaki görüşlerini belirleme k için yapılan çalışmada bilgi düzeylerinin yeterli olmadığı belirlenm iştir (16). Müzik ile tedavinin insan hayatındaki olumlu etkileri tarihin her döneminde anlaşılmış ve pek çok medeniyet tarafından uygulanmıştır. Günümüzde de müzik ile tedavi için Avrupa, Amerika ve Güney Amerika ülkelerinde lisans ve yüksek lisans eğitim programla rı vardır; ayrıca bu alanda dernekler kurulmakt a, bilimsel kongreler ve konferans lar düzenlenmektedir. Mısır, Letonya, Japonya gibi Türkiye de müzikle tedavi eğitimi için yurt dışına öğrenciler göndermeli, müzik profesyon ellerinin ilgisini bu alana çekmeli ve tıp, psikoloji sosyoloji gibi alanlarda çalışan kişilerin bu konuda çalışmalar yapmasını teşvik etmelidir (15 ) KAYNAKLAR 1. Türk Dil Kurumu. http://www.tdk.gov.tr (Erişim Tarihi: 19.03.201 3). 2. Yıldırım F. Müziğin Sağlık Üzerindeki Beş Etkisi. http://www.saglikveyasamdergisi.com.tr (Erişim tarihi: 19.03.201 3). 3. Aydın S. Tedavi ve Zihin Gelişiminde Müzik. Sızıntı Dergisi 2000; 22 (5):256. 4. Uyar M, Akın Korhan E. Yoğun bakım hastalarında müzik terapinin ağrı ve anksiyete üzerine etkisi. AĞRI 2011;23(4):139-46. 5. Arya R, Chansoria M, Konanki R, Tiwari DK. Maternal Music Exposure during Pregnancy Influence s Neonatal Behaviour: An Open-Label Randomize d Controlle d Trial. Internati onal Journal of Pediatric s 2012;2012:901812. doi: 10.1155/2012/901812. Epub 2012 Feb 14. 6. Kemper KJ, Danhauer SC. Music as Therapy. Southern Medical Journal 2005;98(3):282-8. 7. Cervellin G, Lippi G. From music-beat to heart-beat: A journey in the complex interacti ons between music, brain and heart. European Journal of Internal Medicine 2011; 22(4):371-4. 8. Karahan S. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzik Anasanat Dalı. Tarihsel Süreç İçerisinde Türklerde Müzikle Terapi Yüksek Lisans Tezi. Tunak Ü. Tez dnş. İstanbul; 2006. 9. Erer S, Atıcı E Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastanele r Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2010;36(1): 29-32. 10. Uçan Ö, Ovayolu N. Müzik ve Tıpta Kullanımı. Fırat Sağlık Hizmetler i Dergisi 2006;1(3):14-22. 11. Altınölçek H Tedavide Müzik ve Antik Dönem'de Uygulanma sı. Müzik ve Bilim Dergisi 2004: 1(1). 12. Güner SS. Müziğin Tedavidek i Yeri ve Şekli. Karadeniz Araştırmaları 2007;12: 99-112. 13. Somakcı P. Türklerde Müzikle Tedavi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2003;15 (2): 131-40. 14. Erer S, Atıcı E. Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastanele r Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2010:36 (1):29-32. 15. Uçaner B, Öztürk B, 2009. Türkiye’de ve Dünyada Müzikle Tedavi Uygulamal arı, I.Uluslar arası Eğitim Araştırmaları Kongresi Çanakkale Erişim adresi: http://www.muzikegitimcileri.net/bilimsel/bildiri/Ucaner- Ozturk.pd f (Erişim Tarihi: 19.03.201 3). 16. Dündar SA Pediatri Kliniğindeki Hemşire ve Doktorların, Müziğin Klinikte Kullanımı Hakkındaki Düşünceleri. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2011;12(3):11-5 ( PDF ) Ruhun ve Bedenin Gıdası: Geçmişten Günümüze Müzik ve Tıp. Available from https://www.researchgate.net/publication/297717586_Ruhun_ve_Bedenin_Gidasi_Gecmisten_Gunumuze_Muzik_ve_Tip [ accessed Oct 11 2018 ] MATEMATİK VE MÜZİK MATEMATİK MÜZİK PDF DOSYALARI MATEMATİK MÜZİK İLİŞKİSİ http://akifaltundal.net/tur/content/view/1072/ Yazar Prof.Dr.C ihan Orhan Müzik Ve Matematik Daha önceki bir yazımızda matematik - sevgi ilişkisini kurmaya çalışmış ve matematiğin resim, müzik, mimari gibi bir güzel sanat olduğunu belirtmişti. Bu nedenle bu yazımızı matematik - müzik ilişkisine ayırdık. T.Pappas'ın "Yaşayan Matematik" isimli kitabının önsözünde şunlar yazılıdır: "Matematik ten duyulan zevk bir şeyi ilk kez keşfetme deneyimin e benzer. Çocuksu bir hayranlık ve şaşkınlık insanı sarar. Bu deneyimi bir kez yaşadıktan sonra, bu duyguyu unutamazsınız. Bu duygu, ilk kez mikroskob a bakıp da daha önce çevrenizde her zaman var olan ama, göremediğiniz şeyleri gördüğünüz anki kadar heyecan vericidir ." Gerçekten de matematiğin estetik çekiciliğine tamamen duyarsız, aydın bir insan bulmak biraz zordur. Matematik sel güzelliği tanımlamak çok güç olabilir fakat bu güçlük her tür güzellik konusunda geçerlidir. Sadece düşüncede var olan olayların nerelerde uygulama alanı bulabilec eği hiçbir zaman önceden tahmin edilemez. Bu nedenledi r ki matematikçiler, yapılan çalışmaları estetik yönden değerlendirmekte, eserlerde bir sanatçı titizliği ile güzellik ve zarafet aramaktadırlar. İşte bunun için matematik - müzik ilişkisini bir magazin popülaritesi içinde sunmaya çalışacağız. Orta çağda eğitim programla rında müzik, matematik ve astronomi ile aynı grupta yer alırdı. Matematik ve müzik ilişkisi, günümüzde bilgisaya rlar aracılığı ile devam etmektedi r. Matematiğin müzik üzerindeki etkisini müzik parçalarının yazımında görebiliriz. Bir müzik parçasında ritim ( 4:4 lük , 3:4 lük gibi ), belirli bir ölçüye göre vuruş birlik, ikilik, dörtlük, sekizlik, onaltılık, ... gibi notalar bulunur. Belirli bir ritimde, değişik uzunlukta ki notalar, belirli bir ölçüye uydurulur . Her ölçünün ise değişik uzunlukta ki notaları kullanan belirli sayıda vuruştan oluştuğu görülür. Pisagor ( M.Ö. 580- 500 ) ve onun düşüncesini taşıyanlar sesin, çekilen telin uzunluğuna bağlı olduğunu fark ederek, müzikte armoni ile tamsayılar arasındaki ilişkiyi kurmuşlardır. Uzunlukla rı tamsayı oranlarında olan gergin tellerin de armonik sesler verdiği görülmüştür. Gerçektende çekilen tellerin her armonik bileşimi tamsayıların oranı olarak gösterilebilir. Örneğin, do sesini çıkaran bir telin uzunluğunun 16/15'i si sesini verirken 6/5'i ise la sesi; 4/3'ü sol sesini; 3/2'si fa sesini; 8/5'i mi sesini; 16/9'u ise re sesini verir. Görüldüğü gibi iki notayı bir arada duymak, iki frekansı ya da iki sayıyı ve bu iki sayı arasındaki oranı algılamaktan başka bir şey değildir. Demek ki armoni sorunu, iki sayının oranını seçme sorununa eşdeğerdir. Müzik, gizli bir aritmetik alıştırmasıdır diyen Leibniz'in haklılığı ortaya çıkıyor.Müziği, belli kurallara uygun olarak oluşturulmuş basit birtakım seslerin birbirler ini izlemesin den oluşan cümleler topluluğu olarak tanımlayabiliriz. Bu kurallar, matematik te mantık kurallarına karşılık gelirler. Bir çok müzik aletinin biçiminin matematik sel kavramlar la ilgili olduğunu belirtirs ek şaşırmazsınız herhalde. Örneğin, aşağıdaki şekilde x >= 0 için y = 2x eğrisinin grafiği çizilmiş olup telli ya da üflemeli çalgıların biçimleri bu üstel eğrinin biçimine benzer. Müzikal seslerin niteliğinin incelenme si 19. yüzyılda matematikçi J.Fourier tarafından yapılmıştır. Fourier, müzik aleti ve insandan çıkan bütün müzikal seslerin matematik sel ifadelerl e tanımlanabileceğini ve bunun da periyodik sinüs fonksiyon ları ile olabileceğini ispatlamıştır. Bir çok müzik aleti yapımcısı, yaptığı aletlerin periyodik ses grafiğini, bu aletler için ideal olan grafikle karşılaştırır. Yine elektroni k müzik kayıtları da periyodik grafikler le yakından ilişkilidir. Görüldüğü gibi bir müzik parçasının üretilmesinde matematikçilerle müzikçilerin birliktel iği çok önemlidir. Matematik - müzik ilişkisinin bir başka özelliğini ortaya çıkarabilmek için matematik te ve mimaride çok sık kullanılan bir orandan söz etmek istiyorum . Uzunluğu L olan bir [AB] doğru parçasını ele alalım ve bunun uzunlukla rı a ve b olan iki parçaya ayıralım. Eğer a / b = L / a yani, a / b = (a + b) / b eşitliği gerçekleniyorsa, bu bölmeye [AB] doğru parçasının altın bölümü adı verilir. a / b oranına da ALTIN ORAN denir. Şimdi x = a / b dersek, ilgili denklem x2 - x - 1 = 0 şekline getirileb ilir. Bu denklemin pozitif kökü (1 + 5) / 2 = 1.618'dir. Şimdi yeniden müziğe dönelim. İnsan kulağı için en uyumlu aralığın 8/5 frekans oranındaki major 6'lı olduğu bilinmekt edir. Bu oranın yukarıda bulduğumuz altın orana çok yakın bir oran olduğunu görüyoruz. Bana göre müziğin matematik ten farklı tarafı, bazı göz kamaştırıcı tuzaklar kullanara k, insanları büyüleyebilmesidir. Halbuki matematik bunu yapmaz. Russell bunu şöyle özetliyor: "İyi bakıldığı zaman matematik sadece doğruyu değil yüksek bir güzelliği de içerir. Matematik bu güzelliklere bürünmek için insan doğasındaki zayıflıklara başvurmaz; resim ve müziğin göz kamaştırıcı tuzaklarını da kullanmaz ." Matematiğin müziğe kıyasla önemli tarafı şudur: Müzikal bir parçanın içerdiği estetik unsurun müzik eğitimi almayan kimseler tarafından anlaşılabilmesine karşılık, bir matematik sel teoride dinleyici veya okuyucunu n tüm mantık zincirler ini izlemesi zorunluluğu vardır. Hatta içerdiği estetik unsuru da sezebilme si gerekir. Şüphesiz matematiğin de müzik gibi kompozitörleri ve virtüözleri vardır diyor hocamız Cahit Arf. Kompozitörler, teorileri kuranlar; virtüözler de teorileri gerçek manada anlayarak ifade edebilenl er ve hissettir ebilenler dir. Yazımızı, ünlü ressam Leonardo Da Vinci'nin şu sözleri ile noktalama k istiyorum: "Matematik sel açıklamalar ve yöntemler kullanılmadan yapılan hiçbir araştırmaya bilimsel denemez." PROF. DR. CİHAN ORHAN ANKARA ÜNİVERSİTESİ FEN FAKÜLTESİ MATEMATİK BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ BAĞLAMA VE THM ANEKTODLA RI FORUM ROCKDISTO RTION İSTANBUL 2017 AHMET REACİ YILMAZOĞLU - İTÜ İstanbul Devlet Konservat uvarı RockDıstortıon forumda,daha önce Bağlama Metodları ile ilgili THM notaları ve genel olarak Türk Halk Müziği ile ilgili Bazı önemli anektodla rı içeren yazılarımı PDF dosyası niteliğindeki linkleri Paylaşmıştım Özet olarak buraya önemli olan ayrıntıları Yeniden aktarıyorum BAĞLAMA METODLARI Genel olarak ( istisnala r hariç ) Bağlama Metodlarında TRT Repertuarındaki THM eserleri Olduğu gibi alınarak Metodlara aktarılıyor Metod,bu haliyle THM Repertuar listesi haline geliyor Ve Enstrüman ( Bağlama ) Metodu olmaktan çıkıyor TRT Repetuarındaki THM eserleri Kaval,Bağlama veya Kemençe gibi THM Enstrümanları tarafından çalınabilir Ancak,bu eserler ana kaynak eserlerdi r Enstrüman için notaya alınan eserler değildir Solo veya Koro tarafından Seslendir ilebilmes i için Şan Tekniğine göre,notaya alınmış eserlerdi r Ve Enstrüman için notaya alınmadığından Enstrümanlar tarafından çalınacaksa Yeniden notasyon yapılması Partisyon içindeki mezurlar Porte altına,ilave bir porte eklenerek Akolat ile bağlantı yapılarak Üstte Şan tekniğiyle notaya alınmış şekli Altta ise çalacak olan THM Enstrümanının Yapısal ve teknik özelliklerine Ses genliği ve renklerin e göre Notaya alınmış şekli yer almalıdır Göçürme ile bu notalar çalınmamalı Transpoze ile notalar yeniden yazılmalıdır Ayrıca çarpma çektirme gibi figürler Özellikle nota olarak belirtilm elidir Parmak numaraları ve tezene vuruşları Her yerde olmasa bile Önemli yerlerde özellikle daire içinde gösterilmelidir Bela Bartok'un THM notaları Çarpma gibi en ince ayrıntılar ile doludur THM,bizde genel olarak Batı gibi notasyon ile aktarılmıyor Usta çırak modeli ile aktarılıyor Usta,kendinden sonra,geleceklere aktarmak için Metod yazmıyor Usta çaldığı eseri,çaldığı şekliyle notaya almıyor Notası mevcut bir eseri,çaldığı zaman ise Notadaki gibi çalmıyor Usta ölünce,eseri onun gibi seslendir ilemiyor Dolayısıyla ustaların eserleri Notasyon olmadığından,yok olup gidiyor Batıda ise,usta denilince,akla ilk gelen Bildiğini notasyon ile gelecek kuşaklara aktarandır Vıdeo veya CD ile,eserler gelecek kuşaklara aktarılamaz Müziğin kodlama sistemi notadır Gitar ustası Jimi Hendrix,New-Orleansta Kendisi gibi,Gitar çalmak isteyen bir gence Eserlerin in notasını vermiş Eserler ise Jimi Hendrix'in çaldığı gibi notasyon yapılmış eserlermiş Bizde ise Vıdeo ve CD verilir Elektro Bağlama için kullanılan manyetikl erde Fender,Gibson v.s gibi markalar tercih edilir Tüm dünyadaki markaların manyetikl eri,Gitar manyetiğidir Türkiye veya Avrupada Bağlama için özel olarak üretilmiş Manyetik mevcut olmadığından Gitar manyetikl eri kullanılmaktadır Bu tür manyetikl erde Bağlamanın otantik frekansı yoktur Türkiye artık kendi enstrümanı Bağlama için Yerli teknoloji ile bir manyetik üretmesi gerekmekt edir LA sesi 440 Hertz olarak kabul edilmekte dir Bu sistem,Batı'ya göredir Türk Müziğinde LA sesi 432 Hertz olarak kabul edilir Bununla ilgili bilimsel bir açıklama yapılacak olursa http://www.bilgierdemdir.com/2016/09/evrenin-frekansi-432-hz-440-hz-frekansa.html Evren bir titreşim yayar. Tüm doğanın bir titreşimi vardır. Tüm canlı ve cansız her şey titreşim yayar. Havada bu titreşim dolaşır. Düşünceleriniz bir frekans yayar. Müzik bu titreşimin en güçlü örneğidir. İnsanlar ilk çağlardan beri müzik yapmaktadırlar. Basit çalgılar güçlü ve karmaşık enstrümanlara dönüşmüştür. Peki doğanın ve müziğin doğal frekansı nedir. Müzisyenler ve müzikseverler 432 hz olduğunu söylüyorlar. " Her insanın kalbinde Güzellik titreşimine cevap verecek bir yer vardır " Christoph er Morley Peki neden 432 hz. Yapılan araştırmalar Eski müzisyenlerin müziklerini 432 hz ayarladıklarını söylüyor. 1953 yılında Internati onal Standards Organizat ion ( ISO ) 440 frekansına göre müziklerin ayarlanma sına karar veriyor. Pek çok komplo teorisyen ine göre 440 hz frekansı nazi döneminde insanları nasıl huzursuz ve depresif bir hale sokulacağının Araştırmalarının sonucudur deniyor. Sonuçta pek çok insan 432 hz frekans ile yapılmış müzikleri Daha huzurlu buluyor Ve kalplerin de bu frekansı hissettik lerini söylüyor. THM sazlarının akortları yapılırken Elektroni k dijital,tüm ölçü aletlerin de ana ses LA 440 Hertz'dir Ve Türkiyede müzik kayıt işlemleri yapılırken 440 Hertz kullanılmasının asıl sebebi ise Bütün Kayıt sistemler i Elektroni k cihazlar Batı 440 Hertz frekansına göre,imal edildiğindendir Müziğin,LA 432 Hertz olan,Türk Müzik Sistemine göre yapılması için Akort sistemler i Kayıt sistemler i,Elektronik cihazların tümünün Türkiyede imal edilmesi gerekmekt edir Bağlama Metodları deyince Özellikle şunu hatırlatalım Batıda enstrümanlar için özel hazırlanmış Metodlar kullanılmaktadır Örneğin Gitar için notasyon yapılmış Gelişmiş metodlard a Etüdler,Üvertürler ve Konçertolar vardır Rodrigo'nun Gitar Konçertosu buna bir örnektir Bağlama Metodlarında Üvertür veya Konçertoya rastlanılmamaktadır Bağlama denilen enstrüman,aslında Gitar'dan daha geniş Ses özeliklerine sahiptir Bünyesinde Pentatoni zm,Motalizm,Tonalizm Ve Trioizm mevcuttur Bağlama Metodu deyince Türkiye'de,sadece türkü çalınması için Metod hazırlanmaktadır Bağlama öncelikle THM enstrümanıdır Ancak,Metod deyince Notasyonu yapılmış doğaçlamalar TSM ve Batı notasyonl u eserlerde Metodlara mutlaka ilave edilmelid ir Bu şekilde hazırlanan metodlar sayesinde Bağlama çalanların,daha ileri seviyeler e ulaşmaları mümkündür Gitar denilen,aslen Endülüs-Emevi çalgısı Tüm dünya müziklerinde,nasıl kullanılıyorsa Bağlama'da tüm dünya müziklerinde Kullanılabilir Bağlama için,daha gelişmiş metodlar hazırlanarak Çalış tekniği geliştirilerek Tüm dünyada,hak ettiği yeri alabilmel idir Aşağıda çok basit bir doğaçlama örneği TSM ve Batı notasyonl u eserler ile Orhan Gencebay tarzı eserlerde n bir örnek mevcuttur Bağlama Metodlarında,bu tür eserlerin notasyonl arı Mutlaka kullanılmalıdır IslamGree n34 New World - Doğaçlama https://www.youtube.com/watch?v=zyuaWc_WHwo Hasan Genç - Nihavent Longa https://www.youtube.com/watch?v=Srvkn23X3oQ Hasan Genç - Hungary Czardas https://www.youtube.com/watch?v=GPXjNVOX7wQ Orhan Gencebay - Nihavent Üvertür https://www.youtube.com/watch?v=-cDN3Ixwmmw Çetin Akdeniz - Pancar Pezik https://www.youtube.com/watch?v=97w92n1mAFU Çetin Akdeniz - Kürdili Hicazkar Longa https://www.youtube.com/watch?v=pqSrVZIYAPM Çetin Akdeniz - Şehnaz Longa https://www.youtube.com/watch?v=SVHEJBWQZO8 Aşağıda THM ve Bağlama ile ilgili Önemli dosyalar mevcuttur İnceleyiniz THM Ezgilerin in İntikal ve Korunması THM Bağlama Metodlarındaki Eksiklikl er THM Bağlama Yöresel Düzenler Eğitimi Buraya Mehmet Yalçın'ın Bağlama Akort Sistemi ile ilgili yazısını Alaturkamüzikler Forumdan alıntı yapıyorum Bu yazıyıda özelikle okuyunuz BAĞLAMA AKORT SİSTEMİ FORUM ALATURKAMÜZİKLER İSTANBUL 2017 MEHMET YALÇIN ORHANLIOĞLU Haliç Üniversitesi ( İstanbul ) Devlet Konservat uvarı Bağlama akordu için basit olarak Bazı bilgiler aktaralım Bağlama deyince genel olarak kullanılan Long Keyboard ( Uzun Sap ) bağlama ve Short Keyboard ( Kısa Sap ) bağlama'dır Kısa sap bağlama kendi arasında Do kesik ve Re kesik diye ikiye ayrılır Genel olarak kullanılan Re kesik bağlamadır Uzun sap bağlamaya Copa yani ( kopa ) kelepçe takarak Kısa sap bağlama gibide çalabilirsiniz Re perdesine kopa takarak Uzun sap bağlama notalarını çalabilirsiniz Kısa Sap ( Çöğür Düzeni ) akordu boştaki sesler alttan yukarıya Re-Sol-La Uzun Sap ( Kara Düzen ) akordu La-Re-Sol şeklindedir Bağlama akordu için temel ses 440 Hertz LA sesidir ( Aslı 432 Hertz ) LA sesi nereden alınarak akort yapılabilir 1 - Başka akordu yapılmış enstrümandan 2 - Piyano veya org'dan 3 - Bilgisaya r,tablet veya telefonda ki akort programı ile 4 - Elektroni k Dijital akort aleti ile 5 - Akort düdüğü ile En basiti La sesi veren akort düdüğü iledir Uzun Sap ( Kara Düzen ) bağlamanın en alt teli,boşta LA dır Bu LA sesi Bilgisaya r,tablet veya telefonda ki akort programında ve Elektroni k Dijital akort aletinde A harfiyle gösterilir Uzun saplı bağlamayı,kısa saplı ( Çöğür Düzeni ) bağlama gibi çalmak için Uzun saptaki en üst teli,orta telin burgulara yakın olan Mİ sesine çekerek,Kısa Saplı ( Çöğür Düzeni ) bağlama gibi çalabilirsiniz Normalind e Uzun Saplı ( Kara Düzen ) bağlamayı Mevcut bir Kısa Sap ( Çöğür Düzeni ) bağlama ile birlikte Yan yana ve özellikle aynı ses tonunda çalmak için Uzun Saplı ( Kara Düzen ) bağlamada Kısa sap ( Çöğür Düzeni ) akordu yaptıktan sonra Uzun sap bağlamanın RE perdesine kopa takarak Kısa sap bağlama gibi çalabilirsiniz Bu şekilde yaparsanız Uzun sap bağlamaya ait notaları Alt teldeki nota yerleri ve sesleri ve isimleri değişmeden çalabilirsiniz Sadece pozisyonl ar değişir Bu şekilde bağlamanız RE kesik kısa sap bağlama gibi olur Aynı sesi verir,ancak orjinal kısa sap tadını vermez Yazımıza antiparat ez,birde şunu ilave edelim Do kesik bağlama Re kesik bağlama gibi LongNeck bağlama ile uyumlu değildir Ses ve perde ismi ile birlikte Akort uyumuda değişmektedir ShortNeck bağlamanın, RE kesik olması daha uygundur Do Kesik bağlama diye,orjinal bir bağlama çeşidi yoktur LongNeck Bağlama Formunda,alt telde Klavyenin,burgulara yakın olan yerindeki Do # Diyez ile RE perdesi yan yana bulunur Perde ismi ile ses tonu aynı şekildedir ve orjinaldi r Do kesik ( ShortNeck ) bağlamada ise Bahsettiğimiz DO # Diyez perdesi,Mİ olarak adlandırılır RE perdesi ise,FA perdesi olarak adlandırılır Dolayısıyla hem perde ismi,hemde ses tonu değişir Re kesik Kısa Sap bağlamada,bu tür bir sorun yoktur Perde ismi ,perde ismine göre ses tonu aynıdır Dolayısıyla,Kısa Sap bağlama demek Uzun Saplı bağlamanın,Re perdesind en kesilmiş halidir THM normlarına göre ,orjinal olan format,bu şekildedir Do kesik bağlamanın,Re kesik bağlama ile Aynı ses tonunda olması için,Akort yaparken Boştaki tellerin sesleri, 1 ses farklı çekilerek,dengelenir Ancak,yine de,dediğimiz gibi Do kesik bağlama,yanlış bir uygulamadır Kısa Saplı bağlamanın,Do kesik olması,norm dışıdır Hatalı bir imalat tarzıdır Kaval,Kemençe gibi THM enstrümanlarıyla,bir grup oluşturulduğunda Normlara uygun olan Kısa Sap Bağlama,Re kesik bağlamadır Birde yazımızda şunu belirteli m Kısa Sap bağlamaya isim olarak Bağlama denmekted ir Kısa Sap bağlama akorduna da,Bağlama düzeni denmekted ir Uzun Saplı bağlamaya ise,Çöğür denmekted ir Uzun Saplı bağlama akorduna da,Bozuk düzen denmekted ir Bu terimler yanlıştır Bağlama enstrümanın genel adıdır Kısa Sap bağlama,Çöğür Uzun Sap bağlama,Tambura Olarak adlandırılır Akort terimi,THM'de Düzen olarak adlandırılır Kısa Saplı veya Uzun Saplı ayrımı yapılmaksızın Varyantla rıyla birlikte,100 çeşit düzen olduğu saptanmıştır Bozuk düzen ismiyle,bir düzen çeşidi yoktur Bozuk düzen ismiyle adlandırılan düzenin Orjinal ismi,Kara Düzen'dir Alevi sazı veya Alevi düzeni gibi tabirler yanlıştır Dünyayı kan gölüne çeviren ve dünyayı yöneten Siyonizm Her yere bulaşmıştır Siyonizm,Gitar için,İspanyol sazı terimini kullanıyor Bağlama içinde,Alevi sazı terimini kullanıyor Her ikiside yanlıştır Bağlama'nın veya akordun Alevisi,Sünnisi olmaz İslam Dininin özünde ve Kuran-ı Kerim'de Peygamber imiz Hz.Muhamm ed SAV 'in Hadis-i Şeriflerinde Alevilik veya Sünnilik şeklinde,bir ayrımcılık yoktur Bağlama denilen enstrüman,Hz.Ali r.a' devrinde Arapların kültürüne has,kullandığı bir enstrüman değildir Orta-Asya Türk menşeli Enstüman'dır Ve Türkler,Müslüman olmadan önce de Bağlama vardı Alevilik-Sünnilik şeklinde,İsrailiyatın ayrımcılığı olmadan öncede Bağlama vardı Türkler,müslüman olduktan sonrada Bağlama vardır Bağlama,bir kültür ürünüdür,din değildir Bağlama çalan,bir çok Hristiyan vardır Türk olmayan,farklı ırklardada bağlama çalanlar vardır Bağlama,artık bir ülkeye ve bir bölgeye has olmayan Tıpkı Gitar gibi,evrensel bir sazdır BAĞLAMA ETÜDLERİ https://www.youtube.com/watch?v=Pq6ein8mSX8i https://www.youtube.com/watch?v=Nl4029gE6EU https://www.youtube.com/watch?v=bNvPhU84-9k BAĞLAMA AKORT SİSTEMİ FORUM ALATURKAMÜZİKLER İSTANBUL 2017 MEHMET YALÇIN ORHANLIOĞLU Haliç Üniversitesi ( İstanbul ) Devlet Konservat uvarı Yazımıza burada ara veriyoruz İnşallah yararlı olmuştur Her ne kadar sürc-i-lisan ettikse affola Amacımız kimseyi eleştirmek veya kırmak değildir Gayemiz,THM ve Bağlama ile ilgili İnsanlara faydalı bilgiler iletmekti r Allaha emanet olunuz BAĞLAMA VE THM ANEKTODLA RI FORUM ROCKDISTO RTION İSTANBUL 2017 AHMET REACİ YILMAZOĞLU - İTÜ İstanbul Devlet Konservat uvarı BAĞLAMA AKORT SİSTEMİ FORUM ALATURKAMÜZİKLER İSTANBUL 2017 MEHMET YALÇIN ORHANLIOĞLU Haliç Üniversitesi ( İstanbul ) Devlet Konservat uvarı Bağlama akordu için basit olarak Bazı bilgiler aktaralım Bağlama deyince genel olarak kullanılan Long Keyboard ( Uzun Sap ) bağlama ve Short Keyboard ( Kısa Sap ) bağlama'dır Kısa sap bağlama kendi arasında Do kesik ve Re kesik diye ikiye ayrılır Genel olarak kullanılan Re kesik bağlamadır Uzun sap bağlamaya Copa yani ( kopa ) kelepçe takarak Kısa sap bağlama gibide çalabilirsiniz Re perdesine kopa takarak Uzun sap bağlama notalarını çalabilirsiniz Kısa Sap ( Çöğür Düzeni ) akordu boştaki sesler alttan yukarıya Re-Sol-La Uzun Sap ( Kara Düzen ) akordu La-Re-Sol şeklindedir Bağlama akordu için temel ses 440 Hertz LA sesidir ( Aslı 432 Hertz ) LA sesi nereden alınarak akort yapılabilir 1 - Başka akordu yapılmış enstrümandan 2 - Piyano veya org'dan 3 - Bilgisaya r,tablet veya telefonda ki akort programı ile 4 - Elektroni k Dijital akort aleti ile 5 - Akort düdüğü ile En basiti La sesi veren akort düdüğü iledir Uzun Sap ( Kara Düzen ) bağlamanın en alt teli,boşta LA dır Bu LA sesi Bilgisaya r,tablet veya telefonda ki akort programında ve Elektroni k Dijital akort aletinde A harfiyle gösterilir Uzun saplı bağlamayı,kısa saplı ( Çöğür Düzeni ) bağlama gibi çalmak için Uzun saptaki en üst teli,orta telin burgulara yakın olan Mİ sesine çekerek,Kısa Saplı ( Çöğür Düzeni ) bağlama gibi çalabilirsiniz Normalind e Uzun Saplı ( Kara Düzen ) bağlamayı Mevcut bir Kısa Sap ( Çöğür Düzeni ) bağlama ile birlikte Yan yana ve özellikle aynı ses tonunda çalmak için Uzun Saplı ( Kara Düzen ) bağlamada Kısa sap ( Çöğür Düzeni ) akordu yaptıktan sonra Uzun sap bağlamanın RE perdesine kopa takarak Kısa sap bağlama gibi çalabilirsiniz Bu şekilde yaparsanız Uzun sap bağlamaya ait notaları Alt teldeki nota yerleri ve sesleri ve isimleri değişmeden çalabilirsiniz Sadece pozisyonl ar değişir Bu şekilde bağlamanız RE kesik kısa sap bağlama gibi olur Aynı sesi verir,ancak orjinal kısa sap tadını vermez Yazımıza antiparat ez,birde şunu ilave edelim Do kesik bağlama Re kesik bağlama gibi LongNeck bağlama ile uyumlu değildir Ses ve perde ismi ile birlikte Akort uyumuda değişmektedir ShortNeck bağlamanın, RE kesik olması daha uygundur Do Kesik bağlama diye,orjinal bir bağlama çeşidi yoktur LongNeck Bağlama Formunda,alt telde Klavyenin,burgulara yakın olan yerindeki Do # Diyez ile RE perdesi yan yana bulunur Perde ismi ile ses tonu aynı şekildedir ve orjinaldi r Do kesik ( ShortNeck ) bağlamada ise Bahsettiğimiz DO # Diyez perdesi,Mİ olarak adlandırılır RE perdesi ise,FA perdesi olarak adlandırılır Dolayısıyla hem perde ismi,hemde ses tonu değişir Re kesik Kısa Sap bağlamada,bu tür bir sorun yoktur Perde ismi ,perde ismine göre ses tonu aynıdır Dolayısıyla,Kısa Sap bağlama demek Uzun Saplı bağlamanın,Re perdesind en kesilmiş halidir THM normlarına göre ,orjinal olan format,bu şekildedir Do kesik bağlamanın,Re kesik bağlama ile Aynı ses tonunda olması için,Akort yaparken Boştaki tellerin sesleri, 1 ses farklı çekilerek,dengelenir Ancak,yine de,dediğimiz gibi Do kesik bağlama,yanlış bir uygulamadır Kısa Saplı bağlamanın,Do kesik olması,norm dışıdır Hatalı bir imalat tarzıdır Kaval,Kemençe gibi THM enstrümanlarıyla,bir grup oluşturulduğunda Normlara uygun olan Kısa Sap Bağlama,Re kesik bağlamadır Birde yazımızda şunu belirteli m Kısa Sap bağlamaya isim olarak Bağlama denmekted ir Kısa Sap bağlama akorduna da,Bağlama düzeni denmekted ir Uzun Saplı bağlamaya ise,Çöğür denmekted ir Uzun Saplı bağlama akordunad a,Bozuk düzen denmekted ir Bu terimler yanlıştır Bağlama enstrümanın genel adıdır Kısa Sap bağlama,Çöğür Uzun Sap bağlama,Tambura Olarak adlandırılır Akort terimi,THM'de Düzen olarak adlandırılır Kısa Saplı veya Uzun Saplı ayrımı yapılmaksızın Varyantla rıyla birlikte,100 çeşit düzen olduğu saptanmıştır Bozuk düzen ismiyle,bir düzen çeşidi yoktur Bozuk düzen ismiyle adlandırılan düzenin Orjinal ismi,Kara Düzen'dir Alevi sazı veya Alevi düzeni gibi tabirler yanlıştır Dünyayı kan gölüne çeviren ve dünyayı yöneten Siyonizm Her yere bulaşmıştır Siyonizm,Gitar için,İspanyol sazı terimini kullanıyor Bağlama içinde,Alevi sazı terimini kullanıyor Her ikiside yanlıştır Bağlama'nın veya akordun Alevisi,Sünnisi olmaz İslam Dininin özünde ve Kuran-ı Kerim'de Peygamber imiz Hz.Muhamm ed SAV 'in Hadis-i Şeriflerinde Alevilik veya Sünnilik şeklinde,bir ayrımcılık yoktur Bağlama denilen enstrüman,Hz.Ali r.a' devrinde Arapların kültürüne has,kullandığı bir enstrüman değildir Orta-Asya Türk menşeli Enstüman'dır Ve Türkler,Müslüman olmadan önce de Bağlama vardı Alevilik-Sünnilik şeklinde,İsrailiyatın ayrımcılığı olmadan öncede Bağlama vardı Türkler,müslüman olduktan sonrada Bağlama vardır Bağlama,bir kültür ürünüdür,din değildir Bağlama çalan,bir çok Hristiyan vardır Türk olmayan,farklı ırklardada bağlama çalanlar vardır Bağlama,artık bir ülkeye ve bir bölgeye has olmayan Tıpkı Gitar gibi,evrensel bir sazdır BAĞLAMA ETÜDLERİ https://www.youtube.com/watch?v=Pq6ein8mSX8i https://www.youtube.com/watch?v=Nl4029gE6EU https://www.youtube.com/watch?v=bNvPhU84-9k BAĞLAMA AKORT SİSTEMİ FORUM ALATURKAMÜZİKLER İSTANBUL 2017 MEHMET YALÇIN ORHANLIOĞLU Haliç Üniversitesi ( İstanbul ) Devlet Konservat uvarı http://www.notaarsivleri.com/NotaMuzik/topal_oyun_havasi.pdf http://defteriniz.com/wp-content/uploads/2015/05/Topal_Oyun_Havasi.pdf https://www.youtube.com/watch?v=RLshEv4EK5Y http://musicbyekmekci.blogspot.com/2013/11/topal-oyun-havas-notas.html MUSIKİ VE İSLAMİ PERSPEKTİF FORUM BOSPHORUS ALATURKA İSTANBUL AYDIN HALİT YILDIZLIOĞLU İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Fakültesinden mezunum İslami ilimlerle ilgilendiğim kadar Beatbox-Acapella türü müzik ile Bilgisaya r ile yapılan elektroni k müzik Ve stüdyo kayıtlarıyla ilgileniy orum Uzun süredir İstanbul-Kadıköy Çınaraltı Özel Müzik Dershanes inde Gitar ve müzik teorisi Nota-solfej ile nazariyat dersleri alıyorum Forumda Musıki ve islamiyet ile ilgili Bazı paylaşımların mevcut olduğunu gördüm Forumda bu konuya ek olarak Bir kaç önemli anektodu paylaşmak istedim Dinimizde " Müzik kesinlikl e Haram'dır " şeklinde Bir hüküm yoktur Diyanet İşleri Başkanlığı Bilhassa ezanların,makamlarına göre okunması için Musıki ve Makam konusunda eğitimde vermekted ir Haram : kötü,çirkin ve zararlı anlamındadır Helal : iyi,güzel ve yararlı anlamındadır Allah,zerreden kürreye herşeyin yaratıcısıdır Ve Rabbimiz herşeyi iyi,güzel ve yararlı olarak yaratır Rabbimiz hiç bir şeyi,çirkin,kötü ve zararlı olarak yaratmaz Zakkum bitkisini n bile,zehir olarak yaratıldığını ileri sürenler Zakkum bitkisind en,kanser ilacı üretildiğinde Bu bitkinin yararlı yanlarınında olduğunu görmüşler Ve ilimlerin in,herşeyi çözmeye yeterli olmadığından dolayı Bazı şeylerin kötü,çirkin ve zararlı olarak kullanılmasının Yaratıcının yarattığı doneden değil Kendi ilimlerin in eksikliğinden kaynaklan dığını kabul etmişlerdir Musıki,yani "Hendese-i Savt" ilmi içinde aynı şey söz konusudur Bu " Müzik kesinlikl e Haram'dır " fetvalarını derinleştirmek Türk-İslam dünyasındaki İslam olarak kendini lanse eden,Siyonizm odaklı yapılanmaların Telkinler idir Bu konu ile ilgili bazı dipnotlar aktaracağım Öncelikle,Musıki ve Din eksenli bir şey açıklayayım Türk Tasavvuf Musıkisi formlarından birisi,Ezan'dır Dr.Alaatt in Yavaşça'nın notasyonu,Hicaz Makamı Ezan'ı İstanbul-SultanAhmet Camisinde,ikindi vakti okutsak Modifier Sembolite Si Bemol-Do Diyez-Fa Diyez'dir Hicaz makamı ezanda,puandorgları kaldırıp 4/4 lük bir ölçü ile düzenlesek Re Armonik Majör Tonu olarak değiştirsek Modifier Sembolite de değişen bir şey olmayacak tır Allahu Ekber ile başlayan Ezanı Arapçadan,İtalyancaya çevirip "Dıo E Grande" olarak başlatarak Beyoğlu,istiklal caddesind eki Santa Maria Draperis Kilisesin de Acapella formunda,ilahi olarak okutsak Neticede,Draperis Kilisesi,Katolik İtalyan Kilisesid ir Ayinlerin de Acapella ilahiler okumaktadırlar Bu bir hata olarak değerlendirilir ise Peki hatalı olan kimdir Musıki ilmimidir Yoksa,Acapella olarak Ezanı düzenleyip,okutanlarmıdır Rum ve Ermeni Kiliseler inde Okunan ilahilerd e Türk Müziği Formatı olduğunu,hepimiz biliyoruz Burada kimse hata aramıyor,doğal olarak böyledir Türk Musıkisi makamlarını kullanmak tadırlar Müslümanlar " Hendese-i Savt " İlmini bilmedikl erinden Cami içinde kullanılan İnterior Wall,ColumnSpeaker ile Cami dışında kullanılan WaterProo f HornType hoparlörleri üretemiyorlar İmam efendinin namaz kıldırırken kullandığı CollarTyp e mikrofonu Müezzinin ayakta ezan okurken kullandığı Dynamıc-Footed mikrofonu üretemiyorlar Batılı-Siyonist firmalar,bunları üretiyorlar Müslümanlara yüksek ücretle satıyorlar Yıllardır bu böyle devam edip gidiyor Batıl,insanlığın başlangıcı itibariyl e Hak ile savaş halinde olup İslamiyet ile savaştığı gibi Günümüzde,Siyonizm adıyla Irkçı-Emperyalizm olarak Faaliyeti ni tüm dünyada Ve her sahada sürdürmektedir Siyonizm,bütün insanlığı Kendi kölesi olarak görmektedir Kabalist bir bakış açısıyla Tarih veya din ile bilim açısındanda Kültür ve sanat ile müzik açısındanda Durum aynıdır Türk-İslam dünyasında müzik kelimesi kullanılmaz Musıki ilmi veya Hendese-i Savt ilmi olarak geçer Siyonizm,Türk,İslam dünyasında Hendese-i Savt ilminin gelişmesini istemiyor " Müzik,kesinlikle Haramdır " diyerek Hendese-i Savt İlminin gelişmesini engelleme ye çalışıyor Hendese-i Savt İlmi,hangi alanlarda kullanılıyor Ve eğer Türk-İslam dünyasında Hendese-i Savt İlmi gelişemez ise Sonuç ne olur bunu aktarmak istiyorum Öncelikle Forum Güneşli Bahçeler'de yayınlanan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Hamza Nihat Alparslan oğlu'nun yazısını okuyalım Ve konumuza devam edelim Hamza Nihat yazısında şöyle diyor " İslami literatürde,Müzik ne anlama gelir Önce bunu açıklayalım Müzik kelimesi,Yunanca olduğu için Yunan kültüründeki muhteviya tı Farklı izah edildiğinden İslami literatürde,müzik olarak izah edilemez Nasılki islami literatürde Allahın esma-ül hüsna'sı içinde,tanrı kelimesi yoksa ve Allah'a tanrı demek,Allahın sıfatlarına aykırıysa Tanrı kavramı ile Allah'a iman,izah edilemez ise İslami literatürde ismi " Hendese-i Savt " olarak geçen olguyu Müzik kelimesi ile izah etmekte,aynı şekilde aykırıdır " Hendese-i Savt " nedir,diye sorulacak olursa,açıklayalım Bu kelimede Hendese,geometriksel ölçü anlamında olup Savt kelimesi ise,ses anlamındadır Dolayısıyla " Hendese-i Savt " kelimesi Belirli bir çerçeve,alan,hacim veya genişlik içinde Ölçülendirilmiş ses anlamına gelir Müziğin tanımlarından biriside Ölçülü ve kurallı ses anlamındadır Bu tanım aslında,sadece islami bir tanım değildir Tüm dünyadaki dil ve kültürlerde yer alan Müziğin mevcut olan,genel ve temel tanımıdır Aynı zamanda,müziğin oluşumu ve kullanılışı Allahın yaratılış ilkesine göre Ancak " Hendese-i Savt " kelimesi ile izah edilebili r Bu bakımdan " Hendese-i Savt " kelimesi Her yönden,müziği,gerçek manada ifade eden,bir kelimedir Müzik kelimesi ile,Kuran-ı Kerim ayetlerin de Arama yapmak yerine " Savt " kelimesi ile,arama yapılması gerekir Kuran-ı Kerim ayetlerin de Müzik anlamında " Savt " kelimesin i hedef alan Kesin haram olduğuna dair,hiç bir ayete rastlanılamaz Hadis-i Şeriflerde ise Savt kelimesi Müzik anlamında ve haramlığı anlamında Hangi ölçüye ve ne amaçla kullanıldığına göre Değişen bir mahiyette,değerlendirilen bir kelimedir İcma ve kıyas ölçüsünde ise Mezhep imamları ve islam ulemasının Farklı görüşleri olsada Tümünde hedef alınan ses değil Nerede ve hangi amaçla kullanıldığıdır Haram veya helal oluşuda Bazı ölçülere ve kurallara göre belirleni r Ses veya " Hendese-i Savt " direkt olarak Haram olarak nitelendi rilebilec ek,bir materyal değildir Sesi kullananın amacına göre,helal yada haram oluşu değişir Dolayısıyla ses haram değildir Haram haline getiren,kullanıcının kendisidi r Müslümanın görevi,bir şeye haram diyerek,reddetmek değil Helal olanını üretip kullanmasıdır " diyor Evet,Hamza Nihat yazısında Konu ile ilgili,çok önemli açıklamalarda bulunmuştur Genel olarak,İslamiyetin musıkiye bakış açısı ile Bazı islam alimlerin in ve bazı müslümanların bakış açısı Birbirind en farklıdır Bu ise siyonizmi n,bütün dinlerde ve ilimlerde Yaptığı tahribatın sonucudur Endülüsten beri devam eden Din ve Bilim ayrılığı sonucu Bilim adamları dinden kopmuştur İslam alimlerid e,bilim dallarından kopmuştur Ve İmam-ı Gazali'den beri süregelen Akıl ve Vahiy tartışmalarından beri İslam dünyasında Her alanda,konuyla ilgisiz ve ilimsiz fetvalar mevcuttur Musıkinin bir ilim dalı olduğunu Bazı müslümanlar kabul etmezler Bu bakış açısı,siyonizmin etkisiyle ortaya çıkmıştır Bazı müslümanlar,kadın sesinin erkek sesine benzemediğini Kadının,erkekten daha ince,bir ses tonuna sahip olduğunu Farklı bir nitelik taşıdığını belirtere k Haram sınıfında değerlendirmişlerdir Allah tarafından yaratılan,insan ve insan sesleri Kadın sesi olarak,Soprano-MezzoSoprano-Kontralto Erkek sesi olarak,Tenör-Bariton-Bas olarak Yaratılmıştır Bu sesleri çıkaran ve duyan bir mekanizma İnsan bünyesinde mevcut olarak Yine Allah tarafından Semi sıfatının,insanda tecellisi olarak yaratılmıştır ( Semi : En iyi şekilde,her şeyi işiten ve duyan ) Kuran-ı Kerim'de " Kadın sesi kesinlikl e haram'dır " şeklinde Bir ayet-i kerime yoktur Kadın sesinin özellikleri Allahın Bedi sıfatının, insanda tecellisi dir ( Bedi : Var eden,yaratıklarını ahenk ve güzelliklerle donatan ) Bu Soprano-Tenör sıralaması Tüm müzik aletlerin inde varyant ve versiyonl arını Oluşturmaktadır Neticede müzik aletlerin in ve seslerini n kaynağı İnsan ile aynı mecradandır Allahın yarattığı sistemin Allahın insana verdiği akıl,ruh ve duyu ile Üretilip algılanmasıdır Allah tarafından,ilk yaratılan insan,Hz.Adem a.s'dan beri İnsanoğlu,Musıkiye aşina olarak yaratılmıştır İnsanın,Peygamber veya demirci ustası olması Allah tarafından husule getirilen Bu aşinalığı değiştirememektedir Altını çizerek tekrarlay alım Allah tarafından,her insan Diyafram,akciğer,gırtlak ve ses telleriyl e " Hendese-i Savt " ilminin izah ettiği gibi Ses üretmekte olup Yine Allah tarafından yaratılan,kulak vasıtasıyla İnsanın ses telleriyl e Veya cisimleri n titreşimleriyle ürettiği sesleri,duymaktadır İnsan sesi ile tüm cisimleri n Ve müzik aletlerin in oluşturduğu Seslerin kaynağı Yine yoktan var eden Allahın Halık sıfatının,insanda ve tabiatta tecelisid ir Kıyamete değin,insanoğlunun dünyada yok oluşuna değin Bu yaratılış,Allah tarafından devam edecektir Musıki denilen ilim Veya musıki aletlerin in imal ve satışı Bir dönem,İstanbul Karaköy semtinde Sanki,genelev veya eğlence mekanlarıyla Birlikte anılır hale gelmiştir Dolayısıyla,kadınların izzet-i şerefi ve musıki Ayaklar altına alınmıştır Kadın ve musıki ilmi değersizleştirilmiştir Elbette,genelevdekiler hayatlarından memnun değildir Eğlence ile kadın ve musıki ilmini bir araya getirenle rinde Hayatlarından memnun oldukları söylenemez Kadını ve musıkiyi aşağılayan,bir bakış açısı siyonizm kaynaklıdır İslamiyete göre kadın,bir zevk,eğlence ve şehvet aracı değildir İçkili mekanlard a,erkeklerin huzurunda Raks eden dansöz bayanlar ve bu tür bir musıki Elbette helal sınıfında değildir Ancak bu tür mekanlar,bu tür musıki ve rakseden dansözler ile Hakiki islamiyet in ve bizim halk kültürümüzün,bir bağıntısı yoktur İslamiyet yayılmadan önceki,cahiliye devri adetidir Ve tüm Türk-İslam coğrafyasında toplumsal bir problem olarak Karşımızdadır Müslümanların görevi her zaman Bu tür olguları,toplumsal bir problem olarak görerek Çözümüne katkıda bulunmaktır Bunun yol ve yöntemi ise " haram " demek değildir Böyle yapılırsa,problemden ve çözümünden kaçmak anlamına gelir Aşırı alkol tüketiminin insan bünyesine verdiği zarar Tıp bilimi yoluyla Fuhşiyatın topluma ve aileye verdiği zarar Sosyoloji ve psikoloji ilmi yoluyla incelenme li Araştırılarak çözüm yolları topluma,eğitim yoluyla sunulmalıdır İslamiyetin kadına bakış açısı Ruh ve bedeniyle birlikte mükemmel Allahın yarattığı eşref-i mahlukat olan insandır İslamiyet,kadına erkekten daha fazla değer ve önem verir Hz.Ali r.a " Kadına saygılı ol,çünkü o insanoğlunun anasıdır " buyurmakt adır Hz.Muhamm ed sav Efendimiz " Cennet,Annelerin ayakları altındadır " buyurmakt adır İslamiyetin kadına verdiği değer ortadadır Bazı müslümanların,islamiyet ile bağdaşmayan Bakış açısıyla kadın Erkeğin emirlerin e,kesin itaatle yerine getiren bir köle Evde mutfak robotu,aşçı ve hizmetçi Çocuk doğumunda kullanılan,bir kuluçka makinesi Ve erkeğin zevk ve şehvet malzemesi dir Bu bakış açısı,islamiyet ile bağdaşmamaktadır Kadın ile musıki bir zevk,eğlence ve şehvet aracı değildir Kadını bir şehvet ve eğlence aracı olarak görmek Ortaçağda,hristiyan dünyasında Engizisyo n mahkemele rinde " Kadının içinde şeytan vardır " diyerek Yargılayan batıl zihniyeti n Günümüzde hakiki islamın değil,siyonizmin telkin ettiği islamın Bazı müslümanların görüşü olarak Karşımıza çıktığının delilidir "Hendese-i Savt " bir ilim dalıdır Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz " İlim,kadınada erkeğede farzdır " buyurmuşlardır Hz.Hatice r.a. islami ticaret hukuku ilminin kurucusud ur Hz.Aişe r.a hadis ilminin kurucusud ur Bunuda antiparan tez belirteli m Musıki,Allah tarafından insana bahşedilen Yemek yemek ve uyumak gibi bir eylemdir Uyku bedenin dinlenmes i için İnsana Allah tarafından bahşedilen bir nimettir " Uyku kesinlikl e haramdır " şeklinde bir ayet-i kerime yoktur Veya bu anlamda bir hadis-i şerif yoktur Tıbbi açıdan,durumu araştıran bir bilim adamının Uyku açısından bir değerlendirmesi vardır http://www.radikal.com.tr/hayat/gundogumu-ve-batiminda-uyumak-sagliga-zararli-893926/ Selçuk Üniversitesi Konya - Meram Tıp Fakültesi Nefroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Süleyman Türk Gün ışığının ilk saatlerin de Uyumanın sağlık açısından çok zararlı olduğunu Kalp krizlerin in bu saatte uyuyanlar da Uyumayanl ara göre daha fazla görüldüğünü vurgulama ktadır. Gün batımında uyumanın da zararlı olduğunu vurgulaya n Türk "Bu saatte uyumak kalp hızı değişkenliğini ve özellikle zihinsel fonksiyon ları olumsuz etkilemek tedir” şeklinde Açıklama yapmaktadır. Ancak,bu açıklama İslami açıdan " kesinlikl e uyku haramdır " anlamına gelmiyor Müslümanların haram diyerek,musıkiden kopması ile Musıki ile meşgul olanların,sadece Rum veya Ermeni gibi Hristiyan vatandaşlar,olduğu fikri Siyonizm tarafından yaygınlaştırılmıştır Musiki,sadece bir eğlence aracı gibi değerlendirilmiş Musıkinin,bir ilim ve sanat dalı olma hüviyeti Ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır Musıki ilmine ve musıkişinaslara yapılan En büyük kötülük budur Bu kötülüğü yapanların içinde Elbette bazı müslümanlarda vardır Siyonizm,bazen müslüman kılığınada girmekted ir Halbuki müslümanların,musıki gibi bir ilim ve sanat dalına Eski dönemlerde verdikler i değerden Çok daha fazla önem ve değer vermeleri gerekirdi Günümüzde ise malesef Dünyayı kendi istedikle ri gibi idare etmeye çalışan Siyonist küresel güç merkezler i Müslümanları Müzik haram veya helal gibi konularla Gereksiz yere meşgul ederek Dünyayı sömürmeye devam etmektedi rler Bir dönem,Kuran-ı Kerim basılması için Matbaa kurulmaya çalışıldığındada El ile yazılması gerektiğini Matbaa ile Kuran-ı Kerim'in basılmaması gerektiği fikrini Yaygınlaştıranda yine siyonizm'dir Deve ile yapılan Hac yolculuğunda Uçak kullanılmasının haram olduğu fikrini Yaygınlaştıranda yine siyonizm'dir Musıki yani " Hendese-i Savt " ilmi Fonetik,Diksiyon gibi ilimleri Kuran-ı Kerimi güzel okumak için geliştirilen,tevcid ilmi Ezanı,makam ile güzel okumak için geliştirilen قراءة جميلة Kuraat'ün Cemile ilmi v.s gibi ilimlerid e Bünyesinde barındırır Siyonizm,tüm musıki ilmi ile bağlantılı ilimleri Bu ilim vasıtasıyla üretilen tüm doneleri Sahte bir islami kimlik ile,haram olarak nitelendi rdiği için Müzik aletleri üretiminide haram olarak Nitelendi rmiştir Dolayısıyla müzik ile ilgili endüstri İslam ülkelerinde gelişmemiş Amplifika tör,hoparlör,mikrofon gibi Donelered e haram denilmiştir " Mikrofon ile ezan okunamaz,haramdır " " Hoparlörden ezan dinlenile mez,haramdır " Gibi telkinler le Müzik endüstrisi,islam ülkelerinde gelişemediğinden İslam ülkeleri,bu endüstri donelerin i Batılılardan satın almak zorunda bırakılmıştır Milyarlar ca para bu tür ürünlere harcanmay a Devam edilmekte dir Siyonizmi n ürettiği algı Bir dönem,televizyon ve radyo gibi iletişim araçlarınıda Haram olarak nitelendi rmiştir Bazı islam alimleri Kadın sesi haram,erkek sesi helal İnsan sesi helal,çalgı sesi haram gibi İfadeler kullanmışlardır Şimdi konuya farklı bir bakış açısı getirelim BeatBox-A Capella denilen bir müzik türü vardır A Capella ve Beatbox karışımı bu türde Çalgı kullanılmaz Ancak,elektronik dijital stüdyo kayıtları neticesi BeatBox-A Capella dinlenild iğinde Hem insan,hemde çalgı sesi birlikte duyulur Bunun yanında,bir Synthesiz er kullanılıp Mixer ile kaliteli bir tonlama yapılıp Stüdyodaki bilgisaya ra,Ableton Lıve 9 türü Bir proğram yüklenerek Kaliteli bir Shure mikrofon Amplifika tör ve hoparlör sistemiyl e Erkek sesinden üretilen,kadın sesini Veya GarageBan d Proğramı ile yüklenen Bir ansiklope di kapağının,açılıp örtülmesiyle oluşturulan Gerçekte var olmayan Bir ( Drum set ) davul sesini dinleyebi lirsiniz Ortada kadın ve enstrüman olmadan Günümüzdeki teknoloji ile yapılan kayıtla Kadın sesi ve enstrüman sesi içeren Bir stüdyo kaydını dinleyebi lirsiniz İnsan sesine en yakın enstrüman sesi Keman sesidir Ancak,yukarıdaki ismini saydığım Cihazlarl a kurulan bir stüdyoda İnsan sesinden,keman sesi üretebilirsiniz Şimdi Beatbox,Acapella ve Syntheise r nedir Kısaca açıklayarak konumuza devam edelim BEATBOX Beatbox,kişinin hiçbir müzik aleti kullanmad an Ağız, dudak, dil ve diğer organlarını kullanara k Müzik oluşturmasına denir. Beatbox yapan kişilere ise Beatboxer adı verilir. Freestyle Beatbox ise kişinin kendine göre bağımsız olarak Müzik oluşturmasına denir A CAPELLA A Capella, müzik terminolo jisinde A Capella olarak geçen çok sesli bir müzik türü. Enstrüman olarak insan sesi kullanılır. Kelime anlamı olarak İtalyanca "kilise tarzı" demektir Ve rönesans tarzı ile barok konçertosunu Birbirind en ayırmak için geliştirilmiştir SYNTHESIZ ER Synthesiz er farklı türde bir müzik icat etmek ve elektriks el sinyaller üretmek için kullanılan bir müzik aletidir. Üretilen sinyaller bir enstrüman amfisi Hoparlör ya da kulaklık aracılığıyla Ses'e dönüştürülüp duyulur hale gelir Sanırım,yukarıdaki teknik bilgilerd en Kadın sesi ve enstrüman sesinin Kadın ve enstrüman olmadanda Elde edilebile ceğini Kavramışsınızdır Buna rağmen,bazı müslüman erkeklerd e Bu sahte kadın sesine karşı,bir ilgi olacaksa Artık bu bazı müslüman erkekleri n Sapık olarak nitelener ek Psikoloji k tedavi altına alınması,en doğru çözüm olacaktır Ancak Kuran-ı kerim ve hadis-i şeriflerde " Kesinlikl e kadın sesi haramdır Ve kesinlikl e enstrüman sesi haramdır " diye Bir şey olmadığı için Bu tür doğal olmayan,ses üretimleride gereksizd ir Toplumun tüm kesimleri nin,kadın ve musıki konusunda Bilimsel olarak Biyolojik,psikolojik,sosyolojik ve islami açıdan eğitilmeleri şarttır " Musıki ve kadın sesi haramdır " diyerek Baskı ile hiç bir sorun çözülemez Erkekler gibi,Kadınlarında,bir islami şiiri Toplum içinde,seslendirme hakları elbette vardır Konuyu,sadece ilahiyat eğitimi alanların değil İlahiyat ile birlikte,konservatuvar eğitimi alanların Değerlendirmesi gerektiğini Aslında,haram olanın müzik olmadığını İnsanların bunu bazen Çeşitli şekillerde ve çeşitli ortamlard a Kendileri nin haram haline getirdikl erini,belirtelim Siyonizm,Türk,İslam dünyasında Hendese-i Savt ilminin gelişmesini istemiyor Ayet ve Hadislerd e " Müzik,kesinlikle Haramdır " şeklinde Bir uyarı yoktur Bu konu,İcma ve Kıyas ile belirlenm iştir Mezhep İmamları ve bazı islam alimlerin in Fetvalarına dayandırılmaktadır Bilindiği gibi İcma ve Kıyas Herhangi bir konuda,islami bir hüküm oluşturmada Çok önemli bir faktördür Ancak,bazı konularda,istisnai olarak Zaman içinde farklı değerlendirmelere ve fetvalara sebep olabilir Siyonizm,bu fetvaları derinleştirerek " Müzik,kesinlikle Haramdır " fikrini yayarak Türk-İslam dünyasında Hendese-i Savt İlminin gelişmesini engelleme ye çalışıyor Hendese-i Savt İlmi,hangi alanlarda kullanılıyor Ve eğer Türk-İslam dünyasında Hendese-i Savt İlmi gelişemez ise Sonuç ne olur bunu aktarmak istiyorum Önce,Hendese-i Savt ilmi'nin kullanıldığı alanları Daha önce Forum DolunayVa kti İstanbul'da açıklanan Selim Hüseyin Yıldırımoğlu'nun yazısını aktarayım Daha sonra konumuza devam edelim HENDESE-İ SAVT İLMİ VE TEKNOLOJİ FORUM DOLUNAYVA KTİ İSTANBUL SELİM HÜSEYİN YILDIRIMOĞLU İstanbul Üniversitesi Mekatroni k Mühendisliği Bölümü Forum içinde " Musıki ve İslam " başlıklı yazılara İlave olarak,bazı önemli konuları aktarmak istiyorum Musıki denilince,Türk-İslam dünyasındaki ismi " Hendese-i Savt İlmi " olarak geçmektedir Hendese-i Savt İlmi,hangi sahalarda kullanılmaktadır Bununla ilgili bazı anektodla r aktarmak istiyorum Türk-islam dünyası,ses teknoloji sini haberleşme alanında kullanmıştır Sultan Abdülhamit Han,istihbarat teşkilatının elemanlarına Makam ve Kudüm velvelele ri ile gizli mesajlarını ulaştırıyordu Ordu teşkilatı içinde kurulu olan mehter topluluğu ile Ordunun hareket ve savaş vaziyetle rine ilişikin mesajlar Musıki yoluyla iletiliyo rdu " Hendese-i Savt İlmi " çok farklı alanlarda kullanılmaktadır Bununla ilgili yazılara geçmeden önce Ses ve insan biyolojis i hakkında kısa bir bilgi aktarayım SES VE İNSAN BİYOLOJİSİ Ses ve insan biyolojis i,bir bütün olarak Allah tarafından yaratılmıştır Konuşurken veya şarkı söylendiğinde oluşan ses Muhteviya t olarak aynı sistemin ürünüdür Ses,insan bünyesinde,ses telleriyl e havanın etkileşimi sonucunda oluşur Nefes borusunun en üst kısmında Ses tellerini de içine alan kıkırdak dokulu gırtlak ( Larinks ) bulunur Bunun Sağ ve solunda iki adet ses teli vardır Bu ses telleri hareketli olup, birbirler ine doğru yaklaşıp ayrılırlar. Nefes alıp verme sırasında yanlara doğru açılırken konuşma ve şarkı söyleme sırasında Birbirler ine doğru yaklaşır ve titreşirler. Sesin oluşumunda rol oynayan anatomik yapılar vardır Akciğerler, diyafram, gırtlak ve ses telleri ile buna benzer anatomik yapılardır Ses oluşumunda kullanılan,çene, dudak, dil ,damak vs.gibi yapılarda Sesin duyulmasını sağlayan ve dış,orta ve iç kısımdan oluşan kulak denilen duyma sistemi Diğerleri gibi,Allah tarafından yaratılmıştır İnsan biyolojis i sesi oluşturan,yayan ve duyan bir mekanizma dır SES VE TIP TEKNOLOJİSİ Türk-İslam dünyasında " Hendese-i Savt İlmi " Osmanlı döneminde Edirne Darüşşifasında hastalıkların tedavisin de kullanılmıştır Musıki sistemind e makamlar ile tedavi çok etkilidir Osmanlı'nın şair hekimleri nden Şuuri Hasan Efendi'nin, "T'adil-Ül Emzice" adlı eserinde Musiki makamlarının hastalıklarla olan ilgisi detaylarıyla anlatılıyor. Eserde, Hicaz makamının iktidarsızlığa iyi geldiği ve cinsel gücü artırdığı belirtili yor. Trakya Üniversitesi Tıp Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ratıp Kazancıgil de "Sultan 2'inci Beyazıd Külliyesi" adlı eserinde, konuya geniş yer ayırarak, musiki makamlarının hangi hastalıklara iyi geldiğini yazdı. Hicaz makamının cinsel gücü artırdığını ve yanlış anlaşılma korkusu ile bugüne kadar bunu söylemediğini anlatan Kazancıgil, "Tarihten önceki dönemlerden beri bilinen ve bu işle uğraşanların alanına giren bir kısım hastalıkların, müzikle tedavisi yapılmış. Bu külliye 1488 yılında her türlü hastalığın tedavi edildiği bir merkezdir . Burada sadece akıl hastaları tedavi edilmiyor du. Akıl hastalarının yanısıra diğer hastalar da tedavi görüyordu" şeklinde konuştu. Buradaki hastalara ilaçla tevavinin yanısıra müzikle tedavi de uygulandığını kaydeden Kazancıgil, "Evliya Çelebi, Seyahatna mesi'nde burayı anlatırken, on kişilik sazende ekibi ile birlikte akıl hastalarının ve diğer hastaların tedavi edildiği yer olarak bahsediyo r. Müzik, hastalığın tedavisin de yardımcı eleman olarak kullanılıyor" dedi. Diğer tedavi sistemler i olmadan sadece müzikle de tedavi olmayacağının altını çizen Kazancıgil, "Bizim hekimleri miz yaptıkları incelemed e müziğin beynin belli kısımların uyararak, hangi makamın hangi hastalığa iyi geldiğini yazmışlar. Hekimleri miz adeta "Müzikal Formakope" diyebilec eğimiz bir sistem geliştirmişlerdir" diye konuştu. MÜZİKAL FORMAKOPE Yrd. Doç. Dr Ratıp Kazancıgil'in Sultan 2'inci Beyazıd Külliyesi adlı eserinde, makamların etkisi hakkında şu bilgiler yer alıyor : - Hicaz Makamı : Bu makamın nağmelerinin çocuklarda görülen idrar zorluğuna büyük yararı olup, yetişkin erkekleri n seksüel yönden uyarılması hususunda büyük etkisi vardır. cinsel gücü arttırdığı belirlenm iştir - Rast Makamı : Havale ve felç illetine devadır. - Irak Makamı : Har mizaçlılara, sersem ve hafakan faydalıdır. - İsfahan Makamı : Zihni açar, zekayı artırır, anıları tazeler. - Zirefgent Makamı : Sırt ve eklem ağrılarının ve kuluncun tedavisin de faydalıdır. - Rehavi Makamı : Baş ağrısına devadır. - Büzürk Makamı : Ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler, vesvese ve korkuyu uzaklaştırır, fikre yön verir. - Neva Makamı : Irk'un nisa'ya iyi gelir. - Zengule Makamı : Kalp hastalıklarının devasıdır. - Buselik Makamı: kulunç ve bel ağrılarının ilacıdır. - Uşşak Makamı: Kalp, karaciğer, sıtma ve mide hastalıklarının ilacıdır. SES TEKNOLOJİSİ VE ONKOLOJİ Dr. Murat Baş, ses teknoloji siyle kanser tedavisin de büyük başarı sağlandığını açıkladı. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Dr. Baş, “Konformal” tedaviler in gündem de olduğu modern tıpın, sadece hastanın tedavi edilmesiy le değil, yan etkilerin in azaltılması, tedavi uygulamal arının daha rahat yapılabilmesi ve ağrısız, acısız girişimlerin uygulanab ilmesine yöneldiğini söyledi. 21. yüzyılın teknoloji si olarak ifade edilen “Ses Teknoloji si”nin insanda tedavi amaçlı olarak kullanılmasının yeni bir yöntem olmamasına rağmen, kanserde kullanılmasının henüz çok yeni olduğunu belirten Dr. Baş, “‘Yoğunluklu odaklanmış Yüksek Frekanslı Ses (HIFU)’ ya da ‘Ultrasonik Tedavi’ dalgasının taşıdığı enerji, insan vücudu üzerinde şimdiye kadar ‘açık cerrahi müdahale’lere gereksini m gösterdiğinden pek kullanılmamaktaydı. Bilgisaya r yazılım ve donanımlarının gelişmesiyle ayrıca, yarı iletken malzeme teknoloji lerinin hızlı ilerlemes i mümkün olabilmiştir. Daha önce, cerrahi müdahalelerin zor ve imkansız olduğu durumlard a iç kanamaları durdurmak amacıyla geliştirilen bu tür cihazlar, şimdi kanserin yok edilmesin de veya kontrol Altına alınmasında kullanılmaya başlanmıştır. Cihazın temel çalışma prensibi, transduce r (ses kaynağı) adı verilen piezoelek trik kristalle rin ürettiği ses enerjisin in istenen bölge üzerinde odaklanar ak, odak bölgesinde oluşan temel etkisine dayanmakt adır. Odaklanac ak bölge (tümör), ileri görüntüleme sistemler i (USG/Doppler-Ct-MRI) ile tespit edilir. Bölgeye odaklanan ses dalgalarıyla hedeflene n hücreler 60 derecenin üzerinde bir sıcaklığa 0.2 saniye gibi kısa bir süreç içerisinde ulaştırabilmektedir. Odak bölgesine yoğunlaşan termik enerji hedef bölgesi dışında bir etki göstermektedir” dedi. Dr. Baş, ses dalgasının odaklandığı bölgedeki etkinin 3 şekilde meydana geldiğini belirtere k, şu sıralamada bulundu: “Hipertermik (ısı) etkisi; 0.2-1 saniye içerisinde 65-100 derecelik bir ısıya ulaşan hücrede koagülasyon Nekrozu (pıhtılaşmayla ölüm) meydana gelmekted ir. Kavitasyo n; yüksek frekanslı ses dalgaları nedeniyle hücre içerisindeki Sıvıda oluşan kabarcıklar ve yüksek ısı duvarları hücreyi tahrip ederek yıkılmasına neden olur ve hücre parçalanır. Kan damarlarının tahribi; ses dalgaları, tümör içindeki 2 milimetre den daha küçük çaptaki kan damarları ve kapillerl er tahrip olur. Bu kanser hücresini besleyen damarların yok olması nedeniyle iskemik Nekroz neden olur.” Dr. Murat Baş’ın açıklamasına göre, HIFU sistemini n avantajla rı şöyle: - Girişimsel bir teknik değildir ( Non-invazif ) - Sadece kanser odağı tahrip edilir. - Vücutta kesi olmaz, ses dalgasına bağlı hasar oluşmaz. - Vücuda uygulanac ak herhangi bir kateter ya da probo ihtiyaç yoktur. - Ses dalgası yolu boyunca önüne çıkan doku ve hücrelerde tahribat yapmaz. - Kan değerlerinde düşme ya da değişiklik oluşmaz. - Neredeyse hiç acısı olmayan bir işlemdir. - Uygulama sonrası iyileşme süreci hemen başlar. - Hedef üzerinde eşit doz dağılımı sağlanır. - Hedefteki tümör dokusu yok olurken, çevre dokularda etki görülmez. - Yapılan tedavinin etkinliğini ve hedef güvenirliliğini 3 boyutlu olacak (CT veya MR ile) şekilde tayin etmek mümkündür. - Tedavi tümör şekline ve boyutlarına bağlı değildir. - 2 milimetre den küçük çaplı damarların imha edilmesin i sağlayarak tümörün kanlanmasını, dolayısıyla da beslenmes ini durdurur. - Cerrahi müdahalenin herhangi bir nedenle yapılamadığı durumlard a, HIFU tedavisi kolaylıkla uygulanır. - Hedef üzerinde uygulanan ses dalgasının dozu, gerçek zamanlı ve geri dönüşümlü olarak tespit edilebili r, izlenebil ir. - Bağışıklık sistemi üzerinde etkilidir; Lenfositl erin hedef dokuya ulaşmasını ve lenf fosiküllerinin oluşumunu sağlar. - Tedavi edilen dokuda CD4, CD8 ve NK hücrelerinin sayısı artar. Lokal bağışıklık güçlenir. - Tedavi güvenirliği yüksektir; hayati göstergeler (Nabız, tansiyon, solunum sayısı ve ateş) tedavi esnasında sabit kalır, değişmez. - Tedavi sonrasında parçalanan tümör hücrelerinin, tedavi alanı içinde yayıldığı gözlenmemiştir. - Tedavinin tolere edilemeye cek yan etkisi yoktur veya çok azdır. - Radyoakti vite söz konusu değildir. - Kullanıcıların üzerinde zararlı etkisi yoktur. - Çevresel hasar oluşturmaz. TEDAVİNİN UYGULANDIĞI TÜMÖRLER Cerrahi uygulamal ardaki stres, travma, kanama, yavaş iyileşme ya da muhtemel tümör ekimi, HIFU tedavisin de görülmez. Radyotera pi ( Şua tedavisi ) esnasında, radyasyon hasarı, kan değerlerinde düşme, kemik iliği ve bağışıklık sistemi baskılanması HIFU tedavisin de görülmemiştir. Ayrıca HIFU tedavisin de, radyotera pideki gibi radyasyon a duyarlı ya da duyarsız şeklinde tümör seçiciliği de söz konusu değildir. Tedavinin, meme kanserler i, kemik tümörleri, karaciğer kanserler i, yumuşak doku kanserler i (Kas, yağ, bağ dokusu), böbrek kanserler i, karın alt boşluğu tümörleri (Pelitonea Tümörler), retroperi toneal tümörler (Karın zarının arkasındaki yerleşmiş tümörler), pankreas kanserler i, metastazl ar (Başka bir bölgeye yayılmış, atlamış tümörler), ilerlemiş kanserler de palyatif amaçlı, klasik cerrahi uygulanmış, solid tümörlerde nüksleri önlemede veya nükslerin tedavisin de, Ameliyat edilmesi herhangi bir nedenle uygun olmayan tümörlerin tedavisin de, yetersiz ameliyat, radyotera pi uygulanmış rezidü (bakiye) tümörlerin tedavisin de, iyi huylu rahim tümörlerinde (myoma gibi) uygulandığı bildirild i. HIFU tedavisin in uygulanma dığı tümörler ise şöyle: - İçi boş (mide, bağırsak gibi) organ tümörlerinde - Mediastin al (göğüs orta boşluğu) tümörlerinde - Medula spinalis (omurilik) tümörlerinde HIFU Tedavisi uygulanam az. Dr. Baş, “HIFU tedavisi bu haliyle, yakın gelecekte tümör tedavisin de cerrahiye ciddi bir alternati f olacağa benzemekt edir. Ülkemizde cihazın satışını yapan distribütör firma (Meteks) bulunmasına rağmen, maalesef HIFU tedavisi ülkemizde henüz uygulamay a başlanmamıştır. Bugün dünyada henüz birkaç merkezde (Japonya, Amerika, Malezya, Çin vb) uygulanan HIFU, tümör tedavisin de yeni bir çığır açmıştır. Yapılacak daha fazla sayıdaki bilimsel ve klinik çalışmalarla HIFU, tümör tedavisin de önemli bir yer edineceğe benzemekt edir SES YANSIMA SİSTEMİ VE TEKNOLOJİ Ses dalgalar halinde yayılır. Ses dalgaları bir engelle çarptığında yönünü değiştirir ve geldiği ortama geri döner. Buna sesin yansıması denir. Sesin yansıması ışığın yansımasına benzemekt edir. Yansıma kanunları ses içinde geçerlidir. Yansıyan sesin hızında bir değişiklik olmaz Yansıma olayında ses,yüzey düzgün ve pürüzsüz ise düzgün yansıyacaktır. Pürüzlü yüzeyde ise dağınık yansıma gerçekleşir, ses farklı yönlere dağılır. Sesin duyulması zorlaşır. ( Şiddeti azalır ) Ses yansıma sistemi,Hendese-i Savt İlmi'nin konusudur Hendese-i Savt İlmi,çocukların zeka gelişiminde kullanılmaktadır Botanik ilminde çiçeklere ve eğitmek için köpeklere Yumurtlam ayı hızlandırmak için tavuklara Batı klasik müziğinin dinletild iğini biliyoruz " Ses yansımasının teknoloji deki kullanımı nasıldır" sorusuna cevap verelim Ses kaynağından ses üretilir, engele çarpan sesin,çarptığı engelle ilgili bilgiler edinebili riz. Engelin uzaklığı, büyüklüğü, yüzeyinin şekli, hangi yönde hareket ettiği gibi bilgiler öğrenilebilir Hendese-i Savt İlmi,denizin derinliğinin ölçülmesinde kullanılır Gemilerde ki sonar cihazı deniz derinliğini ya da balık sürülerinin yerinin tespiti için kullanılır. Sonar cihazı denize ses dalgaları gönderir, sesin engele çarparak geri gelme süresini ölçer, ne kadar uzaklıkta olduğu bulunmuş olur. Hendese-i Savt ilmi,Tıp alanında iç organların görüntülenmesini sağlar Ultrason cihazı sayesinde iç organlarımızın görüntülenmesi sağlanır. Doktorların hastalıkların teşhisinde, anne karnındaki bebeğin görüntülenmesinde ultrasonu kullanır. Bu aletle elde edilen görüntü ekrana aktarılır. Ultrason ses dalgalarından yararlanılarak geliştirilmiştir. Kulağımızla duyamadığımız sesi yayar, bu sesin iç organlard a yansıması ile ekranda oluşan görüntü ile iç organlarımız görüntülenmiş olur. Hendese-i Savt İlmi,Böbrek taşlarının kırılmasında kullanılır Böbreklerde oluşan taşlar ses dalgaları gönderilerek kırılır. Gönderilen şok ses dalgaları taşı kırar, bazı taşlar nadiren,belki sert olduğundan kırılamayabilir. Ancak geneli,bu teknoloji ile kırılmaktadır Bu teknoloji ile hastanın ameliyat olmasına gerek kalmaz HENDESE-İ SAVT İLMİ VE TEKNOLOJİ " Hendese-i Savt İlmi " bir çok teknoloji k üründe kullanılmaktadır Radyo,televizyon,telsiz ve medyatik tüm araçların üretiminde Hendese-i Savt ilmi kullanılnaktadır Meteorolo ji istasyonl arında ve hava tahminler ini üreten cihazlard a Depremi önceden haber veren ve şiddetini tesbit eden cihazlard a Hendese-i Savt ilmi kullanılnaktadır Bu konuyla ilgili bazı ayrıntıları aktarayım Telefon da öncelikle sesimizi kaydeder sonra karşı tarafa iletir . bunu şuna benzetebi liriz annemiz babamıza birşey söylememizi istiyor ve bize birşeyler söylüyor . bizim bunu babamıza söyleyebilmemiz için öncelikle anlamış olmamız gerekir . aynı bu şekilde telefonla r da öncelikle sesimizi kaydedip başka bir formata dönüştürüp yerine göre elektrikl e yerine göre ise ses dalgaları ile önce aracı istasyonl ara sonra da ulaşmak istediğimiz kişilere ulaştırmaktadır . böylece günlük hayatımızda sevdikler imizle haberleşmemiz sağlanmış olur. Akıllı telefonla rda gelişen teknoloji ise cidden önemli . siri ve s-voice yakın zamanda örnekleri sesle kontrolün . aramak istediğin ya da telefonun yapmasını istediğin hamleleri sen söylüyorsun telefonun sen parmağını oynatmada n sana cevabı sesli bir şekilde döndürebiliyor Televizyo nlarda da müzik sektörüne benzer şekilde bir yol izlenir . öncelikle izlenecek olan film , dizi , klip her ne ise bunlar kamera yardımı ile kaydedili r. kamera hem görüntüyü hem de sesi farklı kaliteler de kaydeder . daha sonra yayıncı kurum ya da kuruluş bunu alarak kendi yayın kanallarında yayınlarlar . burada hem ses hemde görüntü aynı anda içerikte yer alır . bizler de her akşam cips ve kola eşliğinde dizi keyfi süreriz . Akıllı evler bir başka ses teknoloji sinin kullanıldığı sahadır yakın bir zamanda evdeki neredeyse tüm elektroni k cihazları ki bunlara kapı pencere vs de dahil ses ile kontrol imkanı gelecekti r Bunun protopini microsoft un sahibi bill gates kendi evinde uyguluyor . geleceğin evleri çok akıllı olacak . hatta sesle kalmayıp IBM aldığı bir patentle dokunmati k zemin dahi yapmayı düşünüyor . bu sayede evde birisi yığılıp kalırsa,ambulans anında kapımıza gelecek . hatta büromuza giren hırsız anında yakayı ele verecek . Medya alanında yine ses teknoloji sinin gelişmesiyle oluşan doneler vardır Google sunduğu google arama ve google çeviri servisi sayesinde artık sesle işlem yapmak mümkün . diyelim bir kelimenin okunuşunu biliyor ama yazılışını bilmiyors unuz mikrofonu olan bir bilgisaya ra oturup google ın ilgili servisine girip kelimeyi telaffuz ederek google da arama yapmak mümkün . şu an için ingilizce de arama yapılabiliyor . umarız yakın zamanda türkçe de eklenecek tir . Sesli gazete ve dergiler hazırlanmaktadır,artık gazeteler i sesli şekilde de elde edebileceğiz. Gazeteler i illa birinin seslendir mesine gerek kalmıyor . gazete bir uygulama oluşturuyor ve bu uygulamad a tüm harfler seslendir iliyor bir kişi tarafından . sonra habere entegre edildiğinde bir buton yardımıyla program çalışmaya başlıyor ve haber metininde ki tüm kelimeler i seslendir iyor . Sonar adı verilen sistemle deniz tabanının haritası çıkarılabilir, batık gemilerin yeri tespit edilebili r. Gemilerde ki sonar cihazları yaydıkları ses dalgalarının yansıyıp geri dönme süresini ölçer ve yansımanın olduğu yüzeyin uzaklığını hesaplar. Sonar teknoloji sinin balıkçılıkta kullanılmasıyla balık sürülerinin varlığı, hareket yönü, balık miktarı, sürüde hangi balık cinsinden kaç ton bulunduğu öğrenilebilir. Ultrason adı verilen araç sayesinde ses dalgaları kullanılarak insanların iç organlarına bakılabilir. Bu sayede hastalıklı dokular tespit edilebili r, bir bebeğin gelişimi izlenebil ir. Uyarı ve güvenlik sistemler inde,ses teknoloji si kullanılmaktadır. Otomobill erin kornaları,hırsızların korkulu rüyası alarmlar Artık güvenle iş yerimizi evimizi ve arabamızı arkamızda bırakıp işlerimizi yapabiliy oruz ve sevdikler imizle zaman geçirebiliyoruz Eğer biri haberimiz olmadan dokunacak olursa alarmlar mahalleyi ayağa kaldırıyor Bugün artık binalar yükselmiştir de yükselmiştir . mesela toki 15 - 16 katlı gökdelen misali apartmanl ar ve yerleşim birimleri yapmaktadır . haydi düşünelim şimdi eski usül kapı tokmakları var . alt kapıdaki biri nasıl 15. kattaki birinin kapısına vuracak nasıl geldiğini haber verecek ve ev sahibi alt kapıyı açacak işte burada imdada yine teknoloji yetişiyor . bir kaç ses kaydı ile işlem tamam sonra gelen ziyaretçimizin kaçıncı dairede oturduğumuzu bilmesi yeterli . zile bir dokunuş ile ben geldim diyebiliy or Polis radarları aynı prensiple oto yolda hareket eden araçların hızlarını kontrol eder. Uçak ve gemilerde ki radar cihazları ile geniş bir bölgede bulunan varlıklar tespit edilebili r. Altın, gümüş gibi takıların ve hastanele rde kullanılan teşhis ve tedavi araçlarının dezenfekt e edilmesin de ses dalgaları kullanılabilir. Sismik araçların oluşturduğu ses, yeraltındaki farklı tabakalar dan yansır. Yansıyan ses incelener ek su, petrol, doğalgaz ve madenleri n yeri tespit edilebili r. Bu yukarıda aktardığımız konuların hepsi Hendese-i Savt İlmi ile elde edilen teknoloji leri kapsar Bu teknoloji lerin müslümanların elinde olmasını Siyonizm istemiyor ve bunu engelleme ye çalışıyor Türk-İslam coğrafyasındaki ülkelerin Milyarlar ca dolar parası,Hendese-i Savt İlmi sonucunda Üretilen ürünleri satın almak için Batılı ve siyonist güçlere ödeniyor Siyonistl ere ödenen paraları Siyonistl er,Filistinde bebekleri öldürmeye harcıyor Dolayısıyla silahların ve mermileri n parası Elinde teknoloji olmadığından,satın alan Müslümanlara ödetilmiş oluyor Bu ürünler hayati önem taşır Türk-İslam dünyasında Sadece Mikrofon,Amplifikatör ve Hoparlör ithalatına Milyarlar ca dolar ödendiği düşünülürse Yukarıdaki bazılarının ismini saydığımız Yüzlerce çeşit teknoloji k ürünlere Yıllardır ödenen parayı hesaplama ya Hesap makinesin in kadranı yetmez Bu ürünler ithal edilmese Ve batılı ve siyonistl ere milyarlar ca dolar para ödenmese Türk-İslam dünyasında üretilse olmazmı Ancak,müslümanlar her türlü ilim dalıyla Dalga geçtiği ve ciddiye almadığı için Hendese-i Savt İlminede değer vermemiştir Musıki'yi bir eğlence aracı lanse eden Ve Hendese-i Savt İlminin haram olduğunu Telkin eden,siyonistlerin çabası neticesin de Türk-İslam coğrafyası,teknolojik ürünleri İthal etmeye Ve dolayısıyla,Filistinde katledile n masum çocuklara sıkılan Mermileri n parasını ödemeye devam etmektedi rler Amerikan İlionis Southern Edwardsvi lle Üniversitesi Mekatroni k mezunu olan Ses teknoloji si ve mekatroni k ilişkisini araştıran Detroit Voice Elektroni c Power isimli Dergide bazı yazılar yazan Ve aynı zamanda islamı araştıran Mac Carter Dwayne isimli uzmanın yazısında özetle şunlardan bahsetmiş Türk-İslam dünyasında " Hendese-i Savt " ilminin Batıya,Voicetronic teknoloji si olarak geçtiğini Endülüste El-Hamra sarayında Su ile çalışan motor icat edecek kadar Bilim ve teknoloji de ileri olan müslüman bilginler in " Hendese-i Savt " ilmindede zirveye ulaştığını belirtmiş Batıya,Voicetronik teknoloji si olarak geçen " Hendese-i Savt " ilmi ile Matematik,Fizik,Tıp ve Elektroni k ilimlerin in birleştirilerek Avrupada ve dünyada,insanlık için faydalı olan Bir çok teknoloji k materyali n üretildiğini belirtmiş İmam-ı Gazaliden sonra, Türk-İslam dünyasında Akıl ve bilimin reddedild iğini Batılıların ürettiği bir çok teknoloji k ürününde " Haram " fetvasıyla önce reddedild iğini Daha sonra bu ürünlerin bazılarının İnsanlık için faydalı olduğunun görüldüğünü Ancak ilk baştan " Haram " olarak nitelendi rildiğinden Üretim yapılabilecek düzeyde teknoloji inin geliştirilemediğini Bu yüzden ürünlerin,ithal edilerek kullanıldığını belirtmiş Bu ürünlerden bir kaç örnek vermiş Tıp'ta hastaların böbrek taşlarını kırmak için kullanılan Kidney-Stone Crushing türü cihazlar Ultrason gibi tıbbi görüntüleme cihazları Petrol aramada kullanılan,Elektronik Oil-Search Device türü cihazlar Batık gemilerin yerini tesbit etmek için kullanılan,Sonar türü cihazlar Uyarı-Güvenlik hizmetler inde kullanılan, Warning-Security türü cihazlar Savaş için kulanılan,erken uyarı,Early-Warning Radar türü cihazlar Gibi yüzlerce teknoloji k üründen bahsetmiş İSLAMİ ÖLÇÜ VE MÜZİK https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/12/14/diyanet-muzik-haram-degildir-islami-muzik-yoktur-ancak/ Milliyet yazarı Melih Aşık’ın 12 Aralık 2017 tarihli ve “Müzik haram mı” başlıklı yazısında aktardığına göre malum ulemaya mensup bazı eşhas müzik konusunda ki görüşlerini şöyle açıklamışlar: – Necmettin Erbakan İlahiyat Fakültesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Orhan Çeker : “Müzik için haram diyemeyiz ama helal de diyemeyiz . İçeriği uygun olmalıdır. Ama kadın sesi içeren müzik kesinlikl e caiz değildir.” – Karatay Üniversitesi İslam Ekonomisi ve Finans Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Döndüren: “Çalgı aletleri, bunları çalmak, satmak ya da şarkı söylemekten para kazanmak, nefsi azdıran, örneğin diri bir kadının ya da şarabın heyecan verici nitelikle rini anlatan şarkılar, çalgısız dahi olsa caiz değildir.” – Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Ekrem Buğra Ekinci: “Şarkı, ancak çalgı ve kadın sesi içermiyor, sözleri de dinen sakıncalı değilse dinlenebi lir.” – İslam Hukuku Profesörü Hayrettin Karaman: “Müziğin icrası da, dinlenmes i de haramdır. Bir değneğin, bir çubuğun bir yere ahenkli bir şekilde vurulması bile bu hükme dahildir ve haramdır. Hükmün bazı istisnala rı vardır: Savaşta vurulan kös ile düğünlerde çalınan tef.”(1) Eğer yukarıdaki görüşler, Melih Aşık’ın aktardığı gibi gerçekten adı geçenlere aitse, bizim müzik dünyasının yandığı gündür. Silme cehenneml iktirler Sadece şarkıcı ve ses sanatçıları mı, müzik eşliğinde Semah dönen Alevi yurttaşlar, Sema Ayini yapan Mevlevile r ve hatta artık zikirleri ni müzik eşliğinde yapan Kadiriler vs. tarikat mensupları da az günah işlemiyorlar zikir ve ayin yaparken. Çünkü hoca, bırakın müzik aleti çalmayı, bir çubukla veya değnekle yere veya başka bir cisme tempolu şekilde dokunmanın bile haram olduğunu söylemektedirler. Allah’tan “bilgisayarın veya daktilonu n tuşlarına tempolu şekilde basmak da haramdır” dememiş sevgili ulemamız, yoksa şimdi bu satırları nasıl yazacaktık. Sanırım, şarkıcı Kibariye örneğinde olduğu gibi bazı ortamlard a kendisine uzanan mikrofona “Bana her şey seni hatırlatıyor” parçasını söyleyen İmam-Hatipli Cumhurbaşkanımızın da bu konuda söyleyeceği bir söz vardır diye düşünmek herhalde hakkımızdır. Diyanet’e Göre Müzik Haram Değildir, İslami Müzik Yoktur Hemen her konuda görüşünü açıklayan Diyanet, neden bu konuda görüş bildirmiy or diye düşünüyorduk ki; nihayet Diyanet de açıklamış konuya ilişkin görüşünü ve demiş ki: “İslam dini müzik konusunda ayrıntılı ve özel hüküm koymak yerine, genel ilke ve amaçları belirleme kle yetinmiştir. Buna göre İslam’ın ilke ve esaslarına aykırı, günaha sevk eden, haramı teşvik eden müzikleri yapmak ve dinlemek günahtır. Dinimizin temel inanç, amel ve ahlak ilkelerin e aykırı olmayan, haramların işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekt e ise dinen bir sakınca yoktur.”(2) Görüldüğü gibi Diyanet’in görüşü, diğerlerine göre biraz daha insaflı, en azından çubukla, çer çöple uğraşmamış, genel ifadelerl e geçiştirmiş konuyu. Şu halde, Diyanet’in konuya ilişkin görüşünün detaylarını ortaya çıkarma görevi, yine bize düşmüş bulunuyor her zaman olduğu gibi. “İslâm, gerek inanç ve ibadet esasları, gerekse hukuk ve ahlâk ilkeleri itibariyl e, fert ve toplum olarak insanın yaratılışına uygundur. İslâm, insanın yapısına, fıtratına uygun bir din olduğu için, fıtrat gereği olan ihtiyaç ve arzularının karşılanmasına ve tatmin edilmesin e önem vereceği açıktır. Bu itibarla, tıpkı insanın yeme içme ve cinsel ilişki gibi maddî/bedensel ihtiyaç ve istekleri ni karşılamasının mubah hatta bazı durumlard a vâcip olması gibi, ruhî-mânevî, bedîî-estetik ihtiyaç ve arzularını karşılaması da aynı şekilde mubah olması gerektir.”(3) şeklinde makul ve mantıklı açıklamaların bulunduğu Diyanet İlmihali’nde müzik, “Genel olarak vokal veya enstrümantal ses ve tonların bir araya getirilme sinden oluşan bir sanat” olarak tarif edilmiş ve “Yunan dilinden Arapça’ya geçen mûsiki kelimesin in yerini tutacak bir Arapça kelime olmadığı”ndan bahisle musiki kavramına en yakın iki kavram olan ve “şarkı” anlamındaki “gınâ, tegannî” ve “çalgı aletleri” anlamına gelen “melâhî” kavramları üzerinde durulmuş ve dört büyük mezhep imamının konuya ilişkin görüşleri şöyle özetlenmiştir: “Ebû Hanîfe, gınâyı mekruh görmüş ve günah saymıştır. Sonraki Hanefî bilginler in, Ebû Hanîfe’nin ‘mekruh’ dediği şeylerin ‘harama yakın mekruh’ olarak anlaşılması gerektiğini ifade ettikleri göz önüne alınınca, Ebû Hanîfe’nin, gınânın tahrîmen mekruh olduğu kanaatini taşıdığı söylenebilir… İmam Mâlik, gınânın hem icrasını, hem dinlenilm esini tasvip etmemiştir. Hatta satın alınan bir câriyenin şarkıcı (muganniye) olduğunun anlaşılması durumunda, bunun iadeyi gerektire n bir ayıp sayılacağını belirtmiştir… Şâfiî, ‘Gınâ, bâtıla benzeyen mekruh bir eğlencedir. Bunu çok yapan sefih sayılır ve şahitliği reddedili r’ demiştir… Ahmed b. Hanbel de kendisine gınânın hükmü sorulduğunda ‘Gınâ kalpte nifakı yeşertir, ben hoşlanmam’ diye cevap vermiştir…”(4). Musikinin aleyhinde ve lehinde görüş bildiren belli başlı İslam âlimlerinin görüşlerinin aktarıldığı İlmihal’de, bütün bu görüşlerden hareketle şöyle bir kanaate varıldığı görülmektedir: “Bütün bu anlatılanlardan şöyle bir sonuç çıkarılması mümkündür. Müzik, İslâm bilginler i tarafından çokça tartışılan ve hakkında lehte ve aleyhte çok şey söylenen konular arasında yer alır. Müziğin lehinde ve aleyhinde öne sürülen gerekçeler birlikte düşünüldüğünde müziğin mutlak olarak yasaklanm adığı, aksine mubah bırakıldığı sonucuna ulaşılır. Gerçekten de elde Kur’an ve Sünnet’te müzik dinlemeni n haram olduğunu ve müzik dinleyenl erin günahkâr olacağını ispata yetecek malzeme bulunmadığı açıkça görülmektedir. Ancak, diğer mubahlar gibi müziğin de haramın işlenmesine vesile yapılmasına karşı çıkılmıştır. Bu itibarla içinde isyan, küfür veya İslâm’ın hoş karşılamadığı sözler bulunan yahut cinsel tahrik, müstehcenlik gibi dinimizce hoş görülmeyen şeylere yol açan müziğin söylenmesi ve dinlenilm esi kesinlikl e uygun değildir. Bununla birlikte müzik konusunu gerek önceki devirlerd e gerekse zamanımızda bir tercih ve takvâ meselesi olarak değerlendirenler de buluna gelmiştir. Bunların saygıyla karşılanması gerektiği gibi, müzik dinlemeyi bir eğlence unsuru olarak görenlerin de hoş karşılanması gerekir “(5). Ayrıca söz konusu eserde, müziğin ruhu teskin ve tedavi edici fonksiyon u üzerinde de durulmakt a ve müziğin mubah olmasının gerekçelerinden birisinin de müziğin bu yönü olduğunun ima edildiği satırlarda şöyle denilmekt edir: “Müziğin bir tedavi aracı olduğunu keşfetmiş bir kültürün vârisleri olarak, yeterli delil ve gerekçe olmadığı halde, vaktiyle birtakım sosyoloji k gerekçe ve amaçlarla verilen hükümleri içeriğinden mahrum bir şekilde günümüze taşımak veya yanlış değerlendirmelerde bulunmak suretiyle bu doğal ilâçtan insanları mahrum etmek isabetli bir bakış açısı olarak gözükmüyor.”(6). “Son olarak kimi çevrelerde gündeme getirilen ve tartışılan İslâmî müzik-gayri İslâmî müzik ayırımına ve gayri İslâmî müzik yapılan müzik aletleriy le, İslâmî müzik üretmenin câiz olup olmadığı konusuna değinmek uygun olacaktır. Hemen belirtilm elidir ki, gerek müziğin, gerekse müzik aletlerin in İslâmî-gayri İslâmî şeklindeki kategorik ayırımı isabetli görülemez. Bunun yerine, halk müziği, sanat müziği gibi tür ayırımlarına benzer şekilde, belki, cami müziği/mûsikisi, tekke müziği, kilise müziği gibi tür bildiren isimlendi rmeler yapılabilir. Böyle bir yaklaşım ne kadar işin mahiyetin e uygunsa, din merkezli ayırımlar o kadar yapaydır”(7) şeklinde verilen bilgiler ise “İslami Müzik” adı altında, müzik yaptıklarını söyleyerek aslında din bezirgânlığı yaparak para kazanan kimi çevrelerin canına od tıkayacak türden bilgilerd ir. Tabi anlayanla r için. Yusuf İslam ve Sami Yusuf gibi ecnebî asıllı Müslümanları getirip konserler verdirenl erle, dini içerikli sözler yazarak ve modern pop müziği enstrümanlarının arasına kilise veya tekke müziği enstrümanlarından birkaçını koymak suretiyle İslami Pop yaptıklarını zannedenl er bu sözlere iyi kulak vermelidi rler. Çünkü yaptıkları ya poptur, ya cazdır, ya halk müziğidir ya da sanat müziğidir. Müzikte din unsurunu merkez alan ayrımlar ise Diyanet’e göre yapay ayrımlardır. Özetle Diyanet’e göre; “Müzik sözlerinin İslâmî ilkelere aykırılık içeren, içermeyen şeklindeki ayırımı bir ölçüde mâkul karşılansa bile, içinde besmele, tekbir, cihad, peygamber gibi kavram ve sözcükler geçenleri İslâmî, böyle olmayanla rı gayri İslâmî saymak doğru değildir. Diğer birçok sanat dalı gibi, müzik de önce yerel/millî, sonra evrenseld ir. Hal böyle olunca İslâmî-gayri İslâmî müzik aletlerin den değil, -çünkü müzik aletinin Müslüman’ı gavuru olmaz- asırlar içinde zenginleşen ve gelişen millî kültürümüzden gelen, bize ait olan müzik aletlerin den bahsedebi liriz. Elbette ki her türlü müzik üretiminde çoğunlukla bizim olan, bize mal edilen müzik aletlerin in kullanılması uygundur, fakat bu dinî hassasiye t değil millî hassasiye t gereğidir.”(. Diyanet’in sanat dallarından müziğe karşı olan bakış açısını yansıtması bakımından ilginç bulduğumuz bir bilgi de, şarkılı türkülü davetlere katılıp katılmama konusunda ki görüşüdür. Bu konuda şöyle diyor Diyanet: “İslâmî ölçülerle bağdaşmayacak ölçüde şarkılı türkülü ve eğlenceli bir yemeğe veya toplantıya davet edilen bir kimse, eğer bu münkerin işlenmesine engel olabileceğini kestiriyo rsa, davete icâbet edip toplantıya katılması uygun olur. Engel olamayaca ksa dinî, ahlâkî, sosyal fayda-zarar açısından katılma ile katılmama arasındaki etki ve sonuç farkını göz önüne alarak karar verir ve ona göre davranır.”(9). Görüldüğü gibi, en azından 1999 yılında yayınlanan İlmihali esas alındığında Diyanet’e göre; müzik, haram değildir, ayrıca İslami Müzik-Gayriislami Müzik ayrımı son derece yapaydır ve gerçekçi değildir. Müzik konusuna da diğer birçok davranışımızda olduğu gibi, ahlaki değerler ve israf bakımından yaklaşmak gerekir. Bu ilkelere aykırı olmadığı sürece müzikle meşgul olmakta hiçbir sakınca yoktur. Şu ayrıntıya da dikkat çekmekte fayda var: Melih Aşık’ın aktardığı kadarıyla; müzik konusunda en katı görüşler gördüğünüz gibi Prof. Dr. Hayreddin Karaman’a aittir. Zira M.Aşık’ın iddiasına göre; hoca bırakın müzik icrasını ve dinlenmes ini, çubukla ahenkli bir şekilde vurmayı bile haram kabul etmektedi r! Hayreddin Hoca’nın bunları söylediğine asla inanmıyorum. Bizi böyle düşünmeye iten husus, yukarıdaki bilgileri aktardığım 1999 tarihli Diyanet İlmihali’nin “İlmi Müşavere ve Redaksiyo n Heyeti” nde Sayın Hayreddin Karaman’ın da üye bulunması ve Müzik konusunun muhtemele n onun yakın arkadaşı da olan eski Diyanet İşleri Başkanlarından Prof. Dr. Ali Bardakoğlu tarafından kaleme alınmış olmasıdır. Siz İslam Peygamber inden Daha mı Müslümansınız Bence siz bakmayın; ilahiyatçıların “Müzik Haramdır” filan demelerin e. Pek çoğunun cep telefonla rında güncel şarkıların melodiler i yüklüdür! Bir çoğu, sazende ve hanende olarak müzikle uğraşır bunların. Sadece sözüm ona dini musiki de değil, hemen her müzik dalında hünerleri vardır hocaların. Buna yakından şahidim ben. Çünkü içlerinde yaklaşık 21 sene bulundum. Yılını hatırlamıyorum; bir gün Ankara’da Kocatepe Camii’de cuma namazı kılıyoruz. O günlerde hizmet içi eğitim için Ankara’da bulunan bir grup müftü de var yanımızda. İsmail Coşar o güzel sesiyle tam Fatiha’yı okumaya başlamıştı ki; önümüzdeki saftan bir cep telefonu başladı Sibel Can’dan BERİVAN şarkısını söylemeye. Edirne Süloğlu Müftüsü’nün telefonuy du namazda Berivan söyleyen. Telefonun u kapatmayı unutan Müftü Efendi’nin oldukça mahcup olduğunu hatırlıyorum. Kırklareli Müftü Yardımcısı Adnan Zeki Bıyık’ın “O Ses Türkiye” isimli şarkı yarışmasına katıldığını herkes biliyor bu ülkede. Ayrıca din adamlarından kurulu koroların, bugün “İslami Düğün” adı altında yapılan düğünlerde para karşılığı sahne aldıkları ve sözüm ona ilahi adı altında çalıp söyledikleri müzik parçalarının, genelde en hareketli güncel pop ve halk müziği melodiler iyle söylendiği de bilinmekt edir. Öte yandan geçmişte, isminin başında “Hafız” bulunan bir çok din adamı da müzikle ilgilenmişler, çalıp söylemişler ve besteler yapmışlardır. Hafız Burhan, Hafız Sadettin Kaynak, Hafız Yaşar Okur örneklerinde olduğu gibi. Çünkü yukarıda da zikredild iği üzere, bu ülkede Diyanet İşleri Başkanı olacak kapasited e dini bilgisi olan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu bile “Gerçekten de elde Kur’an ve Sünnet’te müzik dinlemeni n haram olduğunu ve müzik dinleyenl erin günahkâr olacağını ispata yetecek malzeme bulunmadığı açıkça görülmektedir.” diyor. Tam aksine; Hz. Peygamber’in bu konuya hoşgörü ile baktığına dair birçok rivayet vardır. Onlardan birisi, Hz. Peygamber’in, “evlilikleri davul çalarak ilan” dediği şeklindeki rivayetti r. Bir diğer rivayet ise şöyledir: “Bir sefer dönüşünde Enceşe isimli sahabe kadınların bindiği develere nezaret ediyor ve onların düzgün yürümelerini sağlıyordu. Bir ara Enceşe kendisini bir şarkıya kaptırmış ve bu arada kadınların bindiği develeri normalden hızlı yürütmeye başlamıştı. Durumu gören Hz. Peygamber, kadınları kasıtla ‘Ya Enceşe, lütfen billurları sarsıp incitme!’ demiştir” Bir başka rivayet ise şöyledir: “Bir bayram günü, birkaç cariye Hz. Aişe’nin evinde def eşliğinde şarkı ve kahramanlık şiirleri söylüyorlardı.Hz. Peygamber de yatağına geçip uzanmıştı. O sırada eve gelen Hz. Ebu Bekir, ‘bu ne hal’ diyerek kadınları uyarmak istemiş, ancak Hz. Peygamber ‘Bırak onları Ya Ebu Bekir, gönüllerince eğlensinler, her milletin bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır’ buyurmuştur.” Yine bir rivayete göre; Hz. Peygamber bir bayram günü bazı sahabeler le Mescide geldiğinde yeni Müslüman olmuş bir grup Habeşli Müslüman’ın Mescid’de kendi aralarında eğlendiklerini gördüler. Hz. Ömer, “Edepsizler bu ne haldir…” diyerek onları uyarmak istediğinde, İslam Peygamber i Ömer’e dönerek; “Onları rahat bırak Ey Ömer, bugünler bayram günleridir, gönüllerince eğlensinler” buyurdu. Belki de bu son rivayetin başka bir versiyonu olabilir: Bir gün Habeşliler, Medine’de geniş çaplı bir eğlence tertip ederek kadınlı erkekli olmak üzere müzik eşliğinde meydanda eğleniyorlar, diğer Müslümanlar da onları seyrediyo rlardı. Bunu duyan Ayşe’nin talebiyle İslam Peygamber i, genç eşi Aişe’nin elinden tutarak onu eğlence yerine götürdü ve kalabalık arasında oyunları daha iyi görebilmesi için zaten ufak tefek bir kadın olan Aişe’yi omzuna aldı. Bazı kaynaklar da “onu sırtında yükseltti” tabiri geçmektedir. Bizim dilimizde bunun anlamı olsa olsa omzuna aldı olmalıdır.(10) … Bütün bunlardan sonra “Müzik Haramdır” fetvası veren hocalara sorarım şimdi, siz İslam’ın Peygamber inden daha mı Müslümansınız efendiler .. 14.12.201 7/Ömer Sağlam _________ ______ 1- http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/melih-asik/muzik-haram-mi–2570845/ 2- Bkz. Sözcü gazetesi, “Piyangodan sonra şimdi de ‘ahlaksız müzik’ fetvası” başlıklı ve Ali Ekber Ertürk imzalı haber. http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/piyangodan-sonra-simdi-de-ahlaksiz-muzik-fetvasi-2131585/ 3- İlmihal-II İslam ve Toplum,s, 106, TDV. İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) Yayını, İstanbul, 1999. 4- Age, s, 106-107. 5- Age, s,110-111. 6- Age, s.111. 7-Age, s, 111. 8- Age, s.111. 9- Age, s. 112. 10-Rivayetler, aklımızda kaldığı kadarıyla ve anlam itibarıyla aktarılmıştır. Kaynaklar da lafızları farklı olabilir. İSLAMİ AÇI VE MÜZİK http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/islamda-muzik.html Müzik konusu tarih boyu hemen bütün medeniyet lerin konusu ve problemi olmuş bir konudur. İnsanlar tarihin her döneminde müziğin gizemli dünyasından istifade etmeye çalıştıkları gibi, müzik sebebiyle meydana gelen bir takım olumsuzlu klardan da şikayetçi olmuş ve bunun önünü almaya çalışmışlardır. İslâm tarihinde de tarih tekerrür etmiş, insanlar müziğin gizemli dünyasından kendileri ni alamamışlar, bununla beraber çeşitli sebeplerd en dolayı olumsuz sonuçlarından da kaçınamamışlardır. Bu da müziğin meşruluğunu tartışma konusu yapmıştır. Yaptığımız araştırmada konu ile ilgili vardığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz: I- Kur’ân-ı Kerim’de ses sanatı olarak “müzik” kavramını ifade eden özel bir kelime ve kavram bulunmama ktadır. Ancak müziğin muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendi ren ve bu hususlard a temel ölçü sayılacak kurallard an söz eden bir çok ayet-i kerime yer almaktadır. Bu kuralları şu şekilde özetleyebiliriz: 1- Müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması. 2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu etmemesi. 3- Dini sorumlulu k ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması. 4- Dini değerlere aykırı konularda propogand a özelliği taşımaması. 5- Söz veya icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklana n hususların yer almaması. 6- İbadet gibi telakki edilmemes i. 7- Kur’ân okuma ve dinleme kültürünün önüne geçmemesi. 8- İnsanları nefsânî arzularına esir edecek bir icra muhteva ve seviyede olmaması. 9- insanları dini ya da dünyevî faydalard an tamamen uzak bir şekilde faydasız şeylerle meşgul etmemesi. 10-Maddi ya da manevi her hangi bir zarar unsuru taşımaması. II- Hadis kaynaklarında Rasululla h (s.a.s)’den çeşitli yorum ve uygulamal ar nakledilm ektedir. Bunların bir kısmı sahih, bir kısmı zayıf diğer bir kısmı da uydurmadır. Sahih rivâyetlerde Rasululla h (s.a.s.)’in müziği Kur’ân-ı Kerim’de belirtile n ölçüler ışığında değerlendirdiği, dini açıdan sakıncalı gördüğü müzik icralarını yasakladığı, dini açıdan her hangi bir sakınca görmediği müzik icralarına da müsade ettiği, hatta bizzat kendisini n de bu gibi müzikleri dinleyip ashabını teşvik ettiği ifade edilmekte dir. III-Eserlerinde müzik konusuna yer veren alimler bu hususta farklı görüşler belirtmişlerdir. Bu mayanda kimi İslâm alimleri müziği bütünüyle haram sayma yoluna gitmiş, kimisi mekruh demiş kimisi de müziğin bütünüyle mübah olduğunu savunmuştur. Bütün bunların yanında müziği çeşitli yönleriyle tahlil ederek olumlu/mübah olanını, olumsuz/haram olanından ayıklamaya çalışarak, gerek muhteva gerekse icrasında dinin temel kurallarına aykırılık bulunmaya n ve insanlard a olumlu sonuçlar doğuran müziğe cevaz verip, bu özellikleri taşımayan müziği haram sayanlar da olmuştur. Esasen kaynaklar dikkatli incelendiği zaman müziği haram, mekruh ya da mübah sayan alimlerin hemen bütününün konuyu bu açıdan ele alıp inceledik leri görülecektir. Bu da alimlerin müziği içinde yaşadıkları toplumların sosyo-kültürel yapısına göre değerlendiklerini göstermektedir. KONUNUN DETAYI İslam açısından müziğin hükmü, “müzik” denilince ne anlaşıldığına bağlıdır. Tarihboyu İslam kaynaklarında müzik çeşitli isimler altında anılmış, her kavram kendi içinde başka şeyleri de ifade etmiş ve müziği dini açıdan yorumlaya nlar da bu kavramlar ve içeriklerine göre müziği yorumlamışlardır. Günümüzde müziğin dini yönü ile ilgili tartışmalarda da bu husus geçerliliğini korumakta dır. Bundan dolayı burada müziğin İslam açısından tahliline geçmeden önce İslam kaynaklarında müzik kavramını ifade sadedinde kullanılan terimleri kısa da olsa tanımlamaya çalışacağız. Kavramları kısaca tanımladıktan sonra İslam alimlerin in müzikle ilgili yorumlarını delilleri yle birlikte özet olarak sunmaya çalışacağız. BİRİNCİ BÖLÜM MÜZİĞİN TANIMI I- Kelime Manası Kelime olarak müziğin kökeni hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bunlarda bazıları şöyledir: 1- Müzik, kelime olarak Yunancada ki “Musaların Sanatı” anlamına gelen “mousike” sözcüğünden gelmekted ir[1]. Arap dilindeki (mûsîkî / mûsîkâ) kelimesi de aynı köktendir[2]. “Mûsî”, “nağmeler”; “kî” ise “ölçülü ve zevkli” anlamına gelmekted ir[3]. 2- İnsanla yaşıt olan nağme sanatının adı Yunancada n alınmıştır ve dünyanın hemen bütün dillerind e aynı asıldan çıktığı belli olan benzer şekillerde kullanılır. Yunancada, o dilin alfabesin e göre m-o-u-s-a harfleriy le yazılan ve “mûsa” diye okunan “peri” anlamında bir kelime vardır. Yunancanın kurallarına göre, bir kelimenin sonuna gelen -ike veya -ika takısı, o kelimeye “konuşulan dil” anlamını kazandırır. Mûsa’ya eklenen -ike takısı, peri kelimesin e de “perilerin konuştuğu dil” anlamını verir. (Yunancası “ta mûsike’). Mûsiki ve şiire daha sonraları -İslâmî terimle- “meleklerin dili” denmiş olmasından da anlaşılacağı gibi, müzik kelimesin in kökündeki bu “perice” anlamı, bu sanatın sonradan yapılan bütün tarifleri nin en kısası değil ve en güzelidir[4]. 3- Müzik kelimesi, Yunan mitolojis inde bilim ve sanat tanrıçası “Müz” isminden kaynaklan maktadır[5]. Türkçe’de şehir çevresinde saray ve konak müziklerine Kâr[6], Kârçe[7] ve Beste[8]; şehir ve çevresindeki küçük kasaba müziklerine Şarkı[9] ve Türkü[10]; cami müziğine Ezan, Dua, Tehlil[11],Tesbih[12], Salât[13], Tekbir[14] ve Temcid[15]; tekke müziğine Semâ[16], Deme[17], Tevşih[18], Şugl,[19] Durak[20], ilâhî[21], Nefes[22], Münâcaât[23], N’at[24] ve Âyin[25]; kışlalardaki askeri müziğe Mehter[26]; sınırboylarında kahramanlık ve savaş türkülerine Marş[27] adı verilmekt edir.[28] Bunların yanında Mani[29], Koşma[30], Divân[31], Karşılaşma, Bozlak[32], Uzunhava[33], Destan[34] gibi daha birçok çeşit müzik türleri de bulunmakt adır. Peygamber (s.as.) dönemi musiki terimleri ve aletleri ile ilgili olarak Tarih, Edebiyat, Hadis, Tefsir vb. kaynaklar da farklı tespitler bulunmakt adır. Bu tespitler in ve rivâyetlerin mukayeses i, konunun netleşmesi bakımından önem arzetmekt edir. Ancak çalışmanın hacmini aşmaması bakımından biz burada başta hadis kaynakları olmak üzere, tefsir, fıkıh ve tasavvuf kaynaklarında geçen terimleri nakletmek le yetineceğiz. Peygamber (s.a.s.)’in hadisleri ve diğer İslâm kaynaklarında tespit edebildiğimiz başlıca mûsikî terimleri şunlardır: “el-Gınâ”, “el-inşâd”, “el-Hudâ”, “en-Nasb”, “en-Niyâhe”, “el-Gazel”, “Zühdiyyât”, “Kaside”, “Tağyîr”, “Semâ”, “Mûsikî”, “el-Elhân”, “el-Edvâr”, “Meâzif”, “Mezâmîr” ve “Melâhî”. II-TERİM MANASI Terim olarak müziğin çeşitli tanımları bulunmakt adır. Biz burada Fârâbî (870-950)’nin yaptığı tanımı esas alacağız. O’na göre müzik: “Genel olarak nağmeler ve nağmeleri daha güzel hale getiren her türlü çalışmayı kapsayan bir sanattır[35]“. Fârâbî bu tanımında müziği yalnızca bir ses sanatı olarak ele almış ve sesle ilgili her türlü icrayı “müzik” değerlendirmiştir. Dolayısıyla bu tanım müzik esnasında icra edilen klipler, eğlenceler, raks, deveran vb. icraatların müziğin dışında, müzikle bağlantılı ayrı bir konu olarak değerlendirilmesini gerektirm ektedir. Kur’ân-ı Kerim’de doğrudan müziği ifade eden her hangi bir terime rastlayam adık. Bunun dışında diğer İslam kaynaklarında müzik genelde bu muhteva içerisinde değerlendirilmekle birlikte bazı kaynaklar da farklı içerikli müzik icraalarının da “müzik” başlığı altında değerlendirilerek buna göre yorumlandığı görülmektedir. Başta hadisler olmak üzere fıkıh ve tasavvuf kaynaklarında müzik ilgili terimleri n başlıcaları şöyledir: A- el-Gınâ Hz. Peygamber in hadisleri nde ve İslam kaynaklarında en fazla kullanılan terim budur. Kelime olarak “yetinmek” manasına gelmektedir[36]. Sesle ilgili bir terim olarak ise “sesin yükseltilip, peşpeşe yapılması” demektir[37]. Bir sese bu kelimeyi kullanabi lmek için o sesin coşturucu olması esastır[38]. Makamlı ve coşturucu her çeşit söz bu kavram içerisinde değerlendirilir[39]. Ehad Arpad’a göre “Gına”, her hangi bir şiirin, mevzi, ifade, mana ve veznine ehemmiyet verilmekl e beraber, tegannî edilmeden okunuşudur. Musikidek i ton, interval ve melodi mefhumlarından uzakça, fakat alelâde bir okuyuştan da tamamen farklı olan bir şiir okuma tarzıdır. Ekseriya bir şiir, her hangi bir münâsebetle, bir toplantıda, bir eğlencede veyahut kederli veya neşeli bir ruh haleti içinde tekrar edildiği zaman, “gınâ” yapılmış olur. Böyle bir şey bazan irticâlen de yapılır[40]. Ebu’l-Bekâ (ö. 1094/1683)’ya göre bir şeyin “Gınâ” ve “Teğannî” olabilmes i için, sözlerinin şiir kalıbında olması, alkışla beraber söylenmesi ve bu alkışın çalgıyla uyum içinde olması şarttır[41]. Arapça’da “Gınâ” kelimesi, sadece sesi yükseltme manasına geldiği gibi, Arapların “Nasb” (gurbet türküleri) dedikleri terennümlerle “Hidâ” (yolculuk türküleri) manasına da kullanılır. Ancak bunları yapanlara “Muğanniye” denilmiyo r. “Muğanniye” kelimesi, çekişli, kırışlı, coşturucu ve kötülüklere teşvik edici şeyler söyleyenlere kullanılır[42]. Hanefî fakihleri nden Kuhistânî’ (ö. 962/1554)’ye göre ise “gınâ” şiir sözlerinin makam ve makama uygun el çırpmasıyla söylenmesidir. Bu üç şart -ses, makam ve el çırpma- olmasa “gınâ” meydana gelmez.[43]“ İlk zamanlard a aşk şiirlerinden övgü veya hicivlere kadar makamlı söylenen her türlü şarkı çeşidine “gınâ” ve “tegannî” terimi kullanılırken[44] sonraki dönemlerde bu terimler çalgı aletlerin i de kapsayan daha genel bir kavram olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim Ebu’l-Ferec el-isfehânî (ö. 356/967)’nin bir çeşit müzik tarihi olan hacimli eserinin adı “Kitâbü’l-Eğânî”dir. Türkçe’de “Gınâ”, “ezgi, ağız, şarkı ve türkü söyleme” olarak terceme edilmişse de[45] bunların hiç biri, bünye ve karakter itibariyl e uzun hava kadar “Gınâ” tabirini karşılamamaktadır[46]. Bu çalışmada, gerek hadis gerekse fıkıh kaynaklarında geçen “Gınâ/Teğannî” kelimeler i “Şarkı”; “Mugannî/ Muğannîye” kelimeler i de “Şarkıcı” olarak tercüme edilecekt ir. B- el-İnşâd Bazı kaynaklar da müzikle ilgili olarak “el-inşâd” terimine de yer verilmiştir. “el-inşâd” kelimesi esasen “yüksek sesle şiir okuma[47]” manasına gelmekted ir. Ancak bazı Arap edebiyatı tarihçileri bu kelimenin, sıradan bir şiir okuma sanatı olmayıp, daha çok musiki özelliği taşıyan bir şiir okuma tarzı olduğunu ifade etmişlerdir. Bu konuda Prof.Dr.M .Nihad Çetin şunları söylemektedir: “Eski şairlerin şiir okumalarını ifade ederken “Anşada” fiilinin kullanılması da şiirin yüksek sesle alakası olduğunu gösterir. Nitekim sonraları şiir söylemeye, okumaya delalet eden bu fiilin kökünde, sair manaların yanında, eski ve asli manası olduğu intibaını veren “sesi yükseltme” vardır. Mevcut rivayetle re göre şiir, hususi bir tarzda yeknesak fakat -her halde vezni belirten- bir ahenk ile okunurdu. Eski şairin vezin bilgisi, sistemli ve kitabi bir kaynağa bağlandığına göre, inşâd’daki hususi makamın, manzûmelerin nazmedilişinde ameli bir hizmetini n bulunması da kuvvetle muhtemeld ir.[48]“ Halk arasında üç tip “gınâ”ya rastlanır. Solo, koro ve nevbetleşe teganni. Şarkı vezinli yahut vezinsiz olabilir. Birincisi ne “Naşid (inşâd, unşude, enşede) ve ikincisin e de “Tertil” denilir[49]. Ancak, belirtild iği üzere şiirde musiki, şiirin vezninden kaynaklan an ve vezne bağlı olan bir bestedir. Gınâ’da ise şiirin vezinleri ni de aşabilme özelliği taşıyan bir beste anlayışı vardır. Günümüzde de şiir, özel bir tarz ile okunur, ancak musikinin dışında ayrı bir sanat dalı olarak telakki edilir. Ayrıca nakledile n hadislerd e, Peygamber imizin “şiir” ve “inşâd”ı konu edinen açıklamaları ile “gına” hakkındaki açıklamaları muhteva ve yaklaşım bakımından birbirind en farklıdır. İslam kaynaklarında da şiir ile musiki (el-gına) genel olarak, ayrı ayrı başlıklar altında ele alındığından dolayı biz bu çalışmada “inşâd” ve “şiir” ile ilgili ayet, hadis ve fıkhi tartışmalara yer vermedik. C- el-Hudâ Kelime olarak “deve sürme”manasına gelmekted ir[50]. Deve çobanlarının develerin i güderken veya arap gençleri çölde dolaşırken söyledikleri bir teğannî çeşididir[51]. Ancak bu yalnız deveciler e mahsus değildi. Ağır işlerde çalışırken yahut herhangi bir faaliyete refakat için şarkılar söylenmesine de yer yer rastlanır. Saka, kayıkcı, dokumacı, tarlada başak döküntülerini toplayanl ar ve kezâ çadırda veya evde çalıştırılan kadınlar, bugün de olduğu gibi şarkı söylerlerdi[52]. Hidâ’nın Arap mûsikîsinin ilk örneği olduğu kabul edilmekte dir[53]. D- en-Nasb Bir çeşit yolculuk türküsüdür. Hidâ ile aynı mahiyette olmakla beraber ondan daha etkileyic i bir özelliğe sahiptir[54]. Nasb, aynı zamanda bir çeşit gurbet türküsüydü. Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanlar, Mekke’ye duydukları özlemi türküleriyle (nasb) dile getirirle rdi[55]. E- en-Niyâhe Kelime olarak “ağlamak ve başkasını ağlatmak[56]” manasına gelen Niyâhe her dönemde olduğu gibi Peygamber imiz devrinde de halk arasında yaygındı. Cahiliye devrinde ölülerin arkasından ücretle elbiseler ini yırtıp, saç-baş yolarak feryat eden bir takım kadınlar vardı. Nâiha veya Mürinne[57] de denilen bu kadınlar ölünün arkasından iyilikler ini ve kahramanlıklarını anlatan ezgiler okur, ses ve hareketle riyle çevredekileri elem ve ızdıraba boğar, hazin bir matem havası meydana getirirle rdi. Bu şekilde bazan kabile ihtilafla rı ve kan davaları körüklenir, böylece ölüm olayı ve cenaze kaldırma meselesi bir güç gösterisi ve bir intikam yemin merisimi haline getirilir di[58]. F- el-Meâzif Çalgı aletleri konusunda ise, hadis-i şeriflerde yaygın olarak kullanılan iki kelime bulunmakt adır: Meâzif ve Mezâmîr. “Meâzif”, “Mi’zef”in çoğuludur. “A-Z-F” kökünden gelir. “A’zf”, “Cin sesi” demektir. Geceleyin çöllerde zil sesi gibi duyulur. Gök gürlemesine de “A’zf” denilir. “Meâzif” ise Ud ve Tanbur gibi eğlence aletleri manasına gelmekted ir. Müzisyenler ve çalgı aletleri eşliğinde oynayana da “Âzif” denilmekt edir[59]. “Mi’zef” özellikle Yemenlile rin kullandığı vurmalı çalgı aletlerin den bir çeşidine kullanılır. Ud’a da “Mi’zef” denilmiştir[60]. Bir görüşe göre de kelime tekil olarak (Mi’zef) kullanıldığı zaman Yemenlile rin kullandıkları bir çeşit vurmalı çalgı aleti; çoğul olarak kullanıldığı zaman ise eğlence maksadıyla kullanılan, bütün vurmalı çalgılarını ifade eder[61]. ilk zamanlard a Ud ve Tanbur gibi parmak veya mızrapla çalınan çalgı aletlerin e kullanılmasına karşın, sonraki dönemlerde bütün telli ve nefesli aletleri ifade eden bir terim olmuştur[62]. G- el-Mezâmîr “Mezâmîr” kelimesi de “Mizmâr”ın çoğuludur. Kelime olarak “Nefes ile çalınan kamış düdük” demektir. Cins ismi olarak, nefesli çalgı âletler zümresine dahil bütün çalgı aletlerin i ifade etmektedi r. Özel olarak; İbn Sinâ (ö.466/1073)’ya göre bir nevi kavala delalet eder. İbn Sinâ mizmâr (ney)’i “ucundan üflenerek çalınan bir çalgı” gibi tarif etmetke ve onu “bir delikten üflenerek çalınan” yara’dan (flüt) ayırmaktadır. Mefâtîhu’l-Ulûm’da “mizmar, ney’dir” denilmekt edir. Mezâmîr sınıfından olan çalgı isimleri Arapçada çoktur[63]. Aynı kökten gelen “Zemmâre” ise “zinakâr kadın” demektir[64]. Bu kadınlar aynı zamanda müzisyenlik yaptıklarından dolayı bu ismi almışlardır.[65] “Mizmâr” kelimesin in, “Gınâ” gibi ses ile okunan şeylere de kullanıldığı görülmektedir. Nitekim, Hz. Ebubekir (r.a.), bir bayram günü Peygamber (s.a.s.)’in evinde Def eşliğinde söylenen şarkıyı “Mezâmiru’ş-Şeytan” (Şeytan düdükleri)[66] şeklinde nitelendi rmiştir. “Câriyeteyn” hadisi olarak bilinen bu hadiste, câriyelerin yanında deften başka bir âletin varlığından söz edilmemiştir. Buna göre burada geçen “el-Mizmâr” ve “el-Mezâmîr” hep ses ile okunan şeyler manasına gelmekted ir.[67] Aynı şekilde Rasululla h (s.a.v.)’in, güzel sesi ile Kur’ân okuyan Ebu Musa el-Eşa’rî’ye iltifat için söylediği sözde[68] geçen “el-Mizmâr” kelimesi de bu manadadır. Çünkü Ebu Musâ el-Eş’ârî Kur’ân okumaktay dı ve yanında herhangi bir çalgı âleti de yoktu. Çalgı aletleri telli, üflemeli ve vurmalı olmak üzere üç kısımdır. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, hadis-i şeriflerde Hz. Peygamber döneminde telli aletleri ifade için “el-Meâzif”; üflemeli aletleri ifade için de “el-Mezâmîr” terimleri nin kullanılmasına karşın, vurmalı aletler için genel bir terim kullanılmamıştır. H- el-Melâhî Sonraki İslâm kaynaklarında çalgı aletlerin in genelini ifade için “el-Melâhî”[69] tabiri daha yaygınlaşmıştır. Örneğin İbn Ebiddünya (ö. 281/894) ağırlıklı olarak çalgı aletlerin e yer verdiği eserine “Zemmü’l-Melâhî”; Acurrî (ö. 360/970) aynı özelliği taşıyan eserine “Tahrîmü’n-Nerd ve’ş-Şatranc ve’l-Melâhî”; Mufaddal b. Seleme (ö. 390/999) de “Kitâbu’l-Melâhî ve Esmâihâ” adını vermiş; İbn Kudâme (ö. 744/1343) de “el-Muğnî” adlı eserinde çalgı aletleri konusunu “el-Melâhî” başlığı altında incelemiştir. İbn Ebiddünya’nın, eserinde şarkı ile ilgili hadislere de yer vermesi, “el-Melâhî” teriminin bu dönemde müziğin genelini ifade sadedinde de kullanıldığını göstermektedir. Ancak, bugüne kadar kullanılagelen el-Gınâ, es-Semâ, el-Mûsikî, el-Elhân, el-Meâzif, el-Mezâmîr, el-Melâhî vb. terimleri n bugünkü kapsamıyla müziği ifade etmekte yetersiz kaldığı iddia ederek, bilinen bu eski terimleri n yerine “hendesetü’s-savt” (ses sanatları) teriminin kullanılmasını daha uygun görenler de olmuştur[70]. I- Zühdiyyât, Kaside, Tağyîr ve Semâ Abbâsiler döneminde “Zühd Kasideler i”nin ortaya çıkması yeni bir müzik türünün doğmasına sebep olmuştur. İmam Şâfii (ö.204/820)’nin ifadesind e “Tağyîr”[71] diye geçen[72] bu tür müziklere “Kaside”[73] ve “Zühdiyyât”[74] adı da verilmiş, yer yer “Semâ” terimi de kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde “Semâ” terimi diğerlerinden daha yaygın kullanılır olmuştur. Bu tabirlerd en Zühdiyyât ve Kaside mûsikîden çok şiirin konularındandır. Tağyîr ve Semâ ise mûsikînin konularındandır. 1- et-Tağyîr Tağyîr, kelime olarak “Ğ-Y-R” kökünden gelen “Tef’îl” vezninde bir kelimedir . “Değiştirmek” demektir[75]. Terim olarak çeşitli tanımları yapılmıştır. Zeccâc (v.316/928-929)’a göre, “insanları fani olan dünyadan, ebedi olan ahirete yönlendirmektir”. Ebu Mansur el-Ezherî (ö. 370/980) de şu tanımı yapmıştır: “Muğayyire, “dua ve yakarışla Allah’ı anarak insanları değiştiren topluluk” demektir. Allah’ı anarken söyledikleri ilahilere, coşturucu olduğundan dolayı “Tağyîr” adını vermişlerdir. Bu şiirlerin makamlarla okunması halinde coşup ve raks etmelerin den dolayı kendileri ne de “Muğayyire” demişlerdir[76]. 2- es-Semâ’ Sema, kök olarak “S-M-A” kökünden gelmekted ir. “işitmek, duymak[77], hoş makamlar, tatlı nağmelerle şiir okuyup dinlemek”[78] demektir. Müzik terimi olarak, sûfilerin cezbe haliyle ayakta zikretmel erine kullanıldığı gibi, Türkçe’de özellikle Mevlevîler arasında yaygın olan dini rakslara kullanılmıştır. Mevlevile r, bunu yapana “Semâzen”, bunları idare edenlere de “Semâzenbaşı” adını vermekted irler[79]. Semâ’ın çıkış noktasının Kur’ân tilâveti olduğu söylenebilir. Bilhassa Kur’ân tilâvetinden sonra okunan mensûr ve manzûm parçalar semâ’ın başlangıcını oluşturur. Hicrî III. asırdan itibaren tasavvuf muhitleri nde semâ’ ve mûsikîden söz edildiği; ilk semâ’ meclisini n Serî es-Sakatî (ö. 256/870) tarafından kurulduğu ve yeğeni Cüneyd el-Bağdâdî (ö. 298/910) ile Zünnûn el-Mısrî (ö. 254/868)’nin de semâ’ı belli şekillerde ifade ettiği bilinmekt edir[80]. İmam Kuşeyrî (ö. 465/1072) Risâle’sinde; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî de (ö.597/1144) Telbîs-ü İblis adlı eserinde tasavvuf mûsikîsini “Sema” başlığı altında incelemişlerdir. İmam Gazali (ö. 505/1111), Ebu’l-Futûh el-Gazzâlî (ö.520/1126), İbn Hacer el-Heytemî (ö. 974/1567), Aliyyü’l-Kârî (ö. 1014/1605), Abdülgani en-Nablusî (ö. 1143/1731), Şevkânî (ö. 1250/1834) ve daha birçok müellif müzikle ilgili eserlerin i bu isim altında telif etmişlerdir. Bunlardan Abdulgani Nablusî, “Semâ” kelimesin in müziğin bütününü ifade eden bir terim olduğunu özellikle belirtmiştir[81]. J- el-Mûsîkî Müzik nazariyel erinin oluşmaya başladığı dönemden sonra teorik müziğe Yunanca bir kelime olan “Mûsîkî/Mûsîkâ” terimi; müzik icrasına da “ilmü’l-Gınâ” terimi kullanılmaya başlanmıştır[82]. Nitekim Fârâbî (ö.339/950) müzikle ilgili olarak telif ettiği eserine “Kitâbü’l-Mûsîkâ” adını vermiştir. Fârâbî “Mûsikî” terimini “Elhân” diye tanımlamış; “Lahn”ı da “Belirli bir sisteme göre düzenlenmiş olan çeşitli sesler topluluğu” olarak tarif etmiştir[83]. Aynı yaklaşım ihvân-ı Safâ’da da görülmektedir[84]. K- el-Elhân “el-Elhân”, “Lahn” kelimesin in çoğuludur. “Lahn” ise “kaideli ve besteli ses”[85]; “ezgi, ırlama, nağme ve âhenk” demektir[86]. Coşturucu okuyuşlara da “Lahn” denilir[87]. H. IV. asırdan sonra “Gınâ” ve “Mûsikî” tabiri yerine müziği ifade etmek için “Elhân” tabirinin kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Bu konuda eser telif eden Abdülkadir Merâğî (ö. 838/1453) eserine “Câmiü’l-Elhân”; Ladikli Mehmet Çelebi (ö. yaklaşık 906/1500) de “Zeynü’l-Elhân” adını vermişlerdir. L- el-Edvâr Arapçada müzikle ilgili diğer bir terim de “Edvâr” tabiridir . Bu terim özellikle X-XV. yy.lar arasındaki müslüman müzikologların, müzik teorisi ve kuralları ile ilgili yazdıkları eserlere verdikler i bir isimdir. Bu kitaplard a makamlar, perdeler ve usuller belirtili r[88]. İKİNCİ BÖLÜM İSLAM ALİMLERİNİN MÜZİĞİN DİNİ YÖNÜ İLE İLGİLİ YORUMLARI İslam alimleri genel olarak müziği önce Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler açısından ele almış sonra da bunun icra biçimi yanında faydaları ve zararları üzerinde de durarak yorumlar yapmışlardır. Bu yorum ve tutumları dört kısımda değerlendirmek mümkündür: 1-Genel olarak haram sayanlar, 2-Genel olarak helal sayanlar, 3-Genel olarak mekruh sayanlar, 4-Her müzik çeşidini özel olarak değerlendirip yorumlarını bunların icra şekli, muhtevası ve sonuçlarına göre yapanlar. I-MÜZİĞİ GENEL OLARAK HARAM SAYANLAR Bazı alimler türü ve muhtevası ne olursa olsun “müzik” kavramına giren her türlü ses sanatını haram saymışlardır. Bu husustaki bazı görüşler ve delilleri şöyledir: A-Kur’an-ı Kerim 1- “insanlardan öyleleri vardır ki, halkı farkettir meden ve hiçbir bilgiye dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve dini alaya almak için boş söz ve eğlendirici sözler (lehve’l-hadîs) satın alırlar. işte onlar için hor ve hakir edici bir azap vardır.[89] Tirmizî’nin Ebu Ümâme el-Bâhilî’den naklettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şarkıcı kadınların alım ve satımı, onlar üzerinden para kazanmak ve onların karşılığında alınan ücretler helal değildir. Allah Teâlâ’nın şu sözü onlar hakkında nazil olmuştur: “insanlardan öyleleri vardır ki…”[90] Sahabeden İbni Mes’ud, İbni Abbas, Ebu Ümâme ve Cabir b. Abdullah; Tabiinden Mücahid, İbn Cüreyc, ikrime, Hasan-i Basrî ve Mekhûl burada geçen “lehve’l-hadîs”den maksadın şarkı olduğunu söylemişlerdir.[91] Bir rivâyette Mücâhid bunu “Davul” (Tabl) şeklinde tefsir etmiştir.[92] İmam Kurtubi (ö. 671/1273), müfessirlerin bu konudaki görüşlerini nakletikt en sonra: “Bu konuda en doğru görüş, “Lehve’l-Hadis”ten maksadın şarkı olduğunu ifade eden görüştür. Peygamber (s.a.v.) ve ashab-ı kirâmdan nakledile n görüşler de bunu gerektiri r” demektedi r.[93] İbn Arabî (ö. 543/1148) “Lehve’l-Hadis”in yorumunda “şarkı ve çalgı aletleri”, “batıl olan herşey” ve “darbuka” şeklinde üç ayrı görüş olduğunu söyledikten sonra, en doğru görüşün “Lehve’l-Hadis”ten maksadın “batıl olan herşey” olduğunu savunan ikinci görüş olduğunu ifade etmiştir[94]. Şafii fakihleri nden İbn Hacer Heytemî (ö. 974/1567)[95] ile bazı Hanbeli fakihleri[96] bu âyete dayanarak şarkının haram olacağını; Hanefî fakihleri nden İbn Âbidîn de bu âyete dayanarak mübah şekliyle bile olsa şarkının mekruh olduğunu ifade etmiştir[97]. Muhamed Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) ise konuyu şöyle özetlemektedir: “Tefsir alimlerin in bir çoğu “Lehve’l-Hadis”i şarkı ile tefsir etmişlerse de araştırmacıların tercihi ayetin zahiri gereği genel bir mana ifade etmesidir . Bununla beraber burada asıl azarlamanın hikmeti şununla anlatılmıştır: “Bilmiyerek Allah yolundan saptırmak ve onu alaya almak”. Yani saptırdığını hissettir meden, yaptığı işin akibetini sezdirmed en dini ve ahlakı bozmak ve Allah yolu ve onun hak diniyle eğlenmek için.[98] Ayetin müziğin haramlılığına delil olarak ileri sürülmesine karşı çıkan İmam Gazzâlî bu konudaki görüşünü şöyle ifade etmektedi r: “Din karşılığında, Allah yolundan saptırmak için “Lehve’l-Hadis” satın almak haramdır. Bu konuda tartışma yoktur. Her çalgı, dinin karşılığında satın alınmıştır ve Allah yolundan saptırıcıdır da denilemez . Ayetten maksat da budur. Bir kişi Kur’an-ı Kerim’i dahi Allah yolundan saptırmak için okusa haram işlemiş olur.[99] 2- “Bu söze mi şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz… Ağlamıyorsunuz… Habersiz oyalanmaktasınız (sâmidûn).” [100] Ayette geçen “Sâmidûn” kelimesi İbn Abbas (ö. 68/687) ve ikrime (ö. 105/723)’ye göre şarkı manasındadır. Çünkü Yemen ve Hımyer lugatında “Sümûd” şarkı (gınâ) manasına gelmekted ir.[101] Mekkelile r Kur’ân dinledikl eri zaman ona kulak vermemek için şarkı söyler, eğlenirlermiş.[102] İbn Kayyım el-Cevziyye ayette geçen “Sâmidûn” kelimesin i şarkı olarak yorumlamasından hareketle müziğin haram olduğunu ifade etmiş ve “Sâmidûn” kelimesinin diğer manalarının da müziğin birer fonksiyon u olması münasebetiyle hangi noktadan ele alınırsa alınsın bu ayet-i kerimenin müziğin haramlılığını ifade ettiğini iddia etmiştir. [103] İmam Gazzâlî ayet-i kerime’nin bu şekilde değerlendirilmesini şöyle tenkit etmiştir: “Sâmidûn” kelimesin in manasının şarkı olduğu kabülüne binaen eğer ayetteki sitem haramlılık ifade ederse, bundan önceki âyetlerde zikredile n gülmenin ve ağlamamanın da haram olması gerekirdi .[104] 3- “Onlar yalan yere şahitlik (zûr) etmezler, faydasız birşeye rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla geçerler”. [105] Mücâhid (ö. 104/722) bu ayette geçen “ez-Zûr” kelimesin i şarkı (gınâ)[106]; İbn Hanefiyye (ö. ) de şarkı (gınâ) ve eğlence (lehv) şeklinde tefsir etmişlerdir[107]. İbn Kayyım el-Cevziyye ve bazı Hanbeli fukahası, Muhammed b. el-Hanefiyye’nin ayette geçen “ez-Zûr” kelimesin i “şarkı” (ginâ) şeklinde açıklaması ile ayette geçen “Lağv” kelimesin in, “terkedilmesi gereken her türlü batıl ve yanlış şey” manasına gelmesind en hareketle müziği batıllar arasında sayarak haramlığını ifade etmişlerdir. [108] 4- “Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. “Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun. Cahillerl e ilgilenme yiz derler” [109]. İbn Kayyım’a göre bu ayet-i Kerime her ne kadar özel bir sebeb üzerine inmişse de ifade ettiği mana umumidir. Her türlü gereksiz ve faydasız şeyi (Lağviyyat) kapsar. Müzik de gereksiz ve faydasız olduğuna göre o da bu ayetin hükmüne dahildir. [110] 5- “De ki, Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.” [111] İbni Vehb’in naklettiğine göre, Ubeydulla h, Muhammed b. Kasım’a: - “Şarkı hakkında ne dersiniz?” diye sorar. - Kasım: “O batıldır” der. Ubeydulla h: - “O’nun batıl olduğunu ben de biliyorum . O’nun hakkında ne düşündüğünüzü sordum.” der. Kasım: - “Batıl’ı bilirmisi n. O nerededir?” diye sorar. Ubeydulla h: - “O ateştedir” diye cevap verir. Bunun üzerine Kasım: - “işte o, odur” karşılığını verir. Birisi, İbni Abbas’a: “Şarkı hakkında ne dersiniz? Helal mıdır, Haram mı? “diye sorduğunda İbni Abbas (r.a.) “Ben ancak Allah’ın kitabında haram dediğine haram derim” cevabını vermiştir. Adam: “O helal mıdır?” diye sorduğunda İbni Abbas: “Öyle birşey diyemem. Sen hak ile batılı bilir misin? Kıyamet günü geldiğinde şarkının yeri neresi olur?” diye sormuş. Adam: “O batıl ile beraber olur” diye cevaplayınca, İbni Abbas: “Şimdi git, sen kendi fetvanı verdin” demiştir. İbni Kayyım el-Cevziyye bu görüşlerden hareketle şarkının haram olduğunu ifade etmiştir.[112] 6- “Ama kim Rabbinin azametind en korkup ta kendini hevadan (kötülükten) alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir .” [113] İbn Kayyım’a göre müzik nefsin hevasından olduğuna göre ayetin ifade ettiği mefhum gereği sakınılması gerekir.[114] 7- “Kabedeki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka birşey değildir.” [115] Kurtubî, “Bu âyyette rakseden, el çırpan ve bağıran cahil sufilerin bu davranışlarına reddiye vardır”[116] derken; İbni Kayyım el-Cevziyye, toplu zikir halakalarında el çırparak ilahi, kaside ve zikir çekenlerin bu halini Mekke’li müşriklerin hallerine benzetere k tasavvuf mûsikîsinin haram olacağını ifade etmiştir. [117] 8- “Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun.” [118] İbn Abbas ve Mücâhid bu ayette geçen sesi, “şarkı”, “çalgı aletleri” ve “eğlence” olarak tefsir etmiştir.[119] Dahhâk’a göre ise “çalgı aletlerin in sesi” (savtü’l-mezâmîr)’dir.[120] İbn Kayyım el-Cevziyye, İbni Ebi Hatem’in bu ayeti “günaha çağıran herşey” olarak tefsir etmesi; Mücahid’in şeytanın sesinin “şarkı”, “batıl” ve “çalgı aletler”i (mizmarlar) olduğu” ifadesi ile Hasan-ı Basrî (ö.110/728)’nin şeytanın sesinin “Def” olduğu şeklindeki tefsirind en hareketle müziğin haram olduğunu söylemiştir.[121] İbn Hacer Heytemî, bu âyete dayanarak çalgı aletlerin in haram olacağını ifade etmiştir.[122] 9- “Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.” [123] “Sözlerin en güzeli Kur’an olduğuna göre dinlenilm esi gereken şey de Kur’an olmalıdır. Nitekim bu aynı zaman da bütün peygamber lerin sünnetidir” diyen İbn-i Teymiyye (ö. 728/1328), Kur’an-ı Kerim’deki dinlemek ve okumakla ilgili ayetlerle, mü’minlerin Kur’an dinlerken duydukları coşkuyu anlatan ayetleri de zikredere k “okunması, dinlenilm esi ve coşulması gereken tek şey varsa o da Kur’an’dır. Dolayısıyla aynı fonksiyon ları icra etmek maksadıyla şarkı gibi başka şeylerin kullanılması caiz değildir” görüşünü ileri sürmüştür. [124] Sonuç olarak türü ve muhtevası ne olursa olsun her çeşit müziğin haramlılığı konusunda delil olarak sürülen bu ayetlerin bu iddiaya doğrudan delil teşkil etmesi mümkün gözükmemektedir. Şöyleki bu hususta en fazla baş vurulan ayet olarak Lukman suresi 6. âyeti, İmam Gazzâlî ve Muhammed Hamdi Yazır’ın da ifade ettiği gibi, Allah yolundan saptıran şeyleri yasaklanm aktadır. Bu ise sadece müziğe mahsus bir özellik değildir. Üstelik müziğin her çeşidinin insanı Allah yolundan saptırdığı da idda edilemez. Ayrıca eğer eğlenceyi (Lehv) sırf eğlence olduğu için yasaklama k gerekirse dünyada olan herşeyin de yasaklanm ası gerekir. Çünkü Allah Teâlâ “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir…”[125] buyurmakt adır. Necm Suresi (53) 61. âyetinde geçen “Sümûd” kelimesi her ne kadar Himyer lugatında “müzik” manasına geliyorsa da, başta Kureyş lehçesi olmak üzere diğer lehçelerde eğlence (levh) manasına gelmekted ir.[126] Bu da âyet-i kerimenin, müzikle ilgili özel bir ayet olmayıp, dinden ve dini görevlerden engelleyen bütün eğlence ve meşguliyet çeşitleri için geçerli olduğunu göstermektedir. Özellikle İbn Kayyım el-Cevziyye tarafından ileri sürülen Furkan (25) 72, Kasas (28) 55, isrâ (17) 81, Nâziât (79) 40-41 âyet-i kerimeler inde geçen “Bâtıl”, “Lağv”, “Hevâ” “Zûr” vb. tabirler müzikle ilgili özel tabirler olmayıp, müzikle beraber bu özellikleri taşıyan daha birçok konuyu ihtivâ etmektedirler. Ayrıca bu kavramlar la yasaklana n hususların müziğin bazı çeşitleri için geçerli olsa bile bütünü için geçerli saymak mümkün değildir. Enfâl ( 35. âyetinde geçen “Mükâ” (ıslık çalma) ve “Tasdiyeh) (el çırpma) müziğin bir çeşididir. Bu âyet müziğin bu çeşidinin haram olduğunu ifade etse bile bütününü kapsamama ktadır. Ayrıca bunların bir ibâdet çeşidi oldukları ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu âyet daha çok ibâdetlerle ilgili müzikler için bir ölçü teşkil edebilir ki İbn Kayyım da âyeti bu şekilde yorumlamıştır. İsrâ (17) 64. âyetinde insanı azdıran sesin “müzik” olduğu kanaatind en hareketle müziğin haram olacağı ifade edilmiştir. Halbuki müzik insanı azdırabildiği gibi insanda güzel duygular da uyandırabilir. Nitekim müziğin bir kısmı insanları isyan ettirirke n diğer bir kısmı insanları hakka davet edebilmek tedir. Kur’ân-ı Kerim’in güzel sesle okunmasına teşvik edilmesi bunun açık bir örneğidir. Zümer (39) 23. âyetinde, Kur’ân-ı Kerim’in okunup dinlenilm esi ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Kur’ân’ın en güzel olması, Kur’ân’a aykırı olmayan şeylerin güzelliğine engel değildir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Mekke müşriklerine karşı Kur’ân’la cihad ettiği gibi[127] şiir vb. şeylerle de mücâdele etmiş bu hususda, Hasân b. Sâbit’i özel olarak teşvik ederek başarılı olması için dua etmiştir.[128] Ayrıca Yolculuk, düğün, bayram vb. durumlard a müzik dinlemiş ve dinlenilm esine de müsade etmiştir ki bunlar, Kur’ân-a aykırı olmayan şeylerin dinlenmes inde bir sakınca olmadığını göstermektedir. Görüldüğü gibi, zikredile n âyetler müzik konusuna doğrudan ve açık olarak değil, dolaylı ve ihtimalli olarak delalet etmektedi rler. Bu yorumlard a üzerinde durulan gerekçeler, özel tabirler olmaktan çok genel kural mahiyetin dedirler. Müzik konusuna delalet ettikleri gibi başka şeyleri de kapsamakt adırlar. Buna göre ilgili âyetleri, müziğin helal ya da haram olması yönünden şu şekilde özetlemek mümkündür: 1- Müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması. 2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu etmemesi. 3- Dini sorumlulu k ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması. 4- Dini değerlere aykırı konularda propogand a özelliği taşımaması. 5- Söz veya icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklana n hususların yer almaması. 6- Müziğin ibadet gibi telakki edilmemes i. 7- Kur’ân okuma ve dinleme zevk kültürünün önüne geçmemesi. 8- insanları nefsânî arzularına esir edecek bir şekil, muhteva ve seviyede olmaması. 9- insanları dini ya da dünyevî faydalard an tamamen uzak bir şekilde faydasız şeylerle meşgul etmemesi. Bu prensiple ri en kapsamlı bir şekilde A’râf (7) 33. âyet-i kerimesin de bulmak mümkündür: “De ki: Benim rabbim ancak, açık ya da gizli yüz kızartıcı çirkin işleri (fuhş), günahı (ism), haksız yere başkalarının hakkına tecavüzü (bağy), Allah’a hiçbir delil indirmediği şeyi ortak koşmanızı (şirk) ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasaklar.” Daha önce de ifade edildiği üzere âyet-i kerimede yer alan “Fuhuş”, açık ya da gizli her türlü çirkin işler ile başkalarının namus ve haysiyeti ne tecavüzü; “ism”, genel manada günah, akıl ve mantığa aykırı her türlü davranış ve bilerek Allah’ın yasaklarını çiğnemeği; “Bağy”, haksız yere başkalarının can, mal, namus ve kişilik haklarına tecavüzü ifade etmektedi r.[129] B-Hadis-i Şerifler Her tür ve çeşidiyle müziğin haramlılığını savunanla r bu hususta bir çok hadis ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bir kısmı sahih, bir kısmı zayıf diğer bir kısmı da uydurmadır. Zayıf ve uydurma hadisler fıkhi konulara temel teşkil edemiyece klerinden burada bunlardan sahih olanların başlıcaları üzerinde durulacak tır. 1- Hâkimin bir rivâyeti şöyledir: “Bu ümmetten bir topluluk sabahlara kadar yiyip, içip ve eğlenecekler, sabaha ise domuz olarak çıkacaklardır.. Orada bir takım kabile ve yerleşim yerleri sabaha kadar darmadağın edilecek ve sonra da “bu gece falancala r, falancala rın evleri tarumar edilmiş” denilecek tir. Onların üzerine, Lut kavminin üzerine gönderildiği gibi taş yağdırılacak ve köklerini kesen rüzgar gönderilecektir. içki içmeleri, faiz yemeleri, ipek giymeleri, dansöz-şarkıcı kadınlar edinmeler i ve akraba ile ilişkileri kesmeleri nden ötürü bu rüzgar, öncekileri köklerinden söküp attığı gibi onları da köklerinden söküp atacaktır”[130]. Hâkim bu hadis hakkında, “Müslim şartına göre sahihtir” demiş, Zehebî de aynı kanaatte olduğunu belirtmiştir. Cüdey’, Hâkim ve Zehebî’nin, hadisin sahih olduğu yönündeki değerlendirmelerini geniş olarak yorumlayıp tenkit etmiş ve sonuç olarak, râvîlerden Ferkad (?)’ın zayıf râvî olması ve senette çelişki “Izdırap” bulunması sebebiyle hadisin “Zayıf” olması gerektiğini belirtmiştir[131]. Zeylaî bu hadis-i şerifi şarkının haramlılığına delil olarak ileri sürmüşlerdir.[132] 2- Ebu Hureyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) köpek ticaretini ve şarkıcı kadının (Zemmâre) kazancını yasaklamıştır.”[133] Hadisin isnadı sahihtir.[134] “Zemmâre” zina eden kadın demektir. Ancak Ezherî’ye göre bundan maksat şarkıcı kadınlar da olabilir. Çünkü Arapça’da “Gınâ-u zemîr” (güzel şarkı) tabiri bulunmakt adır. Aynı zamanda zinakâr kadınlar da şarkı söylerlerdi. [135] 3- Ebu Amir veya Ebu Malik el-Eş’arî’nin peygamberimizden şunu işittiği rivyet edilmiştir: “Ümmetimden öyle topluluklar çıkacak ki, zinayı, ipeği, içkiyi, ve çalgı aletlerini helal sayacaklar. Yine bazı topluluklar, büyük bir koyun sürüsüyle dağın başında konaklaycak, onlara bir fakir ihtiyacı için geldiğinde “yarın gel “diyecekler. Allah-u Teâlâ da onları bir gece ansızın helak edecek, dağı başlarına yıkacak. Diğer bir kısmını da domuz ve maymun sûretine çevirecektir. Bu uygulama kıyamete kadar sürecektir”[136]. Hanefî fakihleri nden Fahreddin Zeylaî bu hadisi şarkının haramlılığına delil olarak zikretmiştir.[137] 4- Nâfi’den rivâyet edilmiştir: “İbn Ömer bir gün zurna sesi işitti. Parmaklarıyla kulaklarını tıkayarak yoldan çekildi ve “Ey Nâfi’ bir şey işitiyormusun?” dedi. Ben “Hayır” dedim. Bunun üzerine parmaklarını kulaklarından kaldırdı ve “Ben Peygamber (s.a.s.) ile beraberdi m. Bunun gibi birşey işitti ve aynen böyle yaptı”dedi[138]. Ebû Dâvud bu hadisin “Münker” olduğunu söylemiş ancak Sehârenfûrî bunu şu şekilde reddetmiştir: “Ebu Davud bu hadisin münker olduğunu söylemektedir. Ancak bunun münker yönüne rastlamadım. Bunun ravileri güvenilir kişilerdir. Hadis de bunlardan daha güvenilir kişilerin hadisleri ne aykırı değildir. Muhammed b. Tahir, ravilerde n Süleyman b. Musa ile bazı tenkitler ileri sürmüşse de birçok hadisçi onu güvenilir kabul etmiştir.”[139] Hanefi fakihleri nden İbn Abidîn[140] ile Hanbelî fakihleri nden İbn Kudâme[141] bu hadisleri çalgı aletlerin in haram olduğuna delil olarak zikretmiş; bir kısım ulema ise, iki sebepten dolayı bu hadisleri n bu yönde değerlendirilmesini yanlış bulmuşlardır. Birincisi hadisi nakleden Ebu Dâvûd’un, hadisin senediyle ilgili olarak “Bu hadis Münker’dir” demesi; ikincisi de Peygamber (s.a.s.)’in kendisini n kulaklarını kapamasına karşın İbn Ömer’in kulaklarını kapamaması. Çünkü böyle bir sesi dinlemek haram olsaydı Rasululla h (s.a.s.) İbn Ömer’in, İbn Ömer de Nâfi’in dinlemesine müsade etmezdi. İbn Kudâme ve onun paralelin de olanlar ise bu tenkitleri şu şekilde cevaplandırmışlardır: - Hallâl bu hadisi iki senetle nakletmiştir. Ebu Dâvûd bu senetlerden ancak birine vakıf olabilmiş ve onu nakletmiş olabilir. Dolayısıyla O’nun “Münker” ifadesi, kendi rivayetin de yer alan râvîlerle ilgilidir . - Peygamber (s.a.s.) kendi kulaklarını kapayıp, İbn Ömer’e kapattırmamıştır. Çünkü haram olan kulak kesilerek dinlemekt ir. Yoksa bir şeyi istemeyer ek dinlemek haram değildir. Ayrıca bu olay hicretten önceki dönemde gerçekleşmiş olabilir. Bu dönemde ise insanları kötülüklerden engelleme k (Nehy-i ani’l-Münker) vacip değildi.[142] İbn Ömer’in kulaklarını tıkaması ise, bu sesin haram olmasından değil, sadece Pegyamber (s.a.s.)’i taklit içindir. Ayrıca bu olay olduğunda Nafi henüz büluğ çağına ermemiş olabilir ki çocuklar için haram sözkonusu olmaz. [143] 5- İbn Abbas (r.a.)’dan nakledilm iştir: “Abdülkays heyeti Rasululla h (s.a.s.)’e gelerek “Yâ Rasulalla h! Hangi kaplardan içelim?” diye sordular. Rasululla h (s.a.s.) şöyle buyurdu: Ziftlenmiş kaplar, toprak kaplar ve su kabağından yapılan kaplardan su içmeyin, ancak su kaplarına şira saklayın”. Sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah bana (veya ümmetime) içkiyi, kumarı, davulu yasaklamıştır. Her sarhoş eden de haramdır”[144]. Yusuf b. Cüdey’ bu hadisin isnadının “Sahih ve “Muttasıl”, ravilerin in de güvenilir kişiler olduğunu ifade etmektedi r. [145] 6- İbn Abbas (r.a.) Peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: “Şüphesiz Yüce ve Ulu Rabbim, size içki, kumar ve davulu yasaklamaktadır.”[146] Hadisin isnadı sahihtir.[147] 7- Başka bir rivâyet de şöyledir: “Şüphesiz Allah ve rasulü, içki, kumar, davul ve tambur’u yasaklamışlardır.”[148] Hadisin isnadı sahih, ravileri güvenilir kişilerdir.[149] 8- Kuteybe (r. a) peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Zil şeytanın müzik aletidir.”[150] Zil’in yasaklanm asının sebepleri nden birisi de sesidir. Çünkü bu hadiste onun sesi şeytan düdüğüne benzetilm iştir. Şafii mezhebine göre mekruhtur. Mâliki ve diğer mezhepler e göre ise tenzihen mekruhtur”[151] 9- Ebu Hureyre (r.a.) peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Beraberinde köpek veya zil bulunan bir kafileye melekler refakat etmez.”[152] 10- Ümmü Habibe (r.a.) peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Beraberinde zil bulunan kafileye melekler yoldaşlık etmez”[153]. Heysemî, hadisin râvîlerinin gövenilir kişiler olduğunu belirtmiştir.[154] 11- Müslim, Saîd b. Cübeyr, İbn Abbas tarikiyle rivâyet edildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ size içki, kumar, davul, ud ve yahudiler in kutlama günlerini size yasakladı”[155]. Hadisin râvîlerinin güvenilir kişiler olduğu belirtilm iştir.[156] 12- Abdurrahm an b. Avf (r.a.) peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “iki günahkar ve ahmak sesi yasakladım: Musibet anındaki ses, yüz-göz tırmalama, yaka-paça yırtma ve şeytan sesi.”[157] Tirmizi hadisin “Hasen” olduğunu söylemiştir.[158] 13- Ebu Hureyre (r.a.)’den, Peygamber (s.a.s.)’in şöyle dediğini işittiği rivâyet edilmiştir: “Allah Teâlâ, kıyâmet günü, tevbe etmeden ölen ağıtçılara ateşten bir gömlek giydirir ve onları bütün insanlara teşhir eder.”[159] Heysemî hadisin senedinin “Hasen” olduğunu söylemiştir.[160] 14- Ümmü Atıyye’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) bizden ağıt yapmamak üzere söz aldı.”[161] 15- Ebu Mâlik el-Eş’arî (r.a.)’den peygamber (s.a.s.)in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ümmetimde dört şey vardır ki, bunlar cahiliyet adetidir ve bunu terkedemezler: Soy ve şerefle övünmek, neseplere ta’n etmek, yıldızlarla yağmur dilemek ve ağıt yapmak.”[162] 16- Ebu Hureyre (r.a.)’den peygamber (s.a.s.)in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “iki şey vardır ki, insanlar onunla küfre düşer: Neseplere ta’n ve ölülere ağıt yapmak.”[163] Müziğin haramlılığı konusunda kaynaklar da pek çok hadis zikredilm iştir. Ancak bunların hemen büyük bölümü zayıf bir kısmının da mevzu (uydurma) olduğu görülmektedir. Bu hadisleri n içerisinde sahih olanların başlıcaları bu hadislerd ir. Hadisleri n içerdiği konular dikkate alındığında müziğin genelini haram sayma konusunda delil kabul edilen bu hadisleri n ana konusunu çalgı aletleri, şarkıcı kadınlar (kayne) ve ağıtın oluşturduğu görülecektir. Zeylai gibi kimi alimler bu hadisleri müziğin genelini yasaklayıcı mahiyette yorumlamışlarsa da, İmam Gazzâlî, Kemâlüddin İbn Hümâm (ö. 861/1457), Abdülganî Nablusî (ö. 1143/1731), İbn Âbidîn (ö. 1252/1836), Takiyyüddin Sübkî, Remlî, İbn Hazm ve Şevkânî gibi diğer bir kısım alimler bu gibi hadisleri yorumlamışlardır. Yapılan yorumlar özetle şöyledir: Hadisleri n ana konuları içkili, kadınlı, içinde birçok haramın işlendiği meyhâne eğlencelerinden (lehv) oluşmaktadır. Bu da gerek çalgı aletleri gerekse diğer müzik çeşitlerinin haram olması, aletlerin ve müziğin kendileri ile ilgili bir husus olmayıp, bunlarla haram işlenmesi ya da haram işlenen ortamlard a çalınmalarından dolayıdır. Dolayısıyla bu âletler helal ve mübah eğlencelerde, içine başka bir haram karıştırılmadan kullanılırsa caizdir. Beraberin de başka haramlar işleniyorsa, “harama sebep olan şeyin kendisini n de haram olur”[164] kuralı gereği caiz olmazlar.[165] Ağıt konusunda ise hemen bütün alimler Rasululla h (s.a.s.)’den nakledile n bütün hadislerd e saç-baş yolma, yüz göz tırmalama şeklinde icra edilen ve kadere isyan manası taşıyan ağıtların yasaklandığını ifade etmişlerdir. C- Mezhep İmamlarından Nakledile nler Fıkıh kaynakları genelde ait olduğu mezhep İmamının görüşünü, fıkhi tartışmalarda delil kabul ederek üzerine hüküm bina etmektedi rler. Müzik konusunda da aynı tutum sergilenm iş ve Hanefi kaynakları İmam Azam, İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf’un, Şafii kaynakları İmam Şafii’nin, Maliki kaynakları İmam Malik ve Hanbeli kaynakları da İmam Ahmed b. Hanbel’in görüşlerine başvurmuşlardır. Bu hususta tespit edebildiğimiz yorumlar şöyledir: Hanefi kaynaklarının hemen bütününde İmam Ebu Hanife’in şu sözü nakledili r: “Bununla (şarkılı bir davetle) bir defa mübtelâ oldum, sabrettim.” Hanefî kaynaklarının hemen hepsi bu ifadeyi naklettik en sonra: “Bu mesele, velev ki ud (kadîb) çalma şeklinde de olsa her türlü çalgı aletinin (melâhî) haram olduğunu göstermektedir. Ebu Hanife’nin sözü de bu hükmü ifade etmektedir. Çünkü “ibtilâ” (imtihan olunmak) ancak haram olan şeylerle olur.”[166] şeklinde yorum yapmışlardır. Ancak İbn Kemâl (ö. 875/1470) bu yorumu doğru bulmamıştır. O, hanefi kaynaklarındaki bu yorumu naklettik ten sonra şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bu yorum tarışmalıdır. Çünkü “ibtilâ”, mübah bile olsa sonucu sakıncalı olan şeylere de kullanılır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) kadılık görevi ile ilgili olarak “Kim yargı görevi ile mübtelâ olursa…” şeklindeki hadisinde “ibtilâ” kelimesin i kullanmıştır. (Yargı görevi ise haram bir iş değildir). Sonra, davete icabet etmiş olmak için harama sabretmek caiz değildir. Çünkü, haram işleme durumu sözkonusu olduğu yerde, harama düşmemek için sünnet terkedili r. Buna göre, İmam Ebu Hanife, orada müziğe kulak vermeksiz in oturmuştur. Böyle olunca da eğlenceye oturmuş sayılmayacağından haram ile mübtela olmuş olmaz.[167] İmam Muhammed’den de “Bir kişi, müzisyen kadın ve erkeklere vasiyyet gibi, İslâmda ve ehl-i kitapta haram olan birşeyi vasiyyet etse…” şeklinde bir görüş nakledilm iş[168] ve bu görüşler O’nun müziğe cevaz vermediği ifade edilmiştir. Maliki mezhebi kaynaklarında müziğin haramlılığı konusunda İmam Malik’in şu görüşlerine yer verilmiştir: Mus’ab ez-Zübeyrî’den rivâyet edilmiştir: “Malik b. Enes’in meclisind e bulundum. Ebu Mus’ab ona müzikten (sem’â) sordu. O “bilmiyorum, bizim diyarın insanları onu kötü görmezler. Olduğu yerden kalkıp gitmezler . Müziği ancak, geri zekalı cahiller veya katı tabiatlı Iraklı âbidler kötü görürler şeklinde cevap verdi”[169]. Sahnun İbn Kasım’a sorar: “İmam Malik, şarkıyı hoş karşılamaz mıydı? İbn Kasım: “İmam Malik, Kur’ân-ı Kerim’in makamlı (elhân ile) okunmasını hoş karşılamadığına göre, şarkıyı nasıl hoş karşılar. Aynı zamanda İmam Malik, bir cariyenin alım-satımında şarkıcılığın şart koşulmasını hoş karşılamaz. Bu da onun şarkıyı hoş karşılamadığını gösterir” cevabını verir. Sahnun: “Peki, düğünlerde def çalınması hususunda İmam ne der? Cevaz verir mi vermez mi?” İbn Kasım: “İmam Malik düğünlerde def dahil hiçbir çalgı âletini hoş karşılamazdı”[170] der. İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200) Ahmed b. Hanbel’den o da ishak b. îsa et-Tabba’dan şunu nakletmektedir: “Malik b. Enes’e Medine ehlinin şarkıya ruhsat vermelerinden sordum”. O: “Onu bizde fasıklar yapıyor” diye cevap verdi.[171] İmam Malik, çalgıyı yasaklamış ve bir kişinin bir cariye satın alıp şarkıcı çıktığında onu (şarkıcı olduğu için) geri reddedebileceğini söylemiştir[172]. Bu aynı zamanda ibrahim b. Sa’d müstesna bütün Medine ehlinin mezhebidir.[173] Şafii kaynaklarında İmam Şafii’ye nisbet edilerek üzerine hüküm bina edilen bazı görüşler şöyledir: “Müziği sanat edinerek, onunla meşhur olup onunla anılan ve müzik konusunda insanların kendisini aradığı kişilerin şâhitlikleri kabul edilmez. Çünkü bu mekruh olan bir eğlencedir ve batıla benzemektedir.[174] Müzikle bu seviyede meşgul olanlar sefih oldukları gibi şahsiyetsiz insanlard an sayılırlar. Kendisi için buna razı olanlar da açıkça haram işlemiş olmasa da şahsiyetlerini kaybetmiş olurlar. Kişinin müzisyenliği meslek edinmeyip, gözde müzisyen olmayıp, müzik konserler i vermediği gibi böyle bir şeyden de hoşlanmayarak kendi halinde müzikle meşgul olması, aşırı olmadığı müddetçe şâhitliğinin kabul edilmesin i engelleme z. Müzisyen câriye ve köle edinerek insanlarl a müzik ve eğlence âlemleri tertipley enler sefihtirl er[175] ve şâhitlikleri kabul edilmez. Özellikle cariyeler in bu şekilde kullanılması sefihlikt en de öte deyyüslüktür[176]. Köle ve câriyelerine, başkalarını toplamaksızın sadece kendisi için müzik icra ettirmesi ise kişinin şâhitliğini düşürmese de hoş birşey değildir. Şarkı söylenen yerlerde geceleyen, bunu âdet hâline getiren ve bu yönüyle meşhur olan kişiler sefih oldukları için şâhitlikleri kabul edilmez. Bunu âdet haline getirmeye rek arasıra buralara uğrayanların şâhitlikleri kabul edilir. Çünkü bu husus açık bir nasla yasaklanm amıştır.” Yolculuk türküleri (Hidâ) ve bedevî şiirleri (neşîdel-a’râbî) ister az ister çok olsun caizdir. Amr b. Şerîd babasından naklediyo r: “Birgün peygamber (s.a.v.) beni bineğinin arkasına bindirdi ve bana “Ümeyye b. Ebi’s-Salt’in şiirlerinden bir şey biliyormu sun?” dedi. Ben de “Evet” dedim. “Öylesye söyle” dedi. Bir beyt okudum “devam” dedi taki yüz beyt kadar kendisine okudum.” Ayrıca Hz. Peygamber yolculukl arında Abdullah b. Revâha’ya da yolculuk türküsü (hidâ) söyletmiştir.[177] Özellikle tasavvuf mûsikisi konusunda İmam Şâfii’den, “Iraklı zındıklar “tağyîr”[178] denilen bir müzik icat etmişler, onunla insanları Allah’tan alıkoyuyarlar” şeklinde bir görüş nakledilm iş ve insanları dini görevlerden engelleye n ya da içerisinde dince mahzurlu unsurlar bulunan tasavvuf musikisin in haramlılığı ifade edilmiştir.[179] Hanbelî mezhebind e de İbn Kudâme “Bir kişi ölse, arkasında bir çocuk ve bir şarkıcı cariye bıraksa, çocuğun o şarkıcı kızı satması gerekse, onu sade bir cariye olarak satar. Kendisine “ancak cariyenin, şarkıcı olarak fiyatı otuzbin, sade cariye olarak ise yirmi bin dinar ediyor” denilince o yine “cariye ancak sade cariye olarak satılır” şeklinde karşılık verdi.[180] sözünü nakledere k bu görüşün müziğin haram olduğunu gösterdiğini ifade etmiştir.[181] Yine İbn Kudâme ve İbn Cevzî Ahmed b. Hanbel’den nakledile n şu görüşü müziğin haramlılığına delil kabul etmişlerdir. “Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah, babasına şarkıdan sordu. Babası “Şarkı, insanları iki yüzlü yapar. Benim hoşuma gitmez.[182]“ İbnü’l-Cevzî Tasavvuf mûsikîsi konusunda ki görüşünü belirtirk en Ahmed b. Hanbel’den nakledile n şu rivâyeti de dikkate almış ve yorumlamıştır: İbn Cevzi Ahmed b. Hanbel’den şu görüşü nakletmiştir. Ebu Hâmid el-Halfânî Ahmed b. Hanbel’e “Cennet ve Cehennem’in anıldığı yanık kasideler hakkında ne dersiniz? diye sordu. O “ne gibi mesela?” dedi. Kendisine ” diyorlar ki : “Rabbim bana derse ki, Benden utanmadınmı ki bana isyan ettin, Günahlarını kullarımdan gizledin, bana ise isyanlarınla geliyorsu n?” girip kapıyı kapattı. Bir de baktım ki evde bu beyitleri kendi kendine tekrar ediyordu.[183] İbnü’l-Cevzî Ahmed b. Hanbel’in bu görüş ve tutumlarındaki farklılıkları şöyle değerlendirmektedir: “Ahmed b. Hanbel zamanında şarkı zühde dair kasideleri makamsız, sade şiir şeklinde okumalarından ibaretti. Daha sonra bu şiirler makamlı olarak okunmaya başlayınca Ahmed b. Hanbel’den rivayetler farklılaşmıştır. Ancak bütün rivayetler Ahmed b. Hanbel’in şarkıyı hoş karşılamadığını göstermektedir.[184] Ebu Bekr Abdülaziz’e göre ise Ahmed b. Hanbel’in şarkıyı mekruh sayması, şarkı sözleriyle ilgili olmayıp, şarkıyla birlikte icrâ edilen eylemlerl e ilgilidir .[185] Hanbelî mezhebini n önde gelen alimlerin den İbn Kayyım el-Cevziyye müziğin haramlılığını ispat sadedinde Muhammed b. Kasım’ın görüşünü de delil kabul etmiştir. O’dan gelen nakil şöyledir: Vehb, Ubeydulla h’ın, Muhammed b. Kasım’a “Şarkı hakkında ne düşünüyorsun?” diye sormuş. İbn Kasım ” o batıldır” şeklinde cevap vermiş. Ubeydulla h “onun batıl olduğunu ben de biliyorum . Onun hakkında ne düşündüğünü sordum” demiş. İbn Kasım “Batılı bilir misin? O nerededir?” diye bir soru ile karşılık verince Ubeydulla h ” o ateştedir” demiş. Bunun üzerine İbn Kasım “işte bu odur” demiş.[186] II-MÜZİĞİ GENEL OLARAK MÜBAH SAYANLAR Bazı alimler müziğin genel manada helal olacağı görüşünü ileri sürerek çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir. Bu alimlerin başında Zahiriye mezhebi alimlerin den İbn Hazm el-Endülüsî ile İbn Tahir el-Kayserânî gelmekted ir. Bu hususta ileri sürülen delilleri ve yorumlarını şöyle özetleyebiliriz: A-Kur’ân-ı Kerim Müziğin genel manada mübah olduğunu ifade ettiği söylenen ayetlerin başlıcaları şunlardır: 1- Kur’ân-ı Kerim’de müziğin bir cennet nimeti olduğu ifade edilmiş ve mü’minler buna özendirilmişlerdir. Dolayısıyla genel olarak müzik helaldır. Rûm (30) 15′de şöyle buyurulma ktadır: “iman edip salih amel işleyenler, bir bahçede nimetleni r ve neşelenirler (yuhberûn).” [187] Yahya b. Kesîr, Evzâî ve Vek’î, âyette geçen kelimesin i “zevk ve şarkı” olarak tefsir etmişlerdir.[188] Bazı alimler ayetin bu şekildeki yorumunu esas alarak müziğin genel manada mübah olacağını ifade etmişlerdir. Benzer bir yaklaşım Yasin 55′de yer alan “Doğrusu bugün, cennetlik ler eğlenceyle meşguldürler” mealindek i ayet-i kerimenin yorumunda sergilenm iştir. Ebu’l-Berekât en-Nesefî (ö. 710/1310) bu ayet-i kerimenin yorumunda kıyâmet günü mü’minlerin, meşgul olacakları nimetlerd en birinin de müzik dinlemek olacağından sözetmiştir.[189] 2-”O Allah yeryüzündeki herşeyi sizin için yaratmıştır.”[190] “Allah size haram kıldığı herşeyi açılamıştır.”[191] mealindek i ayet-i kerimeler . İbn Hazm bu ayetlerde yeryüzünde var olan bütün varlıkların insanın faydasına yaratıldığı ve hakkında özel bir yasaklayıcı nas bulunmadığı müddetçe de bunların helal olacağını; haklarında özel yasak bulundan şeyler arasında müzik diğe bir maddenin bulunmadığını ifade etmiştir.[192] Daha sonra İbn Hazm konuyu doğrudan ya da dolaylı ilgilendi ren diğer nasları da dikkate alarak şu yorumu yapmıştır: “Bununla beraber, ameller niyetlere göredir. Kim müziği Allah’a isyan etmek için dinlerse o fasıktır. Bu kural müzikten başka şeyler için de geçerlidir. ibâdetini daha rahat edâ edebilmek ve hayır işlerinde daha faal olabilmek için dinlenme maksadıyla müziği dinleyen kişi ise bununla Allah’a ihsan üzere itaat etmiş sayılır. Bu gibi kişilerin müzik dinlemesi ise haktır doğru bir iştir. Kim de ne ibâdet ne de günah maksadı olmaksızın müzik dinlerse o da fayda ya da zararı olmayan bir işle (lağv) meşgul olduğundan Allah tarafından bağışlanır. Bu çeşit müzik dinleme, dinlenmek için bahçeye çıkma veya kapısının önüne oturma, elbiseler i çeşitli renklere boyama gibi bir şeydir.”[193] Daha sonra müzik ve çalgı aletlerinin haramlılığı ile ilgili ileri sürülen delilleri senet ve metin yönüyle tenkit eden İbn Hazm, bu görüşünü isbata çalışmış, sonun da da “dolayısıyla müzik mübahtır, hiçbir kerâhet yoktur. Bunu inkâr eden şüphesiz hata etmiştir” şeklinde görüşünü tekrarlamıştır.[194] Bundan sonra da müziğin mübahlığı ile ilgili delillere yer vermiştir.[195] B-Hadis-i Şerifler 1- Aişe (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Birgün Ebu Bekir (r.a.) yanıma geldi. Ensardan iki kız benim yanımda Buas günü ensarın söylediği mersiyele rden söylüyorlardı. Fakat bunlar meslekten şarkıcı değildi. Ebu Bekir (r.a.) “Peygamber evinde şeytan düdükleri mi?” diye çıkıştı. O gün bayram günüydü. Peygamber (s.a.s.):”Ey Ebu Bekir! Her milletin bir bayramı vardır. Bu gün de bizim bayramımızdır” buyurdu. Diğer rivayetle riyle hadis şöyledir: Peygamber (s.a.s.) bizim yanımıza gelmişti. 1-Benim yanımda (Kurban bayram günlerinden bir gün “eyyam-ı mina” [196]) (kurban ya da Ramazan bayramı[197]) 2-(Ensar’ın cariyeler inden[198]) iki cariye[199] (iki kayne[200]) 3-Buas günü (Ensar’ın karşılıklı söyledikleri –tekavelet-[201]) (atışdıkları –tekazefet-[202]) (söylenen şarkılardan –tuganniyani bi ginai- )söylüyorlardı.[203] (şarkı söylüyor, def çalıyor ve vuruyorla rdı[204]), (Def eşliğinde oynuyorla rdı[205]), (şarkı söylüyor ve vuruyorla rdı[206]), (def çalıyor ve şarkı söylüyorlardı[207]), (uğultulu seslerle şarkılar söylüyorlardı –teazefet-[208]) Cariyeler şarkıcı (muğanniye) değillerdi. [209] Peygamber (s.a.s.) yatağına yattı ve yüzünü çevirdi[210] (elbisesin e bürünmüş bir halde idi[211]) Ebubekir (r.a.) içeri girdi, beni (o iki kızı[212]) azarladı ve şöyle dedi “Peygamber (evinde[213]) yanında şeytan mizmarı (ları[214]) mı?” [215] (bunu iki defa söyledi[216]) İmam Gazzâlî ve İbn Kudâme el-Makdisî bu hadise dayanarak müziğin esasen mübah olması gerektiğini ifade etmişlerdir.[217]. İmam Gazzâlî bu yorumuna şu değerlendirmeleri katmıştır “Düğün, düğün yemeği, akika, sünnet, yolcu karşılama vb. şer’an sevinilmesi gereken olay ve zamanlard a şarkı, raks, def çalma, kılıç-kalkan oynama gibi eğlenceleri tertiplem ek caizdir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in çalınan defi şeytan düdüklerine benzetmelerine rağmen, Hz. Peygamber in buna karşı çıkması, yasaklana n çalgı aletinin bundan başka şeyler olduğunu gösterir. Eğer orada telli aletler (evtâr) kullanılmış olsaydı orada bulunmak caiz olmazdı.[218]“ İmam Nevevî’nin yorumu şöyledir: Bu hadis şarkıyı caiz görenlerin dayandıkları delillerd en biridir. Şarkıyı caiz görmeyenler ise hadisi şöyle yorumlamışlardır: Burada bahsedilen şarkı, atılganlık, savaş, savaş tecrübeleri gibi dince sakıncası olmayan şarkılardır. Dolayısıyla bu hadis, insanı kötülüğe, tembelliğe ve her türlü çirkin şeye teşvik eden şarkıların caiz olmasına delil teşkil etmez.[219] İbn Hacer ile İmam Aynî’nin yorumları da şöyledir: Bazı tasavvufçular bu hadisden hareketle çalgı aleti olsun olmasın müziğin caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak Hz. Aişe’nin “onlar meslekten şarkıcı (Muğanniye) değillerdi” ifadesi böyle bir sonuca engeldir. Çünkü Arapça’da “Gınâ” kelimesi; sadece sesi yükseltme manasına geldiği gibi, Arapların “Nasb” (gurbet türküsü) dedikleri terennümlerle “Hidâ” (yolculuk türküsü) manasına da kullanılır. Ancak bunları yapanlara “Muğanniye” denilmiyo r. “Muğanniye”: çekişli kırışlı, coşturucu ve kötülüklere teşvik edici şeyler söyleyenlere kullanılan bir tabirdir.[220] 2- Aişe (r.a.)’den gelen diğer bir rivâyet de şöyledir: “O, bir kadını Ensardan birisi ile evlendird iği zaman Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştu: “Ey Aişe! Düğününüzde eğlence yoktu. Halbuki Ensar eğlenceden hoşlanır”.[221] 3-Hakim’den gelen bir rivâyette: “Çünkü Ensar eğlenceği sever” buyurulmuştur.[222] Hâkim hadisin Şeyhayn şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de bu tespiti doğru bulduğunu ifade etmiştir.[223] 4- Aişe (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) bir düğün dolayısıyla Ensar kadınlarının yanına uğramıştı. Onlar şu türküyü söylüyorlardı: O’na bir teke hediye etti Ağılında meleyen Senin eşinse çöllerde Yarın ne olacağını bilirsin Bunu duyan Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yarın ne olacağını bilen yalnız Allah’tır.”[224] Hâkim ve Zehebî hadisin Müslimin şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Heysemî de râvîlerin sahih hadis râvîleri olduğunu, zikretmiştir. [225] 5- Âmir b. Sa’d'den nakledilm iştir: “Bir düğün münâsebetiyle Karaza b. Ka’b ve Ebu Mes’ûd el-Ensârî’nin yanına gittim. Küçük bir kız çocuğu şarkı söylüyordu. Ben: “Siz Rasululla h (s.a.s.)’ın arkadaşları ve Bedir ashabından olduğunuz halde sizin yanınızda bunlar (nasıl) yapılıyor?” dedim. Onlar: “ister bizimle kalırsın, istersen gidersin. Bize, düğünde eğlenmeğe, musibet anında da ağlamaya izin verildi” dediler[226]. İbn Hacer hadisin râvîlerinin güvenilir kişiler olup isnadının sahih olduğunu ifade etmiştir. [227] 6- Rubeyy’i binti Muavviz b. Afrâ’dan nakledilm iştir.”Düğün günümün sabahı Rasululla h (s.a.s.) yanıma geldi; senin şu anda oturduğun gibi yatağıma oturdu. Bizim kızlarımız def çalıyor ve Bedir günü öldürülen aile büyüklerimle ilgili mersiyeler söylüyorlardı. Bir ara birisi: “Aramızda yarın ne olacağını bilen Peygamber var” dedi. Bunun üzerine Rasululla h (s.a.s.): “Bunu bırak, diğer söyediklerini söyle!” buyurdu.[228] 7- Tirmizi rivâyeti ise şöyledir: “Nikahı ilan ediniz. Onu mescidler de yapınız. Nikahda def çalınız.”[229] Tirmizî hadisin “Ğarîb ve Hasen” olduğunu belirtmiştir. [230] 8- Hakim rivâyeti de “nikahı ilan ediniz” şeklindedir.[231] Hakim hadisin isnadının sahih olduğunu ifade etmiştir.[232] 9- Muhammed b. Hâtıp peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: “Helal ile haram (nikah ile zina) arasındaki fark, ses ve deftir.”[233] Tirmizî, hadisin “Hasen” hadis olduğunu belirtmiştir.[234] Bu hadislerd en birinci hadis bayram eğlenceleri ile ilgilidir . 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9. hadisler ise düğün eğlenceleri ile ilgilidir . Alimlerin bu hadisler hakkındaki görüşleri kısaca şöyledir: İbn Hacer Mühelleb’den şunu nakletmek tedir: “Bu hadis düğünlerin, def ve mübah olan şarkılarla ilanının caiz olduğunu göstermektedir. Toplumda önder sayılan bir kişinin mübahlık sınırını aşmadıkça, eğlenceli düğünlere katılması da bu hadise göre caizdir”[235]. Aynî, “Bu hadis düğünlerin, zinadan ayırdedilebilmesi için def ve mübah olan şarkılarla ilanının caiz olduğunu göstermektedir”[236] diyerek kendi görüşünü belirttikten sonra et-Tevdîh adlı eserden şunu nakletmiştir: “Alimler düğün yemeğinde def vb. aletler eşliğinde eğlenmenin (lehv) caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Hadislerd e özellikle düğün üzerinde durulması ise, nikahın ilanı ve hukukunun sabit olması içindir”[237]. Beğavî (ö. 516/1122)’nin yorumu da şöyledir: “İmam der ki: “Düğünü ilan etmek ve düğünde def çalmak müstehaptır” “Ben de derim ki: Düğün ve sünnet düğünlerinde def çalmak bir ruhsattır”[238]. İbn Kudâme 6 nolu hadisi çalgı aletlerin den Def’in mübahlığına delil olarak zikretmiştir.[239] 10- Enes (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) bir yolculuğa çıkmıştı. Beraberin de Enceşe adında bir hizmetçisi vardı. Yol boyunca onlara yolculuk türküleri söyler ve develerin i sürerdi. Bir ara peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Yavaş Ey Enceşe! Testileri düşünerek kervanı yavaş sür”. Bir rivâyette: Enceşe’nin kadınların bulunduğu kafile, Berâe’nin de erkekleri n bulunduğu kafileye şarkı söylediği rivâyet edilmiştir”[240]. 11- Seleme b. Ekva’dan rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) ile birlikte Hayber’e yola çıkmıştık. Gece gidiyordu k. Kafileden bir kişi Âmir b. Ekva’a -Âmir şairliğiyle bilinen bir kişi idi- “Bize bildiğin şeylerden birşeyler söyle, dinleyeli m” dedi. Âmir devesinde n inerek şu türküyü söylemeye başladı: Ey Allahım! Sen olmasaydın biz hidayet bulamazdık. Sadaka verip, namaz kılamazdık. Her şeyimiz sana feda olsun, bizi bağışla. Düşmanla karşılaşırsak, ayaklarımız sabit kıl. içimize huzur ve güven ver. Biz, çağrılınca gideriz. Seslendikçe yardıma erişiriz. Peygamber (s.a.s.) “Kim bu sürücü?” dedi. “Âmir b. Ekva’” dediler. Peygamber (s.a.s.) “Allah on esirgesin” buyurdu[241]. İbn Hacer bu hadisle ilgili olarak şu yorumu yapmıştır: “Bazı alimler yolculuk türküsüne (hidâ) cevaz veren bu hadisden hareketle, çekişli (temdîd) sesle söylenen ve Arapların “Nasb” dedikleri gurbet türküsünün de caiz olacağını söylemişlerdir. Hatta bazıları bundan hareketle mûsikî makamlarıyla söylenen şarkılara da fetvâ verecek kadar ileri gitmişlerdir. Fakat bu pek doğru bir yorum değildir”[242]. 12- Abdullah b. Revâhe’den rivâyet edilmiştir. “O, peygamber (s.a.s.) ile beraber bir yolculuğa çıkmıştı. Peygamber (s.a.s.) kendisine: “Ey İbn Revâhe! in de, binekleri biraz canlandır!” dedi. İbn Revâhe “Ya Rasulalla h! Ben bunları bıraktım” karşılığını verdi. Kafilede bulunan Ömer (r.a.) “dinle ve itaat et” dedi. Bunun üzerine İbn Revâhe kendisini hemen yere atarak şunları söyledi: Vallahi sen olmasaydın doğru yolu bulamazdık. Sadaka veremez, namaz kılamazdık. Bize huzur ve güven ver (Ey Allah’ım!) Düşmanla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl”[243]. 10, 11 ve 12 nolu hadisler yolculuk esnasında türkü söyleme ile ilgilidir . Başta İmam Şâfii olmak üzere[244] Şâfiî fakihleri nden Nevevî ve Sübkî; Hanbelî fakihleri nden de İbn Kudâme yolculuk türkülerinin (hidâ) caiz olduğuna delil olarak zikretmişlerdir.[245] Hadislerd en anlaşıldığı kadarıyla Peygamber (s.a.s.) zamanında yolculuk esnasında söylenen türküler bir yandan develeri coşturup harekete geçirdiği gibi, kervanda bulunan yolcuları da dinlendir ip canlandırmaktaydı. Dolayısıyla yolculuk türkülerinin yolculuğun yoruculuğunu hafifleti ci olması gerektiği gibi müziğin mübahlığı hususunda belirtile n ölçülere uyma özelliği de taşıması gerekir. 13- Sâib b. Yezid (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Kadının birisi Peygamber (s.a.s.)’a geldi. Peygamber (s.a.s.) “Ey Aişe! Bu kim biliyormu sun?” dedi. Aişe: “Hayır Ey Allah’ın peygamber i!” dedi. Peygamber (s.a.s.): “Bu falan sülalenin dansöz-şarkıcısıdır. Sana şarkı söylemesini ister misin?” Aişe: “Evet” karşılığını vererek, kadına bir tabak hediye etti, kadın da ona şarkı söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Şeytan bu kadının burun deliklerine üfürmüş”[246]. Heysemî, hadisi Taberânî’nin naklettiğini , Ahmed b. Hanbel’in râvîlerinin sahih râvîler olduğunu söylemiştir. Cüdey’ de hadisin Şeyhayn’in şartına göre sahih olduğunu belirtmiştir. [247] 14- Abdullah b. Humeyd’den nakledilm iştir: Babam, Zührî’ye, Peygamber (s.a.s.)’in müziğe ruhsat verip vermediğini sordu -ki ben de bunu dinliyordum-. Zührî dedi ki: “Evet. Peygamber (s.a.s.) bir gün dışarı çıkmıştı. Elinde def ile şarkı söyleyen bir genç kızla karşılaştı. Kız korktu, ürktü ve şöyle demeğe başladı: Ey gamlı ve kederli yolcu! Abdimenâf’ın evine uğradın mı? Anan seni kaybetsin! Onların evlerine uğrasan olmaz mı? Nice zillet ve dertlerde n kurtarırlar seni[248]. 15- Aişe (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Bizim yanımızda kız şarkı söylerken peygamber (s.a.s.) içeri girdi. Kız şarkı söylemeye devam etti. Sonra Ömer (r.a.) içeri girmek için izin istedi. Çocuk hemen sıçrayıp kalktı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) güldü. Ömer (r.a.) “Bu günahkara neden güldün? Ya Rasulalla h!” dedi ve ekledi: “O kızın dinlettiğini -ya da Peygamber (s.a.s.)’in dinlediklerini- dinlemede n buradan ayrılmayacağım”. Peygamber (s.a.s.) kıza emretti, o da Ömer’e dinletti[249]. Heysemî, hadisin râvîlerinin güvenilir kişiler olduğunu söylemiştir. [250] 16- Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.) Medine sokaklarında gezerken def eşliğinde şu beyitleri okuyan kız çocuklarına rastladı: “Biz Neccar kızlarındanız Muhammed gibi bir komşudan dolayı ne mutlu bize” Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.): “Allah biliyor ki ben de sizi seviyorum”[251] dedi. Bûsırî Zevâid’de, bu hadisin isnadının sahih, ravilerin in de güvenilir kişiler olduğunu belirtmiştir. [252] 13, 14, 15 ve 16 nolu hadisler normal zamanlard a şarkı-türkü dinleme ile ilgilidir . Bu hadislerd e genel olarak iki problem bulunmakt adır: Birincisi normal zamanlard a şarkı-türkü söylemenin caiz olup olmayacağı, ikincisi de kadın sesinin haram olup olmaması. Bu hususlarl a ilgil olarak alimlerin yorumları kısaca şöyledir: 1-Normal zamanlard a şarkı dinlemeni n hükmü Hadisler ve fıkıh kaynaklarının genelinde müzik dinlemeni n bazı sebepler dolayısıyla ve belirli kurallar çerçevesinde caiz olacağı yönündedir. Ancak bu kaynaklar da belirtile n savaş, düğün, hacı karşılama, yolcu karşılama, bayram vb. sebepleri n dışında normal zamanlard a dinlenme ya da eğlenme amacıyla müzik dinlemeni n caiz olup olmayacağı hususuna da yer verilmiştir. Bu hususta Hanefî alimlerin den Haskefî, Kâsânî, Zeylaî, Molla Hüsrev, Dâmâd ve İbn Âbidîn şöyle demişlerdir: “Kişinin gayri meşru eğlence (levh) maksadı gütmeksizin, yalnızlığını giderme gayesiyle, kendi kendine şarkı söylemesinde bir sakınca yoktur.”[253] Yine İbn Âbidîn, düğün, gazi ve yolcu karşılama gibi gayri meşru eğlence (lehv) şeklinde olmadığı takdirde davul ve def çalmak için davulcu ya da defçi kiralamad a bir sakınca olmayacağını ifade etmektedi r[254]. Maliki alimlerin den Zürkânî, düğün vb. meşru eğlencelerin dışında, çalgı aleti olsun olmasın, müzikle fazla meşgul olmanın caiz olmayacağını, arasıra dinlemeni n mekruh olduğunu, zaman zaman icra etmenin ise tartışmalı olduğunu ifade etmektedi r[255]. Şâfii mezhebind en Sübkî, şarkı söylemeği meslek edinmeksi zin, kendi kendine şarkı söylemede bir sakıncanın olmayacağını ifade etmiştir[256]. Yine Şâfii mezhebind en Remlî baştan çıkarıcı (mutrib) çalgı aletleri olmaksızın şarkı söylemenin ve dinlemeni n haram olmayıp mekruh olduğunu ifade etmiştir[257]. İmam Gazzâ’lîye göre de zamanın çoğunu eğlence maksadıyla müzik dinlemeni n mekruh olduğunu, ancak sadece güzel ses dinlemek maksadıyla şarkı dinlemeni n caiz olacağını belirtmiştir[258]. C-Kadın sesi Kadın sesi dinlemeni n haram olup olmayacağı konusu İslam alimleri arasında tartışılan bir husustur. Burada bu tartışmalara girmeksiz in bazı alimlerin görüşlerini nakletmek le yetineceğiz. İmam Gazzâlî diyor ki: “Kadın sesi dinlemek, çalgı aletlerin in (Mezâmîr) seslerini dinlemek kadar haram değildir. Çünkü kadın sesinin haramlığı, zinaya düşme tehlikesinin (fitne) oluduğu hallerded ir.[259] İbn Hacer ve Aynî’nin görüşü şöyledir: “Zinaya düşme tehlikesi nin olmaması (fitne) şartıyla, köle olmasalar da genç kızların şarkılarını dinlemek caizdir. Çünkü Rasululla h (s.a.s.) “Câriyeteyn” hadisinde bunu engelleme miş, aksine Hz. Ebubekir’in karşı çıkmasını engellemiştir.”[260] Abdülhayy el-Leknevî’nin hanefî mezhebini n görüşünü özetleyen yorumu şöyledir: “Kadıhan ve Muhît sahibine göre kadın sesi avrettir. Bu zayıf bir görüştür. Şerhu’l-Münye, Bahrurrâik ve Dürr’de ifade edildiği gibi Hanefî mezhebinde sahih olan görüşe göre, fitne ihtimalin in olmadığı yerlerde kadın sesi avret değildir. Namazda “Tesbîh” (İmam yanıldığı zaman “Sübhânellah” diyerek onu uyarma) etmelerin e ve âmâlardan Kur’an öğrenmelerine müsade edilmesi de bundandır.[261] Kadın sesi ile ilgili özel bir araştırma yapan Faruk Beşer de sonuç olarak şunları belirtmek tedir: “Kadın sesi, ses olması hasebiyle haram değildir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de açık ve kesin bir nas bulunmama ktadır. Kadının, yabancı erkekle konuşurken sesini inceltmes i, kırıla döküle, edalı ve endamlı konuşması Ahzâb (33) 32. âyet-i kerimesinde yasaklanmıştır. Bunun yasaklanışı ise bu sesin avret olduğundan değil, bu tür konuşmaların erkeklerd e haram duygular uyandıracağı içindir. Kadınların yabancı erkekleri n duyacağı şekilde besteli, makamlı ve nağmeli şarkı, türkü, mevlit, gazel, ilahi vb. okumaları caiz değildir.”[262] C-Mezhep İmamlarının Görüşleri Hanefî mezhebind en Zeylaî, Haskefî ve Dâmâd’a göre yalnızca güzel ses olması bakımından şarkının (teğanniyyi’l-mücerred) her çeşidi mübahtır.[263] Şâfii alimlerin den İmam Gazzâlî “sadece güzel ses dinlemek maksadıyla müzik dinlemek mübahtır[264]” diyerek aynı görüşü paylaşmıştır. Hanbelî alimlerin den İbn Kudâme de bu yöndeki görüşünü şu şekilde açıklamıştır: “Sa’d b. ibrahim, Ebu Bekr el-Hallâl ve arkadaşı Ebu Bekir Abdülaziz ile Medine ehlinden bir çoklarına göre şarkı mübahtır. Ebu Bekir Abdülaziz bunu, ağıtta olduğu gibi söz veya icrasında bir sakınca olmaması şartına bağlamaktadır.[265] III-MÜZİĞİ GENEL OLARAK MEKRUH SAYANLAR Müziği genel olarak, her çeşit ve türü ile haram ya da mübah sayanların yanında bir de onu mekruh sayanlar vardır. Bu husustaki bazı tespitler özetle şöyledir: A-Hanefî Mezhebi Hanefi mezhebi alimlerin den Zeylâî, Dâmâd, Haskefî ve İbn Âbidîn eserlerin de müziğin genel olarak mekruh olduğunu ifade eden görüşlere yer vermişlerdir. Bu hususla ilgili adı geçen eserlerde yer alan ifadeler şöyledir: 1- İmam Ebu Yusuf’a düğünlerin dışında, bir kadının, fasıklığı gerektire cek birşey olmaksızın çocuğuna def çalmasının hükmü sorulduğunda onun, “onu kötü görmem, ancak aşırı oyuna (la’bu’l-fâhiş) sebeb olan müziği hoş karşılamam” şeklinde cevap verdiği nakledilm ektedir.[266] 2-Şarkının (teğanniyyi’l-mücerred) her çeşidi mekruhtur .[267] 3- Lokman suresi 6. âyetinin gereği şarkının mübah olan şekilleri de mekruhdur .[268] 4- Tasavvufçuların adına “vecd” ve “muhabbet” dedikleri şarkılar mekruhtur ve dinde hiçbir dayanağı yoktur. Bu çeşit şarkıların söylendiği yerlere gitmek ve oralarda oturmak asla caiz olmayıp haramdır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Kur’ân okunurken, cenazeler de, savaşlar ve vaazlarda sesin yüklestilmesini hoş karşılamazdı. Bu gün yapılan ve adına “vecd” ve “muhabbet” denilen şeylerin yapılması nasıl caiz olur.[269] B-Maliki Mezhebi Mâlikî kaynaklarında müziği genel olarak mekruh sayan görüşlerle ilgili şu yorumlara yer verilmiştir: 1- Mus’ab ez-Zübeyrî’den rivâyet edilmiştir: “Malik b. Enes’in meclisind e bulundum. Ebu Mus’ab ona müzikten (sem’â) sordu. O “bilmiyorum, bizim diyarın insanları onu kötü görmezler. Olduğu yerden kalkıp gitmezler . Müziği ancak, geri zekalı cahiller veya katı tabiatlı Iraklı âbidler kötü görürler şeklinde cevap verdi”[270]. 2- Düğün vb. meşru eğlencelerin dışında, çalgı âleti olsun olmasın, müzikle fazla meşgul olmak caiz değildir. Arasıra dinlemek mekruhtur . Zaman zaman icrâ edilmesin in helal ya da haramlığı ise tartışmalıdır.[271] 3- Düğünler için def ve çalgı aletleri kiralamak mekruhtur . Düğünlerde def ve çalgı aletleri çalmanın caiz olmasına karşın, kiralamanın mekruh olması, muhtemel günahların önünü kesmek -Zedd-i Zerî’a- içindir. Çünkü düğünlerde buna cevaz verilirse insanlar diğer eğlencelerde de bunları kiralamay başlarlar. İbn Rüşd diyor ki: Düğünlerde defin caiz olması, “olsa da olmasa da olur” manasında bir cevazdır. Bir görüşe göre “olmasa daha iyi olur” manasında bir cevazdır ki bu görüş İmam Malik’in “Müdevvene”de ifade ettiği görüştür.[272] 4- Düğünlerde Zemmâre (klarnete benzeyen bir çeşit nefesil saz) ve Bûk (zurna) çalmak caizdir. Bu cevaz, “yapılmasa daha iyi olur” manasında bir cevazdır. Dolayısıyla mekruhtur . Bu aynı zamanda İmam Malik’in Müdevvene’deki görüşüdür.[273] C-Şâfiî Mezhebi Şâfiî mezhebind e müziği daha çok icra şekli, muhteva ve sonuçlarına göre değerlendiren İmam Gazzâlî’nin müziğin mekruh olması ile ilgili yorumu şöyledir: “Zamanının çoğunu, eğlence maksadıyla müzik dinlemekl e geçirmek mekruhtur .[274]“ D-Hanbeli Mezhebi Hanbelî mezhebi alimlerin den İbn Kudâme ile İbn Cevzî’nin bu husustaki yorumları şöyledir: 1- Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah, babasına şarkıdan sorduğunda O’nun: “Şarkı, insanları iki yüzlü yapar. Benim hoşuma gitmez” dediğini nakletmektedir.[275] 2- Şarkı haram olmayıp, mekruhtur . Kâdî’nin görüşü bu yöndedir. Ahmed b. Hanbel’in “Şarkı insanı iki yüzlü yapar. Benim hoşuma gitmez” sözü de bunu ifade etmektedi r.[276] 3- Düğünlerde def çalmada bir sakınca yoktur. Davul çalmak mekruhtur . Ahmed b. Hanbel’in görüşü şöyledir: “Düğün gibi etkinlikl erde def çalmada bir beis olmayacağını ümid ederim. Ancak davul’u hoş karşılamam.”[277] IV- MÜZİĞİN HARAM YA DA MÜBAHLIĞINI ŞARTLARA BAĞLAYARAK YORUMLAYA NLAR Müziği temelde haram ya da helal kabul ederek değerlendiren alimlerin yanında, türüne, icra şekline ve icra edenler ile dinleyenl er üzerindeki etkilerin e bakarak değerlendiren alimler de vardır. Esasen yapılan tahliller dikkatle incelendiğinde hemen bütün alimlerin müziğin haram ya da helallığını belirli şartlar altında kabul ettikleri gözükecektir. Bu bölümde alimlerin bu husustaki tahliller ini ve üzerinde durdukları şartları nakletmey e çalışacağız. Müziği temel prensip olarak haram sayanlar helal olabilmes i için şartlar ileri sürerken, temelde müziği helal sayanlar haram olabilmes i için şartlar ileri sürmüşlerdir. A-Müziği Temelde Haram Sayanların Helallık için Şartları Müziğe temel olarak haram sayan ve caiz olup olmamasını bu açıdan tahlil eden alimlerin genelde Hanefî ve Hanbelî alimleri oldukları görülmektedir. Dolayısıyla burada bu iki mezhep alimlerin in bu hususla ilgili şartlarını nakletmey e çalışacağız. 1- Hanefi Mezhebi a- Zeylâi, Molla Hüsrev, Dâmâd, Haskefî, Kâsân ve İbn Abidin başta olmak üzere hemen bütün Hanefi alimleri eğlence (lehv) maksadı gütmeksizin kişinin yalnızlığını gidermesi gayesiyle kendi kendine şartı söylemesinin caiz olacağını söylemişlerdir[278]. b- Zeylâî, Âlemgîr, Dâmâd, İbn Abidin vd. şiir kafiyeler ini ve güzel konuşmayı öğrenme maksadıyla şarkıyla meşgul olmada bir sakınca görmemişlerdir[279]. c-Haskefî’ye göre düğünlerde[280], ve ziyafetle rde[281] şarkı söylemenin bir sakıncası yoktur. d- Zeylaî’ye göre hayatta olan belirli bir kadın tasviri içeren şarkı mekruhtur, ölmüş ya da belirsiz bir kadın tasviri yapan şarkılarda bir sakınca yoktur.[282] e- Âlemgîr’e göre Kur’ân ve nasihat dinlemek caizdir. Müzik dinlemek ise bu bütün alimlerin ittifakıyla haramdır. Bazı tasavvufçulardan nakledile n müsade, eğlenceden uzaklaşıp, takva ahlakına bürünenlere aittir ve bu gibi kişiler için müzik, hastaların tedavisi gibidir. Ayrıca bu gibi müziklerin mübah olabilmes i için altı şart gerekir : Aralarında bıyığı terlememiş parlak erkek çocuk (emred) ve kadın bulunmama sı, müzikten maksatları konser verip kazanç sağlama olmayıp sırf Allah rızası için olması, yeme içme gibi bir gayeye matuf olmaması, oradan ancak müziğin etkisinde kalmış olarak (mağlub) olarak ayrılmaları ve göstermelik coşku yapmamala rı. Hülâsa zamanımızın tasavvuf mûsikisine (semâ) ruhsat vermek mümkün değildir. Çünkü Cüneyd (rh.a) bile kendi zamanının tasavvuf mûsikisinden tevbe etmiştir.[283] f- İbn Âbidîn’e göre şiir gibi müziğin de kötüsü ve iyisi vardır. Peygamber (s.a.v.)’in “Kur’ân-ı teğannî ile okumayan bizden değildir” sözü de bu manadadır. Sözlerinde hikmet ve nasihat bulunan müzikler aslen mübah olmakla beraber, beraberin de çalınan âletlere göre hükmü değişir.[284] g- Zeylaî ve Haskefî’ye göre düğünlerde def çalmada bir sakınca yoktur[285]. İbn Âbidîn ise def çalmanın kadınlara özel bir durum olduğundan erkekleri n çalması kadınlara özenti özelliği taşıyacağından mekruhtur[286] ğ- Haskefî ve Kâsânî def ve kaval gibi çalgı aletlerin in helal olma şartını “(İslâm) toplumu tarafından çirkin karşılanmama (gayr-i müsteşna’) şartına bağlamaktadırlar[287]. Ancak Haskefî bu şarta ilave olarak “eşliğinde oynama (raks) gibi eğlenceler icra edilecek kadar aşırı gitmeyi büyük günahlardan saymaktadır[288]. h- İbn Âbidîn düğün, gazi ve yolcu karşılama gibi eğlence (lehv) dışı konularda davul ve def çalmak için müzisyen kiralamad a bir sakınca olmayacağını ifade etmektedi r.[289] Özet olarak Hanefî mezhebi alimlerin in görüşü şöyledir: Hanefî mezhebinin önde gelen muhakkıklarından İbn Hümâm (ö. 861/1457), sonuç olarak “haram olan müzik, sözlerinde, hayatta olan belirli bir erkek veya kadın tasviri, içki, meyhane vb. yerlere özendirici sözler, belirli bir müslüman veya zimmî’yi kötüleyen ifadeleri hitiva eden müziktir”[290] derken; Abdülgani en-Nablusî (ö. 1143/1731) “Müzik, müzik olduğu için haram değildir. Böyle olacak olsa bütün coşturucu güzel seslerin de haram olması gerekir. Bu ise yanlıştır. Bilakis müziğin haram oluşu, eğlence (lehv) özelliği taşımasından dolayıdır. Çünkü müzikle ilgili nakledile n hadisler genelde eğlence (lehv) şartı ile kayıtlıdır. Bu kaydın bulunmadığı hadisler de, genel muhtevâya göre yorumlanır. Dolayısyla müziğin haram olabilmes i için, gerek şarkı gerekse çalğı aletlerin in eğlence (lehv) özelliği taşıması şarttır. Eğlence (lehv) özelliği taşımayan müzik haram olamaz”[291] açıklamasına yer vermiş; İbn-i Abidin (ö. 1252/1836) de: “Çalgı aletleri (âletü’l-lehv) zatından dolayı haram (haram li aynihi) değildir. Bilakis ya dinleyendeki veya kullanandaki bazı özelliklerden dolayı haram olurlar. Haram veya helal oluşu bunlardan birisiyle tesbit edilir. Dikkat edilirse bu aletlerin çalınması, dinleyiş niyyetine göre bazen haram bazen de helal olmaktadır. Genel bir kaide de vardır ki: “işler maksatlarına göredir” diyerek Nablusî ile aynı görüşleri paylaşmıştır.[292] Sonuç olarak Hanefî fukahasının da, şarkı, şarkıcılık ve çalğı âletlerini eğlence (Lehv)[293], toplumsal itibar (Sefihlik)[294], zinaya düşme tehlikesi (Fitne), kazanç sağlama, riyâkârlık (özellikle tasavvuf mûsikîsinde)[295], söz veya icrasında söz veya davranışlar[296], karşı cinse özenti[297], kadın sesi[298], müziğin insan üzerindeki ekileri[299] ile bazı âyet[300] ve hadisler[301] açısından değerlendirdikleri görülmektedir. Hanefi kaynaklarında yer verilen bu gerekçeler, kaynakların hemen hepsinin üzerinde durduğu iki genel kavramla özetlenebilir ki bunlar “Lehv” ile hukûkî niteliği olan “Adâlet” kavramı. Levh: “Düşünce ve gayreti, kullanılması hoş karşılanmayan yerlerde kullanma; faydalı ve öncelikli yapılması gereken şeylerden engelleye n, nefsânî ve şehevî duyguları kısa zamanda harekete geçiren her şey” şeklinde tanımlanmıştır.[302] Başta İbn Hümâm olmak üzere, Abdülganî Nablusî ve İbn Âbidîn gibi birçok Hanefî alimi şarkı ve çalgı aletlerin in fıkhî hükümlerini bu kavram doğrultusunde değerlendirmişlerdir. Adâlet: “Kişiyi, dini yasaklar ve toplumsal itibarı zedeleyen yakışıksız davranışlardan sakındıran alışkanlık”[303] olarak tanımlanmıştır ki büyük ve küçük günahlarlar ilgili bir kavramdır. Özellikle yargı hukukunda şâhitlerin durumu incelenir ken, “Adâlet” kavramı gündeme getirilmiş, büyük ve küçük günahlardan sakınma ile toplumsal güveni zayıf olanların (sefihleri n) şâhitliklerinin kabul edilemeye ceği belirtilm iştir. Bu meyanda şarkıcı ve müzisyenlerin ya günah işlemeleri -müziğin haram olması durumunda- ya da toplumsal güven bakımından zayıf oldukları gerekçesiyle şâhitliklerinin kabul edilemeye ceği ifade edilmiştir. Bu gerekçelere göre Hanefi mezhebi, dini görev ve sorumlulu kları engelleme yen, söz veya icrasında haramlara özellikle de zinaya teşvik ve tahrik unsuru bulunmaya n, toplumsal itibar ve güveni zedelemey en, ahlaksızlara, karşı cins (kadın-erkek) veya farklı din sahipleri ne özenti içermeyen müzik çeşitlerinden istifade etmede bir sakınca görmemektedir. Hatta İmam Kâsânî insan üzerinde olumlu etkileri olan müziklerden istifade etmenin gereklilğine dikkat çekmiştir.[304] Ancak İmam Ebu Yusuf gereğinden fazla müzikle meşgul olmanın doğru olmayacağını belirtmiştir.[305] Hanefî mezhebind e, hakim görüş, kadınların normal zamanlard a bile seslerini yükseltmelerinin[306], şarkıcılığı meslek edinmeler i ve yabancı erkekleri n işiteceği şekilde şarkı söylemelerinin haram olduğu, çocuklarına ninni söylemelerinin caiz oluduğu yönündedir.[307] 2-Hanbelî Mezhebi a-Ebubekir Abdülaziz’e göre söz veya icrasında dinen sakıncalı bir durum yoksa müzik helaldır[308]. b-İbnü’l-Cevzî Ahmed b. Hanbel’in “düğün gibi etkinlikl erde def çalmada bir beis olmayacağını ümid ederim. Ancak davul’u hoş karşılamam.[309] dediğini nakletmek tedir. c-İbn Kudâme’ye göre ud (kadîb) haram ya da el çırpma, müzik ve raks gibi mekruh olan şeylerle birlikte çalınırsa mekruhtur . Eğer haram ya da mekruh olan şeylerden birisi bulunmaz ise mekruh değildir[310]. Sonuç olarak Hanbelî âlimlerinin müziği şu açılardan ele aldıkları görülmektedir: Söz veya icrasında sakıncalı bir unsur[311], ahlâkî bakımdan olumsuz etkiler[312], makam (Lahn)[313], toplumsal itibarı zedeleme (Sefihlik)[314], karşı cinse özenti[315], âyet, hadis, sahabe ve tabiin sözlerinde müzikle ilgili olarak kullanılan, Lehv, Lağv, Batıl, Zûr, Müka, Tasdiyeh, Rukyetu’z-Zina, Kur’ânu’ş-Şeytan, Munbitü’n-Nifak’ı fi’l-Kalb, Savtu’l-Ahmak, Savtu’l-Facir, Savtu’ş-Şeytan, Mezmuru’ş-Şeytan, Sümûd vb. tabirler[316] ile bazı âyet[317] ve hadisler[318]. Buna göre Hanbelî mezhebind e, söz veya icrasında haram ya da harama teşvik ve tahrik unsuru bulunmaya n, insanların davranışları üzerinde olumsuz etkisi olmayan, toplumsal itibarı zedelemey en, ahlaksızlara, karşı cinse ve farklı din sahipleri ne özenti özelliği taşımayan ve naslarda özel olarak yasaklanm ayan müzik çeşitlerini dinlemede bir sakınca yoktur. Bununla beraber müziğin mübah olan çeşitlerine fazla düşkünlük te doğru bulunmamıştır.[319] B-MÜZİĞİ TEMELDE MÜBAH SAYANLARI N MÜZİĞİN HARAM OLMASI İÇİN İLERİ SÜRDÜKLERİ ŞARTLAR Görüldüğü kadarıyla genelde başta Zâhirî’ye mezhebi olmak üzere Mâlikî ve Şâfiî mezhebi alimleri de müziğin temelde caiz olduğunu ancak icra, muhtevâ ve sonucuna göre bu hükmün değişebileceğini savunmuşlardır. Bu hususla ilgili tespit edebildiğimiz yorumlar özetle şöyledir: 1-Mâlikî Mezhebi Maliki kaynakları İmam Malik’in müziği genel olarak caiz görmediğini nakletmek le[320] birlikte Zürkânî mezhebin genel görüşünü şöyle özetlemektedir: 1- Söz veya icrasında haram unsuru taşıyan müziği dinlemek ya da icrâ etmek haramdır. Bunun bir defalığına ya da sürekli, çalgı âleti eşliğinde ya da yalnız sözlü, düğün ya da benzeri meşru eğlencelerde icrâ edilmesi bu hükmü değiştirmez. 2- Söz veya icrasında haram unsuru bulunmaya n müziğin düğün, doğum vb. meşru eğlencelerde icrâ edilmesi caizdir. Bu gibi yerlerde icra edilecek müzikte çalgı âleti kullanmanın da bir sakıncası yoktur. 3- Düğün vb. meşru eğlencelerin dışında, çalgı âleti olsun olmasın, müzikle fazla meşgul olmak caiz değildir. Arasıra dinlemek mekruhtur . Zaman zaman icrâ edilmesin in helal ya da haramlığı ise tartışmalıdır.[321] Sonuç olarak Yapılan tespitler de, İmam Malik’in müziği makam (Lahn)[322], ahlaki ve fıkhî kurallar (Fâsıklık)[323] ile Medine ehlinin uygulamal arı açısından değerlendirdği görülmektedir. Mâliki mezhebine göre bir sözün makamlı söylenmesi, müziğin söz veya icrasında günah unsuru bulunması, çalgı âletlerinin kullanılması ve şarkıcılığın meslek edinilmes i şer’an hoş şeyler değildir.[324] Çünkü bunlar, genel fıkıh ve ahlâk kurallarına aykırı oluduğu gibi aynı zamanda Medine ehlinin uygulamal arına da uygun değildir.[325] Yine İmam Mâlik’ten nakledile n görüş ve davranışlar, O’nun söz veya icrasında günah unsuru bulunmaya n müzikle meşğul olmada bir sakınca görmediğini ifade etmektedi r. Çünkü böylesi bir müzik genel fıkıh ve ahlâk kurallarına aykırı olmadığı gibi Medine ehlinin uygulamasıyla da uyum halindedi r.[326] Burada dikkati çeken hususlard an biri İmam Mâlik’in makam (Lahn) ile ilgili tavrıdır. Ne varki bu görüş İmam Mâlik’in kendi görüşü olmayıp İbn Kâsım’a ait bir yorumdur. Çünkü İmam Mâlik’in makam (Lahn) konusunda ki tavrı Kur’ân’ın okunuşuyla ilgili bir konudur.[327] Ancak İbn Kâsım O’nun bu tavrını müzik konusuna da teşmil ederek müziğin geneliyle ilgili bir sonuç çıkarmıştır. 2-Şâfii Mezhebi a-İmam Şâfii’nin müziğin cevazı ile ilgili görüşü şöyledir: “Müziği sanat edinerek, onunla meşhur olup onunla anılan ve müzik konusunda insanların kendisini aradığı kişilerin şâhitlikleri kabul edilmez. Çünkü bu mekruh olan bir eğlencedir ve batıla benzemektedir.[328] Müzikle bu seviyede meşgul olanlar sefih oldukları gibi şahsiyetsiz insanlard an sayılırlar. Kendisi için buna razı olanlar da açıkça haram işlemiş olmasa da onurlarını kaybetmiş olurlar. Kişinin müzisyenliği meslek edinmeyip, gözde müzisyen olmayıp, müzik konserler i vermediği gibi böyle bir şeyden de hoşlanmayarak kendi halinde müzikle meşgul olması, aşırı olmadığı müddetçe şâhitliğinin kabul edilmesin i engelleme z. Müzisyen câriye ve köle edinerek insanlarl a müzik ve eğlence âlemleri tertipley enler sefihtirl er[329] ve şâhitlikleri kabul edilmez. Özellikle cariyeler in bu şekilde kullanılması sefihlikt en de öte deyyüslüktür[330]. Köle ve câriyelerine, başkalarını toplamaksızın sadece kendisi için müzik icra ettirmesi ise kişinin şâhitliğini düşürmese de hoş birşey değildir. Şarkı söylenen yerlerde geceleyen, bunu âdet hâline getiren ve bu yönüyle meşhur olan kişiler sefih oldukları için şâhitlikleri kabul edilmez. Bunu âdet haline getirmeye rek arasıra buralara uğrayanların şâhitlikleri kabul edilir. Çünkü bu husus açık bir nasla yasaklanm amıştır.” Yolculuk türküleri (hidâ) ve bedevî şiirleri (neşîdel-a’râbî) ister az ister çok olsun caizdir.[331] İmam Şâfiî’ye göre tasavvuf mûsikîsinin caiz olmasının şartı insanları dini görevlere engel olmamasıdır. Çünkü O Iraklı mutasavvıfların tasavvuf mûsikîlerini şu şekilde değerlendirmiştir: “Iraklı zındıklar “tağyîr”[332] denilen bir müzik icat etmişler, onunla insanları Allah’tan alıkoyuyarlar”[333]. b-Müzik konusunu en geniş şekliyle inceleyen İmam Gazzâlî’nin görüşü şöyledir: 1- Müzik bir sanattır. Bundan dolayı müzikte aslolan mubah olmasıdır. Müzik çok yönlü bir konudur. Bunları önce tek tek ele alıp, sonra toptan değerlendirmek gerekir. Müzikde, manası anlaşılan, kalbi hareketlendiren, vezinli ve güzel ses vardır. En genel vasfı güzel ses olmasıdır. Güzel, hoş ses vezinli ve vezinsiz olmak üzere iki kısma ayrılır. Vezinli olanlar da şiirler gibi manası anlaşılanlar ile canlı ve cansız varlıkların sesleri gibi manası anlaşılmayanlar olmak üzere iki kısma ayrılır: ba- Vezinsiz güzel ses : Vezinsiz güzel ses haddizatında haram olmaması gerekir. Bilakis hem âyet ve hadis hem de kıyas bunun helal olmasını gerektirir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “(O Allah) yaratmada dilediğini artırır.”[334] Bir görüşe göre bu artırılan şey güzel sestir. “Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.” [335] Bu ayet-i kerime dolaylı olarak güzel sesi övmektedir. Peygamber (s.a.v.)’den gelen bazı rivâyetler de şöyledir : Katade’den şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah Teâlâ, bütün peygamberleri güzel yüzlü ve güzel sesli olarak göndermiştir. Ey Muhammed ümmeti, sizin peygamberiniz (s.a.v.) bütün peygamberlerden daha güzel yüzlü ve daha güzel sesli idi…” Ebu Hureyre rivayet ediyor. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ,güzel sesiyle cehren ve teğanni ile Kur’ân okuyan bir peygambere kulak verdiği gibi hiçbir şeye ku lak vermemiştir.” Ebu Musa (r.a,) Peygamber ( s.a.v.)’in kendisine: “Sana Âl-i Davud’un mizmarlarından bir mizmar verildi.” dediğini rivayet etmektedir. Buraya kadar zikredilen delillerin sadece Kur’ân-ı Kerim okumakla ilgili olduğu şeklinde bir itiraz ileri sürülemez. Çünkü bu takdirde bülbülün sesini dinlemeninde haram olması gerekir. Manası anlaşılmayan sesleri dinlemek caiz olduğuna göre, içinde hikmet ve doğru şeyler olan sesleri dinlemek niçin caiz olmasın? Üstelik bazı şiirlerde hikmet olduğu da bir gerçektir. Müzik, güzel ses işitme duyusunun, kendisine mahsus olan şeylerden zevk almasıdır. insanın beş duyu organı ve aklı vardır. Her duyu organının kendisine mahsus bir idraki ve her idrak edilenin de zevk verme özelliği vardır. Gözün, dilin, tatmanın, dokunmanın ve aklın hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler olduğu gibi kulağın da hoşlanıp hoşlanmayacağı şeyler olabilir. Diğer duyu organlarının hoşlandıkları şeyler helal olduğuna göre, kulağın da hoşlandığı şeylerin helal olması gerekir. bb- Vezinli güzel ses: Vezinli sesler, cansız varlıklar ile insan ve diğerlerinden oluşan canlı varlıklar olmak üzere iki kısımdır. insanın dışındaki diğer canlıların -bülbül gibi- seslerini dinlemek haram değildir. insan ve cansızların seslerini dinlemek de bunlara kıyasen haram olmamaması gerekir. Ancak, cansızlardan eğlence âletleri (Melâhî), telli çalgı âletleri (Evtar) ve üflemeli çalgı âletleri (Mezamîr) ayrı değerlendirmelidir. Çünkü bunlar özel nas ile yasaklanmışlardır. Bunların yasaklanışlarının sebebi ise genelde içki ve kadın alemlerini hatırlatmaları ve insanları oralara sürüklemeleridir. Harama vesile olan herşeyin yasak olması prensibi gereği bu aletler de yasaklanmışlardır. Bu açıklamalardan da anlaşıyacağı üzere, çalgı veya çalgı aletlerinin haramlılılğının sebebi zevk ve lezzet değil başka şeylerdir. bc- Vezinli anlaşılır sesler: Manası anlaşılır vezinli müzik, şiirdir. Diğerleri gibi ınsanın boğazından çıkan bu kısmın farkı, manasının anlaşılır olmasıdır. Yalın olarak güzel vezinli söz haram olmadığına göre güzel sesle söylenenin de haram olmaması gerekir. Ancak, içinde sakıncalı ifadeler olursa o zaman onun düz yazısı da, şiiri de, konuşması da haram olur.[336] Ayrıca İmam Gazzâlî Allah sevgisini n kendisini kuşattığı kişilerin müzik dinlemele rinin cevazdan öte müstahap olacağıdır[337]. İmam Gazzâlî’ye göre müzik ancak şu beş sebepten biri ile haram olabilir : 1- Kadın ve parlak erkekleri n müzik söylemesi. Çünkü bu zinaya sebep olabilir. 2- Kullanılan müzik âleti, fâsık ve muhannesl erin[338] kullandıkları aletlerde n olması. 3- Müziğin sözlerinde sakıncalı ifadeleri n bulunması. 4- Dinleyenl erin, şehevî duygularının kabarık olması ve genç olmaları. Çünkü, özellikle aşk gibi konularda söylenen müzik onları zinaya sürükler. 5- Avam (halk) için müzik -bu şartlara aykırı olmadığı takdirde- genel olarak mubahtır. Ancak onlar da zamanlarının büyük bölümünü müzikle meşgul ederlerse bu onlar için de haram olur. Çünkü mubahlarl a aşırı meşgul olmak küçük günahtır. Küçük günahlarda ısrar etmek, onu büyük günaha çevirir.[339] İmam Gazzâlî çalgı aletlerin in haram olabilmes i için de şu şartları ileri sürmektedir: 1- insanları içki vb. şeylere davet etmesi. Çünkü o alemler ancak içkiyle tamam olurlar. 2- içkiyi ve içki alemlerini yeni bırakan kişilerde o alemlere olan özlemleri hatırlatıp canlandırması. 3- Müzik konserlerinin verilmesi . Bu fâsıklara bir özenti olacağından helal olmaz. Çünkü bu onların adetidir. “Ve kim de bir topluma benzerse o toplumdan olur.”[340] c- İmam Sübkî’ye göre sanat edinmeksi zin kendi halinde şarkı söylemede bir sakınca yoktur[341]. Yolculuk türküleri (Hidâ) ve bedevî şiirlerini (neşîdel-a’râbî) dinlemek caizdir.[342] Bir başka görüşe göre darbukayı şarkı eşliğinde çalmak mekruhtur . Çünkü o coşturucudur. Darbuka yalnız başına çalınmaz. Şarkı ile birlikte çalındığından hükmü şarkının hükmü gibidir.[343] d- Sübkî ve Remlî’ye göre coşturucu ve baştan çıkarıcı (mutrib) çalgı âleti olmaksızın şarkı söylemek ve dinlemek haram değil mekruhtur .[344] Tanbur, Ud, Rabab, Santur, Cenk, Kemence, Sanc ve Irak Mizmarı gibi içkicilerin şiarları olan çalgı âletlerini kullanmak haramdır[345]. Çünkü bunlardan duyulacak zevk insanı içki içmeye sevk edecektir . Ayrıca bunlar fasıkların şiarlarıdır, sarhoş ve fasıklara özenti ise haramdır.[346] Bu gibi müzikler insanları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan alıkoyduğu gibi bu uğurda birçok gereksiz ve faydasız harcama yapılacaktır ki bu da haramdır.”[347] Düğün ve sünnet vb. merasimle rde pullu da olsa def çalmak caizdir.[348] e- Remlî’ye göre iş ve ağır yük taşıma esnasında yolculuk türküleri (hidâ) ve ninni gibi şarkılar söylemede bir sakınca yoktur. Hatta bu gibi şarkılar kişinin çalışma azmini artıracak ya da hac ve savaşta olduğu gibi kişiyi bir hayra teşvik edecek özellikte ise o zaman mendub olur. Ashab-ı kirâmın müzikle ilgili tutumları da bu şekilde yorumlanm alıdır.[349] Yine Remlî’ye göre şarkıya haram olan çalgı âletlerinden birisi karışırsa, fıkhî kural bu çeşit şarkının haram olmasını gerektiri r. Zerkeşi’ye göre bu haramlık çalgı âletiyle sınırlı olup, şarkının mekruh olmasını etkilemez . Ancak adil iki doktor bu gibi çalgı âletlerinin tedâvîde zaruri olduğunu söylerse o zaman -diğer haramlard a olduğu gibi- bunları dinlemek helal olur.[350] Darbuka (Kûbe) çalmak haramdır.”[351] Sonuç olarak kaynakların ileri sürdükleri gerekçeler dikkate alındığında Şâfii mezhebini n müziğe şu açılardan baktığı görülür: Sefihlik[352], sanat, estetik ve insan üzerindeki etkileri, söz veya icrasında haramlara özellikle de zinaya teşvik ve tahrik (fitne) unsuru[353], insanların nefsânî ve şehevî duygularına canlandırma[354], fâsık ve günahkârlarla farklı dinden olanlara özenti[355], dini görev ve sorumlulu kları engelleme[356] ve ekonomik imkanların faydasız işlerde israf edilmesi[357] ile bazı âyet[358] ve hadisler[359]. Buna göre Şâfiî mezhebind e, toplumsal itibarı zedelemey en, sanat ve estetik özelliği taşıyan, insan üzerinde olumlu etkileri olan, söz veya icrasında haramlara özellikle de zinaya teşvik unsuru bulunmaya n, insanlard a kötü ve haram duyguları canlandırmayan; ahlaksızlara, karşı cins ve farklı din sahipleri ne özenti özelliği taşımayan, dini görev ve sorumlulu kları engelleme yen ve insanlara maddi (ekonomik) ve manevi zararı olmayan müzik çeşitleri mübahtır. Ayrıca genel fıkhî ve ahlâkî kurallar ile haramlılığı hususunda özel nas bulunan çalgı âletlerine zaruret halinde cevaz verildiği gibi[360]; çalışma azmini artıracak ya da hayra teşvik edecek özellikte olduğu zaman meşru hatta mendub[361] olduğu da kabul edilmiştir. Bununla beraber müziğin mübah olanlarıyla fazla meşgul olmanın sakıncaları üzerinde durulmuş, gerekçe olarak ta, mubahlarl a aşırı meşgul olmanın küçük günah; küçük günahlarda ısrar etmenin de büyük günah olduğuna dikkat çekilmiştir.[362] Şâfii mezhebind e, İmam Sübkî’nin değindiği önemli bir ayrıntı da, müzik konusunda, mezhep kaynaklarında geçen “Haram” tabirinin “Küçük Günah” manasına[363] gelmiş olmasıdır. 3-Zâhiriye Mezhebi Müziğin temelde mübahlar arasında yer aldığını ve yasak olduğu hususunda hiçbir nassın bulunmadığını savunan İbn Hazm’ın müziğin bu mubahlık sınırından çıkması için ileri sürdüğü şartlar şöyledir: “Ameller niyetlere göredir. Kim müziği Allah’a isyan etmek için dinlerse o fasıktır. Bu kural müzikten başka şeyler için de geçerlidir. ibâdetini daha rahat edâ edebilmek ve hayır işlerinde daha faal olabilmek için dinlenme maksadıyla müziği dinleyen kişi ise bununla Allah’a ihsan üzere itaat etmiş sayılır. Bu gibi kişilerin müzik dinlemesi ise haktır doğru bir iştir. Kim de ne ibâdet ne de günah maksadı olmaksızın müzik dinlerse o da fayda ya da zararı olmayan bir işle (lağv) meşgul olduğundan Allah tarafından bağışlanır. Bu çeşit müzik dinleme, dinlenmek için bahçeye çıkma veya kapısının önüne oturma, elbiseler i çeşitli renklere boyama gibi bir şeydir.[364] İbn Hazm temelde “O Allah yeryüzündeki herşeyi sizin için yaratmıştır.”[365] âyetini esas almış[366]; müziği yasakladığı ileri sürülen âyetleri yanlış yorumlama, hadisleri de uydurma, zayıf olma veya yanlış yorumlama gerekçesiyle dikkate almamış; bu hususda ki fıkhî sonucun, kişilerin niyyetler i ile yaptıkları müziklerin söz veya icrasındaki duruma göre değişeceğini belirtmiştir.[367] ——————————————————————————– [1]- Milliyet, Büyük Ansiklope di, Müzik md. [2]- H.G.Farme r, “Mûsiki” md,İA. [3]- Mehmet Lâdikî, Zeynü’l-Elhân, ist, Ünv., Ktp, Yzm., nr., 4380, vr., 128b. [4]- Tanrıkorur, Cinuçen, Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, ist., 1998, s., 13-14. [5]- Ünkan, Emin-Ünkan, Bedia-Ünkan, Hakan; Türk Sanat Musikisin de Temel Bilgiler, ist., 1984; s. 7 [6]- Din dışı büyük formlu güfteli eserler. (Ünkan, a.g.e., s., 38) [7]- Kâr’ların kısa ve terennümleri daha az olanları. Klasik fasıllarda yeri kârdan sonra bestelerd en evvel ve kâr yoksa peşrevden sonre bestelerd en evveldir. (Ünkan, a.g.e., s., 38) [8]- Müzik yapıtını oluşturan ezgilerin tümü. (Ünkan, a.g.e., s., 20) [9]- Sözlü musikimiz de bir form. Küçük usuller kullanılarak 4, 5, 6, 7 mısralı güftelerden oluşan eserler. (Ünkan, a.g.e., s., 55) [10]- Sanat mûsikisi ile Türk halk musikisi arasında yer alan, güfteleri hece vezinli veya vezinsiz olan eserlerin oluşturduğu musiki türü. (Ünkan, a.g.e., s., 60) [11]- Dini musikinin cami musikisin de bir form. “Lâ ilâhe illallah” cümlesinin fevkalade günlerde ve olaylarda makam ile minareden okunması. (Ünkan, a.g.e., s., 57) [12]- Dini musikimiz in cami musikisin den bir form. Kutsal gecelerde namazdan sonra cami içindeki tesbih merasiminde okunan temcid. “Sübhânellah” kelimeler inin tekrarından ibarettir . (Ünkan, a.g.e., s., 58) [13]- Dini musikimiz in cami musikisi formu. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Allah Teâlâdan rahmet ve selâmını bildiren arapça sözlü eser. Nedenleri ne göre ayrı ayrı isimlendi rilir. Bayram Salât’ı, Cenaze Salât’ı, Cuma Salât’ı ve Salât-ı Ümmiyye. (Ünkan, a.g.e., s., 52) [14]- Dini musikinin cami musikisin de bir form. Bayramlar da, mevlidler de, cenaze namazlarında ve çeşitli nedenlerle “Allâhu Ekber” kelimesin in tekrarı. (Ünkan, a.g.e., s., 57) [15]- Dini musikinin cami musikisin e ait form. Kutsal günlerde ve belirli zamanlard a minareden okunan arapça güfteli tesbih. (Temcid, Tesbih, Tehlil ve Mahfel sürmesi arasında belirgin bir fark yoktur.) (Ünkan, a.g.e., s., 58) [16]- Aslında “S-M-A” kökünden, “Sam’” ve “Sim’” gibi, bir masdar olup, “işitme, duyma, dinleme, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma, şarkı dinleme, mecâzen şarkı, nağme, raks,vecd, üns meclisi ve yarı dinî mâhiyette çalgılı ve şarkılı ziyâfet gibi türlü manalara gelmekted ir. Daha sonraları tasavvufî bir terim olarak “mevlevî dervişlerinin kudûm, ney, nısfiye gibi çalgıların eşliğinde özel giysileri yle dönerek yaptıkları toplu ayin” manasında kullanılmaya başlanmıştır. (Tahsin Yazıcı, İA., ist., 1993, X, 464; Büyük Larousse, XVII, 10328) [17]- Daha çok alevi şairlerin tarikatla rıyla ilgili konularını işleyen şiirlerine kendileri nce verilen ad. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ank, 1988, I, 351) [18]- Camide okunan Naat, Mevlid ve Miraciye okunurken arada okunan eserler. (Ünkan, a.g.e., s., 58) [19]- Arapça güfteli ilahiler. (Ünkan, a.g.e., s., 56) [20]- Dini musikimiz de Durakevfe ri usulü ile bestelenm iş ilahilerd ir. Terennüm bulunmaz ve ilâhilerden daha itinalı eserlerdi r. Tasavvufi duyguları ve düşünceleri kesinlikl e vurgulaya n güftelerden oluşur. (Ünkan, a.g.e., s., 28) [21]- Cami ve tekkelerd e okunan dini mûsiki. Güfteler koşma tarzındadır. (Ünkan, a.g.e., s., 36) [22]- Dini musikimiz in tekke musiki bölümünde bir form. Bektaşi tekkeleri nde okunan ilahiler olup genellikle hece vezinli eserlerde n seçilmiş güfteli ve bestecile ri bilinmeye n eserlerdi r. ilâhilerde Türk Sanat musikisinin, Nefeslerd e Türk halk musikisin in şekli ve kuralları uygulanır. (Ünkan, a.g.e., s., 46) [23]- Cami musikisin de bir form. Kaside türü şiirlerden beztelene n ve bağışlaması için tanrıya yakarış. (Ünkan, a.g.e., s., 45) [24]- Dini musikimiz de bir form Konusunu Hz. Muhammed (s.a.v.)’in medhi oluşturur. Tekkelerd e yaygındır. Mevlevî hânelerde âyîn-i şerîften önce bir kişi tarafından okunur. (Ünkan, a.g.e., s., 46) [25]- Tekkelerd e tasavvufî bir lirizme bürünerek, insanı raks etmeye teşvik eden musiki eşliğinde zikr ve özel rakslar. Sözlük anlamı “müzik eşliğinde dinsel tören.” demektir. (Ünkan, a.g.e., s., 20) [26]- Tanzimat dönemine kadar Osmanlılarda asker musikisi. (Ünkan, a.g.e., s., 42) [27]- Genellikl e yürüyüşlerde çalınmak ve söylenmek için hazırlanmış musiki parçaları. Yürüyüşler haricindeki nedenlerl e de belirli anlamları vurgulama k için yapılanları da vardır. (Ünkan, a.g.e., s., 42) [28]- Ünkan, a.g.e., s., 7-8. [29]- Genellikl e dört dizeden oluşan ve hecenin yedili ölçüsüyle söylenen bir halk edebiyatı nazım biçimi. (Milliyet, Büyük Ansiklope di, X, 3763) [30]- Onbirli hece vezni ve özel bir uyak düzeniyle yazılan, dörtlüklerden oluşan, aşık edebiyatında ençok kullanılan nazım biçimi. (Milliyet, Büyük Ansiklope di, IX, 3284) [31]- Güfteleri aruz vezninin (failatün failatün failatün failün) kalıbına uyan parçalardan seçilmiştir. Şarkı formunda basit ve samimi eserlerdi r. (Ünkan, a.g.e., s., 27) [32]- Orta ve Güney Anadolu’da yaygın bir halk türküsü makamı ve bu makamla okunan uzun hava. (Milliyet, Büyük Ansiklope di, III, 883) [33]- Türk Halk Müziğinde belirli bir karakteri olmayan, bölgesel öğelerin etkisi altında gelişerek özellik kazanmış türkü. (Türkçe Sözlük, TDK., II, 1528) [34]- Olağanüstü kahramanlıklar ve olayları anlatan büyük koşuk eser. (Milliyet, Büyük Ansiklope di, IV, 1353) [35]- Farabi, Kitabu’l-Mûsiki’l-Kebir, (Nşr., Eckhard Neubauer), intitute for the History of Arabic-İslamic Science, Frankfurt, 1998, s., 8-9. [36]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XV, 136. [37]- İbn Manzur, a.g.e., X, 136; İbnü’l-Esîr, Nihâye, III, 391. [38]- İbn Manzur, a.g.e., X, 139. [39]- İbn Manzur, a.g.e., X, 140. [40]- Ehad Arpad, Gına md, İA. [41]- Ebu’l-Bekâ, Külliyyât, Beyrut, 1993, s., 670 [42]- Nevevî, Şerh-u Müslim, Beyrut, 1990, VI, 182-183; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 115; Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 370. [43]- İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddü’l-Muhtâr, V, 305. [44]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, X, 140. [45]- Şemseddin Sâmî, Kâmus-i Türkî, ist., 1317, s., 970. [46]- Ehad Arpad, Gına md, İA. [47]- Fîruzâbâdî, Kamus, s. 411. [48]- Çetin, Nihad M., “Şiir” md., İA, XI, 534; Brockelma nn, “Arabistan (Edebiyat)” md., İA., I, 525. [49]- H. G. Farmer, “Gına” md., İA., IV, 773. [50]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, s. 1643; İbn Manzur, Lisan, XIV, 168. [51]- Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, V, 52; Philip K. Hitti, İslâm Tarihi. II, 420 [52]- C. H. Farmer, “Gına” md., İA. [53]- Türâbî, A. Hakkı, ilk Dönem İslâm Dünyasında Mûsikî Çalışmalarına Bakış, s., 227. [54]- İbn Manzûr, Lisan, I, 761-762. [55]- Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 46; Beyhakî, Sünen, X, 225; Zehebî, Siyer, I, 354; II, 502; Abdurrazz ak, Musannef, II, 5. [56]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, s., 314. [57]- Heysemî, Mecma’, III, 13. [58]- Uludağ, Süleyman, “Ağıt” md., DİA, I, 470. [59]- Fîrûzâbâdî, Kâmûs, s., 1082; İbnü’l-Esîr, Nihâye, III, 230. [60]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, IX, 244 [61]- Zebidi, Tâcü’l-Arûs, VI, 196; İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, IX, 244 [62]- H. G. Farmer, “Mi’zef” md, İA. [63]- H.G.Farme r, “Mizmar” md., İA. [64]- İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, IV, 328 [65]- Beğavî, Şerhu’s-Sünne, VIII, 23. [66]- Buhârî, ideyn, 2, Müslim, Salâtü’l-Îdeyn, 4. [67]- Ahmet Nâim, Tecrîd-i Sarîh Terceme ve Şerhi, Ank., 1981, III, 156. [68]- Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 34; Nesâî, iftitâh, 83. [69]- “Melâhî” kelime olarak “Lehv” kökünden gelir. “Lehv”, “Oyun”; “Melâhî”de “oyun aletleri” demektir. (Fîruzâbâdî, Kâmûs, s., 1717) [70]- Farukî, Lois L., İslâm’a Göre Müzik ve Müzisyenler, (Trc., Ü. Taha Yardım), ist., 1985, s, 12-13; Fârûkî, ismail R.-Fârûkî, Lois L., İslâm Kültür Atlası, ist., 1991, s., 467 [71]- İbnü’l-Cevzî, Telbîs-ü iblîs, Mısır, ts.,s., 222 [72]- İbnü’l-Cevzî, Telbîs, s., 222. [73]- İbnü’l-Cevzî, a.g.e., 220. [74]- İbnü’l-Cevzî, a.g.e., 218. [75]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, Beyrut, 1987, 583. [76]- İbnü’l-Cevzî, Telbîs-ü iblîs, Mısır, ts.,s., 222. [77]- Fîruzâbâdî, Kâmûs, 943. [78]- Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, ist., 1993, III, 162. [79]- Pakalın, M. Zeki, Pakalın, a.g.e, II, 499; Yazıcı, Tahsin, İA, ist., 1993, X, 464; Büyük Larousse, XVII, 10328. [80]- Yılmaz, Hasan Kâmil, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin “Semâ’ Risâlesi”, MÜiF Dergisi, yıl, 1986, sayı, 4, sh., 273. [81]- Îdâhu’d-Delâlât fî Semâ’i'l-Âlât, Süleymaniye Ktp., Esat Ef., nr, 1712/1, vr., 24a-b. [82]- H.G.Farme r, “Mûsikî” md., İA. [83]- Abdülkadir Merâğî, Câmiü’l-Elhân, Nuruosman iye Ktp., nr., 3644, vr., 2a. [84]- ihvân-ı Safâ, Resâil, Hindistan, 1305, I, 87. [85]- Fîrûzâbâdî, Kâmûs, s., 1587. [86]- Şemseddin Sâmî, Kamûs-i Türkî, s., 1237. [87]- Fîrûzâbâdî, Kâmûs, s., 1587. [88]- Büyük Larousse, VI, 3528; Ünkan, a.g.e., s., 28. [89]- Lokman (31), 6 [90]- Tirmizî, Buy’u, 51; Beyhakî, Sünen, IV, 14; Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, Beyrut, ts, 260. Tirmizî, hadisin râvîlerinden Ali b. Yezid’i bazı hadisçilerin tenkit edip zayıf kabul ettikleri ni ve bu zatın Şamlı olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla hadis zayıftır. [91]- Âcurrî, Tahrîmü’n-Nerd ve’ş-Şatranç ve’l-Melâhî, (Thk., Ömer Garâme el-Amravî) Cezayir, 1407, s., 368-377; Buharî, el-Edebu’l-Müfred, s. 326; Taberi, Câmiü’l-Beyân, Beyrut, 1992, X, 202-204; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VIII, 409; İbn Arabî, Ahkâmü’l-Kurân, Beyrut, 1972, VII, 1493-1494; Beyhakî, Sünen, X, 223; İbni Hazm, Muhallâ, IX, 60, 72, 73; İbn Cevzi, Telbîsu iblîs, s., 231; Hâkim, Müstedrek (Kitabu’t-Tefsir), II, 202, 411; İbn Ebi’d-Dünyâ, Zemmü’l-Melâhî, s., 73; Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s., 259-260. [92]- Taberî, Câmiü’l-Beyân, X, 204. [93]- Ahkâmu’l-Kur’ân, XIV, 53 [94]- Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 1481-1482 [95]- Heytemi, Zevâcir, II, 175. [96]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 43. [97]- Reddü’l-Muhtâr, V, 46. [98]- Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3839 [99]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 164 [100]- Necm (53), 59-61 [101]- Taberî, Câmiü’l-Beyân, XI, 541-543 [102]- Taberî, a.g.e., XI, 541; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, X, 29. [103]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 48 [104]- İhyâ, VI, 165 [105]- Furkân (25), 72 [106]- Taberî, Câmiu’l-Beyân, IX, 420. [107]- Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VIII, 132. [108]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 43; İbn Kayyım, a.g.e., s., 6 [109]- Kasas (28), 55. [110]- İbn Kayyım, Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 2 [111]- isrâ (17), 81 [112]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 28; İbn Ebiddünya, Zemmü’l-Melâhî, s., 74. [113]- Nâziât (79), 40-41 [114]- Âcurrî, Tahrîm, 219 [115]- Enfâl (, 35 [116]- el-Câmi li Ahkãmi’l-Kur’an, VII, 254. [117]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 29-30 [118]- isrâ (17), 64 [119]- Taberî, Câmiü’l-Beyân, VIII, 108; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VII, 79; Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kurân, Beyrut, 1988, X, 187; [120]- Ebu Hayyân, a.g.e., VII, 79. [121]- Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s., 46-47 [122]- Heytemi, Zevâcir, II, 175. [123]- Zümer (39), 23 [124]- İbn Teymiyye, Mecmûatü’l-Fetâvâ, XI, 533 [125]- Hadîd (57), 20. [126]- İbn Manzur, Lisan, III, 219. [127]- Furkan (25) 52. [128]- Buhârî, Edeb, 91 [129]- Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, III, 2155. [130]- Hâkim, Müstedrek, el-Fiten ve’l-Melâhim, 280/ 8572; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 259; Beyhakî, Şuab, 5614. [131]- Hâkim, Müstedrek, el-Fiten ve’l-Melâhim, IV, 560-561; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmi’l-Gınâ, s., 112-115. [132]- Zeylaî,Tebyîn, VI, 13-14. [133]- Beyhakî, Sünen, VI, 126; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, VIII, 22-23. [134]- Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 51 [135]- Beğavî, Şerhu’s-Sünne, VIII, 23. [136]- Buhârî, Eşribe, 7; Beyhakî, Sünen, X, 221 [137]- Tebyîn, VI, 13. [138]- Ebû Dâvûd, Edeb, 60, Beyhakî, Sünen, X, 222; Şuab, 5120. [139]- Bezlü’l-Mechûd, Beyrut, ts., XIX, 166. [140]- İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddü’l-Muhtâr, V, 306 [141]- Muğnî, XII, 41. [142]- el-Muğnî, XII, 40-41; Şevkânî, Neyl, VIII, 113-119. [143]- Sehârenfûrî, Bezlü’l-Mechûd, XIX, 165-166, 167. [144]- Ebû Dâvûd, Eşribe, 7; Beyhakî, Sünen, X, 221; Şuab, 5116; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 274. [145]- Ahâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 45. [146]- Beyhakî, Sünen, X, 221. [147]- Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 46. [148]- Beyhakî, Sünen, X, 222. [149]- Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 43. [150]- Müslim, Libas ve Zînet, 27; Ebû Dâvûd, Cihad, 51; Beyhakî, Sünen, V, 253; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, XI, 26 [151]- Nevevî, Şerh-u Müslim, XIV, 95. [152]- Müslim, Libas ve Zinet, 27; Tirmizî, Cihâd, 25; Ebû Dâvûd, Cihad, 51; Dârimî, isti’zân, 44; Beyhakî, Sünen, V, 254; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, XI, 25; Heysemî, Mecma’, V, 175. Hadisin bazı rivâyetlerinde “Lâ teshabenn e” yerine “Lâ tettebi’ ” ifâdesi kullanılmıştır. [153]-Mâlik b. Enes, el-Muvatta, (Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî Rivâyeti), Siyer, nr., 903; Dârimî, isti’zân, 44; Heysemî, Mecma’, V, 175. [154]- Mecma’, V, 175. [155]- İmam Ebu Hanîfe, Müsned, (Aliyyü’l-Kârî şerhi ile beraber), Beyrut, 1985, s. 461. [156]- Ebu Hanife, Müsned, s., 461. [157]- Tirmizî, Cenâiz, 25. [158]- Tirmizî, Cenâiz, 25. [159]- Heysemî, Mecma’, III, 13; Beyhakî, Sünen, IV, 63. [160]- Mecma’, III, 13. [161]- Müslim, Cenâiz, 10; Nesâî, Cenâiz, 15; İbn Mâce, Cenâiz, 51; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 29; Beyhakî, Sünen, IV, 62. [162]- Müslim, Cenâiz, 10; Tirmizî, Cenâiz, 23; İbn Mâce, Cenâiz, 51; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, V, 437 [163]- Müslim, iman, 30; Beyhakî, Sünen, IV, 63 [164]- [165]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 142-144; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadir, VI, 482; Nablusî, Îdâhû’d-Delâlât, Süleymaniye Ktp., Esat Ef., nr., 1762/1, vr., 7a-b, 8a-b, 9a, 11a, 27a, 28a; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, V, 305, 307; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VIII, 113-119; Sübkî,Tekmile, XX, 230; Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298; Muhallâ, VII, 567. [166]- Mergînânî, Hidâye, Mısır, ts., IV, 80; Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik Şerh-u Kenzü’d-Dekâik, Mısır, 1313, VI, 13; ibrahim Halebî, Mültekâ, ist., 1315; s., 158; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr Şerh-u Tenvîrü’l-Ebsâr, (İbn Abidin Haşiyesiyle), ist., 1260; V, 305 [167]- el-islâh ve’l-Îzâh’tan naklen, Îdâhu’d-Delâlât fî Semâi’l-Âlât, vr., 7a. [168]- Birgivî, Tarîkat-ı Muhammedi yye, ist., 1317, s., 140 [169]- İbn Tahir, Sem’â, s., 46 [170]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421. [171]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 221. [172]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421. [173]- Gazzâlî, ihya, VI, 138 [174]- Gazzâlî, İmam Şâfiî’nin bu görüşlerini şu şekilde yorumlama ktadır: “İmam Şâfii’nin “Bâtıl’e Benzer” ve “Mekrûh” ifadeleri haramlılık ifade etmezler. Eğer doğrudan “Bâtıl” demiş olsaydı o zaman bu “haram” manasına gelirdi. “Bâtıl’a benzer” ifadesi içi boş, faydasız demektir. “Mekruh” tabiri de bu manadadır, en fazla “tenzîhen mekrûhluk” ifade eder. (ihyâ, VI, 163.) [175]- Aşırı sevinç ve aşırı öfke sonucu, kişiyi akıl ve din kurallarına aykırı davranmay a sebep olan hafiflikt ir. (Cürcânî, Ta’rîfât, ist, 1275, s., 48) [176]- Deyyûs: Namusunu kıskanmayan kimse demektir. (Ahterî, Ahterî Kebîr, I, 322) [177]- el-Ümm, Kahire, 1968, VI, 214-215 [178]- Kelime manası “değiştirmek” demektir. Terim olarak Ebu Mansur el-Ezherî şöyle tarif etmiştir: “Muğayyire, Allah’a dua ve yakarış ile insanları değiştiren topluluk demekir. Allah Teâlâ’yı şiirlerle anınca, müzik makamlarının verdiği coşku ile kendileri nden geçerek raks etmeleri sebebiyle de bu müziğe “Tağyîr” adını vermişlerdir.” Zeccâc da “insanları dünyadan uzaklaştırarak ahirete yönlendirmeleri dolayısıyla kendileri ne “Muğayyirîn” adını verdikler ini ifade etmektedi r. (İbn Cevzî, Telbîs, s., 222) [179]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 222. [180]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 43 [181]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43. [182]- İbn Kudâme, Muğnî, 1986, XII, 43; İbn Cevzi, Telbîs, 228. [183]- İbn Cevzi, a.g.e., s., 201-202. [184]- İbn Cevzî, a.g.e., s., 203. [185]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 42. [186]- İbn Kayyım, Hükmü’l-İslâm fi’l-Gınâ, s, 28-29. [187]- Rûm (30), 15. [188]- Taberî, Câmi’u'l-Beyân, X, 173; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VIII, 380. [189]- Medârikü’t-Tenzîl, (Mecmûatü’n Mine’t-Tefâsîr içerisinde), ist., 1319, V, 214. [190]- Bakara (2), 29. [191]- En’am (6), 119. [192]- İbn Hazm, Muhallâ, VII, 559. [193]- İbn Hazm, a.g.e., VII, 567. [194]- Muhallâ, VII, 559-569. [195]- Muhallâ, VII, 570-571. [196] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480 [197] – Buhari, Menakıb, 46 [198] – Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479; İbn Mace, Nikah, 1888 [199] – Buhari, İdeyn, 2; el-Cihad ve’s-Siyer, 81; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480 [200] – Buhari, Menakıb, 46 [201] – Buhari, İdeyn, 3 [202] – Buhari, Menakıb, 46 [203] – Buhari, İdeyn, 2; el-Cihad ve’s-Siyer, 81; Menakıb, 46 ; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480 [204] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25 [205] – Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479 [206] – Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480 [207] – Nesai, Salatü’l-İdeyn, 1579 [208] – Buhari, Menakibu’l-Ensar, 46. [209] – Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479 [210] – el-Cihad ve’s-Siyer, 81. [211] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480; Nesai, Salatü’l-İdeyn, 1579 [212] – Buhari, Menakıb, 15; İdeyn, 25 [213] – Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1479 [214] – Buhari, İdeyn, 3 [215] – Buhari, İdeyn, 2; el-Cihad ve’s-Siyer, 81; Müslim, Salatü’l-İdeyn, 1480 [216] – Buhari, Menakıb, 46 [217]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 153; İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 41-42. [218]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 151- 154. [219]- Nevevî, Şerh-u Müslim, VI, 182. [220]- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 115; Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 370. [221]- Buhârî, Nikâh, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 269; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, IX, 49. [222]- Hâkim, Müstedrek, II, 200, nr. 2749; Beyhakî, Sünen, VII, 288. [223]- Hâkim, Müstedrek, II, 200. [224]- Hâkim, Müstedrek, II, 201-22; Heysemî, Mecma’, IV, 289-290; Beyhakî, Sünen, VII, 289. [225]- Hâkim, Müstedrek, nr. 2753; Heysemî, Mecma’, IV, 289-290. [226]- Nesâî, Nikah, 80; Tahâvî, Şerhu Meânî’l-Âsâr, IV, 294; Beyhakî, Sünen, VII, 289; İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Aliyye, II, 54. [227]- İbn Hacer, Metâlib, II, 54; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 50. [228]- Buhârî, Nikâh, 48, Meğâzî, 12;Tirmizî, Nikâh, 6; İbn Mâce, Nikâh, 21; Ebu Dâvûd, Edeb, 59; Beyhakî, Sünen, VII, 288-289. [229]- Tirmizî, Nikah, 6. [230]- Tirmizî, Nikah, 6. [231]- Hakim, Müstedrek, Nikah, 77/2748 [232]- Hakim, Müstedrek, II, 200. [233]- Tirmizî, Nikah, 6; İbn Mâce, Nikah, 20; Nesâî, Nikah, 72; Beyhakî, Sünen, VII, 289; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, IX, 48. [234]- Tirmizî, Nikah, 6. [235]- Fethu’l-Bârî, XIX, 244. [236]- Umdetü’l-Kârî, XVI, 330. [237]- Umdetü’l-Kârî, XVI, 345. [238]- Şerhu’s-Sünne, IX, 47, 49. [239]- Muğnî, XII, 42. [240]- Buhârî, Edeb, 90; Müslim, Fedâil, 70, 73; Beyhakî, Sünen, X, 227. [241]- Buhârî, Meğâzî, 38; Edeb, 90; Diyât, 17; Müslim, Cihad ve Siyer, 123; Beyhakî, Sünen, X, 227. [242]- Fethu’l-Bârî, XXII, 349. [243]- Beyhakî, Sünen, X, 227-228. [244]- el-Ümm, Kahire, 1968, VI, 214-215 [245]- Nevevî, Şerh-u Müslim, XV, 81; Sübkî,Tekmiletü’l-Mecmû, XX, 230-231; İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 44. [246]- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 449; Heysemî, Mecma’, VIII, 130. [247]- Heysemî, Mecma’, VIII, 130; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 51. [248]- Beyhakî, Şuab, 5112. [249]- Heysemî, Mecma’, VIII, 131. [250]- Heysemî, Mecma’, VIII, 131. [251]- İbn Mâce, Nikah, 21. [252]- İbn Mâce, Nikah, 21. [253]- Zeylaî, a.g.e., IV, 222; VI, 14; Molla Hüsrev, a.g.e., II, 380; Dâmâd, a.g.e., II, 190; Haskefî, a.g.e., IV, 591; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592; Kâsânî, Bedâ’î, VI, 269. [254]- İbn Abidin, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, V, 46. [255]- Şerhu’z-Zurkânî alâ Muhtasar-ı Seydî Halil, Beyrut, ts., VII, 159. [256]- Tekmiletü’l-Mecmû’, XX, 230. [257]- Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298. [258]- ihyâ, VI, 199. [259]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 151- 154. [260]- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, V, 115; Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 370. [261]- Leknevî, Sibâhetü’l-Fikr fi’l-Cehr-i bi’z-Zikr, (Hzr., Abdülfettâh Ebu Gudde), Beyrut, 1989, s., 79. [262]- Hanımlara Özel Fetvâlar, istanbul, 1992, s., 62-66. [263]- Zeylaî, a.g.e., IV, 222; Dâmâd, a.g.e., II, 190; Haskefî, a.g.e., IV, 592 [264]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 199. [265]- İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 42. [266]- Âlemgîr, Fetâvây-ı Hindiyye, Mısır, 1310, V, 351; Şilebî, Hâşiyet-ü Tebyîn, VI, 13; Aynî, Umde, V, 369. [267]- Zeylaî, Tebyîn, IV, 222; Dâmâd, Mecma’, II, 190; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 592; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, IV, 592; V, 305. [268]- İbn Âbidin, a.g.e., V, 305 [269]- İbn Âbidîn, a.g.e., V, 306. [270]- İbn Tahir, Sem’â, s., 46 [271]- Şerhu’z-Zurkânî alâ Muhtasar Seyyidî Halîl, Beyrut, ts., VII, 159. [272]- Şerhu’z-Zurkânî, VII, 20-21. [273]- Şerhu’z-Zurkânî, IV, 54-55. [274]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 199. [275]- İbn Kudâme, Muğnî, 1986, XII, 43; İbn Cevzi, Telbîs, 228. [276]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43. [277]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 213. [278]- Zeylaî, a.g.e., IV, 222; VI, 14; Molla Hüsrev, a.g.e., II, 380; Dâmâd, a.g.e., II, 190; Haskefî, a.g.e., IV, 591; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592; Kâsânî, Bedâ’î, VI, 269. [279]- Zeyla’î, a.g.e., IV, 222; VI, 14; Âlemgîr, Fetâvây-ı Hindiyye, V, 351-352; Dâmâd, a.g.e., II, 190; İbn Âbidin, a.g.e., IV, 592; V, 305 [280]- Haskefî, a.g.e., IV, 591-592 [281]- Dâmâd, a.g.e., II, 190; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592. [282]- Tebyîn, IV, 222; VI, 14. [283]- Fetâvây-ı Hayriye’den naklen İbn Âbidîn, a.g.e.,V, 306. [284]- İbn Âbidîn, a.g.e., V, 305 [285]- Zeylaî, Tebyîn, IV, 222; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 592 [286]- İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592. [287]- Kâsânî, a.g.e., VI, 269; [288]- Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 591. [289]- İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, V, 46 [290]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, VI, 482; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 305. [291]- Îdâh, vr., 7a-b, 8a-b. 9a, 11a, 27a-28a. [292]- İbn-i Abidin, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, V, 307 [293]- Zeylaî, Tebyîn, IV, 222; VI, 14; Molla Hüsrev, Dürer, II, 380; Dâmâd, Mecma’, II, 190; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 591; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, IV, 591-592; V, 306; Kâsânî, Bedâ’î, VI, 269; Nablusî, Îdâh, vr., 7a-b, 8a-b. 9a, 11a, 27a-28a; Şilebî, Hâşiyet-ü Tebyîn, (Tebyînü’l-Hakâik’in kenarında), IV, 421; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VI, 481. [294]- Serahsî, Mebsut, XVI, 132; Kâsânî, a.g.e., VI, 269; Zeylaî, a.g.e., VI, 13 [295]- Fetâvây-ı Hayriye’den naklen İbn Âbidîn, a.g.e., V, 306. [296]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, VI, 482; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 305, 307. [297]- İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 592. [298]- Molla Hüsrev, a.g.e., II, 380. [299]- Kâsânî, a.g.e., VI, 269 [300]- Lokman (31), 6; En’âm (6), 68; Ayetlerin değerlendirmesi için bk., s., 56-57. [301]- Hadisler için bk., s., 113-114. [302]- Ebu’l-Bekâ, Külliyyât, 778, 799; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, VII, 415 [303]- Aliyyülkârî, Şerh alâ Nuhbetü’l-Fiker, ist., 137, s., 52-53. [304]- Kâsânî, Bedâî, VI, 269 [305]- Âlemgîr, Fetâvây-ı Hindiyye, V, 351; Şilebî, Hâşiyet-ü Tebyîn, VI, 13; Aynî, Umde, V, 369. [306]- Dürer, II, 380. [307]- Tahâvî, Muhtasar Tahâvî, s., 435; Kudûrî, (Mukayyed), s., 177; Haskefî, Dürrü’l-Muhtâr, IV, 591-592; Serahsî, Mebsût, XVI, 132; Zeyla’î, Tebyîn, IV, 221-222; Mergînânî, Hidâye, III, 123; Molla Hüsrev, Dürer, II, 380; ibrahim Halebî, Mültekâ, s, 112; Âlemgîr, a.g.e., V, 351; Şilebî, a.g.e., VI, 13; Aynî, a.g.e., V, 369. [308]- İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 42. [309]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 213. [310]- İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 42. [311]- İbn Tahir, Sem’â, s., 47; Gazzâlî, a.g.e., VI, 139; İbn Kudâme, Muğnî, XII, 42; İbn Cevzî, Telbîs., s., 201-202, 235. [312]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43; İbn Cevzi, a.g.e., 228 [313]- İbn Cevzî, a.g.e., s., 203. [314]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 43. [315]- İbn Kudâme, a.g.e., XII, 42. [316]- İbn Kayyım bu husustaki görüşlerine “iğâsetü’l-Lehfân” adlı eserinde geniş olarak yer vermiş, daha sonra bunlar “Hükmü’l-İslâm fi’l-Ginâ” adıyla ayrı bir eser olarak Kahire Mektebetü’l-Kayyime tarafından h. 1398 yılında neşredilmiştir. [317]- Enfal (, 35; isrâ (17), 64, 81; Hac Suresi (22), 30; Furkan (25), 72; Kasas (28), 5; Lukman (31), 6; Necm (53), 59-61; Ayetlerin değerlendirmesi için bk., s., 56-57. [318]- Hadisler için bk., s., 117. [319]- İbn Kudâme, Muğnî, XII, 40, 44. [320]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421. [321]- Şerhu’z-Zurkânî alâ Muhtasar Seyyidî Halîl, Beyrut, ts., VII, 159. [322]- el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 421 [323]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 221. [324]- Müdevvene, IV, 421; İbn Cevzî, Telbîs, s, 221; Gazzâlî, ihyâ, VI, 138. [325]- İbn Cevzî, a.g.e., s, 221; Gazzâlî, ia.g.e., VI, 138. [326]- Müdevvene, IV, 421; İbn Cevzî, a.g.e., s, 221; Gazzâlî, a.g.e., VI, 138; Zehebi, Siyer A’lâmi’n-Nübelâ, VIII, 372. [327]- Müdevvene, IV, 421. [328]- Gazzâlî, İmam Şâfiî’nin bu görüşlerini şu şekilde yorumlama ktadır: “İmam Şâfii’nin “Bâtıl’e Benzer” ve “Mekrûh” ifadeleri haramlılık ifade etmezler. Eğer doğrudan “Bâtıl” demiş olsaydı o zaman bu “haram” manasına gelirdi. “Bâtıl’a benzer” ifadesi içi boş, faydasız demektir. “Mekruh” tabiri de bu manadadır, en fazla “tenzîhen mekrûhluk” ifade eder. (ihyâ, VI, 163.) [329]- Aşırı sevinç ve aşırı öfke sonucu, kişiyi akıl ve din kurallarına aykırı davranmay a sebep olan hafiflikt ir. (Cürcânî, Ta’rîfât, ist, 1275, s., 48) [330]- Deyyûs: Namusunu kıskanmayan kimse demektir. (Ahterî, Ahterî Kebîr, I, 322) [331]- el-Ümm, Kahire, 1968, VI, 214-215 [332]- Kelime manası “değiştirmek” demektir. Terim olarak Ebu Mansur el-Ezherî şöyle tarif etmiştir: “Muğayyire, Allah’a dua ve yakarış ile insanları değiştiren topluluk demekir. Allah Teâlâ’yı şiirlerle anınca, müzik makamlarının verdiği coşku ile kendileri nden geçerek raks etmeleri sebebiyle de bu müziğe “Tağyîr” adını vermişlerdir.” Zeccâc da “insanları dünyadan uzaklaştırarak ahirete yönlendirmeleri dolayısıyla kendileri ne “Muğayyirîn” adını verdikler ini ifade etmektedi r. (İbn Cevzî, Telbîs, s., 222) [333]- İbn Cevzî, Telbîs, s., 222. [334]- Fâtır (35) 1. [335]- Lukman (31) 19. [336]- ihyâ, VI, 140-144. [337]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 199. [338]- Muhannes: Kadınsı davranışlarda bulunan erkek. (İbn Manzur, Lisan, II, 145). Kadınlara özenti ile kırıtarak konuşan, toplum nezdinde küçük düşüren işlerle meşgul olan kişi. (Zeylaî,Tebyîn, IV, 222) [339]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 158-163, 199. [340]- ihyâ, VI, 143 [341]- Sübkî,Tekmiletü’l-Mecmû, XX, 230. [342]- Sübkî, a.g.e., XX, 230-231. [343]- Sübkî, Tekmile, XX, 230. [344]- Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298; Sübkî, Tekmiletü’l-Mecmû, Mecm’û, XX, 229. [345]- Sübkî, Tekmile, XX, 230. [346]- Remlî, Nihâye, VIII, 298 [347]- Sübkî, a.g.e., XX, 230. [348]- Remlî, a.g.e., VIII, 298; Sübkî, a.g.e., XX, 230. [349]- Remlî, a.g.e., VIII, 298. [350]- Remlî, a.g.e., VIII, 298. [351]- Remlî, Nihâye, VIII, 298. [352]- el-Ümm, VI, 214-215 [353]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 140-144 [354]- Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, VIII, 298; Sübkî, Tekmile, XX, 229, 230. [355]- Gazzâlî, a.g.e., VI, 143; Sübkî, a.g.e., XX, 230; Remlî, a.g.e., VIII, 298; [356]- Sübkî, a.g.e., XX, 230; İbn Cevzî, Telbîs, s., 222 [357]- Sübkî, a.g.e., XX, 230. [358]- isrâ (17), 64; Lukman (31), 6, 19; Fâtır (35) 1; Ayetlerin değerlendirmesi için bk., s., 56-57. [359]- Hadisler için bk., s., 114-117. [360]- Remlî, Nihâye, VIII, 298. [361]- Remlî, a.g.e., VIII, 298 [362]- Gazzâlî, ihyâ, VI, 158-163 [363]- Sübkî, a.g.e., XX, 230 [364]- İbn Hazm, a.g.e., VII, 567. [365]- Bakara (2), 29. [366]- İbn Hazm, Muhallâ, VII, 559. [367]- İbn Hazm, a.g.e., VII, 559-571. İBADET VE MÜZİK http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=13584 TEGANNİ VE MÜZİK Tegannini n mubah olması için şartlar nelerdir CEVAP Büyük İslam âlimi Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretler i buyuruyor ki : Sima ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara caizdir. Aletsiz, çalgısız olan sese sima [teganni] denir. Yalnız çalgı ile veya çalgı ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. (İlk teganni eden şeytandır) ve (Gına, kalbde nifak hâsıl eder) hadis-i şerifleri de gınanın [müziğin] haram olduğunu göstermektedir. Âlimler, simanın haram olmasında ihtilaf etti. Gınanın haram olduğunda ihtilaf yoktur. Kadın sesi gınaya dâhildir. Simaya helal diyen âlimler de, bazı şartlar bildirdi. Bu şartlar bulunmaya n sima da haram olur. (Dürr-ül-mearif) Tegannini n mubah olması için şu beş şartı gözetmek gerekir: 1- Yabancı kadın sesini, yanında dinlemek haramdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır, hasta olur. Nefs ise, zevk alır, kuvvetlen ir, azar. Böylece kuvvetlen en nefs, haramları, kalbe yaptırır. Çünkü her aza kalbin emrindedi r. Kadınların okuduğu ilahileri, mevlidler i erkekleri n dinlemesi haramdır. [Kasetten, radyodan dinlemek ise mekruhtur .] Şehveti harekete getiren şiirleri teganni ile okumak haramdır. 2- Çalgı bulunmama lıdır. Çünkü keyif için, eğlence için, her çalgıyı çalmak ve dinlemek haramdır. 3- Çalgısız olsa da, günah olan şarkı ve türküleri dinlememe lidir. 4- Dinleyici ler arasında yabancı kadın bulunmama lıdır. 5- Nefsinde şehvet hissi olmayan kimseleri n, zevk için, güzel ses dinlemele ri caiz ise de, devamlı olmamalıdır. Bazı mubahları sık sık işlemek, abes olur, boş yere zaman öldürmek olur. Bunlar ise haramdır. (Dürr-ül-mearif, Hadika, K. Saadet) İmam-ı Gazalî hazretler i buyuruyor ki: İnsanların yüreğinde kalb [gönül] denilen bir kuvvet vardır. Çelik, taşa sürtülünce ateş çıktığı gibi, ahenkli ses de, gönlü harekete getirir. Kalbde, Allah sevgisi varsa, güzel ses, bu sevgiyi arttırır. Çalgı ve her günah nefsi kuvvetlen dirir, zararlı olur. Temiz kalb müzikten zevk alamaz. Güzel ses, kalbe, dışarıdan bir şey getirmez. Sağlam kalbdeki helal olan bağı harekete getirir. Hasta olmayan kalbin teganni dinlemesi helal olur. Kalbde bir bağlılık yoksa, güzel sesten lezzet alması, kuş sesi dinlemek, yeşillik, akarsu seyretmek gibi olur. Bunları seyir, göze lezzet verdiği gibi, güzel koku, burna hoş geldiği gibi, güzel ses de, kulağa lezzet verir ve mubah olur. Kalbi hasta olanın [Allah’tan başka şeye bağlananın] nefsi azar, çalgı dinleyinc e, haram işleme arzusu artar. Musikiden ruh değil, Allahü teâlânın düşmanı olan nefs lezzet alır. Zavallı ruh, nefsin elinde esir olduğu için, kendi lezzeti sanır. Musikinin tadı, zehirli bala, yaldızlanmış pisliğe benzer. Hasta olmayan kalbin, helal şeylere olan sevgisini arttıran ve nefsi zayıflatan sesleri dinlemek de, bazı şartlarla mubah olur. Hacca gidecek olanın Kâbe, hac, Mekke, Medine şarkılarını dinlemesi, askerleri n harb, kahramanlık şarkılarını dinlemesi mubah, hatta sevap olur. Düğün, ziyafet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi gereken yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mubahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. (İhya) Raks nedir Sual: Raks, sima ve teganni nedir, haram mıdır CEVAP Raks, eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans etmek demektir. Eskiden raks eden erkeğe rakkas, kadına da rakkase denirdi. İhtiyari olmayan, yani kendi elinden olmadan raksa vecd denir. Vecde gelmek, kendi elinde olmadığı için günah değildir. Sima, nağmeli ses demektir. Nağmeli sesin de, mubah ve haram olanı vardır. Aletsiz, çalgısız olan insan sesine, sima [teganni] denir. Çalgılı veya çalgıyla birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. Büyük İslam âlimi Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretler i buyuruyor ki: Sima kalbi öldürür ve kalbde nifak hâsıl eder. (Mekatib-i şerife m.99) Tegannini n bir sünnet olan kısmı, bir de haram olan kısmı vardır: Sünnet olan teganni, Kur'an-ı kerimi tecvide uyarak okumaktır. Teganni, kelimenin manasını değiştirmezse ve harfler, iki harf kadar uzamazsa, yalnız sesi güzelleştirip okumayı süslerse, caiz olur. Hatta namaz içinde de, namaz dışında da, müstehab olur. Haram olan teganni, ırlamaktır, sesini hançeresinde tekrarlayıp türlü sesler çıkarmaktır. Harfleri, kelimeler i bozarak türlü sesler çıkarmak demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî] Teganni yaparken harfler bozulursa haram, harfler bozulmazs a mekruh olur. Burada kelimeler bozuluyor . Kur'an-ı kerimi teganni ederek, yani kelimeler i bozarak okumak, caiz değildir. Kalbde helal olan şeyin sevgisi [mesela Allah sevgisi] varsa, sima [ilahi, kaside gibi nağmeli sesler] onu artırıyorsa o kimsenin teganni dinlemesi helal olur. Kalbinde, dinimizin yasak ettiği bir şey olanın, teganni dinlemesi günah olur. (K. Saadet s.322) Sima ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara caizdir. (Dürr-ül mearif s.4) Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi gerekir. (Halebi) İmam-ı Rabbanî hazretler i buyuruyor ki: İlahi ve kasideler i teganni ile okumak ve dinlemek, bizim yolumuzda yasaktır. (1/266 ve 3/7) İmam, amel-i kesir olacak kadar teganni ederse namaz bozulur. (Ebussuud efendi fetvası) Kur’an-ı kerimi, zikri, duayı, teganni ile okumanın haram olduğu, Bezzaziyy e’de yazılıdır. (Berîka) Teganni ile okunan ezanı, Kur’an-ı kerimi ve mevlidler i dinlemek de günahtır. Kelimeler i bozmadan teganni etmek, yani sesi güzelleştirmek caizdir ve iyidir. (S. Ebediyye) Teganni haramdır. (Tıbb-ün-nebevi) Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak ve dinlemek haramdır. Burhanedd in-i Mergınânî buyurdu ki: Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun demek, küfür olur. Tecdid-i iman gerekir. Kuhistânî de böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ) Musiki ile okunan şeyleri dinlememe li. Cahil tarikatçılar teganni ile ilahi okuyorlar . Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetler ine, ibadette lezzet hâsıl olduğunu, feyiz geldiğini sanıyorlar. Böyle sapıklar, Deccal’ın askeridir . Kur’an-ı kerimi, zikri ve duayı teganni ile okuyanları dinlememe k gerekir. Tatarhani yye fetva kitabı, bunları teganni ile okumanın haram olduğunda sözbirliği bulunduğunu yazmaktadır.(Birgivî vasiyetna mesi şerhi) Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak haramdır. (K. Saadet) [Tecvide uygun olarak teganni edilirse mahzuru olmaz.] Mescitler de Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyanları nehyetmek farzdır. (İhya 2/823) Tekkelerd e ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. (Hindiyye) Sima esnasında raks günahtır. (Merec-ül-bahreyn) Hiçbir âlim, hiçbir zamanda, tegannini n mubah olduğunu söylememiştir. (Mültekıt) Hak sevgisi ile sima dinleyen sıddık, nefse uyup dinleyen zındık olur. (Siyerül-aktab) Şeyh-i ekber Muhyiddin-i Arabî hazretler i, zamanındaki sofileri sima ve rakstan men etmişti. (Mektubat-ı Masumiye 4/29) Tasavvuf ehlinde meşhur olan sima ve raks iki türlüdür: Birincisi, kalbin ve nefsin fani olmasından sonra, cemal veya celal sıfatlarının tecellisi nde hâsıl olur ki, bunda aklın ve nefsin müdahalesi yoktur. Mevlana Celaleddi n-i Rumi’nin ve Sünbül Sinan efendinin zikir ve simaları böyleydi. Şah-ı Nakşibend hazretler i, (Biz, bunları yapmayız, büyük zatların yaptıklarına da günah demeyiz) buyurdu. İkincisi, bazı cahil ve gafil tarikatçıların, noksan akıllarına ve azgın nefisleri ne uyarak, bağırmaları ve zıplamalarıdır. (Makamat-i Mazheriyy e m.11) Kur’an-ı kerim okumaya, namaz kılmaya vakit bırakmayan her mubah iş mekruhtur . Tarikatçıların raks etmeleri, dönmeleri haramdır. Onları seyretmek de haramdır. Her çeşit çalgı çalmak haramdır. (Fetâvâ-yı Hindiyye) Eğlence veya para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek haramdır. Çalgıyla raks etmek büyük günahtır. Sıkıntısını gidermek için, kendi kendine şarkı söylemek günah değildir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması caizdir. (Redd-ül-Muhtar) Mevlidde, salihlerl e salevat okumak, her zaman sevabdır; fakat buna haram karıştırmak, mesela çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur. (Allame Zahirüddin bin Cafer) Büyük âlim İbni Arabi hazretler i Fütuhat-ı Mekkiyye kitabında, raks ile ve dönerek olan simanın yasak olduğunu bildirmiştir. (Mektubat-ı Rabbanî) Raksla, sözle [şarkıyla, çalgıyla] başkalarını eğlendirenin şahitliği kabul edilmez. (Mecelle m. 1705) Ney de, diğer çalgılar gibi, asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks etmek caiz değildir. (Redd-ül-muhtar) Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddi n-i Rumi hazretler i, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalble, sessiz olacağını Mesnevi’de bildirmek tedir. (S. Ebediyye) İbadet, eğlence ve müzik Sual: Ramazan eğlenceleri, ramazan konserler i düzenleniyor. Bir de, tasavvuf müziği eşliğinde iftarlar veriliyor . Bunlar dine uygun mu CEVAP Hiçbirinin dinde yeri yoktur. İslam âlimleri buyuruyor ki: Çağıranın yemeği şüpheliyse veya İslamiyet’in yasak ettiği şey varsa, mesela çalgı çalınıyorsa, oyun, kumar gibi şeyler varsa, o çağrılan yere gidilmez. (İhya) Gıybet, oyun, şarkı bulunan yemeğe gidilmez. (Muhit, Metalib-ül-müminin) Ramazan ayı, eğlence ayı değil, ibadet ve fırsat zamanıdır. Ramazan ayında, çeşitli çalgılı programla r, konserler düzenlenmesi dine aykırıdır. En tehlikeli si de, bunların bir kısmı, tasavvuf müziği, semah gösterisi vs. adı altında yapılarak, ibadet olarak sunulmakt adır. Hâlbuki dinimizde, her çeşit çalgı haramdır. İbadete haram karıştırmak ve bundan daha da kötüsü, bizzat ibadet olarak sunmak, küfre kadar götürür, fakat maalesef, bugün Müslümanların çoğu bu gaflet içindedir. Çalgının haram olduğunu bilen azalmıştır. Bu durumu mucize olarak, sevgili Peygamber imiz şöyle bildiriyo r: (Bir zaman gelecek, ümmetimden bazıları, mizmarı [çalgıyı] helâl sayacaktır.) [Buharî] (Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriy le eğlenenleri, Allahü teâlâ, yerin dibine batırır.) [İbni Mace] (Şu beş şey zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Lanetleşme, içki içme, erkekleri n ipekli giymesi, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla iktifa etmesi.) [Deylemî, Hâkim] (Ben, mizmarları [çalgıları] ve putları yasaklama k için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym] (İblis’e, senin müezzinin mizmarlar [çalgılar] denildi.) [Taberanî] (Nimete kavuşunca çalgıyla eğlenmek lanetlenm iştir.) [Bezzar] (Resululla h, çalgı aletleriy le para kazanmayı yasakladı.) [Begavî] İncil’in yasakladığı müziği, sonradan papazlar, Hristiyan lığa soktu. (Mevahib-i ledünniyye şerhi) Müzik, çalgı diğer dinlerde de büyük günahtı. (Dürr-ül-münteka) Çalgısız da olsa, tegannili sesleri çok dinlemekt en sakınmalı, çünkü sima, kalbi öldürür. Kalbde nifak hâsıl olur. (Mekatib-i şerife, m. 90, 99) İbni Âbidin hazretler i de buyuruyor ki: Tarikatçıların yaptığı gibi, ölçülü hareketle rle sallanıp oynamaya raks denir. Fıkıh âlimleri, (Raksı helâl sayıp, bilhassa tefle oynayarak teganni eden kimse kâfir olur) demişlerdir. Bezzaziyy e kitabının sahibi Kurtubî’den, (Çalgının ve raksın haram olduğu hususunda müctehid imamların icma’ı vardır) diye nakledip, (Şeyhülislam Kirmani’nin, “Raksı helâl gören kâfir olur” fetvasını gördüm) demiştir. Raksı helâl sayanların, fâsık olacağını bildiren âlimler de olmuştur. Bütün bunlar, kâfirlerin âdetidir. Her çalgı haramdır. Eğer ansızın kulağına gelirse, mazur sayılır. Dinlememe k için, bütün gücünü sarf etmek farzdır. (Redd-ül-muhtar) İbadete haram karıştırmak Sual: Çalgı çalmak ve dinlemek haram olduğu gibi, mevlidi ve ilahileri çalgı eşliğinde okumak da haram mı Mevlid-i şerifi halk müziği yerine tasavvuf müziği ile mi okumalı CEVAP İlahi ve mevlid okumak ibadettir . Adına "tasavvuf müziği" de dense, çalgının her çeşidi haramdır. İbadet etmeye, Kur’an okumaya, namaz kılmaya, zikir çekmeye, mevlit okutmaya haram karıştırmak küfür olur. Çünkü İmam-ı Gazâlî hazretler i buyuruyor ki: Resululla h’ın geldiği bir evde, küçük zenci kızlar [cariyeler] tef çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resululla h’ı övmeye başladılar. Resululla h, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi okumak]ibadettir . Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. Bazıları, bu hadis-i şerife istinaden kadınların şarkı söylemesinin ve çalgının caiz olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki şarkı söyleyen kızlar cariyeydi . Cariyenin statüsü farklıdır. Sesi de avret değildir. (İhya) (Çalgıya helâl diyen âlimler var, çalgılı ilahi küfür olmaz) diyen türedilere itibar etmemeli. Defle zikir çekmek Sual: Zikretmek için Avrupa’dan zilli def istediler . Defin zilli olup olmaması fark eder mi CEVAP Zilli olup olmaması fark etmez. Defle veya ney gibi başka çalgı aletiyle zikir çekilmez, ilahi söylenmez. Çünkü zikir de, ilahi de ibadettir . İbadete çalgı karıştırılmaz. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Bir evde, küçük zenci kızları [cariyeler] def çalıp şarkı söylüyorlardı. Resululla h efendimiz gelince, şarkıyı bırakıp, Resululla h'ı övmeye başladılar. Resululla h efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi] ibadettir . Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. (K. Saadet) Resululla h efendimiz, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızı dinlemiştir. Bu esnada şarkı söyleyenlerden birinin, (Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var) demesi üzerine, Resululla h Efendimiz, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et, gaybı ancak Allah bilir) buyurmuştur. (İbni Mace) (Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et!) buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. Bunun küfür olduğu bildirilm iştir. Kadınların düğünde kendi aralarında def çalıp oynamaları caizdir. (Redd-ül-muhtar) İmam-ı Münavî hazretler i, (Mescitler de def çalınmaz, yalnız nikâh yapılır) buyuruyor . (Hadika) Bazı tarikatçıların yaptıkları gibi, dönmek, dümbelek, ney, saz çalmak haramdır. (Tahtâvî şerhi) Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetler ini, ibadetten lezzet hâsıl oldu, feyiz geldi sanan kimse, sapıktır, Deccal’ın askeridir . Kur'an-ı kerimi, zikri ve duayı teganniyl e okuyanları dinlememe k gerekir. Tatarhani yye fetva kitabında, (Bunları teganniyl e okumak sözbirliğiyle haramdır) buyuruluy or. (Birgivî vasiyetna mesi şerhi) Hazret-i Ebu Bekir, def için (Şeytanın düdüğüdür) buyurmuştur. (Buharî, Müslim) Ney denilen çalgıyla veya başka çalgılarla Kur’an, salevat, ezan ve ilahi okumak ve böyle zikir yapmak da bidattir, büyük günahtır. Bazı bidatler, küfre sebep olur. (M. Nasihat) Şu hâlde defle veya başka çalgılarla ilahi söylemek ve zikretmek ten çok sakınmalı. İbadete, bir çalgı aleti olan defin zillisini de, zilsizini de karıştırmamalıdır. İlahi dinlemek Sual: Çalgısız ilahi dinlemekt e mahzur var mıdır CEVAP Ara sıra, uygun ilahileri dinlemekt e mahzur olmaz. Her zaman dinlememe li. Çünkü bazı mübahları, sık sık işlemek, zamanı boşa harcamak olur. Bu ise caiz olmaz. Günahları, kusurları, azapları anlatan ilahileri ara sıra dinleyere k, üzülmek, tevbeye sebep olmak sevabdır, ama ölüme, kaza kadere karşı üzülmeye sebep olan ilahileri dinleyere k üzülmek haram olur. Bunun için, mevlidler de vefat bahsi okunmamalıdır. (S. Ebediyye) Çalgı ile ibadet Sual: Fıkıh kitaplarında, fısk meclisler inde, çalgı çalınan yerlerde, tesbih, zikir, çekmek, hatta din kitabı okumanın bid’at ve haram olduğu, çünkü Peygamber efendimiz in böyle okumaları yasak ettiği bildirili yor. Minibüslerde kadın erkek karışık olduğuna göre fısk meclisi olmuyor mu? Bir de çalgı çalınıyor. Böyle minibüslerde giderken Kur’an okumak, zikir ve tesbih çekmek haram değil mi? CEVAP Çalgı çalarak zikretmek le, bir yerde çalgı çalınırken zikretmek ayrıdır. Görmekle bakmak ayrı olduğu gibi dinlemekl e duymak da ayrıdır. Minibüslerde biz çalgı eşliğinde zikir etmiyoruz . Biz istemeden kulağımıza geliyor. Herkes gaflette iken, zikir çekmek günah olmaz aksine çok iyi olur. Böyle bir durum olmadan çalgı ile zikir çekmek elbette büyük günahtır. Din kitaplarında deniyor ki: Musiki ile okunan şeyleri dinlememe li. Cahil tarikatçılar teganni ile ilahi okuyorlar . Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetler ine, ibadette lezzet hâsıl olduğunu, feyiz geldiğini sanıyorlar. Böyle sapıklar, Deccal’ın askeridir . Kur'an-ı kerimi, zikri ve duayı teganni ile okuyanları dinlememe k gerekir. Tatarhani yye fetva kitabı, bunları teganni ile okumanın haram olduğunda sözbirliği bulunduğunu yazmaktadır.(Birgivî vasiyetna mesi şerhi) Kilisede org çalarak İncillerden parçalar okunduğu gibi, Kur'an-ı kerimi çalgı çalarak okumak küfürdür. (S. Ebediyye) Ney çalgısı Sual: Dini yayınlarda fon müziği olarak kullanılan ney, diğer çalgılardan farklı mıdır CEVAP Farklı değildir. Ney de diğer çalgılar gibidir. Çalgı ve diğer günahları ibadete karıştırmak daha büyük günah olur. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Tabiîn’in büyüklerinden Hazret-i Nâfi anlatır: Sahabeden Abdullah bin Ömer’le beraber gidiyordu k. Ney sesi işittik. Kulaklarını parmaklarıyla kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. (Ney sesi daha işitiliyor mu) dedi. (Hayır, işitilmiyor) dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. (Resululla h da böyle yapmıştı) dedi. Ben o zaman çocuktum. Çocuğa günah olmayacağı için, ona da kulaklarını kapat dememiştir. Hazret-i Nâfi, (Abdullah bin Ömer takvası sebebiyle kulaklarını kapattı) denmemesi için çocuk olduğunu özellikle bildirdi. (Eşiat-ül-lemeat) Ney çalgısı Sual: Mesnevi’de, (Dinle neyden…) deniyor. Buradaki ney’den maksat çalgı mıdır, yoksa bir benzetme mi yapılmıştır? CEVAP Ney çalgıdır; fakat buradaki ney çalgı değildir. Çalgının her çeşidi haramdır. Mevlana Cami hazretler i buyuruyor ki: Mesnevini n birinci beytinde, (Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor) deniyor. Burada neyden maksat, İslam dininde yetişen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar, kendileri ni ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsça’da, yok demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendileri nden, Allahü teâlânın ahlakı, sıfatları ve kemalatı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası, kamış, kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kâmil kastedilm ektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketle ri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhamı iledir. (Mesnevi şerhi) Fon müziği Sual: Bazı belgesel programla rında, dini filmlerde ve dini şiirlerde, fon müziği kullanılabiliyor. Bunları izlemek, dinlemek günah olmaz mı CEVAP Faydalı belgesel veya uygun dini film izlerken, uygun olan dini şiir dinlerken, fon müziği, elde olmadan kulağa gelebiliy or. Elde olmadan kulağa gelen şeyler, duyan için günah olmaz; fakat piyasada, fon müziği olmaktan çıkıp, müzik sesinin ön planda olduğu programla r da mevcuttur . Böyle yayınları izlemek, müzik dinlemek olup, günah olur. Bir başka husus da, bunlar dinlemek içindir; zaruretsi z fon müziği çalmak caiz olmaz. Çirkin istek Sual: Bazı radyolard a, Peygamber efendimiz için şarkı, türkü veya çalgılı ilahiler söylenmesini istiyorla r. Radyo da, (Bu şarkıyı Peygamber imiz için yayımlıyoruz) diyor. Böyle bir istek uygun mudur CEVAP Hiç uygun değildir. Peygamber imizin ismini günaha bulaştırmak, çok çirkin olur. Mubah olan bir şey olsa bile, yine uygun olmaz. Çalgılı ilahi Sual: (Ebüssüûd Efendi, çalgılı ilahinin küfür olduğuna fetva vermiş) deniyor. O fetva nasıldır CEVAP Fetva şöyledir: Sual: Ney çalıp, tevhid ve salevat okumanın ve işitip lezzet duymanın hükmü nedir? Cevap: Bu iş, tevhidi ve salevâtı hafife almak ve alay olacağı için küfür olur. NOT: İşitip lezzet duymak demek, kendi isteğiyle severek dinlemek demektir. Yoksa kulağına gelse, bu işi beğenmese küfür olmaz. Tevhid ve salevat okumak ibadettir . İbadetin arasına haram olan çalgı karıştırılmaz. Çünkü Resululla h efendimiz, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızdan birinin, şarkı arasında, (Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var) demesi üzerine, Resululla h Efendimiz, hemen müdahale edip, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et!) buyurmuştur. (İbni Mace) Resululla h'ı övmek, mevlit okumak, ibadettir . (Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et!) buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. Ebüssüûd Efendi de, bunun küfür olduğunu bildirmiştir. Yunus Emre’nin, ilahi mahiyetin deki şiirlerini de, böyle çalgı çalarak okumanın küfür olduğunu, yine Ebüssüûd Efendi bildiriyo r. Bazı cahiller, Ebüssüûd efendinin, Yunus Emre’nin şiirlerine küfür dediğini sanıyorlar. Hâlbuki o, bunları çalgı ile okumaya küfür diyor. Teganni ile okumak ne demektir Sual: Teganni ne demektir ve Kur’an-ı kerimi, ezanı teganni ile okumak niçin uygun görülmemektedir Cevap: Teganni, güzel, hoşa gidecek sesle okumak demektir. Kur’ân-ı kerimi, ezanı, mevlidi, ilahileri teganni ile okumak iki türlü olur: 1- Sünnet, sevap olan tegannidi r. Tecvit ilmine uygun okumaktır. Böyle teganni, kalplere, ruhlara kuvvet vermekted ir. 2- Haram olan tegannidi r ki, musiki perdeleri ne uyarak okumaktır. Böyle teganni, harfleri, kelimeler i bozuyor, manayı değiştiriyor. Böyle okuyanların nağmeleri, nefse hoş, tatlı geliyor. Nefisleri ne mağlup kimseleri ağlatıyor. Bunların manalarından haberleri olmuyor, kalpleri, gafletten, hastalıktan kurtulamıyor. Kur’an-ı kerimi ve ezanı teganni ile okurken, mana değişir veya harf tekerrür ederse, haram olur. El-fıkhu alel mezâhibde diyor ki: “Teganni ile ezan okumak haramdır. Bunu dinlemek caiz değildir.” Her türlü oyunu oynamak Sual: Her türlü oyunu kumarsız olarak oynamanın, çalgılı şarkılar dinlemeni n dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır? Cevap: Konu ile alakalı olarak Fetâvâ-yı Hindiyyed e deniyor ki: “Her türlü teganni, yani çalgı ile şarkı söylemek ve dinlemek haramdır. Ansızın işitir ve oradan kaçarsa günah olmaz. Günah olmayan şeyleri böyle olmayan seslerle dinlemek caiz olur. İlim, ahlak bulunan şiir yazmak, söylemek caizdir. Kur’an-ı kerim okumaya, namaz kılmaya vakit bırakmayan her mubah iş mekruhtur . Tekkelerd e ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. Bu tekkelere gitmek, oturmak da haramdır. Şimdi, dinden haberi olmayan fasıklar, böyle tarikatçılık yapıyorlar. Düğünlerde ve küçük çocuğu eğlendirmek için kadının def çalması caizdir. Günah şey söylemeden ve başkalarını güldürmek için olmayan mizah, latife söylemek caizdir. Kuvvetlen mek için güreşmek caizdir. Oyun ve eğlence için mekruhtur . Tavla, onaltı taş, iskambil, briç ve bilardo, bezik gibi oyunlar, kumarsız da olsalar, mala-yanidir. İlim öğrenmeye, namaz kılmaya mani olan her şey haramdır.” Sual: Neşeli zamanlard a anlamı güzel olan şiirleri söylemenin, okumanın dinen bir mahzuru var mıdır Cevap: Düğün, ziyafet, sünnet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi lazım olan yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mübahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki: “Resûlullah efendimiz Mekke’ye girdiği zaman, önünde ibni Revaha beyitler okuyarak gidiyordu . Hazret-i Ömer bunu görünce; -Resûlullah efendimiz in önünde şiir okunur mu? diyerek darıldı. Resûlullah efendimiz de; -Bırak ya Ömer, mâni olma! Bu beyitler kâfirlere, ok atmaktan daha çok tesirlidi r buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, nefsi azdıran şiirleri okumak caiz olmayıp, harpte kafirlere zarar verici, onları üzücü şiirleri okumak caizdir.” Günahları, kusurları, azapları anlatan kasideler i, ilahileri dinleyere k, üzülmek, tevbeye sebep olmak sevaptır. Sual: Başkalarını kötüleyen, ahlaksızlık anlatan şiirleri okumak mahzurlu mudur Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki: “Tâtârhâniyye fetva kitabında; başkalarını hicveden, kötüleyen ve fuhuş, içki anlatan, şehveti harekete getiren şiirleri teganni yani ses dalgaları ile okumak, her dinde haramdır. Harama sebep olan şeyler de haram olur demektedi r.” Kur’ân-ı kerimi, teganni ederek okumak Sual: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı, şarkı kalıplarına uyarak okumanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır Cevap: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı musiki ile, teganni ederek okumak, manasını bozuyor ve zararlı oluyor. Mesela, Allahü ekber, Allahü teâlâ büyüktür, demektir. Sesi uzatarak, mesela Aaaallahü ekber, şeklinde okunursa, Allah, acaba büyük müdür demek olur ki, böyle söyleyenlerin imanlarının gideceği meydandadır. Bütün fıkıh kitaplarında ve mesela, Halebî-yi sagîrde, konu ile alakalı olarak buyuruluy or ki: “Kur’ân-ı kerimi nağme ile, yani sesi musiki perdeleri ne uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekruh demiştir. Zira fasıkların nağmelerine teşebbühtür, benzemekt ir. Eğer harfler değişir ise, haramdır. Okuması mekruh olan bir şeyi dinlemek de mekruhtur . Okuması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. Kur’ân-ı kerimi teganni ile okuyan hafızlara emr-i ma'rûf yapmak vaciptir. İnatlarına, düşmanlıklarına sebep olacak ise, bunları dinlememe li, orayı terk etmelidir . Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi, tekrar kılınması lazımdır . " |
5
İSLAMGREEN34 İNTERNATİONAL NEW WORLD - İSLAM-GREEN34 CONNECTİON مرحبا بسم الله غفور رحيممرحب / ARİFLERİN YOLU ---- ŞAH-I NAKŞİBENDİ HAZRETLERİ K.S / İNGİLİZCE VE HAKİKAT - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
: Nisan 21, 2018, 01:26:08 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
İNGİLİZCE VE HAKİKAT
NİHAT FARUK EKİNCİOĞULLARI FORUM İSLAMALATURKA İSTANBUL 2007 İngilizce dil eğitimi konulu aşağıdaki yazıyı okumanız için alıntıladık Ancak aşağıdaki yazıyı okumadan önce Benim bilimsel konularda İngilizce isimleri ve kavramları orjinal haliyle kullanara k yazı yazdığım için Eleştirildiğimi görüyorum Allah razı olsun sizlerden Demekki avrupadak i şehir isimlerin i veya bilimsel terimleri orjinal hali olan İngilizce ile yazarak sizin dikkatini zi çekmeyi başarmışım sizlerde dikkatini zi çektiği için tüm yazdıklarımı okumuşsunuz Ve eleştirdiğinize göre demekki bizler amacımıza ulaşmışız Ve düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmayı başarmışız teşekkür ederim hepinize Önce Osmanlının ve islamın yıkılması için çabalayan Bazı İngilizleri ve ( Siyonistl erin dünya dili ) ingilizce okuyup yazmayı sevmediğimi belirtere k Asıl amacımızın Osmanlı ve Türk-islam kültürünü yaymak olduğunu belirtere k Dikkatini zi çekmek istediğim ( Forumda daha önce yazılan "İngilizce bilmenin önemi " ile ilgili ) bir kaç şey yazmak istiyorum İngilizce bir sömürgeci lisanıdır İngiltere , dünyayı sömüren ülkelerden birisidir Ayrıca siyonistl erin ortak dilide İngilizcedir Osmanlıyı yıkmak için çalışan siyonistl erin kullandığı lisan ise önce Osmanlıca idi İslam ve Osmanlı Türk gençliği kendisi gibi Osmanlıca konuşan siyonistl erce Zehirlenm işlerdir Daha sonra ise Osmanlıca yok edilerek İngilizce ile zehirleme devam etmeye başlamıştır Siyonizm dünyayı kan gölüne çeviırmiştir Yılan zehrine karşı en etkili ilaç Yılan kanından yapılan panzehird ir İngilizce ile zehirlenm eye devam edilen gençliği tedavi etmek içinde Önce yılanın dilini tanımak lazımdır Yılanın dili ingilizce dir Türkiye gibi bir islam ülkesinde İngilizce ile zehirlene ni Türkçe ile tedavi edemezsin iz Gitar ve Rock ile zehirlene ni Ney ve İlahilerle tedavi edemeyeceğiniz gibi Konuya bu perspekti ften bakarak inceleyip araştırdıktan sonra İngilizce okuyup yazarak Osmanlı Türk ve islam kültürünü Küresel anlamda İngilizlere ( sömürgeci olan her ülkeye ) ve ingilizce konuşanlara ( Siyonistl erin ingilizce ile zehirlediği toplumlar a ) anlatmanız daha kolay olacaktır diye düşünüyorum Çünkü dünyada ingilizce okuyup yazan insanların içinde Farklı ırk veya dinlere mensup olup iyi niyetli ,temiz kalpli ve hakikatle ri görmeye çalışan insanlar mutlaka vardır Onlara hakikatle ri ancak bir dünya dili haline gelmiş olan İngilizce ile anlatabil irsiniz Dünyada kan ve gözyaşını durdurmak için Bunu yapmak aslında her müslümanın görevidir Eğer Osmanlı bir sömürgeci devlet olsaydı Bugün ne ingiliz kalırdı ne Amerikalı nede ingilizce diye bir dil kalırdı Osmanlının içindeki siyonistl er ve vatan hainleri Osmanlıca konuşarak Müslümanlık ve islamdan bahsedere k Türk'üm diyerek Osmanlının önce bilim ve teknoloji de geri kalmasını Sonrada yıkılmasını sağlamışlardır Endülüs'te Aristonun Yunanca felsefesi ni anlamak için O çağlardaki bilim dili Arapça'yı okumak yazmak gerekliyd i Ancak Endülüsü ortadan kaldırmak isteyenle r Önce Arapça yazılmış bilimsel kitapların tümünü batı dillerine çevirdiler Çeviri bittiğinde Endülüse ve Arapçanın varlığına gerek kalmadığı için Endülüs islam kültürü ve Arapça eserler ortadan kaldırıldı Arkasından zaten müslümanlar soykırımla katledile rek yok edildi Batının çağdaş medeniyet e ulaşmasının Ve Rönesansın temelinde ki yapı taşları işte bu yok edilen Endülüstür Batı kültürü ( siyonizm ) sizden alacağını alır Sonra sizin yaşamanıza fırsat vermez ve yok eder Osmanlı'dan alacağını alan Batı Osmanlıyı aynı şekilde yok etmiştir Bu hakikatle ri dünyaya anlatmanız içinde Öncelikle İngilizceyi okumak yazmak gerekmekt edir Hakikatle ri öğrenenler elbette önce Endülüsü sonra Osmanlı ve Türk-islam kültürünü anlayabil mek için mutlaka sizin dilinizi öğrenmeye çalışacaklardır Dünyaya islamı ve barışı yaymak için Büyük bir devlet olmanız gereklidi r Amacınız buysa eğer önce kendinizi dünyaya anlatmanız gerekecek tir Bunun ilk aşamasıda zaten sizi anlayabil ecekleri dillerde Onlara kendinizi anlatabil meniz gerekmekt edir Kaldıki bazılarının iyi niyetli olarak ifade etmeye çalıştığı Türkçe konuşup yazmak derken şunuda ilave edelim Bir dil bilimcisi nin dediği dibi " Türkçe konuşmak isteyen hiç bir şey konuşamaz Çünkü hiç Farsça'dır Şey Arapça " şeklindedir Osmanlıyı yok etmeye çalışanların ve Jön-Türkler gibilerin kullandıkları argümanlardan biride Sözde amaç Türkçe konuşup yazmaktır Ama daha sonra amacın bu olmadığı ortaya çıkmıştır Aslında Jön-Türkleri kullananl arın amaçlarından biri Türkçeyi Osmanlıca ( Batı Türkçesi ) gibi bir zengin dilden ayrıştırarak Arapça-Farsça kelimeler den arındırmak maskesi altında İslami kavramları anlaşılmaz hale getirmek Ve islamiyet ile bağı koparmak Osmanlıya bağlı olan coğrafyayı sömürmek için Arap ve islam toplumlarıyla bağlantıyı koparmak Arapça-Farsça kelimeler yerinede Fransızça kelimeler den devşirme Latin kültürüne benzer bir dil ve kültür oluşturmaktır Asıl amaç Türk'lerin Osmanlı ile birlikte zirveye taşıdıkları Türk-islam kültür ve medeniyet ini yok etmektir Dil ortadan kalkınca Osmanlı Türk-islam kültür ve medeniyet ini araştırma imkanıda ortadan kalkmıştır Irak ve Suriye Türkleri Arap alfabesiy le yazıyor Uygur Türkleri Sogd alfabesiy le yazıyor Kazakista n ve Kırgızistan Kril alfabesiy le yazıyor Türkiye ise yıllardır Latin alfabesiy le yazıyor Dünyada Türk alfabesin i kullanan bir ülke yok Çinlilerin resim gibi zor bir alfabesi var Ama yazıyorlar Türkler ise Türk alfabesiy le yazamıyorlar Latin alfabesiy le yazıyorlar Kısacası bizler zaten Türkçe konuşmuyoruz ve yazmıyoruz Sovyetler Birliğinin sömürdüğü bir sürü Türk bölgeleri var Ama Azerbayca n dışında hiç biriyle Türkçe anlaşamıyorsunuz Çünkü nasıl Türkiye'de latin kültür ve emperyali zmi ile Türkçe dil ve kültür yok edilmeye çalışılıyorsa Türk bölgelerinde ise Rus kültür ve emperyali zminin etkisi var Bu hakikatle ri dünyaya anlatmanız sizin görevinizdir Bunu ancak Dünyanın en çok kullandığı ortak dil olan ingilizce ile yapabilir siniz İngilizce bilmiyors anız eğer Türk-islam coğrafyasına ve dünya ile insanlığa Kurulan tuzakları öğrenemezsiniz ve Tuzaklard an korunmak için birlik oluşturmayı dünyaya öğretemezsiniz İNGİLİZCE VE HAKİKAT NİHAT FARUK EKİNCİOĞULLARI FORUM İSLAMALATURKA İSTANBUL 2007 |
6
İSLAMGREEN34 İNTERNATİONAL NEW WORLD - İSLAM-GREEN34 CONNECTİON مرحبا بسم الله غفور رحيممرحب / MEVLANA CELALLEDİN-İ RUMİ HAZRETLERİ - ŞİİR ANTOLOJİSİ / İSTİKLAL MARŞI VE PROZODİ - LÜTFEN GİRİŞ İÇİN TIKLAYINIZ
: Aralık 29, 2017, 04:21:07 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
İSTİKLAL MARŞI VE PROZODİ ISLAMGREE N34 NEW WORLD İstiklal Marşı deyince bu milli marş ile ilgili Çok farklı kişilerce şiirler yazılmış ve besteler yapılmıştır Ve Zeki Üngörün bestesi olan marş Milli marş olarak kabul edilmiştir Bu konuyla ilgili bir kaç önemli anektod aktarmak istiyoruz 1 - İngiliz milli marşının içinde Herhalde Arap musıkısı geçkilerinin olması düşünülemez ise Bir çok marş içinden seçilen Kanun ile kabul edilen İstiklal Marşı Türk Milletini n öz ve öz malı bir marş olarak Ve elbette Türk milli marşı olduğundan Gelenekse l Türk Alaturka Musıkisinin bariz özelliklerini taşıması gerekir Diye düşünüyoruz Fakat , batısal bir yapıda hazırlanan beste ile oluşturulan marş'ın Gelenekse l Türk Alaturka Musikisi ile ilgi ve alakasının olmadığını görüyoruz 2 - Milli marş olarak takdim edilen marşın Asıl kök melodisin in Carmen Slyvıa isimli esere ( 3/4 Vals ) Ion ( Josef ) Ivonovici isimli Romen bestekarın eserine benzediğini Ve orkestra uyarlamasının Edgar Manas isimli Ermeni Müzisyene ait olduğunu görüyoruz 3 - Batisal anlamda hazırlanan bu milli marş bestesind e Bariz Prozodi hataları mevcut Bu hataları dünyanın herhangi bir ülkesinden gelip Türk Müziği Prozodi eğitimi alan herkesin gördüğünüde biliyoruz İlk etapta prozodi hatalarının olduğu yerler "dir o benim " "larda yüzen al sancak" "mun üstünde" "cak o be" "nim milletimi n" "dir o benim milletimi n " Şeklinde sıralanabilir 4 - Beste tekniğinde izlenecek yol hakkında kısa bir anektod aktaralım A - Mevcut şiir üzerindeki Şiirin hece ölçüsüne kafiye-redif düzenine göre Ve eserin temasına uygun tarzda Nota tartımlarını düzenleyerek Prozodi kurallarına uyarak bir müzik monte edilir B- Mevcut bir müziğin nota tartımlarına göre Ve eserin temasına uygun tarzda bir şiir seçip Anlam bütünlüğüne ve hece-kafiye-redif düzeninede uyarak Şiiri düzenleyerek şarkı sözü haline getirerek eser tamamlanır C - Düşünülen temadaki eser ile ilgisi alakası olmayan Farklı türde bir şiir ile farklı türde bir müziği bir araya getirerek Şiire yeni bir hece ölçüsü kafiye-redif düzeni kurarak Nota tartımlarına ve Prozodi kurallarına uyarak Müzikten yada şiirden eklemeler veya kısaltmalar yaparak eser üretilir İstiklal marışı besteleni rken mevcut şiirin üstüne müzik monte edilmiştir Ancak temayla ilgisi alakası olmayan bir müzik monte edilirken Prozodi hatalarına dikkat edilmemiş ve müzikte düzenlemeler yapılmamıştır Marşın bestecisi olarak belirtile n Osman Zeki Üngör Bu tür bir hatayı görmeyecek birisi değildir Çok yönlü bir müzik eğitimi alan Sanatında takdire değer bir müzisyendir Bu eserin bu şekilde ortaya çıkmasında Osman Zeki Üngörün dışında kalan farklı etkenler olduğunu düşünmekteyiz PROZODİ VE MÜZİK https://ferahnak.wordpress.com/2010/02/07/prozodi-dedigin-nedir-ki-maksat-sarki-soylemek-olsun%E2%80%A6/ Etimoloji si itibariyl e Eski Yunanca’ ya kadar ki döneme dayanan ve Fransızcası Prosodie olan terim lügâtlerde ; “ Müziğin sözlere, veya sözlerin müziğe uygulanma sı “olarak tarif edilir. Eski Yunan müziğinde prozodi, biri enstrümanlara eşlik, diğeri ise konuşma esnasında seslerin taşıdığı özel vurgulama lar, konuşma sesinin perdeleri ndeki değişik tonlamala rı olarak, iki farklı anlamda kullanılırdı. Bu gün bizim müziğimizde, bunun ikinci anlamını kullanmak tayız. Yani prozodi denilince, “ şiir hecesi ile müzik hecesinin (nota) ile uyumu “aklımıza geliyor. Edebiyatın da kendi içinde zaten özel bir prozodisi vardır. Düz Yazı, Manzum Eser, Hitabet gibi türlerin yazım ve okunuşlarında, edebiyatın genel kuralları çerçevesinde oldukça önem taşıyan prozodi vardır ki, bu da “ Edebî Prozodi ” olarak tanımlanmaktadır Söz ve müziğin, ikisinin de, beste diksiyonu, anlam ve âhenk bakımından hatasız bir şekilde sentezi müzikolojide “Mûsikî Prozodisi” olarak adlandırılmıştır Dilin en hızlı bir şekilde müzik yoluyla yozlaştığı, ilk önce 18. y.y. Fransa’ sında farkedilm iştir. Bunu önlemek için de , bilimsel anlamda , ilk olarak bu ülkede, daha sonra da İtalya’da prozodi kuralları belirlene rek, bir statüye bağlanmıştır Ülkemize ise prozodiye el atan ilk müzikolog, Hüseyin Sadeddin Arel(1880-1955) dir. 1940’ lı yıllarda “Aruz-u Musiki” başlığıyla kaleme aldığı notları, uzun yıllar sonra Murat Bardakçı tarafından “ Prozodi Dersleri” adı altında yayımlanır.[1] Günümüzde ise, uzun yıllar bu konu üzerinde kafa yoran sayın Türkolog Saadet Güldaş, ders notlarından yola çıkarak, 2003 yılında yayımladığı kitabında, konuyu akademik olarak inceler ve önemli tesbitler de bulunur.[2] Kitabını tanıttığı bir röportajında Gültaş Hoca, prozodi konusunda özetle şunları söyler : “Bestede eğer güfte varsa, kısaca dilin malzemesi varsa, besteci, gönlünün istediğince hür hareket edemez.” dedim. Nağme, müzik öyle gerektiri yor diyerek, kelimeler i ezip büzemez, onları keyfince uzatıp kısaltamaz, kelimeler i melodinin emrinde kullanara k, heceleri birbirind en ayırarak, onları sağa sola yerleştiremez; kendine sınırsız hürriyet tanıyan bestekârın hem beste diksiyonu, hem de mânâ güzelliği yok olur. Şarkısı bir azınlık diline benzer dedim. Sonunda da “Sözlü eser yapan bestecile rin, hem edebî, hem de mûsikî prozodisi ni çok iyi bilmesi şarttır… … Bir sözlü eserde, şiiri ilgilendi ren her mesele, bestekârı da ilgilendi rir. Temaları, vezinleri, durgu ve durakları, kafiye ve nakaratla rı, çeşitli edebi sanatları, noktalama işaretlerinin hemen hepsi, imlâ titizliği, kompozisy on bütünlüğü, nazım şekilleri, çeşitli duygu ve düşünceleriyle bestekâr, nağmeden ayrı olarak bütün bunları da bilmek zorundadır. Eserlerin deki prozodik mükemmellikleri ancak bu bilgilerl e yakalayab ilir. Prozodi ilmi, bu iki sanat dalının müştereken ilgilendi kleri bir mihenk taşıdır…” [3] Sayın Güldaş’ ın : “Prozodi, Türkçe’yi sevenleri n mükemmellik ölçüsüdür” derken, kasdettiği de zaten şiir ile musıkî de uyumun sağlanmasıdır Bu ön bilgilerd en yola çıkarak, günümüz Türkiyesi’ nin müzik dünyasında, bu kurallara ne kadar uyulduğunu gözlemlediğimizde durumun ne kadar vahim bir hal arzettiğini kolaylıkla görürüz. Güfte ve beste arasındaki uyumu sağlamak için, bestekârların, besteleye cekleri şiirin hece kalıpları ile, o bestede kullandıkları usul kalıplarının örtüşmesine dikkat etmelidir . Bu sadece bestekârların dikkat edecekler i bir kural olmayıp, mükemmel bir prozodiye sahip bir eseri seslendir en yorumcula rın da uymaları gerekecek bir ilkedir Yani açık heceleri küçük, kapalı heceleri büyük müzik notlarıyla besteler ya da icra ederseniz ortaya prozodik özürlü bir müzik eseri çıkar. Ayrıca, kuvvetli ve vurgulu heceler, bestelene n eserde kullanılan usulün kuvvetli darblarına, güftenin sessiz ve kısa heceleri ise usulün zayıf darblarına denk düşmelidir Müzik cümlelerindeki “es “ ler, bunların ölçü ve zamanları rasgele kullanılmamalı,bir anlam ifade edecek şekilde belirlenm elidir Yani özet olarak, bir eserin söz ve müziğinde, hecelerin uzunluğu, kısalığı, kelime ve notların vurgu yerleri ile, cümlelerin vurgu ve durgu yerlerind eki uyum, prozodisi hakkında olumsuz bir eleştiriye fırsat vermeyece ktir Aksi halde, ortaya, hiç de hoş olmayan ,anlamsız ses garabetle ri çıkacaktır. Bu hem dinleyenl eri rahatsız edecek, hem de müzik eleştirmenlerinin acımasız eleştirilerine hedef olacaktır Bunların dışında, her müzik türünün kendine özgü bir diksiyon ve üslûbunun olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bunu örneklersek, Halk Musıkîmizin bilinen özelliği, bölgesel oluşuna, yani her türkünün doğduğu ve geliştiği coğrafyanın ağzı ile söylenmesine bağlı olmasıdır. Oysa gelenekse l musıkimizde durum hiç de böyle değildir. Bu müzik sistemind e, beste yapan ve besteyi yorumlaya n kişilerin yaşadıkları bölge neresi olursa olsun, mutlak anlamda besteyi “ İstanbul Ağzı “ denilen bir üslûpta ortaya koymaları gerekir. Yoksa Ağrılı, Urfalı, Kayserili, Edirneli’ nin ağız, vurgu ve tonlamala rıyla yapılacak beste ve icralar komik olmaktan öteye bir anlam taşımayacaklardır. Zaten Türk Edebiyatının müşterek özelliği de bazı istisnala r dışında “ İstanbul Türkçesi”eksenli oluşudur Bizim müziğimizde, prozodik anlamda en büyük gaflar, maalesef İstiklâl Marşımızın bestesind e ortaya çıkmış, bu da başlangıcından günümüze kadar acımasızca alay ve eleştiri konusu olmuştur Marş söylenirken, müziğinden dolayı, sözleri sanki Türkçe dışında bir dili çağrıştırmaktadır ki, bu da mevcut bir müziğin üstüne, sipariş kabilinde n güfte monte edilmesin den kaynaklan dığını apaçık ortaya çıkarmaktadır “ Kooork – maaa- sööön- meez- buuu- şa- faaak- ES – laaar –daaa- yüüü- zen al sancak – Sön-me-den yuuur- du-mu- nüs- tün-de tü- ten- en sooo- no- caak – o- bee- ES- nim-mil-le-ti-min…” şeklinde devam edip giden bir cümle bozukluğunu farketmek için de, ne edebiyatçı, ne de müzikolog olmamıza ihtiyaç vardır Bunun dışında gerek arabesk ve gerekse pop müziğin şarkıları, içlerinde çok az bir istisna dışında, karakteri stikleri itibariyl e zaten prozodi bozuklukl arıyla mâlul olarak üretilmekte ve söylenmektedir Bizim için en acı gerçek ise gelenekse l musıkimizde görülen beste ve özellikle de bu besteleri n icraları sırasında yapılan prozodi hatalarıdır TRT’ nin kuruluşundan bu yana, denetimin den geçen ve repertuva rına giren eserlerin de teorik olarak dikkate değer büyük bir prozodi hatasına rastlayam ayız. Bunun yanında , TRT sanatçılarımızın büyük bir çoğunluğu da, icralarında bu notalara azami olarak dikkat etmektele rse de, ne var ki içlerinde çok az da olsa bir grup sanatçı maalesef, eseri sanki yeniden bestelerc esine icra etmektedi r Sözüm ona kibarlaşmak adına, Osmanlı döneminde bestelenm iş eserlerin sözlerindeki “tehammül” ler “tahammül” , “hevâ” lar “ hava”, “feryâd” lar “feryat”,“câânım” lar “ canımm”, “aceb” ler, “acep”, “vücûd” lar “vücut”, v.b. bir çok kelime hem manâ, hem de şekil açısından rahatlıkla ters yüz edilmekte dir Bırakalım Osmanlı döneminde bestelene nleri, meselâ Alaeddin Yavaşca Hocamızın hicaz eseri “ Kimseyi böyle perişân etme Allah’ım yeter “ in son nakaratındaki “ dönderdi” kelimesi bile, bazılarınca âdeta, bir yanlışlık düzetilirmişcesine ve cüretkâr şekilde “ döndürdü” ye rahatlıkla çevrilmektedir Pop sanatçılarımız, en seçkin klâsiklerimizi bir Amerikalı veya Fransız şarkıcısının diksiyonu yla icra etmekte, bu da başta “TRT” miz olmak üzere, bir çok yayın kuruluşunda, oldukça tantanalı bir şekilde müzik severleri n “ beğeni” lerine sunulmakt adır Konunun en vahim tarafı da, özellikle son üç-beş yıldır başlayan ve gittikçe artan bir deformasy on furyasıdır. Yine TRT dahil, yayın kuruluşlarında, Türk Musıkisi icra eden bazı” allâme” solistler, İbrahim Tatlıses’ in arabesk türkülerinin finalinde yaptığı varyasyon ları, aynen musıkimize uygulamak ta her hangi bir sakınca görmemektedirler. Yani, bir bakıyorsunuz “Dönülmez akşamın ufku” nu okuyan solistimi z, şarkının son nakaratında cümle, kelime, es, mes ne varsa bir Amerikan sakızı çiğnercesine, eziyor, büzüyor, sündürüyor velhasıl posasını çıkardıktan sonra, dinleyici den marifetle rinin karşılığı olarak çok “ büyük” bir alkış istiyor 1 Hüseyin Sadettin AREL, Prozodi Dersleri, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1997 2 Saadet GÜLDAŞ, “ Türk Dilinin Diksiyonu – Prozodisi Vurgu ve Vurgulama ları İle Türk Musiksind e Prozodi “ Kendi yayını, İstanbul, 2003 3 Mehmet Nuri YARDIM, “ Saadet Güldaş’ la Sohbet http://www.mehmetnuriyardim.com İSTİKLAL MARŞI BESTESİCİ ZEKİ ÜNGÖR Osman Zeki Üngör ( d. 1880, İstanbul - ö. 28 Şubat 1958, İstanbul ) besteci, orkestra şefi, keman virtüözu. Türkiye Cumhuriye ti'nin ulusal marşının bestecisi olarak tanınmış bir sanatçıdır. Osmanlı sarayında ilk Türk kemancısı olarak yetiştirilmiş olan müzisyen[1]; birçok klasik batı müziği bestecisi nin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancıdır. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temelini oluşturan Osmanlı saray orkestrasını yönetmiş; orkestranın ilk defa İstanbul’da halka açık konserler vermesini ve cumhuriye tin ilanından sonra yeni başkent Ankara'daki ilk senfonik konserler in gerçekleşmesini sağlamıştır. Cumhuriye tin ilk önemli öğrenim kurumlarından Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşunda büyük emeği geçmiş bir eğitimcidir. Besteci Ekrem Zeki Ün'ün babasıdır. 1880 yılında Üsküdar'da dünyaya geldi[1] . Dedesi, Osmanlı Devleti'nin saray orkestrası olan Mızıka-yı Hümayun bünyesinde "Fasl'ı Cedid"'i (batı enstrümanlarını da içeren fasıl topluluğu) tertip eden Santuri Hilmi Bey; babası Şekerci Hacı Bekir ailesinde n Hüseyin Bey'dir.[2] Öğrenim hayatı Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'ndeki askeri eğitimin ardından 1891'de Osmanlı saray bandosu olan Mızıka-yı Hümayun'a girerek müzik öğrenimi gördü. Yeteneğiyle II. Abdülhamid'in dikkatini çekince konser kemancısı olarak yetiştirildi. Kemancı Vondra Bey'den keman, Aranda Paşa'dan da müzik nazariyatı dersleri aldı. Mızıka-ı Hümayun Mızıka-yı Hümayun bünyesinde Saffet Bey tarafından kurulmuş olan Makam-ı Hilâfet Filarmoni Muzikası'nda başkemancı olarak atandı. Yalnızca askeri marşlar çalan mızıkanın, bir senfoni orkestrasına dönüşmesi için emek verdi. Birçok ünlü bestecile rin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancı oldu. Sultan Abdülhamit’e sık sık konserler verdi. Konserler inin çok beğenilmesi nedeniyle ödüllendirilip rütbesi genç yaşta binbaşılığa kadar yükseltildi[1]. 1908'de, Meşturiyetin ilanı’ndan sonra rütbesi mülazimliğe (teğmenlik) indirildi; Saffet Bey’in yönetimindeki orkestrad a başkemancılığa devam etti. Bir süre Mızıka-yı Hümayun'da yaylı sazlar bölümünde öğretmenlik de yaptı. Ek olarak Darülmuallimin'nde (İstanbul Erkek Muallim Mektebi) dersler verdi. I. Dünya Savaşı sırasında Mızıka-ı Hümayun ile Avrupa şehirlerinde konserler verdi. 17 Aralık 1917- 31 Ocak 1918 tarihleri arasında gerçekleşen ve Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Peşte, Sofya’yı kapsayan bu turne, bir Türk orkestrasının çıktığı ilk Avrupa turnesi idi[1]. Saffet Bey’in istifası üzerine 1917’de saray orkestrasının şefliğine atanan Osman Zeki Bey, Avrupa turnesi dönüşünde orkestrayı bağımsız bir kadroya kavuşturdu ve ilk defa saray dışında halka yönelik konserler verdi. Orkestra, haftalık halk konserler ini Tepebaşı'ndaki Union Française Salonu'nda vermektey di. İstiklâl Marşı’nın bestelenm esi Besteci asıl ününü Mehmet Âkif Ersoy'un İstiklâl Marşını besteleye rek elde etti. Osman Zeki Bey, 1921 yılında Mehmet Akif’in şiirinin ulusal marş güftesi olarak seçilmesinden sonra 1922’de Maarif Bakanlığı tarafından düzenlenen beste yarışmasına davet edilen 24 bestecide n birisiydi . Kimi anekdotla ra göre İstiklâl Marşı’nı, İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra bestelemişti[3] . Yarışma seçici kurulu tarafından Osman Zeki Bey'in eseri beşinci seçilirken[4] ; Ali Rıfat Bey’in alaturka usuldeki bestesi birinci seçildi. Ancak 1930 yılında Maarif Bakanlığı'nın resmi kurumlara gönderdiği bir genelge ile uygulamad a değişiklik yapıldı ve o güne kadar Ali Rıfat Bey'in bestesi ile seslendir ilen güfte; Osman Zeki Bey’in batı tarzı bestesi ile seslendir ilmeye başladı; devletin resmi marşı haline geldi. Ankara’ya taşınma Osman Zeki Bey, Cumhuriye t'in ilanı'ndan sonra orkestrası ile Ankara’ya gidip 11 Mart 1924 günü şehrin tarihinde ki ilk senfonik konseri verdi. Orkestra, Ankara’daki ikinci konserind en sonra “Riyaseticumhur Musiki Heyeti” adı altında cumhurbaşkanlığına bağlandı. Osman Zeki Bey, sonradan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na dönüşen topluluğun orkestra şefliğini yaptı. Musiki Muallim Mektebi Osman Zeki Bey, ülkenin müzik öğretmeni ihtiyacını karşılamak için Musiki Muallim Mektebi'nin kurulmasında önemli rol oynadı. Bu kurum, Ankara Konservat uarı’nın temelini oluşturmuştur. Kendisi, okulun ilk öğretim üyesi ve ilk müdürü idi. Okul müdürlüğünü 1924-1934 seneleri arasında 10 yıl boyunca sürdürdü. Avrupa turnesi 7 Haziran-5 Eylül 1926'da Karadeniz adlı gemide düzenlenen Yerli Malı Sergisi nedeniyle dört ay boyunca Güney ve Kuzey Avrupa limanlarını dolaştı ve Cumhurbaşkanlğı Senfoni Orkestrası ile konserler verdi[1]. Bu, Cumhuriye t döneminde bir Türk orkestranın çıktığı ilk yurtdışı turne idi. Son yılları 1934 senesinde sağlık nedeniyle emekliliğe ayrılan Üngör; emeklilik günlerinde İstanbul’da yaşadı Soyadı Kanunu çıktığında “Üngör” soyadını aldı (oğlu Ekrem Zeki Bey, “Ün” soyadını almıştır) 1958'de İstanbul'da Moda'daki evinde hayatını kaybetti. Cenaze töreninde askeri bir bando tarafından İstiklâl Marşı çalındı[5]. Mehmet Akif Ersoy’dan sonra cenazesin de İstiklal Marşı çalınan ikinci kişidir[kaynak belirtilm eli]. Cenazesi, Karacaahm et mezarlığı’na defnedilm iştir http://www.eksd.org.tr/wp/muzikte-prozodi/ MÜZİKTE PROZODİ Müzikle doğrudan ilgisi olmasalar bile, pek çok vatandaşımız gibi okuyucula rımız da İstiklal Marşı’mızın halkımız tarafından 64 yıldır neden bir türlü gerektiği gibi söylenemediğini herhalde merak etmişlerdir. Nitekim yıllar önce Ankara Odalar Birliği’nde, Akif’in bir ölüm yıldönümü münasebetiyle düzenlenen panelde yaptığım “İstiklal Marşımısın Çeşitli Besteleri* Dolayısıyla Marş Besteciliğinde Prozodi” konulu konuşmanın sonunda , emekli bir müzik öğretmeni bana : “Okullarda 40 yıl müzik hocalığı yaptım, ama bu marşı çocuklarıma bir türlü doğru-dürüst söyletemedim; nedir bunun sebebi?” diye sormuştu. Müzikte daha çok beste ile uğraşanların aşina olduğu prozodi diye bir konu vardır. Dilimizde tevcid terimi veya “bir dili doğru vurgularl a güzel konuşma bilgisi” tarifiyle karşılanabilecek olan Yunan asıllı “prosodia”nın konumuz olan müzikteki anlamı, “sözle müzik arasındaki, öğrenme ve icrayı kolaylaştıran uyum ve dengedir. Teknik detaylara girmeden, kabaca “açık (kısa) hecelerin kısa ezgilerle, kapalı (uzun) hecelerin uzun ezgilerle bestelenm esi” diye de tarif edilebili r. Bir misal verelim: “Dün yine günümüz geçti beraber” sözünü, açık ve kapalı hecelerin durumunu bozmadan bestelers ek, ortaya Refik Fersan’ın ünlü Mahur şarkısında olduğu gibi hem doğru, hem güzel bir ezgi çıkar. Ama bu sözü bestelerk en , “Dünyiii-negünüüü-müzgeeeeeç-tibeeeraber” haline sokarsak, belki yine bir melodi söyleyebiliriz, ama bunun Türkçe olup olmadığı çok su götürür hale gelir. Azınlık şarkıcılarının söylediği kantolara veya üzerine sonradan Türkçe sözler giydirilm iş yabancı müzik parçalarına benzer. İşte İstiklal Marşımızın bestesind eki, “Carmen Silva” valsinden etkilenmiş, daha önce padişah için bestelenm iş ve Edgar Manasyan Efendiye düzelttirilmiş olmasından çok daha önemli olan problem budur. Türkler “buuşafak; lardaa-yüüzee-naalsancak; sönmedenyur-duumu-nüüstün-deetü-teenen-soono- CAAKOBE!” diye konuşmazlar. Konuşmadıkları için şarkı da söylemezler. Sözlü müzik besteciliğinde sözün besteye zamanda önceliği olduğu, yani bestenin “söze göre” yapılması gerektiği, başka amaçla başka bir müziğe konfeksiy on elbise usulü söz giydirile meyeceği gibi çok basit bir bestecili k kuralının bilinmeme sinden doğan yukarıki garip parçalanmalara, müzikte “prozodi hatası” denir ve dilin ses yapısını iyi bilmemekt en kaynaklarınır. Dilimizde emir kipinde kullanılan fiillerin, iki heceliyse ilk, üç heceliyse ikinci hecesi belirgin vurguyla söylenir. “Korkma!” sözünün ilk hecesi vurgulu (tiz), ikinci hecesi zayıf (pest) tonludur. Bu söz “Korkmaa” diye ikinci hecesi vurgulandırılarak söylenemez. Prozodi, başta meslekler i doğru ve güzel konuşmak olan spikerler olmak üzere, her okumuşun mutlaka bilmesi gereken bir konudur. Hele milli marş besteleme ye niyetlene nlerin, ilk öğrenecekleri şeydir. Şiirdeki mananın canına okuyup “buu celal SANA!”, “sonraaa helalakkıdır!” diyebilme k içinse, hiç Türkçe bilmemeni n ötesinde, bir şart daha vardır: kendini besteci zannedip, bir milletin kanıyla yazdığı en mukaddes şiiriyle alay etme cür’etini gösterebilmek! (11 Şubat 1995) Akif’in “Kahraman Ordumuza” başlıklı detanı 1921’de milli marş olarak kabul edilince, içlerinde Rauf Yekta Bey, H.S.Arel ve S.Kaynak’ın da bulunduğu 30 kadar besteci 1924’de açılan yarışmaya katılmış , A.R.Çağatay’ın bestesi yarışma dışı birinci gösterilerek 1930’a kadar okunmuş, bu tarihte bugünkü marş olan Z.Üngör’ün bestesi Viyana’dan icazetnam e getirilip oldu bittiyle eskisinin yerine kabul edilmiştir İSTİKLAL MARŞI VE EDGAR MANAS http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/928073-istiklal-marsini-orkestraya-bir-ermeni-vatandasin-uyarladigini-bilir-misiniz İstiklâl Marşı'nın kabulünün 93. yıldönümü ve millî marşımızın pek bilinmeye n bir tarafı: Sözleri millî şairimiz Mehmed Akif'in, bestesi de Zeki Üngör'ün olan marşın ilk orkestra düzenlemesi, Edgar Manas adında bir ermeni vatandaşımıza aittir. Önümüzdeki çarşamba günü, İstiklâl Marşı'nın Meclis'te kabulünün 93. yıldönümü... Marş ile ilgili olarak bundan senelerce önce başlayan tartışmalar hâlâ devam ediyor ama bestenin orkestray a kimin tarafından uyarlandığının üzerinde pek durulmuyo r. İşte, İstiklâl Marşı'nın beste macerası ve ilk orkestra düzenlemesini yapan Ermeni vatandaşımız Edgar Manas'ın öyküsü... BU hafta millî marşımızın, yani İstiklâl Marşı'nın kabulünün 93. yıldönümü... Türkiye'de senelerde n buyana devam eden bir tartışma vardır: İstiklâl Marşı'nın doğru şekilde okunmasının güç olduğu söylenir, bir kesim marşın bestesini n değiştirilmesini ister, karşı taraf marşın anayasal koruma altında olduğunu ve dolayısı ile değiştirilmesinin bile teklif edilemeye ceğini söyler ama millî marşımızın başka özellikleri, meselâ orkestray a kimin tarafından uyarlandığı pek bilinmez ve dolayısı ile bu konuda birşeyler yazılıp çizilmez... Zaten, millî marşımızın bestelenm e macerası da tuhaftır: Büyük Millet Meclisi, 1920'de bir marş yarışması açtı. Kurtuluş Savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu ve herkesin hep bir ağızdan, heyecan duyarak okuyabile ceği bir marşa ihtiyaç vardı... Önce güfte, yani marşın sözleri belirlene cek; sonra bir başka yarışma daha açılacak ve beste üzerinde karar kılınacaktı... PARİS'TE YARIŞMA HAYALİ Bir ara beste seçiminin musiki konusunda çok daha tecrübe sahibi olunan bir başka memlekett e, meselâ Fransa'da yapılması ve Paris'te yabancı üstadların da yeralacağı bir jüri oluşturulması gibisinde n fikirler de gündeme geldi. Ama, savaş içerisindeki bir memleketi n müzik seçimi için tâââ Paris'te jüri toplamaya kalkışması biraz tuhaf kaçacağı için Fransa hayâlinden vazgeçildi. Sonrasını kısaca hatırlatayım: Meclis'in açtığı yarışmaya 700'den fazla eser gönderildi. Müsabakaya cephelerd e savaşan paşalar, meselâ Kâzım Karabekir bile katıldı ve neticede Mehmed Akif'in "kazandığı takdirde ödülü almamak" şartı ile gönderdiği manzume birinci seçildi ve Meclis'in 12 Mart 1921 günü yaptığı toplantıda alkışlar arasında defalarca okundu... DEVLET, JÜRİ KURAMADI Sırada sözlerin üzerine müzik giydirilm esi, yani Akif'in şiirinin bestelenm esi vardı; seneler önce ortaya çıkan ve bugünlere kadar gelen beste tartışmaları da işte o zaman başladı... Memleket hâlâ savaş içerisinde olduğu için, Akif'in şiirinin bestelenm esi iki sene ertelendi, 1923'e sarktı ve 1923'ün 12 Şubat'ında İstanbul Maarif Müdürlüğü'ne beste yarışması açma vazifesi verildi. Yarışmaya 55 besteci katıldı. Sadeddin Kaynak'tan Lemi Atlı'ya, Kapdanizâde Ali Rıfat Bey'den Ali Rıfat Çağatay'a, Rauf Yekta Bey'den Muallim İsmail Hakkı Bey'e kadar Türkiye'de o günlerin önde gelen müzisyenlerinin neredeyse tamamı Mehmed Akif'in şiirini bestelemiş ve müsabakaya göndermişlerdi. Asıl zorluk işte o zaman ortaya çıktı ve devlet bir jüri teşkil edemedi! Zira bu işi yapabilec ek, yani en güzel besteyi seçebilecek kim varsa yarışmaya aday olarak katılmıştı ve jüri teşkiline imkân yoktu. YEDİ YIL LİSTE BAŞI OLDU Bestelene n marşlar içerisinde hangisini n resmî marş olabileceği konusunda işte bu yüzden bir karar verilemey ince, bestecile r kendi marşlarını kendileri tanıtma yolunu seçtiler ve bu işte en başarılısı Ali Rıfat Bey veya son senelerin deki ismi ile Ali Rıfat Çağatay oldu. Ali Rıfat Bey, başta "Tereddüd" olmak üzere, dillerden düşmeyen birçok Türk Müziği parçasının bestecisi ydi. Acemaşiran makamında, mehteri andıran bir tavırda bestelediği marşı İstanbul'un Asya yakasında ve Batı Anadolu'nun İzmir dışında kalan yerlerind e okunur oldu. Rumeli yakasında Zati Arca'nın, Edirne'de Ahmet Yekta Madran'ın, İzmir'de İsmail Zühdü'nün marşları; Ankara'da ise sonraki yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası hâlini alacak olan "Riyaset-i Cumhur Orkestrası"nın şefi Osman Zeki Bey'in bestesi hâkimdi. Ali Rıfat Bey'in marşı yedi yıl boyunca listebaşı oldu ve hattâ devletten tolerans gördüğü bile söylendi. Diğer bestecile rden bazıları "Devlet sanki onun bestesine sahip çıkmayacak da bizimkile ri mi icra ettirecek? Kardeşi Samih Rıfat hem milletvek ili, hem de Maarif Vekâleti'ne istediği her kararı aldırabilecek güce sahip. Tabii ki ağabeyinin marşını okutturac ak..." diyorlardı. MİLLİ EĞİTİMİN TALİMATI Ama 1930'lara gelindiğinde, Ali Rıfat Bey'in eseri aşağı sıralara indi ve bu defa Riyaset-i Cumhur Orkestrası'nın şefi Zeki Bey listebaşı oldu! Devlet bu marş kargaşasına daha sonra bir düzen vermeye karar verdi ve Maarif Vekâleti'nden o sene okullara ve devlet daireleri ne bir tamim yollandı. Tamimde "Resmî marşımız artık Zeki Bey'in bestesidi r, bundan böyle diğer marşlar icra edilmeyec ektir" deniyordu . İstiklâl Marşı'nın o tarihten itibaren icra edilen bestesi işte bu şekilde, yani bir yarışma ile değil, emirle millî marş olmuştur ama "okunması zordur", "Türk gırtlağına uygun değildir", "Güfte-beste uyumu bozuktur" ve hattâ "Batı Müziği'nin filânca eserinden alınmıştır" şeklindeki tartışmalar hâlâ devam etmektedi r. Peki, 1920'li senelerde bestelene n diğer marşların âkıbetleri ne mi oldu? BİRÇOĞU HİÇ BİLİNMİYOR Hemen hemen tamamı unutuldu, sadece bir-ikisinin nağmesi musiki meraklılarının hafızalarında kaldı, o kadar... Musiki toplantılarında arada bir çalınırlar, birkaçı İstiklâl Marşı konusunda yapılan CD'lere kaydedilm iştir ama 1923 Şubat'ında açılan yarışmaya gönderilen ve yayınlanmış olanlar dışındakilerin notaları büyük ihtimalle hâlen Meclis'in arşivinde muhafaza edilen diğer marşlar incelenme dikleri için kimin nasıl bir beste yaptığı konusunda elimizde bilgi yoktur. FAVORİM İSMAİL HAKKI BEY'DİR Daha önceki İstiklâl Marşları arasında benim favorim, Muallim İsmail Hakkı Bey'in Rast makamında yaptığı bestedir. Eski kayıtlarından birini dinleyebi lir yahut notasını temin ederek çaldırabildiğiniz takdirde, büyük ihtimalle siz de beğenirsiniz. Zeki Üngör'in bestesini n pek bilinmeye n bir başka özelliği daha vardır: Armonisi, yani orkestra düzenlemesi Edgar Manas adındaErmeni bir vatandaşımız tarafından yapılmıştır ve ilk bando düzenlemesi de İhsan Künçer'e aittir. Senelerde n buyana okuduğumuz ve orkestral ardan dinlediğimiz millî marşımızı orkestray a uyarlayan ama isminden ve mevcudiye tinden sadece konunun meraklılarının haberdar bulunduğu Edgar Manas'ın kim olduğunu merak ediyorsanız, bu sayfadaki kutuyu okuyun... KİLİSE KOROLARIN I İDARE EDERKEN MARŞIN ORKESTRAS YONUNU YAPTI İSTİKLÂL Marşı'nın ilk orkestra uyarlamasını yapan Edgar Manas 1875'te İstanbul'da doğdu, babası Aleksi'nin ölümü üzerine 13 yaşında iken İtalya'ya gitti ve Venedik'teki Murad-Rafaelyan Kolleji'nde beş sene okudu. Podova Konservat uvarı'ndan füg ve kontrpuan öğrenerek mezun olan Manas 1905'te İstanbul'a döndü, Gallia Korosu'nun şefliğine getirildi ve 1912'den 1933'e kadar İstanbul Konservat uvarı'nda hocalık yaptı, konservat uvarın orkestrasını ve kadınlar korosunu idare etti. 1937'de Patrikhan e'nin Meryemana Kilisesi'ndeki Koğtan Korosu'nun şefliğine tayin edildi, yirmi sene boyunca bu koroyu yönetti ve Ermeni okullarında da solfej dersleri verdi. Musiki hayatının 60. yılı Beyoğlu'ndaki Atlas Sineması'nda 1954'te bir jübile ile kutlanan Edgar Manas 1964'te İstanbul'da öldü ve Pangaltı'daki Ermeni Katolik Mezarlığı'na defnedild i. Türk Müziği'nin bazı meşhur bestecile rine de batı müziği dersleri vermiş olan Edgar Manas bir senfoni ile bir oratoryon un yanısıra çok sayıda başka besteler de yapmış ve bazı halk müziği eserlerin i de çokseslendirmişti (Kevork Pamukciya n'ın "Biyografi leriyle Ermeniler"inden). MİLLİ MARŞIMIZIN OLMADIĞI YILLARDA MARŞ DİYE TEKBİR GETİRİP TÜRKÜ OKURDUK OSMANLI Devleti'nin millî marşı yoktu... Osmanlı tarihinde ilk defa bir bando teşkil eden İkinci Mahmud'dan itibaren her padişah için ayrı bir marş bestelenm iş, bestelere "Mahmudiye", "Azîziye" yahut "Hamidiye" denmiş, yani hükümdarların isimleri verilmiş ve törenlerde bu marşlar icra edilmişti. Hükümdar marşlarının sözleri yoktu ve sadece bando ile icra edilmeler i için bestelenm işlerdi... Padişah marşı geleneğini Sultan Vahideddi n bozmuş, "Memleket ateş içerisinde iken yeni bir beste yapılmasına gerek yoktur" diyerek adına marş besteletm emiş ve tahtta bulunduğu dört sene boyunca büyükbabası İkinci Mahmud'un marşını çaldırmıştı. TUHAFLIKL AR YAŞANDI Ama devletin bir millî marşa sahip bulunmama sı, uluslarar ası toplantılarda bazı tuhaflıklara sebep oluyordu. Millî marşların karşılıklı okunmaları gerektiği durumlard a Türk tarafı sıkıntıya giriyor ve marş ile hiçbir alâkası olmayan güfteli eserleri hep bir ağızdan okumak zorunda kalıyorlardı. DEVRİMDEN KALAN MARŞ Meselâ, 20. yüzyılın ilk senelerin de Paris'te Osmanlı ve Fransız askerî heyetleri nin yaptıkları bir toplantıdan sonra Fransızlar 1789'daki devrimden kalma millî marşları "La Marseilla ise"i hep bir ağızdan okumuşlar, sıra Türk tarafına gelince askerleri miz marş niyetine tekbir getirmişlerdi! ENTARİSİ ALA BENZİYOR Benzer bir garipliği Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde sipariş ettiğimiz bazı gemileri teslim almak için Almanya'ya giden bahriye heyetimiz yaşamıştı. Törende şampanyalar patlatılmış, konuşmalar yapılmış, uzun uzun Türk-Alman dostluğundan bahsedilm iş ve sıra millî marşların okunmasına gelmişti. Alman tarafı Joseph Haydn'ın bir Hırvat halk şarkısından esinlener ek bestelediği "Deutschla nd, Deutschla nd über alles" sözleri ile başlayan millî marşlarını okumuş, sıra bizimkile re gelince bir şaşkınlık yaşanmış ama sıkıntı hemen halledilm iş ve subaylarımız millî marş niyetine "Entarisi ala benziyor, Sultan Reşad bana benziyor" türküsünü icra etmişlerdi ISTİKLAL MARŞI MUAMMASI http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/579227-istiklal-marsi-muammasi ALMANYA'daki GEMA isimli kuruluşun İstiklâl Marşı'ndan telif hakkı istediği ortaya çıkınca, Bakanlar Kurulu bundan 80 sene önce yapılması gereken işi yapmaya soyundu ve marşın kamulaştırılması kararını imzaya açtı. Ama, bir Alman kuruluşunun İstiklâl Marşı ile ne alâkası olduğu pek sorgulanm adı... Söyleyeyim: GEMA, bir telif hakları kuruluşu, yani bestecile rin ve müzisyenlerin haklarını koruyan bir meslek birliğidir ve bu konuda faaliyet gösteren müesseselerin en eskilerin dendir. Türkiye'de gerçek anlamda bir telif hakları kanununun mevcut olmadığı senelerde birçok Türk besteci, Almanlar'ın GEMA'sı ile Fransızlar'ın SACEM'ine üye olmuşlar ve hakları bu meslek birlikler i tarafından korunmuştur. GEMA'nın haklarının korunması için kendisine vekâlet vermeyen bestecile rin eserlerin e müdahalede bulunması ve her çalınıştan sonra telif hakkı istemesi sözkonusu değildir, böyle bir hak ancak bestecini n yahut vârislerin yetkilend irmesi ile mümkündür. Dolayısı ile GEMA'nın böyle bir işe kalkışması, Osman Zeki Üngör'ün vârislerinden yetki belgesi almış olduğu anlamına gelir. Yani, İstiklâl Marşımızın bestekârının hakları, şu anda bir Alman meslek birliğinin himayesin dedir! Bu yazdıklarımdan, millî marşımızın bestecisi ne ait hakların bir Alman telif kuruluşuna verilmiş olduğunu eleştirdiğim mânâsını çıkartmayın! Vârisler, bana sorarsanız en doğrusunu yapmışlardır, zira Türkiye'de "telif hakkı" meselesi, özellikle de musiki alanındaki telifler konusu hâlâ karmakarışıktır. Kanuna göre oluşturulmuş meslek birlikler i arasında işbirliği falan hakgetire dir; üstelik bu meslek kuruluşlarından biri yönetiminden, harcamala rından ve ödemelerinden kaynaklan an şikâyetler sebebiyle kayyuma devredilm iştir. UNUTULAN BİR TARTIŞMA İstiklâl Marşı'nın bestesini n Bakanlar Kurulu kararıyla kamulaştırılması çalışmalarına başlandığını öğrendiğimde, 1940'lı senelerde uzun uzun tartışılmış olan bir iddiayı hatırladım: Marşın melodisin deki ana temanın özgün olup olmadığını... İddiaya göre, ana tema 1845 ile 1902 seneleri arasında yaşayan ve "Tuna Dalgaları", "Çardaş", "İki Gitar" gibi meşhur olan çok sayıda eserin sahibi lon Ivanovici adındaki bir Romen besteciye aitti! Ivanovici'nin "Carmen Silva" isimli valsinden alınmış, bu iş yapılırken vals temposu bir dörtlük ilâve edilerek marşa dönüştürülmüştü! Cemal Reşid Rey'in "Onuncu Yıl Marşı" hakkında ortaya atılan söylentiler gibi... 18. yüzyılın meşhur Fransız filozofu Jean-Jacques Rousseau, 1750'lerde "Le Devin de Village" yani "Köy Kâhini" ismini verdiği kısa bir opera bestelemişti. Eserin içerisinde, oyunun kahramanl arından Colette'in okuduğu, "Saadetimi kaybettim, hizmetkârımı kaybettim" sözleriyle başlayan bir şarkı vardı. 1950'li senelerde, bu şarkının bizde "Çıktık açık alınlaaaa!" hâlini aldığı ileri sürülmüş ve bu benzerlik yüzünden Onuncu Yıl Marşı'nın bestesini n değiştirilmesi bile teklif edilmişti... KOLAYCA BULABİLİRSİNİZ İstiklâl Marşı hakkında bir başka iddia daha vardı: Eserin bestecisi olan viyolonis t Osman Zeki Üngör, Ankara'da o zamanki ismi "Riyâset-i Cumhur Musiki Heyeti" olan bugünün Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra-sı'nın başına geçmeden önce, Sultan Vahi-deddin'in sarayındaki orkestranın başında idi. Hükümdara "Şeh-i âlem mâh-ı envâr ...sultânım" sözleriyle başlayan bir "medhiye" sunmasının yanısıra, padişahın tahta çıkması münasebetiyle bir de marş bestelemiş ama Sultan Vahideddi n marşı çaldırmamıştı. Mehmed Akif'in şiiri daha sonra işte bu marşın üzerine yerleştirilip "İstiklâl Marşı" yapılmıştı ve prozodini n bozuk olmasının, yani güfte ile bestenin uyumsuzluğunun sebebi de buydu! Bir zamanlar temin edilmeler i zor olan iki eser, yani Ion Ivanovici'nin "Carmen Sylva"sı ile Jean-Jacques Rousseau'nun "Le Devin de Village"ı arandıklarında artık internett e bile hemen bulunabil iyorlar. Dolayısı ile bu her iki marşımız hakkında hiçbir yorum yapmayayım, Ivanovici ile Rousseau'nun eserlerin i dinleyin ve kararı kendiniz verin İSTİKLAL MARŞI TÜRK DEĞİLDİR https://www.facebook.com/GizlenmisGercek/posts/182978235160767 İstiklal Marşı Gerçeği: Bestecisi Türk Değil! Kitabı amcamın kütüphanesinde,Osmanlı ve tasavvuf kitapları arasında buldum. Açtım baktım ki orjinal ve imzalı kitap: Biraz okumaya başladım ve bir bölüm var; İstiklal Marşı Üzerine (sayfa 31) okudukça kan beynime sıçradı,vatana ihanet dediğin böyle olur,Mehmet Akif Ersoy'a hainlik budur dedim. Yazar güzel bir noktaya değinmiş ve yazıyı aynen aktarıyorum kardeşlerime... ... İstiklal Marşı bestecisi kim? Hemen Zeki Üngör diyeceksi niz. Değilmiş... Zülfü Livaneli, batı müzik ansiklope dilerinde n ilginç bir bilgi aktarıyor. Meğer bizim İstiklal Marşının bestecisi Vittorio Radaklia imiş? Kimdir bu milli kahraman diye düşünün bakalım... Murat Bardakçı'dan alıntı yapan Livaneli konu ile ilgili olarak ayrıca şu bilgileri veriyor: "Murat Bardakçı'nın yazdığına göre 1940 yılında İstiklal Marşı'ının müziği mecliste tartışılmış ve CARMEN SİLVA adlı Fransız halk şarkısından alındığı, orkestra uyarlamasının EDGAR MANAS adlı bir Ermeni müzisyen tarafından yapıldığı öne sürülmüştür... Ah Türkiyem. İyi mi milli marşımızı dinleyen bir Fransız içinden ne geçiriyordur acaba. Üstelik Fransızlara karşı verilen bir savaşta azanılan destansı bir zaferin hikayesin i, Fransız ezgisi ile seslendir mek olacak iş değil. Ama burası Türkiye. Araştırmacı Muhiddin Nalbantoğlu'nun elinde önemli bilgi ve belgeler var. Akif, bu marşı MEHTER müziğini düşünerek kaleme almıştır ve ilk olarak da buna uygun şekilde bestelenm iş. Marşın bestelenm esi için açılan yarışmaya gönderilen eserlerin büyük bir bölümünü bu temel espiri ile hazırlanmıştı. Ancak aniden bir gecede ne olup bittiyse kapalı kapılar arkasında verilen bir kararla, skandal nitelikli bir oyunla, bir milletin İstiklal Marşının seslendir ilmesinde hafifimeşrep türden, kendileri ne karşı savaşarak bağımsızlığımızı elde ettiğimiz bir ülkenin ezgileri bu sözlerin üzerine döşenmiştir KAYNAK: Abdurrahm an Dilipak - Laik Demokrati k Cumhuriye t İlkelerine Bağlı Kalacağıma 19.3.93 KAYNAK: Ayşe Hür - ‘Devşirme’ Marşlarla Milliyetçilik - 20.04.200 8 ( Taraf Gazetesi ) İSTİKLAL MARŞI MİLLİ MARŞMIDIR http://turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=23787 İstiklal Marşının bestesi gercekte kime aittir? İsterseniz gelin bu konu üzerinde tarihi bir yoklayalım ve asıl bestecini n kim olduğunu, nasıl yoğrulduğunu ve gercekten MİLLİ olup OLMADIĞINI görelim. Mehmet Akif'in şiirine kısaca değinmek gerekirse; İstiklal marşının bir an önce hazırlanması için güfte yarışması açılmıştır. Yarışmaya gönderilen 724 şiiri beğenmeyen "Türkçü" Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Mehmet Akif'e bir mektup yazar ve kendisini n bu yarışmaya katılımı için ricada bulunur.D aha önceleri "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" söyleyen Akif, fikir değiştirip uzun bir çabanın ardından şirini yazar. Oturum başkanlığını M.Kemal'in yaptığı tartışmada diğer 6 şiirle birlikte Akif'in şiiri de okunur.Çok beğenilmiştir ve birinci olur. Sonra Akif ödül parasını çok yoksulluk çekmesine rağmen bir hayır kurumuna bağışlar. Beste Çalıntı mı İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı.Bu sorunu gidermek gerekiyor du.Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki (üngör)ün batılı tarzdaki bestesini n "milli marş olarak kabul edildiği" memleketi n dört bir yanında duyrulur. O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvek ili olarak görev yapan akeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlener ek yapılmış,özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettin e takdim edilmiştir.Marşın orkestray a uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! " Osman Zeki Bey,kendisi için talihsiz olan bu tesbiti yalanlaya mamış ve üç hususun da "olumsuz" faktörler olduğunu söylemiştir. Yani beste çalıntıdır, Cumhuriye t öncesi bir döneme aittir ve hamurunda bir Ermeni'nin katkısı vardır!! O halde milli de olamaz... Osman zeki Bey'in daha önce başkasına ait "Papatyala r" adlı şarkıyı da sahiplend iği ve bestecisi gibi imza attığı da Osman Şvki Bey tarafından defalarca dile getirilmiş, fakat yetkilile r ve besteci tarafından tatmin edici bir cevap alınamamıştır.Konuyu TBMM gündemine getiren Maarif Vekili Hasan Ali Yücel kendisine şu cevabı vererek adeta iddaları doğrulamıştır : "Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu bize Karmen operasından bir kısım değil de,Karmen Silva diye bir vals varmış,revaçta imiş,onun bilmem kaç batutası benziyorm uş. Zeki Bey bunun orkestras yonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır..." Tüm ısrarlı sorulara rağmen besteci Osman Zeki Üngör,eserini kısmen Karmen Silva adlı sokak şarkısından kopya ettiği yolundaki iddalara karşı suskun kalmıştır. Bu konuda detaylı açıklama ve diğer kaynaklar a ilişkin 18 Şubat 2011 tarihli Agos Gazetesin e bakılabilir İSTİKLAL MARŞI http://muzikdersinotlari.blogspot.com.tr/2014/02/istiklal-mars.html İstiklal Marşı, Türkiye Cumhuriye ti'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriye ti'nin milli marşıdır. Milli mücadele döneminde işgal altında olan topraklarımızı geri almak için, Türk ordusu ve Türk halkının yeniden doğması, içinde bulunduğu durumdan silkelenm esi gerekliliği adına, Türk halkına cesaret vermek için, 1921 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, para ödüllü bir şiir yarışması düzenleme kararı almıştır. Bu şiir yarışmasına toplam 724 tane şiir gönderilmiştir. Mehmet Akif Ersoy ise yarışmaya para ödülü konduğu için katılmak istememiştir. Fakat bu durumu bilen dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif Ersoy'a ısrar ederek katılmasını istemiştir. Mehmet Akif Ersoy'un ise katılması için sunduğu tek şart, para ödülünün kaldırılmasıdır. Böylelikle Mehmet Akif Ersoy, "Kahraman Ordumuza" ithafı taşıyan şiiriyle yarışmaya katılmış ve 12 Mart 1921 yılında resmi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından İstiklal Marşı kabul görmüştür. Besteleniş Hikayesi ***1 Güfte 12 Beste Belgeseli*** Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketi n o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Yarışmaya katılan bestecile rden bazıları şunlardır: Ahmet Cemaletti n Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör. Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyett en geri durmamışlar ve kendi besteleri ni yaymaya uğraşmışlardır. O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisin de yaymaya ve söyletmeye başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında birçok mektepler de öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi. Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekâletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir. Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir. Ekim 2013 itibariyl e Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün talimatıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Rengim Gökmen yönetiminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından İstiklal Marşı’nın yeni kaydı yapılmıştır. 170 sanatçıyla yapılan kayıtta, enstrüman sayısı arttırılmış ve son teknoloji ses sistemler i kullanılmıştır. Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikâyesini şöyle anlatmıştır: "İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi. Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyord um. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdikler inden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyord uk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum. İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak." Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservat uarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisin in Türk milletini n ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtile rek tebrik ediliyord um. Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelend i.” Bestekârın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitler in başında gelmekted ir. Bestekâr yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenm ediğini meydana çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalarda n başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekârın kusuru başta gelmekted ir. Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır: “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerk en kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez. Plaklarda ki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyen ler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim . O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonu n hızlıya ayarlanma sı icap ettiğini kim bilebilir di?” İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı. Bu sorunu gidermek gerekiyor du. Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki Üngör’ün batılı tarzdaki bestesini n "milli marş olarak kabul edildiği" memleketi n dört bir yanında duyurulur . O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvek ili olarak görev yapan askeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlener ek yapılmış, özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettin’e takdim edilmiştir. Marşın orkestray a uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! " İşte çalındığı iddia edilen J. Ivanovici’ nin Carmen Sylva’ sı… https://www.youtube.com/watch?v=dEiYllMbh40 Marşın çalıntı olduğu iddiaları, prozodi hataları ve hızındaki sorun nedeniyle daha sonraları değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır. Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkânsız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır. Şef Saim Akçıl yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın, Türkiye Cumhuriye ti’nin 85. yıldönümü dolayısıyla düzenlediği “Cumhuriyet Konseri”, 1921 yılında İstiklal Marşımız için düzenlenen beste yarışmasına katılan eserleri tekrar yıllar sonra izleyici ile buluşturmak amacını taşıyordu. Yarışmaya katılmış olan besteleri n sayıları bilinmeme kte idi. Tekfen Vakfı katkısı ile Mehmet Altun ve arkadaşları tarafından çalışılan araştırmalar sonucunda bu bestelerd en 11’inin notaları bulunmuştu. Bu eserler aynı tarihlerd e Kâzım Karabekir Paşa tarafından yazılmış bir beste ile birlikte, Cumhuriye timizin 85. yılını kutlamak üzere Tekfen Filarmoni Orkestrası tarafından ilk kez seslendir ilmiş oldu. İşte o bestelerd en bazıları: http://www.youtube.com/watch?v=wA7_IfqvoXY#t=41 Ahmet Yekta Madran Bestesi Kazım Karabekir Bestesi Halid Lemi Atlı Bestesi Mustafa Sunar Bestesi Devlet Çoksesli Korosu - Mi Minör (Sözlü) Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Mi Minör (Sözsüz) Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sol Minör (Sözsüz) Yakup Kıvrak Düzenlemesiyle Re Minör (Sözsüz) ''Ti Sesi'nin kökenini merak ettiniz mi bilemem. Ben merak ettim. Merakımı, bir önceki Amerika Birleşik Devletler i(ABD) Başkanı Buş'un Türkiye'ye geldiği zaman söylediği söz artırdı. Buş, İstiklal Marşı'ndan önceki saygı duruşunda Ti Sesi'ni duyunca çok memnun olmuş, kültürümüz buraya kadar gelmiş demiş. Konuyu biraz araştırdım. Anılan Ti Sesi'nin önce, 1953 yılı ABD yapımı "From Here To Eternity"adlı ve Türkçe'ye "İnsanlar Yaşadıkça" olarak çevrilen filimdeki müzik parçalarından biri olan "Military Taps" olduğunu öğrendim. Müziğin bestekarı ise Daniel Butterfie ld idi İlk başlangıçta, Ti Sesi'nin "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alındığı sanılabilir. Ancak, araştırmayı biraz derinleştirdikçe, müziğin bestekarı Daniel Butterfie ld (1831-1901)'in Amerikan İç Savaşı'nda generalliğe kadar yükselmiş bir iş adamı olduğu ortaya çıkıyor. Bu müziğin de, iç savaş sırasında savaşın yıkımlarına karşı yakılmış bir ağıt olduğu söylenebilir.'' Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı Odatv.com |
7
İSLAM-GREEN34 YAZI GRUBU ÜYELERİNDEN ÖRNEK METİNLER / SANAL ALEM FACEBOOK VE İSLAM / SANAL ALEM FACEBOOK VE İSLAM İLE İSRAİL
: Aralık 18, 2017, 06:13:52 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
SANAL ALEM FACEBOOK VE İSLAM İLE İSRAİL 26.09.201 6 http://www.haber7.com/internet/haber/2140581-facebooktan-tepki-ceken-filistin-uygulamasi Sosyal paylaşım platformu Facebook skandal bir işe imza atarak milyonlar ca takipçisi olan Filistinl i gazetecil erin sosyal medya hesaplarını engelledi . Geçtiğimiz hafta, İsrail ablukası altındaki Batı Şeria'da yayın yapan Shebab haber ajansının toplam 6.3 milyondan fazla takipçisi olan dört editörünün Quds Haber Ağı'nın ise toplam yaklaşık 5.1 milyon takipçisi olan üç yöneticisinin kişisel hesapları engellend i. İSRAİL İLE FACEBOOK ANLAŞTI Quds Haber Ağı'ndan Nisreen al-Khatib Facebook'un bu ay başında İsrail ile vardığı anlaşma üzerine hesapları engellediğine inandıklarını söyledi. İsrail ve Facebook yöneticileri arasında Eylül 2016'da yapılan görüşmede platformd aki 'kışkırtıcı' içeriklere karşı ortak mücadele kararı çıkmıştı KAZA' DEDİLER Khatib, editörleri hesaplarının yanısıra Quds Haber Ajansı'nın Facebook'taki politik olmayan haberleri ne dahi erişimin engellend iğini şirketin bu haberlere yönelik engeli daha sonra kaldırdığını söyledi: "Facebook standartl arını ihlâl edecek yada herhangi bir yönetimi rahatsız edecek içerikler paylaşmamamıza rağmen hedef seçildik." Facebook, Quds Haber Ajansı'nın başvurusuna gönderdiği yanıtta özür dileyerek engelleme leri 'kaza' olarak nitelendi rdi Quds Haber Ajansı'nın üç gazetecis inin hesaplarındaki engel Cumartesi günü kaldırıldı. 'KANITLARI SAKLAMAK İSTİYORLAR' Haber ajansı Shebab'ın yöneticisi Remah Mubarak ise hesaplarının Facebook tarafından herhangi bir uyarı yapılmaksızın ve gerekçe gösterilmeksizin sansürlendiğini ifade etti. Facebook, Shebab'ın üç yöneticisinin hesaplarındanda engeli kaldırdı bir yöneticinin hesabı ise hâlâ engelli. İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden haberler yapılmasını istemediğini söyleyen Mubarak "Sosyal medyadaki varlığımız onların işlerini zorlaştırıyor özellikle son günlerde infazların yapıldığı Batı Şeria'dan haberler paylaşmamızı istemiyor lar kanıtları saklamak için de bu sayfaları kapattırıyorlar" diye konuştu. Al Jazeera Filistinl i gazetecil erin hesaplarının engellenm esinin gerekçesini öğrenmek için Facebook'a ulaştı Fakat, bu haberin yazıldığı ana kadar şirketten herhangi bir yanıt alınamadı. 'BU İLK DEĞİL' Khatib'e göre Facebook Filistinl i gazetecil erin kişisel hesaplarını ilk kez engellemi yor: "Daha önce de başka haber ajanslarında çalışan arkadaşlarımızın hesapları Facebook tarafından engellend i Bu şekilde sansürlenen en az beş sayfa biliyorum ." İsrail ordusu, Pazar günü yaptığı açıklamada 145 Filistinl i hakkında sosyal medyadaki paylaşımları nedeniyle dava açıldığını açıkladı. Facebook ve İsrail yönetimi arasında varılan anlaşmanın açıklanmasından kısa bir süre sonra İsrail Adalet Bakanı Ayelet Shaked 158 hesabın kapatılması için Facebook'a başvurduklarını açıklamıştı Facebook, İsrail'in talepleri nin %95'ini yerine getirmişti. Al Jazeera FACEBOOK VE İSRAİL israil Polisi Filistinl i bir çocuğu Boğarak öldürüyor ve bu video bizlere yollanıyor Ve hızlı bir şekilde paylaşılarak dağıtılması isteniyor Bu öldürme olayını gerçekleştiren bir İsrail Polisi Ve aslında bu videoyu çekende başka bir İsrail Polisi Bunu ilk çeken sosyal paylaşım ağına ilettiği için Bunun paylaşılmasını ve yayılmasını isteyende İsrail Polisi Çünkü bu olayın olduğu alana O sırada İsrail Polsinden başkası girerek görüntü alamaz Şimdi düşünüyorum bunu bize izleten ve yayılmasını isteyen Bunu ne amaçla yapıyor İsrail Polisinin çocukları silahla öldürmesi İsrailde gayet normal bir hadise Peki eskiden bu tür videoların böyle acilen servis edilip Paylaşılması ve dağıtılması istenmiyo rdu Burada İsrailin Müslümanlara vermek istediği mesaj Nedir diye düşünmek lazım Ve işin tuhaf tarafı Müslümanlarda bu oyuna ortak olmuşlar Ve videoyu paylaşıp yayıyorlar Ve videonun ekindeki notta özetle Videonun Youtube'a yüklenmeye çalışıldığı fakat başarılı olunamadığı Ve silinmeye çalışıldığı Google ve Facebook'tada barındırılmasına izin verilmediği ve silindiği Şeklinde bir not var Peki silindiys e bu video nasıl paylaşılabiliyor Silinse video ortada kalırmıydı Peki diyelimki bu video silinmeye çalışılıyor Google Facebook ve Youtube kimin Yahudinin değilmi Peki bizler sürekli Türk Sitelerin i kullanın diyoruz Google yerine TurTc Türk arama motorunu Youtube yerine İzleseneTürk sitesini Facebook ve Twitter ile Instagram yerine Freelysho ut ve Finkafe Kullanılsın diyoruz Demekki Youtube Google Facebook olmadanda Bu İsrail videosu ve üst yazısı farklı yollarla insanların kullanımına sunulabil iyor İlla yangından mal kaçırır gibi Youtube ve Facebook üzerinden acilen paylaşılması gerekmiyo r Ve şunu söylemek istiyoruz 1 - Bu videoyu servis edenler Müslüman değil 2 - Servis edilmesi için tek seçenek Facebook veya Youtube değil 3 - Siyonistl erin bu tür oyunları bitmez 4 - Müslümanların sosyal ağlarda bazı algı operasyon larını görmeleri lazım Ayrıca Facebook ile İsrail makamları bazı konularda anlaşma yaptı Ben bu tür konuları paylaştığım zaman Müslümanlar tarafından şikayet ediliyoru m Facebook beni engelleme se bile Müslümanlar gerçekleri görmediği için beni engeller Bu yüzdende Müslümanların sosyal medyada İsraili boykot etmeleri Hiç gerçekçi değil Çünkü Facebook İsrail gemisidir ve rotası Tel-Avivdir Bu geminin içinde İslam'dan bahsedils ede geminin varacağı liman bellidir ISLAMGREE N34 NEW WORLD |
8
iSLAM COĞRAFYASI VE ORTADOĞU _______________________________________________________________________________________________ / İSLAM COĞRAFYASI-ORTADOĞU ve FARKLI İSLAM ÜLKELERİNE AİT DÖKÜMANLAR / İKİ PİRAMİT SİSTEMİ - KONU İÇİN TIKLAYINIZ
: Aralık 03, 2017, 08:01:21 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
İKİ PİRAMİT SİSTEMİ FORUM YILDIZLIB AHAR İSTANBUL 2016 AHMET YILMAZ SALİHOĞLU Selamün Aleyküm Kardeşlerim Bugün forum sitemizde farklı bir konu hakkında Toparlaya bildiğim bazı doneleri aktaracağım İnşallah Konumuz " Siyonizm " illetidir " Hakikati bilen yalnızca Allah'tır " Sultan Abdülhamid Han ve Prof.Dr Necmeddin Erbakan hocamız Siyonizmi n varlığı hakkında çok detaylı bilgiler vermiştir Hoca deyince toplumumu zun genel olarak algıladığı şey " Cami Hocası " Yada İlahiyatçı türünden Zat-ı muhterem kişilerdir Ancak bizim hocadan kastımız , bunların hiç birisi değildir İslamiyeti bildiğini yaşadığını iddia eden müslümanlarıda kastetmiy oruz Ancak bazı müslümanların zerre kadar anlamadığı Bilim adamı ve öğretmenden bahsediyo ruz Prof.Dr Necmeddin Erbakan , böyle bir bilim adamıdır ve öğretmendir Aynı zamanda hoca efendi diye nitelenen lerden çok daha fazla İslamiyete ve insanlığa hizmet etmiş biridir " Two Pyramid Systems " konusu ise Prof.Dr Necmeddin Erbakan hocanın Siyonizm hakkında müslümanlara anlatmaya çalıştığı bazı ayrıntılardan Bizim eksik kapasitem izle acizane anlayabil diğimiz Anlayabil diğimizide aktarırken koyduğumuz konu başlığıdır " Two Pyramid Systems " Yoksa biz Hocamızın her anlattığını Doğru anlayabil ecek ve dogru anlatabil ecek kapasited e olduğumuzu sanmıyoruz " Two Pyramid Systems " dediğimizde iki farklı piramitte n bahsedebi liriz Görünüşte ikiside aynı kuzey buz denizinde seyir halinde olan iki ayrı aysberg Aralarındaki fark nedir Birinci aysbergin deniz yüzeyindeki buz tabakası görülüyor Görülüyordan kastımız herkesin gördüğü değil Görülmesine müsaade edilen kısmı , bazıları tarafından görülebiliyor Diğerinin ise kendisini bir tarafa bırakıın Denizin yüzeyindeki tabakası bile görünmüyor Görünen ile görünmeyeni anlatmaya çalışan nadir insanlar var Bu iki piramit ise Dünyadaki bütün ülkelerin kendi tarihleri ndeki Kendileri nin bile izah edemedikl eri olayları çözerek Tarihleri ni yeniden yazmalarını gerektire n sebepler yekünüdür Mavi turnusol kağıdı Hidroklor ik asit dolu bir kaba batırılırsa Elbette kırmızı renge dönüşecektir Ve bu kağıdın renk değiştirmek dışında asite karşı bir hükmü olmayacak tır Domuz kanı emdirilmiş bir kağıdı Hidroklor ik asite daldırırsak Yine renk bakımından bir değişiklik olmayacak tır Ancak renk değişikliği dışında olan şey Bu kan asitin içeriğini bozacaktır Mavi turnusol kağıdı ile Kan bulaşmış kağıt aslında aynı materyal Kağıtlar ve piramitle rin bir adı var " Siyonizm " Şimdi Aysbergin görünen yüzü ile ilgili bir yazı aktaralım Siyonizm, Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslarar ası Yahudi siyasi hareketid ir. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı (İbranice: Eretz Yisra'el) adı verilen topraklar dır. İsrail'in kurulmasından bu yana, Siyonist hareket de şekil değiştirerek öncelikle Modern İsrail devletini n desteklen mesi amacı ile varlığını sürdürmektedir.[1] Siyonizm esas olarak Yahudi ulusu kavramının MÖ 1200 ile İkinci Tapınak döneminin sonları (MS 70 yılına kadar) arasında ilk olarak geliştiği İsrail Diyarı ile Yahudiler i ilişkilendiren tarihi bağlar ve dini gelenekle r kavramına dayanmakt adır.[2][3] Büyük ölçüde Avrupa Yahudiler inin kıtanın dört bir yanında yükselen antisemit izme verdiği bir tepki şeklinde başlayan çağımızdaki hareketin kurucuları çoğunlukla laik Yahudiler den oluşmaktadır.[4] Siyonizm, modern milliyetçilik görüngüsünün bir koludur.[5] Başlangıçta, asimilasy ona ve Yahudiler in Avrupa'daki durumuna karşı alternati f tepkiler sunan çok sayıdaki Yahudi siyasi hareketin den biri olan Siyonizm, hızla büyümüş, Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından da Yahudi siyasi hareketle ri arasında hakim güç halini almıştır. Siyasi hareket, Avusturya-Macar gazeteci Theodor Herzl tarafından, Der Judenstaa t (Yahudi Devleti) adlı eserinin yayımlanmasının ardından, 19. yüzyılın sonlarında resmen kurulmuştur.[6] "İsrail Diyarı"na Yahudi göçünü teşvik etmeyi amaçlayan hareket, sonunda Yahudiler için bir anavatan olarak İsrail'i kurma hedefine 1948 yılında ulaşmıştır. Savunucul arı, Siyonizmi n amacını Yahudi ulusu için kendi kaderini tayin olarak görmektedir.[7] İsrail'de yaşayan Yahudiler in dünya üzerindeki Yahudiler içindeki payı hareketin hayata geçirilmesinden bu yana sürekli olarak artmıştır. Bugün, dünyadaki Yahudiler in yaklaşık yüzde 40'ı İsrail'de yaşamaktadır. Amerika Birleşik Devletler i'nde de benzer sayıda Yahudi yaşamaktadır (bakınız Amerikan Yahudiler i), ancak bu rakamın İsrail'e oranla azalmaya devam etmesi beklenmek tedir Genel Siyonizm Bütün Siyonistl erin buluştuğu ortak payda, İsrail diyarının Yahudiler için millî yurt olarak tanımlanmasıdır [8]. Bu tanımlama ve anlayış, tarihi bağların ve dini gelenekle rin Yahudiler i İsrail’e bağlamasından doğar [9]. Siyonizm standart bir ideolojiy e dayanmaz ve birçok ideoloji arasındaki dialoglar a dönmüştür: Genel Siyonizm, Dini Siyonizm, İşçi Siyonizmi, Revizyoni st Siyonizm, Yeşil Siyonizm, v.b. Millî bir devletler i olmaksızın, Yahudi diasporasının iki milenyum süren varlığından sonra, Siyonist hareket; 19. Yüzyılda Laik Yahudiler tarafından kuruldu. Dreyfus meselesi ve Rusya İmparatorluğu’ndaki Yahudi pogromlarında da görülen, Avrupa’daki artan anti semitizme cevap olarak Aşkenaz Yahudiler in çoğunlukla destekled iği bir tepki olarak ortaya çıktı[10]. Resmi olarak, hareket, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’lı gazeteci Theodor Herzl tarafından 1897 yılında bastığı Der Judenstaa t (Yahudi Devleti) kitaptan sonra kurulmuştur [11]. O zamanlar, hareket, Yahudiler in Osmanlı’nın bir parçası olan Filistine gitmeleri ni destekled i. Başta diğer birçok Yahudi asimilasy onu ve antisemit izme tepki olan hareketle r içinde yer almasına rağmen, Siyonizm hızlı bir şekilde büyüdü ve Yahudi politikal arında dominant bir güç haline geldi. Hareket sonunda başarılı oldu ve 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti Yahudiler in ülkesi olarak kuruldu. İsrail’de yaşayan Yahudiler in oranı da daimi bi şekilde arttı ve hareketin oluşmasından günümüze kadar gerçekleşen göçlerle, dünyadaki Yahudiler in yaklaşık %40'ı, İsrail’de yaşamaktadır. Bu oranı dünyadaki diğer bütün ülkelerden fazladır. Bu iki sonuç Siyonizm’in diğer Yahudi politik hareketle rden daha başarılı olduğunu gösterir. Bazı akademik çalışmalarda, hem diaspora politikal arı altında işlenir hem de millî kurtuluş hareketle rine örnek olarak üzerinde çalışılır[5]. Siyonizm aynı zamanda, modern dünyayla Yahudiler in ilişkilerine yönelik de tutum aldı. Diaspora’dan dolayı, birçok Yahudi dışlanmış kaldı ve modern çağ hakkında pek fikre sahip değillerdi. Birçok Yahudi tamamen asimile olup, inançlarını geride bırakıp modern dünyaya entegre olmak istiyorla rdı. Asimilasy onu destekley en radikal grup, Yahudiler in Avrupa toplumuna tamamen entegre olmalarını istedi. Böylece, Yahudiler ve Yahudi olmayanla r arasındaki fark ortadan kalkacaktı. Bu grup homojen bir topluma kendi kimlikler inden vazgeçerek ulaşmayı amaçladı. Başka bir asimilasy on yöntemi olarak kültürel sentez, Yahudiliğe ait gelenekle ri korurken, modern dünyayı kabule edip ona göre davranmayı öne sürdü. Bu fikri öne sürenler daha korumacı oldular, böylece bir yandan gelenekle ri kaybetmey ip, öte yandan modern çağa ayak uydurabil eceklerdi .[12]. Terminolo ji "Siyonizm" kelimesi, Siyon (İbranice: Tzi-yon ציון) kelimesin den türetilmiştir. İsim esas olarak, Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı ile bu dağ üzerindeki Siyon Kalesi'ni belirtmek için kullanılmaktaydı. Sonraları, Kral Davud döneminde, "Siyon" tüm Kudüs şehrine ve İsrail Diyarı'na atıfta bulunan bir kapsamlam a haline geldi. Tevrat'taki birçok ayette, İsrailoğullarından Siyon halkı, Siyon'un oğulları ya da kızları olarak bahsedili r. Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için kullanılan bir terim olarak "Siyonizm," ilk milliyetçi Yahudi öğrenci hareketi Kadimah'ın kurucusu Avusturya lı Yahudi yayımcı Nathan Birnbaum tarafından, kendi çıkarttığı Selbstema nzipation adlı gazetede, 1890 yılında ortaya atılmıştır. (Birnbaum bir süre sonra siyasi Siyonizme sırtını dönerek ilk Haredi hareketi olan Agudat Israel'in genel sekreteri olmuştur.)[13] Siyonizm, Yahudi anavatanını sadece ve sadece Eretz Israel'de kurmayı tasarlaya n bir Yahudi milliyetçi hareketi olması ile Toprakçılıktan (Tertoryal izm) ayırılabilir. Siyonizmi n ilk dönemlerinde, Yahudiler in Avrupa dışına yerleştirilmesine yönelik bir dizi teklif getirilmişse de, bunlar eninde sonunda ya reddedilm iş ya da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu teklifler in yarattığı tartışmalar ise Siyonist hareketin niteliği ve odağının tanımlanmasına katkıda bulunmuştur. Örgütlenme 1939 Ziyonist Kongresi'nde ülkelere göre (Siyonizm Rusya'da yasaklanmıştı) üye ve delegeler . 70.000 Polonya Yahudisi, burada temsil edilmeyen Revizyoni st Siyonizmi destekliy ordu.[14] Ülke Üyeler Delegeler Polonya 299.165 109 ABD 263.741 114 Filistin 167.562 134 Romanya 60.013 28 Birleşik Krallık 23.513 15 Güney Afrika 22.343 14 Kanada 15.220 8 Dünya çapındaki çok uluslu Siyonist hareket bir temsili demokrasi şeklinde yapılandırılmıştır. Dört yılda bir kongreler düzenlenmekte (İkinci Dünya Savaşı'ndan önce iki yılda bir düzenlenmekteydiler) ve kongreye katılan delegeler üyeler tarafından seçilmektedir. Üyelerin, şekel adı verilen üyelik aidatını ödemesi gerekir. Kongrede, delegeler 30 kişilik icra kurulunu, bu kurul da hareketin liderini seçerdi. Kuruluşundan itibaren demokrati k bir yapıya sahip olan harekette kadınlar da oy hakkını, Birleşik Krallık'ta oy hakkını kazanmada n da önce, elde etmişlerdir. 1917 yılına kadar, Dünya Siyonist Örgütü devamlı küçük ölçekli göç ve Yahudi Ulusal Fonu (1901 – Yahudiler in yerleşimi için toprak satın alan bir yardım derneği) ve İngiliz-Filistin Bankası (1903 – Yahudi işletmelerine ve çiftçilere kredi sağlayan bir kuruluş) gibi oluşumların kurulması yoluyla bir anavatan kurma stratejis ini izlemiştir. 1942 yılında düzenlenen Biltmore Konferansı'nda, Siyonistl er programla rını değiştirerek hareketin amacı olarak bir Yahudi devleti kurulmasını talep ettiler. 1968 yılında Kudüs'te bir araya gelen 28. Siyonist Kongresi, "Kudüs Programı"nda belirtile n beş noktayı Siyonizmi n günümüzdeki amaçları olarak kabul etmiştir. Bu noktalar şöyledir:[15] Yahudi Halkının birliği ve İsrail'in Yahudi yaşamında sahip olduğu merkezi önem; Yahudi Halkının, tüm ülkelerden yapılacak göçler (Aliyah) yoluyla, tarihi anavatanı olan Eretz Israel'de bir araya gelmesi; Adalet ve barış vizyonu üzerine kurulu olan İsrail Devleti'nin güçlendirilmesi; Yahudi ve İbrani dili eğitiminin ve Yahudi ruhani ve kültürel değerlerinin teşvik edilmesi yoluyla Yahudi Halkının kimliğinin korunması; Yahudi haklarının her yerde korunması. İsrail'in kurulmasından bu yana, hareketin rolü önemini çok büyük ölçüde yitirmiş olsa da, hareket içindeki ideolojik farklılıklar gerek İsrail'de gerekse Yahudiler arasında yapılan siyasi tartışmaların çok önemli bir parçası olmayı sürdürmektedir. İşçi Siyonizmi İşçi Siyonizmi Doğu Avrupa'da doğmuştur. Sosyalist Siyonistl ere göre, yüzyıllar boyunca Yahudi düşmanı toplumlar içinde gördükleri baskı yüzünden Yahudiler süklüm püklüm, aciz, umutsuz bir hale düşmüşler, bu da Antisemit izmin daha da şiddetlenmesine davetiye çıkartmıştı. Bu grup, Yahudi ruhu ve toplumund a bir devrimin gerekli olduğunu, bu devrimin de kısmen İsrail'e göç ederek, kendileri ne ait bir ülkede çiftçilik, işçilik ve askerlik yapan Yahudiler tarafından gerçekleştirilebileceğini savunuyor lardı. Çoğu Sosyalist Siyonist, gelenekse l dine dayalı Yahudiliğin uygulanma sına Yahudi halkı arasında "Diyaspora zihniyeti"ni devam ettirdiği gerekçesiyle karşı çıkmış ve İsrail'de "kibbutzim" adı verilen kırsal toplulukl ar oluşturmuştur. Her ne kadar Sosyalist Siyonizm Yahudiliğin temel değerleri ve ruhaniliğinden esinlenmiş ve felsefi olarak bu esaslar üzerine kurulmuşsa da, Yahudiliğin ifade edilmesin de benimsediği ilerici yaklaşım Ortodoks Yahudilik ile arasında karşıtlığa dayalı bir ilişkiyi beslemiştir. Filistin'deki İngiliz Manda Yönetimi sırasında, İşçi Siyonizmi Filistin'deki Yahudi yerleşimi Yişuv'un siyasi ve ekonomik hayatında baskın güç haline gelmiş ve İşçi Partisi'nin yenilgisi ile sonuçlanan 1977 seçimlerine kadar da İsrail'deki siyasi yapının hakim ideolojis i olmayı sürdürmüştür. Gelenek (zayıflamış olmakla birlikte) İşçi Partisi tarafından halen sürdürmekte, parti son yıllarda Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin Devleti'nin kurulmasının savunucul uğunu yapmaktadır. Liberal Siyonizm Genel Siyonizm (ya da Liberal Siyonizm), başlangıçta 1897 yılında toplanan Birinci Siyonist Kongresi'nden I. Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde Siyonist hareket içindeki hakim eğilim olmuştu. Genel Siyonistl er kendileri ni Herzl ve Chaim Weizmann gibi Siyonist liderleri n gıpta ile baktığı liberal Avrupa orta sınıfı ile özdeşleştirmiştir. Liberal Siyonizm günümüzde İsrail'deki herhangi bir parti ile ilişkilendirilemese de, İsrail siyasetin de serbest piyasa ilkelerin i, demokrasi yi ve insan haklarına bağlılığı savunan güçlü bir eğilim olarak varlığına devam edip sürdürmektedir. Milliyetçi Siyonizm Milliyetçi Siyonizm, Jabotinsk i'nin önderliğindeki Revizyoni st Siyonistl erin içinden çıkmıştır. Revizyoni stler, bir Yahudi devleti kurulmasının Siyonizmi n amaçlarından biri olduğunu beyan etmeyi reddedere k 1935 yılında Dünya Siyonist Örgütü'nden ayrıldılar. Revizyoni stler, Arap nüfusunu Yahudiler in kitlesel göçünü kabul etmeye zorlamak ve bölgedeki İngiliz çıkarlarını savunmak üzere Filistin'de bir Yahudi Ordusu kurulması fikrini savunuyor lardı. Revizyoni st Siyonizm zaman içinde evrilerek İsrail'de 1977 yılından bu yana birçok hükümetin ana ortağı olan Likud Partisi'ne dönüşmüştür. Pati, İsrail'in Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki kontrolünü sürdürmesini savunmakt a ve Arap-İsrail anlaşmazlığında sert bir çizgi izlemekte dir. 2005 yılında, Likud işgal altındaki topraklar üzerinde bir Filistin Devleti kurulması konusunda bölünmüş ve barış görüşmelerinden yana tavır koyan parti üyeleri Kadima Partisi'ni kurmuştur. Dini Siyonizm 1920'li ve 1930'lu yıllarda, Haham Abraham Izak Kook (ilk Filistin Hahambaşısı) ve oğlu Haham Zevi Judah Kook, din karşıtlığını ima eden unsurlarını reddettik leri Siyonizmi n birçok idealinde muazzam bir dini ve gelenekse l değer gördüler. Siyonizmi n pozitif idealleri ni uygun şekilde kucaklaya cak ve Ortodoks ve laik Yahudiler arasında bir köprü vazifesi yapacak bir Ortodoks Yahudilik kolu kurmayı amaçladılar. Her ne kadar diğer Siyonist gruplar zaman içinde milliyetçiliklerinde yumuşamaya gitmişlerse de, Altı Gün Savaşı'nın kazanımları, dini Siyonizmi İsrail siyasi yaşamında önemli bir konuma getirmiştir. Günümüzde Ulusal Dini Parti ve Gush Emunim ile ilişkilendirilen Dini Siyonistl er, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimleri konusunda ve Kudüs'ün Eski Şehir olarak adlandırılan bölümünün Yahudiler in kontrolü altına alınmasına yönelik çabalarda ön plana çıkmıştır. Büyük ölçüde Modern Ortodoksl arı barındıran Dini Siyonizm, artan sayıda (daha gelenekse l) Ultra-Ortodoks Yahudiyi de içine almaktadır. Sefarad partisi Şas Siyonist hareket ile doğrudan ilişkili olmamakla birlikte genel olarak bir Ultra-Ortodoks gündem izlemekte dir. Yeşil Siyonizm Yeşil Siyonizm, Siyonizm’in İsrail’in doğasıyla ilgilenen bir dalıdır. Çevresel tek Siyonist parti Yeşil Siyonist İttifakıdır. Neo-Siyonizm ve Post-Siyonizm 20. yüzyılın son çeyreğinde, İsrail’deki klasik milliyetçilik azalmaya başladı. Bu, diğer iki muhalif hareketin doğuşuna sebep oldu: Neo-Siyonizm ve Post-Siyonizm. Bu iki hareket dünya çapındaki iki fenomenin İsrail versiyonl arı anlamına geldi: Globalleşmenin ortaya çıkması, market toplumu ve liberal kültür Yerel ters tepki [16]. Neo-Siyonizm ve Post-Siyonizm, Klasik Siyonizm’le aynı özellikleri paylaşırlar fakat, hissettir ilen duruş ve çap ayrımları ortaya koyar. Neo-Siyonizm, Siyonist milliyetçiliğin dini ve çıkarcı yönlerini ortaya koyar, öte yandan Post-Siyonizm, daha normalleşme ve evrensell iğe yönelik bir yaklaşımda bulunur [17]. Post-Siyonizm’e göre İsrail “Yahudiler için devlet” olmaktan çıkmalı ve bütün vatandaşları için bir devlet olmalı[18] ya da Arap ve Yahudiler in eşit güce sahip olduğu, çift-milliyetçi bir yapıya bürünmelidir. Siyonizm ve Haredi Yahudilik Haredi Ortodoksl arın birçoğu Siyonist hareketin parçası değildir. Siyonizmi laik görüp, milliyetçiliği doktrin olarak kabul etmemekte ler. Yahudiliği ilk ve en önde gelen din olarak görmektedirler. Buna rağmen, Shas gibi bazı Haredi hareketle r, açıkça Siyonist hareketle bağını ortaya koymaktadır. Haredi hahamlar İsrail’i Yahudiliğin temelleri ne uyan, Yahudiler e özgü bir devlet olarak görmemektedir. Bunun sebebi ülkeyi laik bulmalarıdır. Bununla birlikte, kendileri ni, Yahudiler in dini bilince ulaşmalarında onlara yardımcı olması gereken kesim olarak görmektedirler. İki Haredi politik parti İsraildeki seçimlere girmekted ir. Bazen, bu partiler, milliyetçi ya da Siyonist fikirleri n pararleli nde bulunur, bunun temel sebebi bu partileri n İsrailin Yahudiliğini güçlendirmek istemeler idir. Shas Partisi Siyonist hareketle ilişkisi olduğunu kabul etmese de 2010 yılında, Dünya Siyonist Örgütüne katıldı. Partiye oy verenler kendileri ni genelde Siyonist olarak görürler ve partileri n Knesset’teki üyeleri Siyonist denilebil ecek politikal arı savunmakt adır. Hasidik olmayan Litvanyal i Haredi Aşkenazlar, Aşkenaz Agudat İsrail partisi tarafından temsil edilmekte ve bu parti Siyonist hareketle aralarında bir ilişki kurmaktan hep kaçınmıştır. Partinin en büyük amacı İsrail ve İsrail kanunlarının Halaha’ya uymasıdır. Siyonist inançların özellikleri Siyonizm, bir Yahudi devleti kurma amacıyla oluşmuştur. İlerki dönemde Siyonist liderler İsrail topraklarında Yahudi devletini kurmayı amaçlamalarına rağmen, Theodor Herzl, Amerika Birleşik Devletler i’ne Kuzey Afrikada’ki koloniler den birinde Yahudi yerleşim birimi kurmak için yaklaştı [19]. İsrail topraklarına Aliyah (göç) Yahudi ibadetler inde daima tekrarlan an konudur. Diaspora’da yaşamayı reddetmek, Siyonizmi n merkezind e yer alır[20]. Fikre göre diaspora, bir Yahudinin ve Yahudi millî bilincini n tamamıyla gelişmesini engelleme ktedir. Siyonistl er genelde İbranice konuşur. Bu dil Sami dillerind en olup, antik Yehuda’nın özgür koşullarında geliştirildi. Birçok Siyonist, Avrupa dillerind en etkilenmiş Yiddiş dilini konuşmayı reddeder. İsrail’e göçtükten sonra diasporad a kullandıkları dillerden ve isimlerde n vazgeçerler. İbranice sadece ideolojik olarak tercih edilmedi, dil ayrıca bütün İsraillilerin ve yeni devletin ortak dili oldu. Bu Siyonistl er arasında kültürel ve politik bağları güçlendirdi. Siyonist düşüncenin ana hatları İsrail Özgürlük Bildirges inde gösterilir: « 'İsrail toprakları Yahudiler in doğum yeridir. Bu topraklar da Yahudiler in manevi, dini ve politik kimlikler i şekillenmiştir. Bu topraklar da ilk devletler ini kurdular ve kültürel değerlerini yarattırlar ve bu topraklar Dünyaya kitapların en mukkadesi ni verdi. ' Topraklarından güçle kovuldukt an sonra Yahudiler topraklarına geri dönme ümitlerini hiç kaybetmed iler ve daima eve dönüp politik özgürlüklerine kavuşmak için dua ettiler. Bu tarihi ve gelenekse l bağlarla, Yahudiler, kendileri ni antik evlerine tekrar entegre etmek için çaba gösterdiler ve yakın tarihlerd e kitleler halinde geri döndüler[21]. » Siyonizm, anti-semitizmle savaşmaya adamıştır kendisini . Bazı Siyonistl er anti-semitizmin hiçbir zaman yok olmayacağına inanır[22] öte yandan bazıları Siyonizmi n ant-semitizmi bitirecek araç olduğuna inanır. Tarihçe Her ne kadar İsrail Diyarı'nda (Eretz Yisra'el) her zaman bir Yahudi cemaati bulunmuşsa da, MS 1. yüzyıldan itibaren, Yahudiler in çoğunluğu sürgünde yaşamıştır. Yahudilik inanışına göre, Eretz Yisra'el ya da diğer adıyla Siyon, Tevrat'ta Tanrı tarafından Yahudiler e vadedilmiş bir ülkedir. İkinci yüzyıldaki Bar Kokhba ayaklanma sının ardından, Romalılar Yahudiler i Filistin'den sürmüş, Yahudi diyaspora sı da bu şekilde ortaya çıkmıştır. On dokuzuncu yüzyılda, Yahudilik içinde Filistin'e dönüşe destek veren akımın popülerliği de artmıştır. Siyonizm öncesi Aliyah ile, Yahudiler, Siyonizmi n fiilen başladığı yıl olarak kabul edilen 1897 yılından önce de Filistin'e göç ediyorlar dı.[23] Aktif Siyonizm'in başlangıcı kabul edilen 1897 yılından önce dahi Yahudiler in Filistin topraklarına göç ettiği görülmüştür.[24]. Filistin'e ciddi Yahudi göçü 1882 yılında başlamıştır. Göçmenlerin çoğu, sık sık gerçekleştirilen pogromlar dan ve devlet yönetimindeki baskılardan kaçtıkları Rusya'dan geliyordu . Bu gruplar, Batı Avrupa'daki Yahudi hayırseverlerden gelen mali destek ile bir dizi tarımsal yerleşim alanı oluşturdular. Rus Devrimi ve Nazi rejiminin başlaması ile de yeni Aliyahlar gerçekleştirilmiştir. 1890'lı yıllarda, Theodor Herzl Siyonizme yeni bir ideoloji ve fiili aciliyet katarak, Dünya Siyonist Örgütü'nün (WZO) oluşturulduğu 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde düzenlenen ilk kongrenin toplanmasını sağladı.[25] Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı. Herzl'in Filistin'i hakimiyet i altında tutan Osmanlı yöneticileri ile bir siyasi anlaşma yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükümetlerin desteği arandı. Filistin'de küçük ölçekli yerleşimlere destek veren WZO, Yahudilik duygusu ve bilincini güçlendirmeye ve dünya çapında bir federasyo n kurmaya odaklandı. Dinlere göre Filistin nüfusu[26] Yıl Müslümanlar Yahudiler Hıristiyanlar Diğerleri 1922 486.177 83.790 71.464 7.617 1931 493.147 174.606 88.907 10.101 1941 906.551 474.102 125.413 12.881 1946 1.076.783 608.225 145.063 15.488 Uzun bir devlet yönetiminde soykırım ve etnik temizleme ("pogromlar") siciline sahip olan Rus İmparatorluğu, yaygın şekilde Yahudi halkının tarihi düşmanı olarak kabul edilmekte ydi. Lider kadrosunu n büyük bölümü Almanca konuşanlardan oluştuğu için, Siyonist hareketin merkezi de Berlin'de bulunuyor du. I. Dünya Savaşı'nın başlangıcında, Yahudiler in (ve Siyonistl erin) büyük bölümü Rusya'ya karşı verdiği savaşta Almanya'nın safında yer aldı. Rusya'dan gelen Yahudi göçmen Chaim Weizmann'ın yürüttüğü lobicilik çalışmaları ve Amerikan Yahudiler inin Amerika Birleşik Devletler i'ni Almanya'ya destek vermeye teşvik edeceği endişesi Britanya hükümetini 1917 yılında Balfour Deklarasy onu'nu kaleme almaya sevk etti. Deklarasy on, Filistin'de bir Yahudi anavatanı kurulmasını onaylıyordu. Ayrıca, Britanya saflarında Filistin'de savaşmak üzere de Siyonistl erden oluşan Jabotinsk i komutasında bir askeri birlik kuruldu. 1922 yılında, Milletler Cemiyeti, Britanya'ya verdiği mandada söz konusu deklerasy onu kabul etti: Manda (…) önsözde de belirtild iği gibi, Yahudiler için bir ulusal vatan kurulmasını ve kendi kendini yöneten kurumların oluşturulmasını ve ırkı ve dini ne olursa olsun, Filistin'de yaşayan herkesin medeni ve dini haklarını güvence altına alacaktır.[27] Balfour Deklarasy onu'nun çıkarılmasında oynadığı rol, Weizmann'ın hareketin lideri olarak seçilmesinin de önünü açtı. Weizmann, 1948 yılına kadar bu görevde kaldı. Britanya Manda Yönetimi Filistin'e daha yüksek sayıda Yahudinin göç etmesine ve Yahudiler tarafından bölgedeki toprak ağalarından daha fazla arazi satın alınmasına yol açtı. Bunun sonucunda, yerel halkın topraksız kalması bölgedeki (çoğu zaman bizzat araziyi satan toprak ağalarının önderliğinde gelişen) huzursuzl uğu körükledi. 1920, 1921 ve 1929 yıllarında yaşanan ayaklanma lara kimi zaman Yahudiler e yönelik katliamla r da eşlik etti. Kurbanlar çoğunlukla Siyonist olmayan Ortodoks Yahudiler di. Britanya ilkesel düzeyde Yahudiler in göçünü desteklem ekle birlikte, Arapların çıkarttığı şiddet olaylarından ötürü Yahudi göçüne kısıtlamalar getirmiştir. Hitler'in 1933 yılında Almanya'da iktidara gelmesini n ardından, 1935 yılında kabul edilen Nürnberg Yasaları Almanya Yahudiler ini (daha sonraları da Avusturya ve Çek Yahudiler ini) ülkesiz mülteciler haline getirdi. Benzer kurallar, Nazilerin Avrupa'daki müttefikleri tarafından da uygulanmıştır. Zaman içinde Yahudi göçünde yaşanan artış ve Arap dünyasına yönelik Nazi propagand asının etkisi ile Filistin'de 1936-1939 Arap ayaklanma sı yaşandı. Britanya durumu araştırmak için Peel Komisyonu'nu kurdu. Avrupa'daki Yahudiler in durumunu dikkate almayan komisyon, iki devletli bir çözüm ve halkların zorunlu transferi yönünde bir çağrıda bulundu. Ancak, Britanya bu çözümü reddedere k yerine 1939 tarihli Beyaz Kitap'ı uygulamay a koydu. Beyaz Kitap, Yahudi göçüne 1944 yılı itibarıyla son verilmesi ni ve Yahudi göçmenlerin sayısının 75.000 ile sınırlandırılmasını planlıyordu. İngilizler, Manda yönetiminin sonuna kadar bu politikayı sürdürdüler. Filistin'deki Yahudi cemaatini n büyümesi ve Avrupa'daki Yahudi varlığının muazzam bir yıkıma uğraması, Dünya Siyonist Örgütü'nün de devredışı kalmasına neden oldu. Amerikalı Siyonistl erin para yardımı ve Washingto n'daki nüfuzları ile destek verdiği, David Ben-Gurion'un liderliğindeki Filistin için Yahudi Ajansı, kendi politikal arını giderek artan şekilde dikte ettirmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı ve Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından, başta Holokost'tan kurtulmuş olanlar olmak üzere, ülkesiz Yahudiler den oluşan muazzam bir dalga Britanya'nın belirlediği kurallara meydan okuyarak küçük teknelerl e Filistin'e göç etmeye başladı. İngilizler, (aralarında çok sayıda öksüz kalmış çocuğun da bulunduğu) bu Yahudiler i ya Kıbrıs'ta hapsetmiş ya da Britanya kontrolü altındaki Almanya'daki Müttefik İşgal Bölgeleri'ne göndermiştir. Bu ise, Siyonizmi n tüm Yahudiler den destek bulması ve Amerikan Kongresi'nin Britanya'ya ekonomik yardım verilmesi ni reddetmes i ile sonuçlandı. Siyonist grupların Filistin'de İngilizlere yönelik saldırılarına ek olarak, imparator luğu iflasın eşiğine gelmiş olan Britanya konuyu yeni kurulan Birleşmiş Milletler'e havale etmek zorunda kaldı. Birleşmiş Milletler Paylaşım Planı (1947) 1947 yılında, Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) Filistin'in batısının bir Yahudi devleti, bir Arap devleti ve Kudüs'ü çevreleyen BM kontrolü altındaki bir bölge (Coprus separatum) olmak üzere üçe bölünmesini yönünde tavsiyede bulundu.[28] Bu taksim planı, 29 Kasım 1947 tarihinde, 181 Sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı ile, 33 lehte, 13 aleyhte ve 10 çekimser oy ile kabul edildi. Oylamanın sonucu, Yahudiler in çoğunlukta olduğu şehirlerin sokaklarında kutlandı.[29] Filistinl i Araplar ve Arap devletler i BM kararını reddedere k tek bir devlet oluşturulmasını ve Yahudi göçmenlerin Filistin'den çıkartılmasını talep ettiler. 14 Mayıs 1948 tarihinde, Britanya mandasının sona ermesinin hemen ardından, Ben-Gurion'un liderliğindeki Yahudi Ajansı İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etti ve aynı gün yedi Arap ülkesinin orduları İsrail'i istila etti. Savaş yüzünden yaklaşık 711.000 Filistinl i Arap[30] yaşadıkları toprakları terk etmek, 850.000 Yahudi de Arap dünyasından büyük çoğunlukla İsrail'e göç etmek zorunda kaldı. İsrail Devleti'nin kuruluşundan bu yana, Dünya Siyonist Örgütü genellikl e Yahudiler in İsrail'e göç etmeye teşvik edilmesi ve yardımcı olunmasına adanmış bir örgüt olarak işlev görmüştür. Örgüt, diğer ülkelerde İsrail'e siyasi destek sağlamış olsa da, İsrail'in iç politikasında küçük bir rol oynamıştır. Hareketin 1948 yılından bu yana kaydettiği önemli başarılar arasında, göç eden Yahudiler e lojistik destek sağlanması ve en önemlisi, Sovyetler Birliği'ni terk etme ve dinlerini özgür bir şekilde uygulama hakkı konusunda ki mücadelelerinde Sovyet Yahudiler ine yardım edilmesi de vardır. Balfour İlanı ve Filistin Mandası 1903 yılında, Siyonist kongresi, İngilizler tarafından Uganda’da bir vatan oluşturulması teklifini reddetti. 1917 yılında İngiliz hükümeti Balfour Deklarasy onu ile Filistin’de bir Yahudi ülkesi kurma kararını verdi: « Majestele rinin hükümeti Filistind e Yahudiler için bir millî bir vatan kurma fikrini desteklem ekte ve bu fikrin gerçekleşmesi için gereken desteği verecekti r. Bu amaç gerçekleşirken, şu an o topraklar da bulunan Yahudi olmayan kişilerin sivil ve dini hakları korunacak tır[31]. » 1922 yılında, Milletler Cemiyeti, deklarasy onunu kabul etti ve İngilizlere Filistin himayesin i verdi: « Himaye, Yahudi millî vatanın oluşturulmasını garanti altına alacak, kurulan devlette kendini yönetebilme organları kurulacak ve orada yaşayan Yahudi ve Yahudi olmayan herkesin hakları koruma altına alınacaktır[32]. » Rusya'ya göç etmiş olan Yahudi Chaim Weizmann Balfour Deklarasy onun’daki katkılarindan dolayı hareketin başı olarak 1948 yılına kadar kaldı ve Devlet kurulduğunda İsrail’in ilk Başkanı oldu. Yahudiler in Filistine göç etmesi ve feodal toprak sahipleri nden alınan geniş topraklar, topraksızlığa ve giderek artan hoşnutsuzluğa sebep oldu. 1920, 1921 ve 1929 yıllarında ayaklanma lar gerçekleşti ve zaman zaman Yahudiler in katledilm esiyle sonuçlandı[33]. Kurbanlar genelde Siyonist olmayan, dört kutsal dört şehirdeki Haredi Yahudiler oldu. Hitler'in yükselişi 1933 yılında Hitler Almanya’da yönetimi ele geçirdi ve 1935 Nürnberg Kanunları ile Alman Yahudiler i (ve daha sonra Avusturya ve Çek Yahudiler i) vatansız göçmen oldular. Benzer kanunlar Avrupa’daki diğer Nazi müttefikleri tarafından uygulandı. Bu durumu takip eden Yahudi göçü ve Arap dünyayı hedef alan Nazi propagand ası, 1936-1939 Filistin Arap ayaklanma sına neden oldu. İngiltere, Filistin Kraliyet Komisyonu nu durumu incelemek için kurdu. Komisyon, Avrupa’daki Yahudiler in durumunu değerlendirmedi ama iki-devlet çözümü savunarak zorunlu nüfus değişimi önerdi. İngiltere bu çözümü geri çevirdi ve bunun yerine 1939 White Paper (Malcolm Mac Donald) çözümünü öne sürdü. Bu çözüm 1944 yılına varıldığında Yahudi göçünü tamamlama yı planladı ve bu döneme kadar 75.000 Yahudinin göçünü sağlamayı amaçladı. Bu Avrupa’daki şiddetli ayrıma uğrayan ve gidecek yerleri olmayan Yahudiler için faciaydı. Bu politikayı İngilizler himayenin sonuna kadar yürütebildi. Filistin’deki Yahudiler in sayısının artması ve Avrupa’daki Yahudiler in kötü durumu Dünya Siyonist Organizas yonunun güçlenmesini sağladı. David Ben-Gurion liderliğindeki Filistin Yahudi Kurumu Yahudiler in göçünü artırmak için Amerika’dan destek sağladı. Destek veren kurumlar arasında Amerika Filistin Komitesi’de vardı. İkinci Dünya Savaşı ve Holokost’tan sonra, çoğunluğunun Holokost’tan kurtulanl ar olduğu ülkesiz çok sayıda Yahudi küçük botlarla İsrail’e göç etti. Holokost, Siyonist projesiyl e dünyadaki Yahudiler arasında büyük bağlar kurdu[34]. İngilizler Yahudiler i ya Kıbrıs’ta tutukladı ya da Almanya’da müttefiklere ait alanlara gönderdi. Bu durum Yahudiler in Siyonizmi daha çok desteklem elerini sağladı. Siyonist gruplar Filistin’deki İngilizlere saldırdı ve İngilizler ise, karşılaştıkları iflasla, durumu Birleşmiş Milletler e götürdü. 1947 yılında Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komisyonu, Batı Filistin’in Yahudi ve Arap devletler ve Birleşmiş Milletler tarafından kontrol edilen Küdus olarak bölünmesini önerdi[35]. 181 nolu çözüm önergesi 1947 yılı Kasımında 33 kabul, 13 ret ve 10 nötr oyla kabul edildi. Karar Yahudi şehirlerde kutlamala rla karşılandı[36]. Buna rağmen Filistinl i Araplar ve Arap Devletler BM kararını reddetti ve Yahudi göçmenlerin geri gönderilmesini istedi. Bu durum 1948 Arap-İsrail Savaşıyla sonuçlandı. Mayıs 1948’de, İngiliz Himayesi sona erdi ve David Ben-Gurion İsrail devletini n kurulduğunu ilan etti ve aynı gün yedi Arap ülkesi İsrail’i işgal etti. Çatışmalar 711.000 Filistinl i Arabın yaşadıkları yerden göçmesine neden oldu[37]. Bu Filistinl iler tarafından Al Akba (Felaket) olarak adlandırıldı ve Arap ülkelerindeki 850.000 Yahudi İsrail’e göçtü. Birçok kanunla, İsrail, göçen Filistinl ilerin geri dönmesini engelledi . İsrail Devletini n kurulmasından itibaren, Dünya Siyonist Örgütü, Yahudiler i İsraile göçmek için destekley en bir kurum olarak çalışmalarına devam etti. İsrail iç politikasına karışmazken, İsraile politik destek verdi. En büyük başarıları arasında göçen Yahudiler için Lojistik destek vermek, Yahudiler in SSCB’den ayrılmalarını sağlayacak yasal zemini hazırlamak ve SSCB’de kalan Yahudiler in dinlerini özgürce yaşamalarını desktekle mekti. Herzl'in II. Abdülhamid'e teklifi Theodor Herzl, dönemin sultanı II. Abdülhamid'e Kont Nevlinski (bir Leh soylusu, II. Abdülhamit'in şahsi dostu) aracılığla Filistin'e özerklik ve Musevi ikametliği ister. Buna karşılık şu taahhütlerde bulunur: Osmanlı Devleti’nin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödeyelim. İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın Frank’a mal olacak deniz filosu yaptıralım. Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verelim. Ancak, II. Abdülhamit teklifi kabul etmez ve şu yanıtı verir: "...Bu meselede (Theodor Herzl) ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprağı dahi satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsûldar kılmıştır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz..."[kaynak belirtilm eli] Tarih araştırmalarında Prof. Dr. Vahdettin Ergin tarafından ortaya çıkarılan yeni belgeler ışığında Abdülhamid ve yakın çevresi ile Siyonizm'in en önemli ismi olan Herzl arasında 1896'dan başlayarak altı sene boyunca yoğun temaslar yaşandığı kanıtlanmıştır. Theodore Herzl, Osmanlı Arşivleri'ndeki belgelere göre, Sultan Abdülhamid ile görüşmüş ama bu görüşme sırasında Herzl'in Filistin'de bir Yahudi Osmanlı Arşivleri'nden 19 Nisan 1900 tarihli bir belge Yahudi göçüne izin verilmiyo r (İ.HUS.81/1317Z.48) Prof. Dr. Vahdettin Engin vatanı kurulması, dolayısıyla da Abdülhamid'in bu talebi tek bir cümleyle reddetmes i gibisinde n bir olay yaşanmamış; Abdülhamid, aksine, "Filistin'e değil, Mezopotam ya'ya yerleşin" demiştir.[kaynak belirtilm eli] Herzl, Sultan Abdülhamid'e daha sonra, 16 Şubat 1902'de gönderdiği bir mektupta bu görüşmenin ayrıntılarını hatırlatıyordu. Herzl, "Majestele ri, memleketi nde yaşayan Yahudiler'e gösterdiği âlicenaplığı mazlum ve mağdur durumda bulunan diğer Yahudiler'e de göstermekte, onları bir peder gibi himaye altına almakta ama toplu olarak bir yerde yaşamaları yerine, değişik bölgelerde bulunmala rına izin vermekted irler" diye yazmaktay dı.[kaynak belirtilm eli] Prof. Dr. Vahdettin Engin'in ortaya çıkardığı belgelerd e, bu görüşmenin ve diğer temasların ayrıntıları açıkça görülüyor: Herzl, Yahudiler için "toprak" istemiyor, toprak satın almak gibi bir talepte de bulunmuyo r, aksine Filistin'de "özerk" bir Yahudi devletine izin verilmesi ni istiyor. Abdülhamid ise, Yahudiler'in Filistin yerine Mezopotam ya'ya yerleşmelerini ama tek bir yerde değil, değişik bölgelerde yaşamalarına sıcak bakabilec eğini söylüyor.[kaynak belirtilm eli] Siyonizme yönelik muhalefet ve eleştiriler 1920'li yıllarda, Siyonist hareketin giderek daha laik bir kimliğe bürünmesi, bazı Ortodoks Yahudi gruplarının da muhalefet ini çekmiştir. Harekete, İslami kuruluşlar ve milliyetçi Arap örgütlerinin yanı sıra, kimi asimile olmuş Yahudiler ve Siyonizmi n Britanya'nın Hindistan'daki kalabalık Müslüman tebaası ile ilişkilerine zarar vereceği endişesini taşıyan İngiliz emperyali stlerinin de muhalefet i ile karşılaştı. Zaman zaman Marksist örgütler de çeşitli nedenlerd en ötürü Siyonizme karşı çıkmışlardır. İsrail'de, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda başını şair Yonatan Ratoş'un çektiği Kenancı hareket, "İsraillilik"in etnik kimlikler üstü bir milliyet olması gerektiği fikrini savunmuştur. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, İsrail'deki klasik milliyetçilikte bir düşüş yaşandı. Bu ise, neo-Siyonizm ve post-Siyonizm gibi iki karşıt hareketin yükselmesine yol açtı. Her iki hareket de, aslında dünya çapında rastlanan bir görüngünün İsrail'e uyarlanmış haliydi: (1) küreselleşmenin, bir pazar toplumunu n ve liberal kültürün yükselişi ve (2) yerel bir tepki.[38] Neo-Siyonizm ve post-Siyonizm, bir yandan "klasik" Siyonizm ile belirli özellikleri paylaşırken, diğer yandan da halihazırda Siyonizmd e mevcut olan birbirine muhalif ve taban tabana zıt kutupları vurgulama ları ile birbirind en ayrılmaktadır. "Neo-Siyonizm, Siyonist milliyetçiliğin kurtarıcılık ve adanmışlık boyutlarına vurgu yaparken, post-Siyonizm ise normalleşme ve evrenselc ilik boyutlarının altını çizer."[17] Marcus Garvey ve Siyah Siyonizm Siyonistl erin, Filistin'de Yahudiler için bir Ulusal Anavatan oluşturulmasına Britanya'nın desteğini kazanmaya yönelik çabalarının başarı ile sonuçlanmasından etkilenen Jamaikalı milliyetçi Marcus Garvey, Afrika asıllı Amerikalıların Afrika'ya dönmesine adanmış bir hareket başlattı. 1920 yılında, Harlem'de yaptığı bir konuşmada, Garvey şunları söylüyordu: "diğer ırklar —Yahudiler Siyonist hareket, İrlandalılar ise İrlanda hareketi yoluyla— davalarını başarıya ulaştırmak için uğraştılar ve ben de bedeli ne olursa olsun, Zencileri n menfaatle rinin gözetilmesini sağlamak için uygun şartları yaratmaya karar verdim."[39]Garvey, Amerikalı Siyahların Afrika'ya göç etmesi için uygun şartları yaratmak amacıyla, Black Star Line adlı bir gemicilik şirketi kurduysa da, çeşitli sebeplerd en ötürü bu girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Ortaya attığı fikirler, Jamaika'da Rastafary anizme, Siyah Yahudiler e ve[40] İsrail'e yerleşmeden önce Liberya'ya taşınan Kudüs'ün Afrikalı İbrani İsrailoğulları'na esin kaynağı oldu. Yahudi olmayanla rdan Siyonizme verilen destek Yahudiler in İsrail Diyarı'na dönüşüne verilen siyasi destek, Yahudi Siyonizmi nin bir siyasi hareket olarak resmen örgütlenmesinden de eskiye dayanır. On dokuzuncu yüzyılda, Yahudiler in Kutsal Topraklar a Döndürülmesi'nin savunucul arına Restorasy oncular adı verilmekt eydi. Yahudiler in Kutsal Topraklar a geri dönmesi, Kraliçe Victoria, Kral VII. Edward, ABD Başkanı John Adams, Güney Afrika Başbakanı General Smuts, Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Masaryk, İtalyan filozof ve tarihçi Benedetto Croce, Kızılhaç'ın kurucusu ve Cenevre Konvansiy onları'nın yazarı Henry Dunant ve Norveçli bilimadamı ve hayırsever Fridtjof Nansen gibi önde gelen isimler tarafından da yaygın olarak desteklen miştir. Bakan M. Cambon'un şahsında, Fransız hükümeti de resmen, "İsrailoğullarının yüzyıllar önce sürgün edilerek çıkarıldıkları topraklar da Yahudi milliyeti nin yeniden doğuşunu" sağlamayı taahhüt etmiştir. Çin'de, aralarında Sun Yat-Sen'in de bulunduğu Milliyetçi hükümetin önde gelen isimleri Yahudiler in bir Ulusal Anavatan kurma arzularına sempati ile baktıklarını ifade etmişlerdir.[41] Siyonizmi destekley en Hıristiyanlar Siyonizm öncesinde, Yahudiler in Kutsal Topraklar a dönüşü fikrinin Hıristiyanlar tarafından desteklen işi uzun bir tarihe sahiptir. Siyonizme destek veren ilk ünlü isimler arasında, Britanya Başbakanları David Lloyd George ve Arthur Balfour, ABD Başkanı Woodrow Wilson ve Siyonizme destek vermeye yönelik faaliyetl eri yüzünden Britanya Ordusu tarafından Filistin'de görev yapması süresiz olarak yasaklana n Orde Wingate de bulunmakt adır. Carleton Üniversitesi'nden Charles Merkley'e göre, Hıristiyan Siyonizmi 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından kayda değer ölçüde güç kazanmıştır ve başta Amerika Birleşik Devletler i'ndekiler olmak üzere, birçok dönemselci Hıristiyan, bugün Siyonizme güçlü destek vermekted ir. Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi'nin kurucusu Joseph Smith, yaşamının son yıllarında, "Yahudiler için İsrail diyarına dönme zamanı[nın] şimdi" olduğunu ilan etmiştir. 1842 yılında, Smith, Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi'nin Havariler inden Orson Hyde'ı, toprakları Yahudiler in dönüşüne adamak için Kudüs'e göndermiştir. İsrail'e açık destek veren Hıristiyan Araplar arasında, her ikisi de Mısır doğumlu olan, İsrail'i Savunan Araplar adlı Web sitesinin kurucusu Amerikalı yazar Nonie Darwish ve Viva Israele adlı kitabın yazarı, eski Müslüman Magdi Allam da bulunmakt adır. Lübnan doğumlu Amerikalı Hıristiyan gazeteci ve Gerçek için Amerikan Kongresi'nin kurucusu Brigitte Gabriel, Amerikalıları "Amerika, İsrail ve Batı medeniyet ini savunmak için korkusuzc a seslerini duyurmaya" çağırmaktadır.[42] Siyonizme destek veren Müslümanlar 1873 yılında, İran Şahı Nasıreddin Şah, gerçekleştirdiği Avrupa seyahati sırasında aralarında Sir Moses Montefior e'nin de bulunduğu Britanyalı Yahudi liderleri ile bir araya geldi. Görüşme sırasında, İran şahı Yahudiler in toprak satın alarak burada Yahudi halkı için bir devlet kurmalarını tavsiye etmişti.[43] Bugünkü Ürdün kraliyet ailesinin atalarından ve Osmanlı Türklerine karşı Arap direnişinin lideri (Osmanlı karşıtı Yahudi direnişi ile birlikte) Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali, I. Dünya Savaşı sırasında, "Bu ülkenin kaynakları bakir topraklar dır ve bu Yahudi göçmenler tarafından [Avrupa'dan getirecek leri teknoloji ile] işlenecektir" demiş, Yahudiler e abna'ihelasliy in (toprakların "öz evlatları") olarak adlandırmıştır.[44] Hiçbir zaman hayata geçirilmeyen 1919 tarihli, Faysal-Weizmann Anlaşması'nda, oğlu Emir Faysal, "Onların [Siyonist] ulusal arzularını gerçekleştirilmesinin en emin yolu, Arap devletler inin ve Filistin'in gelişmesinde mümkün olan en yakın işbirliği yoluyladır" diyen bir bildiriye imza atmıştır. Faysal'ın 1919 yılında şunları söylediği Araplar tarafından aktarılır: "Araplar, özellikle de aramızdaki eğitimli kişiler, Siyonist harekete en derin sempati ile bakarlar… Yahudiler e evlerine kalpten bir hoş geldin diyeceğiz… Hep birlikte ıslah edilmiş ve gözden geçirilmiş bir Yakın Doğu için çalışıyoruz ve iki hareket birbirini tamamlıyor. Yahudi hareketi emperyali st olmayan, milliyetçi bir hareketti r… Nitekim, bu iki harekette n hiçbirinin diğeri olmadan gerçek bir başarıya ulaşabileceğine inanmıyorum." (örneğin. Birleşik Krallık'ın Filistin Kraliyet Komisyonu Raporu'nda, Faysal'ın yaşamında sıtmanın yaygın olduğu (örn. s. 233, s. 259) ve Yahudi göçmenlerin bataklıkları kurutarak sıtmayı yayan sivrisine kleri öldürdüklerinin altı çizilir.)[45] Günümüzde halen yayınlanmakta olan El-Ahram gazetesin in editörünün bu konuda yazdıkları Faysal'ın sözlerinden pek farklı değildi: "Siyonistl er ülke için gereklidi r: Beraberle rinde getirecek leri para, bilgi ve zeka ve belirleyi ci özelliklerinden olan çalışkanlıkları ile hiç şüphesiz ülkenin yeniden canlanmasına katkıda bulunacak lardır."[46] İtalyan Müslüman Meclisi lideri ve İslam-İsrail Derneği eş kurucusu Şeyh Abdul Hadi Palazzi ve Kanadalı İmam Halil Muhammed, Kur'an'ın Siyonizmi destekled iğini belirtir.[47] Siyonizmi destekley en diğer Müslümanlar arasında, Pakistanlı gazeteci Tashbih Sayyed ve Bangladeşli gazeteci Salah Choudhury de bulunmakt adır. 2003 yılından bu yana hapiste olan Choudhury ölüm cezası ile karşı karşıyadır.[48] Dönem dönem, Kürtler ve Berberile r gibi kimi Arap olmayan Müslümanlar da Siyonizm'e destek verdikler ini belirtmişlerdir.[49][50] [51] Siyonizme destek veren Hindu'lar İsrail'in 1948 yılında kurulmasından sonra, Hindistan Millî Kongresi hükümeti Siyonizm’e karşı çıktı. Bazı yazarlar, bu karşı çıkışın daha çok Müslüman oy vereni kazanmak için olduğunu iddia etti (o dönemde Müslümanlar 30 milyon üzerindeydi) [52]. Buna rağmen, Sangh Parivar’ın liderliğini yaptığı tutucu hindu milliyetçiler açıkça Siyonizmi savundu. Ayrıca Vinayak Damodar Savarkar ve Sita Ram Goel gibi milliyetçi entelektüel isimler de Siyonizmi savundu[53]. Yahudiler i atalarının vatanına geri getirme hareketi birçok Hindu Milliyetçi için ilgi çekici geldi çünkü İngiliz yönetiminden kurtulma ve Hindistanın bölünmesi, uzun yıllardca ezilen Hindular için benzer tecrübelerdi. Uluslarar ası anketlere göre, Hindistan dünyadaki İsrail-Devletini en çok savunan ülkelerdendir[54][55][56][57]. Yakın dönemlerde tutucu Hindistan partileri ve kurumları Siyonizmi desteklem ektedir[53][58]. Birçok Hindistan solu üyesi Hinduları bu nedenle, Yahudi lobisiyle işbirliği yapmakla suçlamıştır[59]. Marcus Garvey ve Siyahi Siyonizm Siyonistl erin bir Yahudi Millî Vatanı oluşturmak için İngilizlerin desteğini almaları, Jamaikalı milliyetçi Marcus Garvey’e ilham verdi ve Amerika’da yaşayan Afrika kökenlileri Afrika’ya geri getirecek hareketi kurmasını sağladı. 1920 yılında Harlem’de verdiği bir konuşmada, GarNecmed din Erbakan hoca vey, “diğer ırklar kendi gelecekle rine kendileri karar verdi-Yahudiler Siyonist hareketle, İrlandalılar, İrlanda hareketle riyle… ve bende Negroların kendi gelecekle rine karar vermeleri ni istiyorum [60]. Garvey bir gemi nakliye şirketi kurdu (Black Star). Bu gemilerle siyahi Amerikalıların Afrika’ya göçmelerine yardımcı olacaktı fakat birçok nedenle çabaları sonuç vermedi ve hareket başarısız kaldı. Garvey, Jamaika'da Rastafari Hareketin e ilham verdi Siyahi Yahudiler in ve Afrika’daki İbranilerin İsrail’den önce göç ettikleri yer Liberya Yukarıdaki aktarılan yazı Siyonizmi n kendisini tanıttığı ve görülmesini istediği kadarıyla tarif edilebile n Aysbergin deniz yüzeyinde kalan kısmıdır Bir ülke yada devlet olarak bu simgelene cekse eğer Bu devlete israil devleti diyebilir iz Prof.Dr Necmeddin Erbakan hocanın anlattığı Siyonizm ise Bu Aysbergde n çok daha farklı bir yapıdır Ve Aynı zamanda siyonizmi n ifşa ettiği bir piramit ile İfşa etmediği bir ikinci piramitin var olduğu ortaya çıkmaktadır Bu bakımdan bu sisteme biz " Two Pyramid Systems " demekteyi z Prof.Dr.N ecmeddin Erbakan hoca Bazen akademik bir dil ile Bazende müslümanların daha rahat anlayabil mesi için Halk diliyle anlattığı ve aslında böyle anlatmasına rağmen Bazı müslümanların hiç anlayamadığı Siyonizm Anlatılanların dışında kalan yanlarıdır Siyonizm kendini tarif ederken soykırımdan bahsediyo r Konunun gerçeği şudurki : Soyu Yahudi olan Hitler Siyonist Yahudiler le anlaşarak Dolayısıyla Muharref Tevratın emirlerin e itaat ederek İsrail Devletini n kurulması için Almanya'daki Yahudiler in Filistine göçünü sağladı Muharref Tevrat'ın emrine uymayan Ve kenan diyarına göç etmeyi reddeden İsrailin kurulmasını geciktirm eye çalışan Yahudiler i ise Yine ordusunda bulunan Yahudi Subayların denetimin de Ve Siyonist Yahudiler in emirlerin e uyarak cezalandırdı Dünyayı yöneten ve şu an en fazla etkisini Amerika ile İsrailde gösteren Yahudiler in " New Zionist Block " grubu İsrailin gerekirse yıkılmasını , çünkü İsrail mevcut olmasada Dünyayı kendileri nin yönettiğini İsrailin ise Aysbergin üstünü ifşa ettiğini ve gereksiz olduğunu düşünüyor Bu bakımdan bu grup İsraildeki Radikal Yahudiler le aynı düşünceye sahip değil Radikal yahudiler ise İsrailin tamamıyla Filistin topraklarına hakim olmasını istiyor Bunların dışında Yahudiler in birde Natorei Charta grubu var Ancak Natorei Charta grubu bir dini cemaat ve bu iki gruptanda değil Natorei Charta grubu aynı zamanda Anti-Siyonist bir grup Ancak sayıları oldukça az Ve bu coğrafyada etkileri yok denecek güçsüz ve zayıf bir grup İsraildeki Radikal grup ve İsrail Soft Yahudi grubu fikir çatışması içinde Soft Yahudiler İsrailin yayılmacılığını istemiyor Ve Yahudiler dışındakilerlede barış içinde yaşanabileceğini düşünüyor İsraildeki Radikal grup Orta-Doğunun hakimiyet inin Yahudiler e ait olmasını istiyor Orta-Doğuda ayrıca Türkiyenin güçlü bir devlet olduğunu Ve bu hakimiyet in önündeki engelin Türkiye olduğunu düşünüyor Ve ileride Türkiye ile İsrail arasında ( Armagedon ) bir savaş olabileceği Yadudiler in olduğu kadar herkesin düşündüğü bir gerçek Siyonizmi anlamak aslında bir bilim dalıdır Biz siyonizmi tarif ederken Turnusol örneğini verdik Mavi turnusol kağıdı Hidrokror ik asit dolu bir kaba batırılırsa Elbette kırmızı renge dönüşecektir Ve bu kağıdın renk değiştirmek dışında asite karşı bir hükmü olmayacak tır Domuz kanı emdirilmiş bir kağıdı bu asite daldırırsak Yine renk bakımından bir değişiklik olmayacak tır Ancak renk değişikliği dışında olan şey Bu kan asitin içeriğini bozacaktır Siyonizm önce mavi turnusol kağıdı şeklindeydi Asitin içinde renk değiştiriyordu Kırmızıya dönüşüyordu Bukalemun gibi renk değiştiren bu kağıdın Önceki rengini tesbit edebilen bir Abdülhamid Han vardı Müslümanlar onu zerre kadar anlayamadığı için Osmanlı yıkıldı gitti ve İslamiyet yıkıldı Abdülhamitten sonraki dönemde ise Siyonizm domuz kanıdır artık Dolayısıyla bu kanın rengi ile asitin rengi aynı olsada Artık asitin eski özelliğinden eser kalmamıştır Siyonizmi n olduğu asitte kan bulaşıktır artık Buradaki asitten kasıt İslamiyettir Osmanlıdan sonraki dönemde ise bunu görebilen ProfDr. Necmeddin Erbakan hoca çok anlatmıştır Siyonizm öyle bir mikroptur ki Girdiği her yeri mahveder ve kendine benzetir Siyonizmi n ne olduğunu bilmeyenl er Elbet bir gün onun tuzağına düşebilir Düştüğü tuzaktan kurtulması zordur Çünkü tuzağa düştüğünün farkında bile değildir Zarar verdiği ya kendisidi r yada vatanı Profesör olsa bile , bir bilim dalında uzman bile olsa İlahiyatçı olabilir , tarihçi olabilir hiç fark etmez Kürt olabilir ,Türk olabilir hiç fark etmez Müslüman olabilir veya hristyan olabilir, hiç fark etmez Siyonizm nerede görülürse Orada islamiyet in özelliği değişmiş demektir Hakiki manada islamiyet yerine Siyonizmi n çerçevesini çizdiği , farklı bir islamiyet vardır artık Siyonizmi n ne olduğunu bilmediği için , tuzağa düşen müslüman Beş vakit alnı secdede olsa bile Tarikat ehli olsa bile hiç fark etmez Siyonizmi bilmiyors a eğer Gerçek İslamiyeti bilmeside yaşamasıda mümkün değildir artık Siyonizmi bilmeyenl er onun tuzağına düşerse İslamiyete ve insanlığa zerre kadar faydası olamaz Lawrence gibi çölde namaz kılanlardan Tekin Alp gibi Türk olanlarda n İslamiyeti ve Türklüğü öğrenirim diye yola çıkanlar Siyonizmi n oyuncağı olmuştur artık Ebu Cehil gibi olduktan sonra Seyyid olmanın ne hükmü vardır Ebu Cehil ise , Peygamber imizin soyundandır ama yolundan değildir artık Bizim burada anlatmak istediğimiz şey Prof.Dr.N ecmeddin Erbakan hocamızı anlamak içinde Siyonizmi n ne olduğunu anlayabil memiz gerekmekt edir Bu akıl ile mümkündür Bazı müslümanlar aklı bir tarafa bırakmışlardır Aklı bir tarafa bıraktıkları içinde Dünyadaki olan bitenleri anlayamay acak hale gelmişlerdir Kendi cehaletle rini örtmek içinde " Peygamber imizde cahildi " demektedi rler Peygamber imize cahil diyenler bunu neye dayanarak diyorlar Hz.Cebrai l as " İkra Bismi Rabbike " dediğinde Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz " Bilmiyoru m " diye cevap verdiği için Cahil diye nitelendi riyorlar Bu konu ile ilgili bir alıntı yapalım http://www.haksozhaber.net/ummi-peygamberin-okur-yazarligi-28709yy.htm Lisanu’l-Arab’ta Ümminin kitabî bir eğitim almamış halde yani anasından doğduğu gibi olan kimse olduğu ifade edilir. Ümmi yaz(a)mayan kişidir. Yazma sonradan kazanılan bir şeydir (İbn Manzur, XII: 34). Kur’an’ın Hz. Peygamber (s)’in ümmiliğinden söz etmesi (Araf, 7: 157) ile sözlükteki bu tanım birleştirilerek -biraz da Kur’an’ın mucize oluşu bağlamında- Rasululla h’ın okur-yazarlıktan uzak bir kişi olduğu ifade edilmekte dir. Bu yazıda onun ve toplumunu n “ümmi” oluşunun okur-yazarlıktan uzak olup olmamakla ilişkisi üzerinde duracağız. Ümmiler semavi bir kitabı olmayan toplulukl ara mensup kimseler tanımlamak için de kullanılmaktadır. Isfahani de Ferra’dan naklen Arapları böyle nitelemek tedir. Buna benzer genelleme lere tarihten şu örnekleri verebilir iz: Romalılara göre, kendileri nin dışındaki toplulukl ar vahşi insanlar anlamında barbar idi. Araplar Arap olmayanla ra; konuşma bilmeyen, dili anlaşılmaz, derdini anlatamaz kimse anlamında acem derlerdi. Yahudiler de kendileri dışındakilere, “kendilerine Allah’tan kitap indirilme miş kimseler” anlamında “ümem” demişlerdir (Câbirî, 2011: 92, 106, 94). İbn İshak’ın aktarımına göre, Peygamber’in büyük dedesi Kusayy b. Kilâb ve ilk kuşak dedesi Abdülmuttalip b. Hişam da okur-yazardır. Abdülmuttalip delikanlılık çağına gelen on çocuğundan birini Kâbe’nin önünde kurban edeceği sözünü vermesini n ardından ona bu nasip olunca durumu çocuklarına anlatır ve kura çekmek için onlara, “Her biriniz birer çubuk alın ve üzerine isminizi yazıp bana getirin.” der. Bu olay gerçekten yaşanmış ise Peygamber (s)’in dedesi zamanında bile insanların okur-yazarlığın olduğu söylenebilir. Hz. Muhammed’in Hatice’nin ticaretin i yürütürken okuma yazma bilmemesi olacak gibi değildir (Câbirî, 2011: 96, 97). Uluslarar ası bir ticaret sözlü taahhütlerle bir yere kadar devam eder. Buhari’de mevcut Hz. Ayşe rivayetin de Rasululla h’a ilk vahiy geldiğinde onun vahiy meleği Cebrail’e “Ben okuyan değilim.” (مَا أَنَا بِقَارِئٍ) dediği aktarılmaktadır (h. 1422, I: 7). Bu rivayet, vahyin “yazılı inmediği” dikkate alındığında pek anlamlı görünmemektedir. Çünkü onun vahyi ezberden okuması istenmekt edir. Bu tür bir nakli okur-yazar olmayan birisi de kendisine/insanlara okuyabili r. Yukarıdaki “Ben okuyan değilim.” şeklindeki nakilden farklı olarak Taberi’nin Tarihü’l-Ümem adlı eserinde Hz. Peygamber (s)’in Cebrail’e “Ne okuyayım?” (Mâ aqra?) ve yine “Neyi okuyayım?” (Mâzâ aqra?) dediği de belirtilm ektedir. Mâzâ aqra ifadesini soru anlamı dışına çekmek olanaksızdır. Buna göre Peygamber (s)’in Cebrail’e verdiği yanıt okuma bilmediğini ifade etmeye değil, neyi okuması gerektiğini bilmeye yönelik bir sorudur (Câbirî, 2011: 88-89, 90). Taberi’nin Hz. Peygamber’in Cebrail’e sorduğuna dair iki aktarımının -Buhari’ninkine kıyasla- Hz. Muhammed-Cebrail diyaloğunda geçme ihtimali daha yüksektir. Peygamber (s) döneminde okur-yazarlığa işaret eden başka bir nakle göre, Hz. Peygamber Hz. Ömer’i görür ve ‘Nedir o (elindeki)?’ diye sorar. O da, ‘Tevrat’ın bir bölümü.’ diye cevap verir. Yine diğer bir nakle göre, Hz. Ömer Kur’an okuduğunu duyduğu kız kardeşi ve eşinin yanına geldiğinde kız kardeşi Fatıma, yazılı sayfayı alıp koynuna gizler (Câbirî, 2011: 96). Buhari’nin İbn Abbas’tan yaptığı nakle göre Peygamber (s) vefatı sırasında bir şeyler yazmak için kâğıt kalem istemişti (h. 1422, VII: 120). Yukarıda söz ettikleri mizden anlaşıldığı kadarıyla Mekke’de sözlü kültüre göre daha zayıf olan okur-yazarlık Rasululla h döneminde ve hatta öncesinde Mekke toplumu tarafından bilinmeye n bir şey değildi. Ayrıca vahiy geldikten sonra Peygamber (s)’in okur-yazar olmadığına ilişkin kesin bir delil yoktur (Ankebut, 29: 48). Peki, bu durumda şu iki ayeti nasıl anlamalıyız: “Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıflarını yazılı buldukları o ümmî nebi olan peygamber e tâbi olanlardır. O (peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten sakındırır. De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ki ben sizin hepinize, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, kendisind en başka hiç bir ilâh olmayan, hayat veren ve öldüren Allah’ın gönderilmiş elçisiyim. O halde Allah’a iman edin. Allah’a ve kelimeler ine iman eden ümmî nebi olan elçisine de iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.”(Araf, 7: 157-158). Rasululla h dönemi öncesi ve sırasında okur-yazarlığın varlığını gösteren nakilleri miz doğrultusunda bu iki ayetten anlaşılan, Peygamber (s)’in okur-yazar olmadığı değil Kur’an inmeden önce onun Tevrat ve İncil türü Allah’tan indirilen herhangi bir kitap okuma-yazma etkinliği içinde olmadığıdır. Benzer şekilde “Kitaplı bir toplum” denecek kadar Mekkelile rde –içlerinde kendileri ni Hz. İbrahim’e atfedenle r olsa da- vahyin izine rastlanma maktadır. En doğrusunu Allah bilir. Buhari, İsmail Ebu Abdillah (ö. h. 256), Sahihu’l-Buhari, 9 c., Daru Tavki’n-Necat, Beyrut, h. 1422. Câbirî, Muhammed Âbid, Kur’an’a Giriş, (çev: Muhammed Coşkun), 2. bs., Mana Yay., İstanbul, 2011. İbnu Manzur, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn, Lisânu’l-Arab, 15 c., Daru Sadır, Beyrut, h. 1414. Kaynak : Ümmi Peygamber in Okur-Yazarlığı - MURAT KAYACAN Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz Bir konuda fikir ileri sürmeden önce Karşısındakinin bilgisini kendisiyl e paylaşmasını sağladığı bilinmekt edir Bunun sebebi cahil olduğundan değildir Peygamber imiz mütevazi ve alçak gönüllüdür Bilgiçlik taslamaya n bir yapısı vardır Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz Ticaretle meşgul olduğu için Aldığı ve sattığı mal ile birlikte Borçlu olduğu kişileri ve alacaklıları not ettiği bilinmekt edir Arkadaşları olan Hz.Ebubek ir ve Hz.Ömer kadar kadar yazı biliyor olması doğaldır bir eğitim görmemiş olan o insanlar da Hz. Muhammed ile aynı ortam içinde yetişmişlerdi Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz Mu'âviye'ye Akra ve Uyeyne için ta'lîmât yazmasını emretmiş Uyeyne, bu yazılan ta'lîmatı "Götüreyim mi?" diye sorunca Allah'ın Elçisi yazılan sahîfeyi alıp bakmış ve: "Sana emredilen leri yazmış" demiş. Bu rivayeti aktaran Yunus: "Bize göre Allah'ın Elçisi kendisine vahiy geldikten sonra yazı yazmıştır" demiştir Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz ile cehalet bir arada olabilirm i Bazıları kendi cehaletle rinin hoş görülmesi ve savunulma sı için Peygamber imize cahil demektedi rler Bu nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değildir Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz için " Ümmi " denilmekt edir Ümmi kelimesi Arapçada sadece okur-yazarlık için kullanılmaz Bir kaç farklı manası vardır " Anasından doğduğu gibi kalan " " yeni bir bilgi edinmemiş olan " "Ümm" kelimesin in ism-i mensubu "ümm"e mensup olan Arap dilinde "ümm" kelimesi Anne demektir Bir şeyin aslı gibi anlamlara gelir ( Firûzâbâdî, el-Kamûsu'l-Muhît, Beyrut 1987, 1891) Sözlük' anlamının yanında mecazı bazı anlamları da vardır Kur'ân-ı Kerîm'de anne, asıl ( kaynak ) dönülecek yer ve süt emziren anlamlarında kullanılmıştır ( Abdurrahm an İbnu'l-Cevzî Nüzhetu'l A'yuni'n-Nevazır fî İlmi'l-Vücûh ve'n-Nezâir Beyrut,1985,141-142 ) Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz e Neden " Ümmi " sıfatı verilmiş olduğuna dair İslam alimlerin in ittifak ettiği bir kaç husus vardır 1- Bu kelime ile Anneye nisbet kastedilm iştir Sanki doğduğu hal üzere kalmış Yeni bilgiler elde ederek asli fıtratının değişmediği kastedilm iştir 2- Arap milletine mensup olduğu işaret edilmiştir Bir dönem Ümmi sıfatı bu millet için kullanılmıştır 3- Mekkeli anlamında kullanılmıştır Çünkü Mekkenin isimlerin den birisi Ümmü'l-Kura idi ( Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân; Beyrut, 1965, VII, 298-299 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak dinî Kur'n Dili, İstanbul, 1979, IV, 2297 ) Allah aklını kullanlar dan eylesin İnşallah Allaha emanet olun İKİ PİRAMİT SİSTEMİ FORUM YILDIZLIB AHAR İSTANBUL 2016 AHMET YILMAZ SALİHOĞLU |
9
İSLAM-GREEN34 YAZI GRUBU ÜYELERİNDEN ÖRNEK METİNLER / İSLAM - GREEN34 ÜYELERİNDEN ÖRNEK METİNLER / OSMANLI VE AVRUPADA MONARŞİ - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
: Kasım 22, 2017, 08:53:01 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
OSMANLI VE AVRUPADA MONARŞİ TARİHTE BUGÜN 22 - 11 - 1975 İSPANYA'YA MONARŞİ GERİ DÖNDÜ CARLOS İSPANYA KRALI OLDU OSMANLI MONARŞİSİ YERLE BİR EDİLDİ YETMEDİ TARİHTEKİ VARLIĞI BİLE SUÇ SAYILDI Tarihte Bugün 22 - 11 - 1975 İspanya monarşiye geri dönüyor Osmanlı monarşisi ise Çağ dışı olarak nitelendi rilimişti İlerlemiş gelişmiş Avrupa ise Osmanlıyı monarşi var diyerek yıkmıştı Ancak Avrupada monarşi devam ediyor Osmanlı evet bir monarşik yapıydı Ancak Avrupa gibi tutucu ve çok katı değildi Osmanlı monarşik yapısı özgürlüğe ve gelişmeye açıktı Egerki Osmanlı monarşisi katı ve çok tutucu olsaydı Bugün böyle bir dünya haritası ve devletler olamazdı Dünyada Osmanlıyı eleştirecek insanlar doğamazdı Bu konuda aslında yazılacak çok şey var Anlayacak yürek olmadıktan sonra yazılsa ne olacak demeyelim 22 milyon km2 toprak elden gittikden sonra Osmanlıyı anlasak ne olacak demeyelim Tarih tekerrürden ibarettir Geçmişini bilmeyeni n geleceği olamaz Osmanlıya her türlü zulmü layık görenler Layık gördükleri zulmün muhatabıda olabilirl er Çünkü Allah hak edene Hak ettiği neyse elbet bir gün yaşatır ISLAMGREE N34 NEW WORLD AVRUPANIN MONARŞİ HARİTASI http://tr.euronews.com/2013/04/30/avrupa-nin-monarsi-haritasi Demokrasi nin beşiği olarak kabul edilen Avrupa köklü bir monarşi tarihine sahip. Dünyadaki 29 monarşiden 10’u Avrupa’da yer alıyor. Tarihteki güçlerini kaybeden krallar ve kraliçeler günümüzde sadece sembolik bir misyon ifa ediyor. Hollanda Krallığı’nda 75 yaşındaki Kraliçe Beatrix 1983’te çıktığı tahtı 46 yaşındaki oğlu Willem-Alexander’a bıraktı. Ülkede her yıl Kraliçe Günü, yapılan etkinlikl erle kutlanıyor. 1952 yılından bu yana Britanya’da tahta oturan 87 yaşındaki Kraliçe 2. Elizabeth’in varisi olarak 64 yaşındaki oğlu Prens Charles bulunuyor . İngiltere tahtının ikinci varisi Prens William ve Kate Middleton 2011 yılında Londra’da düzenlenen görkemli bir törenle evlendi. Tüm dünyanın yakından izlediği tören ülkedeki gelenekle rin gücünü bir kez daha göstermiş oldu. İspanya’da 1969’da Francisco Franco tarafından veliaht prens ilan edilen Kral Juan Carlos diktatörün 1975’te ölmesinin sonra tahta çıktı. Carlos, sağlık durumu bozulana kadar görevi bırakmayacağını söylüyor. 75 yaşındaki Carlos’un tek varisi 45 yaşındaki oğlu Felipe. Ülkedeki uygulanan yasaya göre tahtın varisleri erkekler ancak Felipe’nin iki kızı bulunuyor . Belçika’da Kral 2. Albert, 20 yıldır bu görevi yürütüyor. Kral olmadan önceki ünvanı Liege Prensi’ydi Yetkileri arasında yasaları onaylamak da bulunuyor . 78 yaşındaki kralın varisi 53 yaşındaki oğlu Philippe. Belçika Veliaht Prensi Philippe ve eşi Prenses Mathilde’in de dört çocuğu bulunuyor . Monarşi geleneğinin sürdüğü yerlerden İskandinavya’da İsveç Kralı 16’ncı Carl Gustav, 1973 yılından bu yana aynı koltuğa oturuyor. Hakkında çıkan skandal haberlerl e ülkede kendisine olan güven azaldı. 67 yaşındaki Gustav’ın varisi ise 35 yaşındaki kızı Prenses Victoria Norveç‘te 1991 yılından bu yana krallık tahtında V. Harald bulunuyor Kral, Norveç Kilisesi’nin resmi lideri ve ülkenin başkomutanı. 76 yaşındaki V. Harald’ın yerine geçecek isim şimdi 39 yaşındaki oğlu Hakoon. Avrupa’nın en uzun süredir monarşiyle yönetilen ülkesi Danimarka’da tahtın sahibi Kraliçe 2. Margrethe . 73 yaşındaki kraliçe 1972 yılında bu göreve geldi. Ülkede yapılan anketler halkın yüzde 70’inden fazlasının monarşiden memnun olduğunu ortaya koyuyor. DİRİLİŞ POSTASI OSMANLI İSMAİL ERDOĞAN http://dirilispostasi.com/a-7170-ne-yapti-bu-osmanli.html Cemil Meriç bir yerde Osmanlı'dan bahsederk en hiç bir medeniyet in başaramadığını başardığını yazar. Ve onun insanı gerçekleştirdiğinin kelimenin tam anlamıyla insanı inşa ettiğinin altını çizer. Bilge-mimar Turgut Cansever de, Osmanlı şehrinden bahsederk en " insanlık tarihinin en yüksek çözümlemesi ifadesini kullanır. Biri insandan bahsederk en yüksek standartl ara vurgu yapar diğeri yüksek standartl arın sahibi insanın ürettiği âlî çözümlemelere. Neden yazdım bunları Yoksa ben de bir Neo-Osmanlıcı mıyım Veya bu yazı hamasi söylemler etrafında şekillenecek bir nutuk mu olacak Ne Neo-Osmanlıcıyım ne de hamasi söylemlere saplanaca k kadar nitelikte n uzağım. Ben, Osmanlı'yı anlamakta n çok uzakta seyrettiğimizi düşünenlerdenim. Dilimize dolasak da aklımız ve kalbimizi n fersah fersah uzak olduğunu da. Bunu anlamak için ürettiğimiz politikal ara bakmamız yeterli sanırım. Bunu anlamak için islami(sözde) hassasiye tlerle imza attığımız yerleşim yerlerine (özellikle Başakşehir'e) bakmamız yeterli sanırım. Bu acı cümleleri yazmamın ve şedid gibi görünen eleştrimin sebebi son Bosna seyahatim di. Bilindiği üzere Saraybosn a Osmanlı bakiyesi bir coğrafya. Avrupa'nın tam ortasında bir İslam beldesi. Gidenleri derinden etkileyen ve insana masum günlerini hatırlatan bir say mekanı Bosna. Her gidişimde benzer hislerle dolduğum Bosna bu sefer bir başka etkiledi beni. Bu sefer daha derinden yakaladı beni Neden böyle oldu bilmiyoru m. Sanırım şehre daha bi alıcı gözle baktım bu sefer. Bosna'da insanı fıtratına çağıran bir şeyler var Bozulmamış şeyler. Korunmuş şeyler. Üzerlerinden silindir gibi geçmiş komünizm tecrübesi ve Tito gerçekliğine rağmen kalmayı başarmış değerler. Burada değerlerden bahsederk en insandan bahsediyo rum İnsanı insan yapan şeylerden. Onların başında da şehirden diyecek şimdi belki birileri. Ne alaka şehirle insanı insan yapan değerlerin bağlantısı ne Burada sözü Turgut Hoca'ya vermek gerekiyor . Turgut Hoca, mimariden sanata değer üretme adına insanın ortaya koyduğu faaliyetl erin varlık telakkisi nin yansımasıyla gerçekleştiğini ve komolojik idrak anlayışından bağımsız bir değer üretiminin söz konusu olmayacağı söyler. Bu bağlamda ev inşa etmekten şehir kurmaya her faaliyet değerlerle ilgilidir ve insanı inşa etmek için vardır insanı inşa ederken şehri şehri inşa ederken de insanı inşa edersiniz . Çünkü insanı inşa eden değerlerle bir şehri inşa eden değerler aynıdır. Değer sahibi olmak noktasında insanla şehir benzerdir ama değerleri muhafaza noktasında farklılık arz ederler. İnsanın yitmesi şehirlerin yitmesine göre daha kolaydır İnsan bozulsa da şehirler yaşamaya devam ederler. Bahusus, şehirler değerleri insana nazaran daha fazla muhafaza ederler. Değerler daha uzun süre mündemiç olarak yaşar şehirlerde. Bunu Bosna'da çok iyi gördüm İnsan da bir şekilde korunmuş ama asıl şehir korunmuş. Şehir derken kastım, elbetteki Başçarşı. Yoksa Sırp bölgesinden ya da Hasburgla rın kurduğu kentten bahsetmiy orum. İnsanla bina arasındaki uyumun doruğa çıktığı ve hiçbir arıziliğe imkan tanımayan Başçarşı'dan bahsediyo rum. Bin yıldır orada varmış ve kıyamete kadar da var olacakmış izlenimi veren dükkanların olduğu çarşıdan söz ediyorum. Sıra sıra dizilmiş mütevazi mekanlard an Hüsrev Begova'dan, Morica Han'dan, Sebil'den Bedestend en söz ediyorum. Hangi sokağa girerseni z girin sokağın aksına paralel uzanan yamaçlarda evler, ağaçlar ve çatılarla tezyin edilmiş bir acem halısını andıran görüntüden bahsediyo rum. Ne yana bakarsanız bakın gözünüzü bozacak ve Allah'ın yaratışındaki armoniye ihanet etmiş bir görüntünün olmamasından bahsediyo rum Dinlerin ve kültürlerin, mozayiği andıran bileşkesinin canlı vücudundan bahsediyo rum. Aliya'dan bahsediyo rum. Gökyüzünün öğrencisi olup yeryüzünün öğretmeni olmuş adamı yetiştiren yüce bir yaşama kültüründen. * Bu cümleler uzar da gider ve Bosna'nın bana söyledikleri bitmez. Ama ne buna gerek var ne de yer. Okuyana romantik çağrışımlar yapan bu cümlelere sebep olan Bosna seyahatim doğal olarak Osmanlı'ya götürdü beni. Osmanlı'nın gücüne ve icra ettiği şeyin güzelliğine. Neyi başardığını daha iyi gördüm. Diğer medeniyet lerden farkını ve üstünlüğünü. Onca Avrupa şehrine gitmeme rağmen görmediğim hissetmed iğim şeyleri hissetme sebebimi. Bir İslam şehri olan Tahran'da da hissetmed iğim şeyleri. Hem içimde hem de dışımda huzurun neden var olduğunu. Kendimi neden kendi şehrimden bile daha çok Bosna'ya ait hissettiğimi. Orada sadece gezme değil kalma duygusunu bana neden aşıladığını. Ümitle doldum açıkçası. Çünkü değerlerinizi muhafaza eden şehirleriniz yaşıyorsa o şehirler o değerleri yaşatacak insanları mutlaka üretecektir. Ve bir hikmet olarak Avrupa'nın tam ortasında bu değerlerin mündemiç olduğu bir şehir yaşıyor. O şehirde güzel insanlar yaşıyor O şehirde güzel bir kültür yaşatılıyor. Bunu iyi okumalı Bunu bir şans olarak görüp iyi değerlendirmeli. Benden söylemesi.. Baki selamlar. . * Yazıyı yazıp demlenmey e bıraktığım süre içinde İlber Ortaylı'nın şu sözleriyle karşılaştım. Belli ki İlber Hoca'da benzer düşünüyor benimle. Hoca diyor ki : “İslamiyetin en hoş yaşandığı yer Bosna. Kazan da öyledir ama fazla kozmopoli t. Saraybosn a'da müslümanlık Osmanlılık ve medeniyet birleşmiş. Sade insan sesiyle ezan okunur orada. Güzeldir. Dünya hakkında ümidinizi yitirirse niz Bosna'ya gidin.” http://www.islam-medine06.tr.gg |
10
İSLAMİ DÖKÜMANLAR / HZ.MUHAMMED S.A.V ve ÇOK FARKLI İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR / İSLAM VE DUA - KONU İÇİN TIKLAYINIZ
: Kasım 05, 2017, 12:44:39 ÖS
|
||
Başlatan admin - Son mesaj Gönderen: admin | ||
DUA VE İSLAM http://www.nurludualar-com.tr.gg Dua , Allaha kendimiz veya başkası adına Yalvarmamız anlamına geldiği gibi Aynı zamanda Dua , bir arzuhaldi r bir dilekçedir Nasılki resmi bir kuruma dilekçe verirken Matbu olan bir şekli varsa , onu doldururu z Veya yoksa bir dilekçe örneğine göre doldururu z Ve elbette dilekçe yazarken verilecek makama " Saygılarımla arz ederim " diye ifade kullanırız Allaha verilen dilekçeninde bir adabı olacaktır mutlaka Allah c.c bizi yaratandır ve kuluyuz Ona yalvarırkende halimizi arz ederkende Kulluğumuzdan ve saygımızdan asla kusur edemeyiz Boynumuzu büker halimizi yaradana arz ederiz Dua etmek için , nerede olursak olalım Ellerimiz i Allaha açarak duaya başladığımız an Allah c.c yarattığı tüm mahlukatın ettiği duayı duyar Duanın gereğini , ya bu dünyada yada ahirette nasip eder Müminin mümine edeceği dua Allah katında makbul ve mübarektir Müminlerin içinde ve dua edenlerin içinde Allaha yakın olan ve Allaha dost olan birileri olabilir Kimin Allaha daha yakın olduğunu bizler bilemeyiz Allah cc. herşeyi bilen ve görendir DUANIN MAKBUL OLANI BAŞKASI ADINA EDİLEN DUADIR Allahtan bir şey isteyecek sek Dua ederek istiyoruz ve Dua bir dilekçedir Duanın makbul olanı kişinin başkasına ettiği duadır " Günahsız bir ağızla Dua ediniz " buyurulmuştur Günahsız ağızdan kasıt ise şudur : Herkes başkası için Dua ederse Kendisi içinde Dua edenler olacaktır mutlaka Ve kişi başkası adına günah işleyemeyeceği için Başkası adına ettiği Dua İşte günahsız ağızla edilen Duadır Bazen Rabbimizi n katında sizin duanız değil Başkasının sizin için ettiği dua daha makbuldür Rabbim kimin adına edilen ve kimin ettiği duayı kabul eder Bunu biz bilemeyiz Rabbimiz bilir Rabbim tüm dualarımızı ve dilekleri nizi kabul eylesin inşallah Dua , kaderde yazılan ve niyetimiz le eylemleri mizle Husule gelen her türlü hadiseye karşı tedbirdir Dua deyince , dua zaten iki türlüdür kavli dua ve fiili dua Kavli dua zikirdir ve Allaha verilen dilekçedir Müslümanın düşüncesidir Ancak fiili dua olmadan yani duanın gereği olan eylem olmadan Düşünce eyleme dönüşmeden Kavli duanın gereği fiiliyata dönüşmeden Duanın gereği için çaba sarfedilm eden hiç bir şey olmaz Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav Efendimiz zikir çekmeyi bilmiyorm uyduDua etmeyi bilmiyorm uyduda Hudeybiye Uhud Bedir'de savaştı Fatih Sultan Mehmed niye döktürdü şahin toplarını madem Akşemseddin ve Molla Gürani birer dua okurdu İstanbulu alırdık Demekki dua dışındada çalşmak üretmek emek harcamak gerekiyor değilmi Fakat bazı zikirmati k ehlinin bunlardan haberi yoktur veya işine gelmiyord ur Osmanlı varken ve dünyaya hükmederken sadece zikirmati k olabilird i Çünkü müslümanları ayakta tutan ve islamiyet in sancaktarı Osmanlı vardı Ama artık Osmanlı yok ve dünyayı siyonizm yönetiyor Sadece zikirmati k ile siyonizm yenilgiye uğratılamaz Bazı tarikat ehli ise siyonizmi n bilim ve teknoloji k olarak Silah gücünün çok yüksek olduğunu ifade ederek Rabbimizd en yardım istemek için tesbihat tavsiye etmektedi rler Akan müslüman kanının böyle durdurula cağını düşünmektedirler Allah c.c Kuran-ı kerimde sürekli ayet-i kerimeler de " Ey akıl sahipleri " demektedi r Siyonistl er akıllarını kullanara k silah üretiyorlarsa Allah c.c aynı aklı müslümanlarada vermiştir Müslümanlarda silah üretmek zorundadırlar Siyonistl erden daha üstün silah teknoloji si mutlaka müslümanlarda olmalıdır O zaman işte siyonizm müslümanlarla savaşmak ve kan dökmek yerine Farklı yöntemler kullanmak zorunda kalır Ancak silah üretmek içinde bilim ve teknoloji ehli müslümana ihtiyaç vardır Dua tüm tedbirler alındıktan sonra Takdiri Allah'tan beklemekd ir Duanın kavli olanını ve fiili duanın gereğinide yerine getirmek için çabalamalıyız DUA VE KADER https://www.ahmedhulusi.org/tr/kitap/dua-ve-zikir/dua-ve-kader DUA söz konusu olduğu zaman, hemen pek çoğumuz yanlış bilgiyle şartlanmak yüzünden, “Aman canım kaderde ne varsa o olacak, DUA’ya ne gerek var ” deyiverir iz. Oysa, bu tamamıyla yanlış bir görüştür Kader konusunda gerçek bilgileri, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerine ve tamamıyla Hz. Rasûlullâh (s.a.v.)’in buyruklarına dayanan biçimde “İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabın kader konusuyla ilgili bölümünde okurlarımıza açıkladık. KADER kesindir ve hiç kimse bunun dışına asla çıkamaz. Nitekim, Hazreti Rasûlullâh(s.a.v.) açıklamalarında, bunu en dar anlayışlıların dahi fark edebileceği bir biçimde vurguluyo r. Ne yazık ki, bu gerçeği yansıtan hadîs-î şerîfi, hadis kitapları hariç, hiçbir kitapta bulamıyorsunuz. Yazamıyorlar!.. Ama gerçek, yazılmasa da, söylenmese de gerçektir. Hele Rasûlullâh (s.a.v.) tarafından da en yalın bir biçimde açıklanmışsa Burada çok önemli olan husus şudur: KADER’in tekniği!.. KADER-DUA ilişkisini izaha girmeden önce, bu konudaki Rasûlullâh’ın birkaç buyruğunu nakletmey e çalışalım size... “KADER'i ancak DUA değiştirir. Ömrü ise ancak iyilik uzatır. Şüphesiz ki, kişi işlemiş olduğu günah sebebiyle rızıktan mahrum edilir.” “KAZA’yı ancak DUA geri çevirir... Ömrü ise iyilik uzatır.” “Tedbirin kadere faydası olmaz; DUA’nın ise gelmiş ve gelmemiş musîbetlere faydası vardır; şüphesiz ki belâ iner, DUA onu karşılar ve kıyamete kadar çarpışırlar.” Evet, bir yandan, kaderin değişmeyeceği belirtili yor; diğer yandan DUA’nın kaderi, kazayı geri çevireceğiaçıklanıyor. Bu iki hususu nasıl birleştirip, nasıl bir sonuç elde edeceğiz Bilelimki .İnsanların kaderi takdir edilmiştir. her şey gibi... Ne var ki, DUA faktörü de bu KADER sistemi içinde yer alan bir faktördür; DUA ederseniz, kaderdeki olayı geri çevirebilirsiniz, kazayı reddedebi lirsiniz; ancak bu DUA’yı yapmak, gene kaderiniz in elvermesi yle mümkün... Yani, kaderiniz müsaitse DUA edebilirs iniz ve böylece de o gelecek olan olayı geri çevirebilirsiniz. Kaderiniz de kolaylaştırılmışsa DUA etmek, size o belâ veya musîbet gelmeden önce DUA edersiniz ve o olayın zararından korunmuş olursunuz . Dolayısıyladır ki, tedbirle takdiri değiştiremezsiniz; fakat, takdirde varsa tedbir alır ve böylece de kazayı geri çevirmiş olursunuz . Bu hususta Halife Ömer (r.a.), bize bir uygulamasıyla son derece önemli bir uyarıda bulunmuştu… Orduyla Şam’a giden Halife Ömer (r.a.) şehre yaklaştığı zaman, veba salgını olduğunu haber alınca orduya geri dönülmesi talimatını verir. Bu durum üzerine, kader kavramını anlayamay an ve işin şeklinde kalanlar şaşırırlar ve sorarlar: — Allâh’ın kaderinde n mi kaçıyorsun yâ Ömer Kaderin tekniğini anlamış olan Hazreti Ömer (r.a.)’ın cevabı hepimize bir derstir: — Allâh’ın kazasından Allâh’ın kaderine kaçıyorum!.. İşte yukarıda anlatılan cevap, bu kader konusunun “püf noktası”dır. Kader mutlak ve kesindir!.. İnsan ise, kendisind en meydana gelenleri n neticesin i görecektir. “...İNSAN İÇİN YANLIZCA ÇALIŞMALARININ (kendisind en açığa çıkanların) SONUCU OLUŞACAKTIR!” (53.Necm: 39) âyetini hatırlayalım İşte bu sebepledi r ki, siz ne yapabiliy orsanız, elinizden ne geliyorsa onu yapmak zorundasınız... DUA edebiliyo rsanız, hemen ediniz Bir çalışma yapma imkânına sahipseni z, hemen yapınız Korunmak için elinizden gelen bir şey varsa, hemen tatbik ediniz. Biliniz ki; yapabildiğiniz, kaderiniz in müsaade ettiğidir ve yaptığınızın sonucunu da mutlaka görürsünüz. Bu yüzden denilmiştir; “DUA kazayı reddeder”, diye... Yani, o kazanın reddi sizin duanıza bağlıdır!.. O musîbetin size isâbet etmemesi, sizin o hususta dua etmenize bağlıdır. Dolayısıyla, dua edersiniz ve o kaza veya hoşlanmadığınız olay size isâbet etmez; ya da umduğunuz, olmasını istediğiniz olay o duanız vesilesiy le gerçekleşir. Hazreti Rasûlullâh (s.a.v.) “keşke” demeyi şeytan ameli olarak nitelemiştir. Bunun mânâsını çok düşünmek ve bu hususu iyi anlamak mecburiye tindeyiz Niçin, “keşke” demek yasaklanmıştır Bilelim ki DUA, kader sistemi içinde yer alan çok önemli bir unsurdur DUA edebiliyo rsanız, edebildiğiniz kadar DUA ediniz; hepsinin de faydasını, dünya hayatında anlayamay acağınız kadar fazlasıyla göreceksiniz. Zira, Allâh, kulunda ortaya çıkartacağı pek çok özelliği DUAşartına bağlamış; takdir ettiği pek çok şeye DUA’yı vesile kılmıştır. Bu yüzdendir ki, “DUA müminin silahı”olmuştur. DUA, takdirin tüm güzelliklerinin size ulaşmasına vesile olan en değerli nimettir. Onu elden geldiğince çok ve güçlü olarak kullanan, en büyük nimetlere kavuşacak olandır. Kaderi anlamayan cahil ise, DUA’yı terk eder; tüm mahrumiye t ve çileler de onu bekler!.. Konuyu Rasûlullâh AleyhisSe lâm’ın şu açıklamasıyla bağlayalım : “İçinizden her kime DUA KAPISI AÇILMIŞ ise, muhakkak ona rahmet kapıları açılmıştır ve Allâh’tan, kendisind en âfiyet istenilme sinden daha sevimli bir şey istenmemiştir.” “DUA, inen belâya ve inmeyen belâya karşı faydalıdır. Ey Allâh’ın kulları, DUAYA SIMSIKI SARILINIZ ” https://www.ahmedhulusi.org/tr/kitap/dua-ve-zikir/dua-ve-kader DUA NEDİR http://www.enfal.de/dua.htm HAZIRLAYA N : FAMİLY ARSLANER Ibrahim Ates'in konferans indan notlar Dua ibadetin özü, inanan insanin her an hakka yönelen sözüdür, yakarisid ir. Dua ibadetin beynidir ya da iligidir Özlü ibadet istiyorsa n duaya yönel ve duanin kabul olmasi için en yakin yer secdedir. "Duaniz olmasaydi Allah size ne diye deger verirdi" ( Furkan Suresi 77. Ayet ) "Allahim, beni sana fakir olmakla zengin kil ve senden müstagni olmakla fakirlest irme ya Rabbi." (Hadis) "Kullarin sana beni sorarlars a bilsinler ki ben onlara yakinim.I steyenin istedigin i kabul ederim. Artik bana yönelsinler, benden istesinle r." (Bakara 186) "Kul, kötü bir istekte bulunmadi gi, istegi aile bagini koparmaya yönelik olmadigi ve acele olmadigi sürece duasi kabul olur." (Hadis) "Dua ederken ümidi kesmeden sürekli istemek. Kim israrli olarak kapiyi çalarsa içeri girer." (Hadis) Duada kararli ve israrli olmak gerekir. "Rabbimiz, biz ve bizden önce imanla göçenleri de bagisla." (Ayet-i Kerime) Itikadin dogru olmasi, haramdan sakinmak ve ihlasli olmak 1. Duadan önce iyi is yapmak. 2. Temiz olmak. 3. Abdestli olmak. 4. Kibleye yönelmek. 5. Dua basinda Allah'a hamdetmek, Resullull ah'a salavat getirmek. 6. Elleri açip yalvarmak . 7. Azalari hareketsi z sükun içinde ve boynu bükük, mütevazi,kalbi korku içinde olmali. 8. Alçak sesle ve gizlice dua etmek. 9. Resululla htan intikal eden, Kuran'da geçen dualarla niyaz etmek. 10. Resulu ve salih kullari vesile etmek. 11. Dua ederken kalbinden ne geliyorsa o sekilde dua etmek. 12. Kalbi baska düsünceden temizleme k. 13. Herkese dua etmek ve üç defa tekrarlam ak. 14. Duanin kabulünün ümidi içinde olmak. 15. Kötü dilekte bulunmama k. 16. Salavat getirmek. "Ey Rabbimiz, bizi dogru yola ilettikte n sonra kalplerim izi (Haktan) saptirma. Bize kendi cânibinden bir rahmet ver. Süphesiz bagisi en çok olan Sensin Sen." "Ey Rabbimiz muhakkak ki Sen, hiçbir süphe olmayan bir günde insanlari toplayaca k olansin. Süphesiz Allah sözünden caymaz." DUA ADABI http://ibadettakvimi.org/dua-adabi/ Hz. Peygamber’in (s.a.v) mescitte oturdukla rı bir gün adamın biri içeri girerek namaza durdu. Namaz içerisinde “Rabbiğfirlî ve’rhamnî (Eyl Beni bağışla ve bana merhamet eyle)!” diye dua etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) ona: “Ey namaz kılan kişi! Acele ettin. Namazını tamamlayıp oturduğunda, Allah Teâlâ (c.c)’ya şanına yakışır bir şekilde hamd edip bana da salât u selam getirdikt en sonra Allah (c.c)’tan iste” buyurdula r. Daha sonra bir başkası gelip namaz kıldı. Namazı bitirdikt en sonra Allah’a hamd edip Hz. Peygamber (s.a.v) ‘e de salât ü selam getirdi. Hz. Peygamber (s.a.v) bu kişiye: “Ey namaz kılan kişi! Allah (c.c)’tan iste. O senin duanı kabul edecektir!” buyurdula r. (M. Yusuf Kandehlev i, Hayatü’s-Sahabe, 4.c., 85-86.s.) Âlimlerin çoğunluğunun görüşüne göre duâ etmek müstâhabdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbınız buyurdu ki, bana duâ edip isteyin, kabul edip size vereyim.” (Mü’min s. 60) Yine Allah Teâlâ “Yalvararak ve gizlice Rabbinize duâ edin” (A’raf s. 55 ) buyurmuştur. İmâm-ı Gazali Hazretler i şöyle demiştir: Allah’ın takdir ettiği hüküm geri çevrilmeyeceğine göre, duânın faydası nedir? Sorusuna; “Belâyı duâ ile geri çevirmek de kader cümlesindendir. Duâ, belânın geri çevrilmesi için ve rahmetin bulunması için bir sebeptir. Kalkanın, silâhı geri çevirmeye, suyun, yeryüzünde nebatîn çıkmasına sebeb olması gibi. Duâ ile belâ da böyledir. Silâhı taşımamak, kaza ve kaderi itiraf etmenin şartından değildir” cevabı verilir. Duâdan maksat kalbin huzurudur . Ebû Hûreyre (r.a.)’dan yapılan rivâyette Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdula r: “Kabul edileceğine inanarak Allah’a duâ edin. Biliniz ki Allah Teâlâ gafil olan dalgın bir kalbden duâyı kabul etmez.” Ebu’d-Derdâ (r.a.)’dan yapılan rivâyete göre, Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle dediğini dinledi: “Herhangi bir Müslümân kul, gıyabında kardeşine duâ ederse, muhakkak (görevli) melek: Ettiğin duâ kadar sana da var, der.” Hz. Ömer (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre şöyle demişlerdir: “Hz. Ömer (r.a.) hacc yapmak için Peygamber (s.a.v.)’den izin istedim. İzin verip şöyle dediler: “Ey kardeşciğim, duanda bizi unutma.” Peygamber (s.a.v.) (bana) bir söz söyledi ki, onun karşılığında dünyâ bana verilse, beni bu kadar sevindirm ezdi. Bir rivâyette de şöyle demiştir: “Ey kardeşciğim, bizi duana ortak yap.” Ebû Hûreyre (r.a.)’dan yapılan rivâyette Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Sizden biriniz acele edip: Duâ ettim de, duâm kabul edilmedi, demedikçe, onun duâsı kabul edilir.” Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kullarım sana benden sorunca, ben rahmetiml e yakınım duâ edenin duasını bana duâ yapınca kabul ederim.” Âişe (r.a) validemiz şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) bir gün bana “Ey Âişe! (r.a) Sen, Allah Teâlâ (c.c)‘nın bana, kendisiyl e dua edildiğinde kabul edileceği ve istenilen lerin verileceği ism-i a’zamı öğrettiğini biliyor musun?” buyurdula r. Bunun üzerine “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü (s.a.v), bunu bana da öğretir misiniz?” dedim. Hz. Peygamber “Ey Âişe! (r.a) Bu senin için uygun değildir!” buyurdula r. Böylece onun yanından ayrıldım. Ancak bir saat kadar sonra yine gelerek mübarek başlarını öptüm ve “Ey Allah (c.c)’ın Rasûlü! (s.a.v) Ne olursunuz bana da öğretin!” diye yalvardım. “Hayır, ey Âişe! (r.a) onu sana öğretmem doğru olmaz. Çünkü onunla herhangi bir dünyalık isteyebil irsin!” buyurdula r. O zaman kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kılarak “Allâhümme ed’ük’allah, ve ed’ûke’r-Rahmân, ve ed’ûke’l-Berri’r-Rahîm ve ed’ûke biesmâike’l-hüsnâ küllihâ mâ alimtü minha vemâ lem a’lemü en tağfir lî ve terhamnî (Ey Allah (c.c)’ım! Senden Allah (c.c), Rahman, Berr ve Rahim isimlerin le, bilmediğim ve bildiğim tüm güzel isimlerin le beni bağışlamanı ve bana merhamet etmeni istiyorum)” diye dua ettim. Bunları işiten. Peygamber (s.a.v) gülümseyerek “Ey Âişe! (r.a) İsm-i a’zam işte bu söylediğin kelimeler in arasındadır” buyurdula r. Resululla h (s.a.v.) buyurdula r ki: “Ezanla kâmet arasında yapılan duâ reddedilm ez (mutlaka kabule mazhar olur).” “Öyleyse,” dendi, “ey Allah’ın Resulü, nasıl dua edelim?” “Allah’tan,” dedi, “Dünya ve ahiret için afiyet isteyin!” (M. Yusuf Kandehlev i, Hayatü’s-Sahabe, 4.c., 85-86.s.; İmam Nevevi, Dualar ve Zikirler) "Bana (halis kalb ile) dua ediniz. Duanıza icabet ederim." (Mü'min sûresi: 60) "Mü'minin din kardeşi için, arkasından yaptığı hayır dua kabûl olur. Bir melek, "Allahü teâlâ, bu iyiliği sana da versin! Âmin" der. Meleğin duası red edilmez." (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn) DUA "bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında bir dileğine bir arzusuna kavuşması için Allah'a yalvarması" olarak tanımlanabilir http://www.nurludualar-com.tr.gg |