ISLAMGREEN34 NEW WORLD

İSLAMİ DÖKÜMANLAR => HZ.MUHAMMED S.A.V ve ÇOK FARKLI İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR => Konuyu başlatan: admin üzerinde Eylül 17, 2008, 01:52:19 ÖÖ



Konu Başlığı: HANIM EVLİYALAR - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
Gönderen: admin üzerinde Eylül 17, 2008, 01:52:19 ÖÖ
Hanım Evliyalar konusu için alttaki linki tıklayınız

http://cemre.forumup.com/about842-cemre.html
http://www.1forum.net/peygamber-ve-sahabeler/destine-hatun-hanim-evliya-11120.html
http://www.minare.net/forum/onemli-sahsiyetler/bir-kadin-evliya-aminei-remliyye-ra-t11278.0.html;msg98740
http://forum.islamiyet.gen.tr/tags/hanim-evliya/
http://islamimedya.blogcu.com/evliyalarin-hayatlari_1279751.html
http://www.islamgulleri.gen.tr/forum/viewthread.php?forum_id=122&thread_id=5644
http://www.painboard.us/esma-binti-yezid-r-a-k41245.html

HZ.RABİ-TÜL ADEVİYYE

http://www.canpare.net/gonul-sultanlari/49962-hz-rabia-tul-adeviyye-ilk-kadin-evliya.html

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmeme ktedir. 752 (H. 135) yılında Kudüs civârında vefât etti.
Babası İsmâil'in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu. Babası çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisin e; "Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebil ir misin?" dedi. Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip; "Kapı açılmadı" deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü. Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimiz i gördü. Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki: "Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yârın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimiz e yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât gönderirdin. Bu Cumâ gecesi unuttun. Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a git. O yazıyı ver." Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimiz i görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimiz in kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. Râbia-tül Adeviyye'nin babası İsmâil Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pekçok altını da sadaka verip, bir ihtiyâcı olursa tekrâr gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti. Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatça bakıp güzel edeb ve terbiye ile büyüttüler.
Râbia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi. Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı.
"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizi m. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum . Benden râzı olup olmadığını da bilmiyoru m" dedi. Bu sırada bir ses duydu. "Üzülme, sen âhirette melekleri n bile imreneceği bir makamda bulunacak sın." diyordu. Râbia tekrar efendisin in evine döndü. Günlük hizmetler i yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığındaRâbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencerede n bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki: "Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsu n. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetind e bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyoru m..." Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı. "Artık Râbia köle olamaz!" diyordu. Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki: "Artık serbestsi n. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim." Râbia; "Gideyim." dedi. Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitleri ni ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberin e almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı.
Kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretler i kendisini ziyârete gelmişti. Kulübesinin kapısında, zenginler den birinin ağladığını gördü. "Niçin ağlıyorsunuz?" diye sordu. O zengin; "Zühd ve kerem sâhibi şu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânın bereketid ir. Allahü teâlâ bizi, bir çok belâ ve sıkıntılardan onun hürmetine muhâfaza etmektedi r. Ona bir mikdar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız için kabûl eder" dedi. Hasan-ı Basrî hazretler i içeri girip olanları bildirinc e, Râbia-tül Adeviyye buyurdu ki: "Ben bu dünyâlıkları bunların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rızkını verirken, kalbi O'nun muhabbeti yle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyo rsunuz? O kimseye selâmımızı söyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahü teâlâdan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hiç bir kimseden bir şey beklemiyo ruz. Geleni kabûl etmiyoruz . Bir defâsında devlete âid olan bir kandilin ışığından istifâde ederek gömleğimi yamadım da kalbim dağıldıkça dağıldı ve dikişleri sökünceye kadar kalbimi toparlaya madım."
Mâlik bin Dinâr şöyle anlatır: Birgün Râbia'nın yanına gittim. Abdestini almış, kalan sudan bir kaç yudum da içmişti. Dikkat ettim, testinin bir tarafı kırıktı ve çok eski bir hasırda oturuyord u. Ker***ten bir de yastığı vardı. Bunları görünce çok üzüldüm, içim yandı ve; "Ey Râbia! Zengin arkadaşlarım var. Kabûl edersen sana onlardan bir şeyler alayım" dedim. Bana dönerek; "Yâ Mâlik! Bana da, onlara da rızkı veren Allahü teâlâdır. O, fakirleri fakir olduğu için unutup, zenginler i de zengin olduğu için hatırlıyor ve yardım mı ediyor sanıyorsun?" dedi. Ben de "Hayır, hiç öyle olur mu?" dedim. Bunun üzerine "Mâdem ki Rabbim benim hâlimi biliyor, benim hatırlatmama ne lüzum var. O, öyle istiyor, biz de O'nun istediğini istiyoruz" diye cevap verdi.
Râbia-tül Adeviyye, "Niye evlenmiyo rsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi: "Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim . Birincisi, (Acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabi lecek miyim?) İkincisi, (Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekle r?) Üçüncüsü, (Herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım?)" dedi. O kimseler; "Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler. "O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim?" buyurdu.


Bir gün ikindi vakti yanına bir misâfir geldi. Tencerede bir parça et vardı. Eti pişirip misâfire ikrâm edeyim diye düşündü. Fakat, yemeği hazırlamak için de misâfirin yanından ayrılamadı. Nihâyet akşam vakti oldu. Namazlarını kıldılar. Kendisi de, misâfiri de oruçlu idiler. Nihâyet evde bulunan bir kuru ekmek ve bir mikdar suyu misâfire ikrâm için hazırladı. Sonra, etin bulunduğu tencereni n Allahü teâlânın izni ile kaynadığını ve yemeğin çok güzel piştiğini gördü. Misâfire ikrâm ile iftarı birlikte yaptılar. Misâfir; "Hayâtımda bu kadar lezzetli bir yemek yemedim." deyince, Râbia-tül Adeviyye; "Her hâlinde Allahü teâlâyı hatırlıyan ve sâdece O'nun rızâsını istiyenle re işte böyle yemek pişirirler." buyurdu.
Râbia-tül Adeviyye'nin hacca gitmek arzusu çoğaldı. Bir kâfileye katılarak yola çıktı. Yolda merkebi ölünce kâfiledekiler; "Eşyâlarınızı bizim hayvana yükleyelim" dediler. Onlara; "Ben Allahü teâlâya tevekkül ederek yola çıktım. Siz yolunuza devam ediniz, ben yavaş yavaş gelirim" dedi ve kervan yoluna devam etti. "Yâ Rabbî! Çok âciz olduğumu görüp, biliyorsu n. Beni evine dâvet ettin ama bineğim yarı yolda öldü. Koca çölde yalnız kaldım. Durumu sana havâle ettim." diyerek eşyâlarını yüklendi. Onun bu yalvarışından sonra Allahü teâlâ merkebi diriltti. Hazret-i Râbia buna çok sevindi.
Bir gün, Râbia-iAdviyye'ye yemek yapmak istediler, fakat soğan yoktu.Komşudan alalım dediler. O da; "Kırk senedir, Allahü teâlâdan başkasından bir şey istememek üzere söz verdim. Zararı yok soğansız olsun." buyurdu. Sözünü yeni bitirmişti ki, bir kuş ayaklarındaki soğanları oraya bırakıp gitti. Bunu gören hazret-i Râbia; "Bu ilâhî bir imtihandır, Allahü teâlânın azâbından emin değilim, korkuyoru m!" deyip, yemek yerine kuru ekmeği yedi.
Bir gün, Hasan-ı Basrî hazretler inin evinin önünden geçiyordu. O sırada evin damında bulunan Hasan-ı Basrî, Allahü teâlânın muhabbeti nden pek çok ağlamış, göz yaşlarını rüzgâr, aşağıdan geçmekte olan Râbia-tül Adeviyyen in yüzüne düşürmüştü. Damlanın nereden geldiğini araştırıp, yukarıda ağlamakta olan Hasan-ı Basrî'yi görünce; "Ey Hasan! Sakın gözyaşların nefsinin arzusuyla akmış olmasın! Bu gözyaşlarını içinde muhafaza et ki, içerde bir derya olsun. Allahü teâlânın muhabbeti ile kaynasın" dedi.
Bir defâsında kendisini sevenler ziyârete gelmişlerdi. Evde, odayı aydınlatacak bir kandil yoktu. Gelenlere ise ışık lâzımdı. Râbia-tül Adeviyye hazretler i parmaklarına üfledi. Bunun üzerine Allahü teâlânın izniyle sabaha kadar parmaklarından ışık yayıldı ve oda aydınlandı.
Bir kimse, kendisine, cebinden çıkardığı parayı vermek istedi. Hazret-i Râbia elini havaya doğru uzattı. Avucu altınla dolu olduğu halde o kimseye; "Sen cebinden alıyorsun, bana böyle veriyorla r." dedi.

HZ.RABİA VE HASAN BASRİ HAZRETLERİ

http://www.dervisler.net/forum/index.php?topic=3038.0
http://www.google.com.tr/#hl=tr&source=hp&biw=1020&bih=596&q=HZ.RAB%C4%B0A+VE+HASAN+BASR%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0&oq=HZ.RAB%C4%B0A+VE+HASAN+BASR%C4%B0+HAZRETLER%C4%B0&aq=f&aqi=&aql=&gs_sm=e&gs_upl=2297l2297l0l1l1l0l0l0l0l203l203l2-1&fp=43b2672bce689630

HZ.RABİA VE HASAN BASRİ HAZRETLERİ - İLK KADIN EVLİYA HZ.RABİA

Yine Mürşid-i Kamilin Allah (cc) katındaki kıymet ve değeri ile ilgili bir başka hadiseyi daha anlatalım inşaallah:

            Bir sohbetler inde Hasan-ı Basri (ks):

          ─Nasıl ki erkekleri n aslanları varsa, dişi aslanlar da vardır, dedi.

           ─Kimdir bu dişi aslan? diye sorulunca, o da dişi aslanın Rabiatül Adeviyye olduğunu söyledi. Bunun üzerine, zamanın şeyhleri ve mürşid’leri Rabiatül Adeviyyen in evine ziyarete geldiler. Rabiatül Adeviyyen in evi o kadar mütevazı idi ki, dünyalık birkaç parça eşyadan başka hiç bir şey yoktu. Evinde ışık dahi bulunmama kta, karanlık bir yerdi. Gelen ziyaretçiler, Rabia anamızı tebrik edip, bu makama nasıl geldiğini soracakla rdı. Hasan-ı Basri o karanlıkta:           

           ─Sen sağa, sen sola, sen de buraya otur, diyerek, herkesi yarım ay şeklinde topladı.

            Bundan sonra:

            “Mallarınız, çocuklarınız sizin için birer fitnedir.”(Teğabün /15)

“Sakın ola ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ın (cc) zikrinden alıkoymasın” (Münafıkun /9)

Ayetlerin i okuyarak sohbete başladı. Çeşitli ayet ve hadislerl e Allah’ı (cc) sevmenin yollarını anlattı. Daha sonra sözü Rabia anamıza bıraktı. O mübarek kadın da:

             ─Herkes sevdiğinden bahseder. Ben Allah-ü Teâlâ Hazretler ini öyle seviyorum ki Muhammed ’il Mustafa’ya dahi kalbimde yer kalmadı, deyince, orada bulunanla rın hepsi “Allah, Allah” diye hayıflanıp ağlamaya başladılar.

            Rabiatül Adeviyye (ra)’ın sözlerinden anladığımız O’nun hem Rasululla h’ta hem de Allah-ü Teâlâ da fani olduğudur.

            Hasan-ı Basri, kadınları irşad edecek, onlara Allah ve Resulü’nü sevdirece k bir insanla hayatına devam etmek istiyordu . Bu sebeple Rabiatül Adeviyye ile evlenmek istedi. Onunla görüşmeleri için aracılar yolladı. Rabiatül Adeviyye bu teklifi duyunca:

            ─Ben dokuz nefsime sahip oldum da, O bir nefisine sahip olamadı mı? Hayır, istemiyor um, deyip aracıları geri yolladı.

            Cevabı duyan Hasan-ı Basri Hazretler i:

            ─Eyvah! Teklifimi nefsanî zannetmiş, yanlış anlaşılmışım, deyip, bizzat kendisi yanına gitti. Ona:

            ─Ya Rabia! Biz seni burada mahcup gördük. Seni Allah için nikâhlayıp, haneme götürmek istedim. Tüm mü’minlerin senden ve senin ilminden istifade etmesini arzuladım, deyince.

            Rabiatül Adeviyye:

            ─Eğer benim son nefesimde imanla gideceğime, kabrimde suallere cevap verebilec eğime, sırat köprüsünden geçebileceğime dair bir ruhsat, bir imza verebilir sen, hemen kıyalım nikâhımızı, dedi. Bunun üzerine Hasan-ı Basri Hazretler i:

             ─Katiyen böyle bir şey yapamam, deyip ağlayarak evine gitti. Bu olaydan kısa bir süre sonra Rabiatül Adeviyye vefat etti. O’nun tabiri ile: “Âşık, maşukuna kavuştu”.

            O sıralarda Selman-ı Farisi (ra) Hazretler i 129 yaşında olduğu halde, Kufe şehrine Hasan-ı Basri Hazretler i ile görüşmeye geldi. Ona Allah-ü Teâlâ’da fani olmanın formüllerini gösterdi. Böylece Hasan-ı Basri Hazretler i, Seyr-i Sülûk’unu tamamladı. Kemale erip, Efendimiz in varisi yani Varis-i Nebi oldu. Birgün Rabiatül Adeviyyen in (ra) kabrinin başına gelerek:

            ─Ah Rabia ah! Öyle ruhsatlar varmış ki; eğer şimdi benden o ruhsatları isteseydi n; İman ile gitmene, Kabir suallerin e yardımcı olacağıma,          Sırat köprüsünden geçeceğine, Amel defterini n sağdan verileceğine, Livaü’l-Hamd sancağına gideceğine dair, değil imza, mühür basarım mühür, der.

            Ehlullahın haber verdiği bu kıssadan anlaşılacağı üzere, Allah’ın kendileri ne izin ve ruhsat verdiği nice zâtlar, Allah katında Şefaatçi olacaklar dır. Allah katında Şefaat etmeye izin verilenle r, öncelikle bu Ümmete haliyle, yaşantısıyla örnek olmuş, ışık olmuş Önderler olması icap eder. Zira onlar, Allah-ü Teâlâ’yı kullara sevdiren ve kulları da Allah’a sevdiren Önderlerdir.