Konu Başlığı: İSLAM VE ANTİFANATİZM - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ - BÖLÜM 1 Gönderen: admin üzerinde Şubat 06, 2014, 01:04:07 ÖS İSLAM VE ANTİFANATİZM HAKKINDA ÖNEMLİ BİR ANEKTOD
BÖLÜM 1 İSLAM VE ANTİ FANATİZM FORUM İSLAMİDÜNYA34 İSTANBUL 2013 AHMET METİN ZİYAOĞLU Selamün aleyküm kardeşlerim Öncelikle şunu söylemek istiyorum Kelime-i şahadet ehli olan Tüm insanlar Müslümandır Dünyada ve Türkiyede Asırlardan beri süren Müslümanlar arasında yaşanan Tüm savaşların asıl sebebi İktidar ve fanatizmd ir Ve Müslümanların arasındaki savaşın Sebepleri ne olursa olsun Asıl sebep iktidar ve fanatizmd ir Dökülen Müslüman kanıdır Öldürülende Müslümandır Ölende Müslümandır Yezid ve Muaviyede Müslümandır Hz. Hüseyin r.a Efendimiz de Müslümandır Hz. Ali r.a ve taraftarl arıda Müslümandır Sahabe-i Kiramdan Veysel Karani Hazretler i Hz.Ali nin r.a Askeridir Sahabe-i Kiramdan Eyyub El-Ensari Hazretler i ise Yezid ve Muaviyeni n Askeridir Kısacası hepsi Müslümandır Bu konuyla ilgili aşağıdaki bazı kaynaklar dan bir iki anektod aktardım Okuyunuz Ancak benim asıl söylemek istediğim şey Yezid ve Muaviye veya Hz. Ali r.a veya Hz. Hüseyin r.a Ve bütün Müslümanların Üst iktidar sahipleri arasında ilk etapta asla kin ve nefret yoktur Fakat taraftarl arı arasındaki fanatizm yüzünden Üst iktidar sahipleri Müslümanlar arasındada Düşmanlık varmış gibi algılanmaktadır Müslüman kardeşlerim Savaş ve kan ile gözyaşı Kin ve nefret Müslümanlara yakışmaz İslamiyet sevgi ve kardeşlik dinidir Ve hangi Mezhepten Tarikatte n olursak olalım Hangi cemaatten veya Ülkeden olursak olalım Dilimiz rengimiz ne olursa olsun Müslümanlar kardeştir Ve ikltidar kavgası ile Fanatizm Müslümanları birbirine düşman eden olgudur Allah rızası için bu olguların etkisinde kalmayalım Ve Hz. Ali r.a buyurduğu gibi " Hayatta en hakiki Mürşid İlimdir " Hz. Ali r.a Buyurduğu gibi akl-ı selim düşünelim Ve kin ve nefret ile savaşmak yerine Bilim ve teknoloji ye önem verelim Ve barış ve kardeşlik içinde Yaşamaya çalışalım Allah c.c yardmıcımız olsun Selamün aleyküm Lütfen aşağıdaki yazıları okuyalım Ve bir kez daha akl-ı selim olarak Düşünelim İnşallah VEYSEL KARANİ HZ.ALİ R.A SAFINDA ASKERDİ http://www.siirtmuftulugu.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=117 Hz. Veysel Karani’nin 555-560 yılları arasında doğduğu tahmin edilmekte dir. Doğum yeri Yemen’in Karen Köyü’dür. Soyu Yemen Kabileler inden Muradoğulları’ndan gelmekted ir. Babasının ismi Amir’dir. Kendisini n asıl ismi Üveys Bin Amir-i Karenî’dir. Karen Köyü’nün bir mutlu seherinde dünyaya gelen küçük Üveys, Muradoğulları’ndan Amir’in mütevazı evini mutlulukl a doldurur. Dört yaşında iken babası vefat eder. O, annesinin başka kimsesi bulunmadığından bin bir güçlükle herhangi bir tahsil görmeden, semavi dinlere ve kitaplara ait herhangi bir bilgisi olmadan büyür. Üveys büyüdükçe kendisind e doğuştan mevcut olan “Tek Tanrı’ya İnanç” hissi de gelişir. O’nu kimse anlamaz, söylediklerine güler, alay ederler. Kendisini anlayan, dinleyen, derdine ortak olan tek insan annesi idi. Gönlü ulvi hislerle kaynaşan ve artık çalışıp annesine bakabilec ek çağa gelen genç Üveys, bir iş aramaya koyulur. Sonunda kendisine en uygun işi seçer. Kendisiyl e alay eden, kendisini anlamayan insanlard an uzaklaşmak ve endi iç dünyasıyla başbaşa kalabilme k için deve çobanlığı yapmaya başlar. Hz. Veysel Karani deve çobanlığı yapmaya başlayınca ihtiyar ve hasta annesi olmasa deve otlattığı sakin vadilerde n Karen’e inmeyi hiç istememek tedir. Kendi uzletgahında Allah ile başbaşa kalmaktan bir an olsun ayrılmak istememek tedir. Artık Hz. Veysel Karani’nin ufku öyle geniş, aydınlık, gönlü öyle duyarlıdır ki, her an bir kurtarıcının haberini beklemekt edir. Ve beklediği kutlu haber çok geçmeden kendisine ulaşır. Bu haber Allah’ın son Peygamber i Hz. Muhammed’in zuhur ettiği ve insanları “Hak Din’e” davet ettiği haberidir . Hz. Veysel Karani bf haberi duyunca hiç kimsenin irşad ve teşviki olmadan Müslüman olur, İslam’a ve Hz. Muhammed’e gönülden bağlanır. Annesine de Kelime-i Tevhid’i bizzat kendisi öğretir. Hz. Veysel Karani Müslüman olunca yüce peygamber in nurlu yüzünü görebilmek aşkıyla yanar tutuşur. Hz. Veysel Karani, Allah Resulü’nü görme arzusunu birkaç defa pek sevdiği annesine açarsa da, çok ihtiyar ve âmâ (kör) olan annesi, kendisine bakacak kimse olmadığından izin vermez. Hz. Veysel Karani’nin yaşı kırk’ın üzerine gelir. Oğlunun gönlünde patlayan yanardağları çok iyi hisseden anne, çaresiz “Ancak Medine’ye gidip hemen gelmek, Hz. Peygamber’i orada bulamayac ak olursa teşriflerini beklemede n dönmek.” Şartıyla kendisine izin verir. Gönlü Allah aşkıyla, Peygamber muhabbeti yle dolu olan Hz. Veysel Karani, izin alınca durmaz ve Medine yollarına koyulur. Issız vadiler, dağlar, tepeler, kızgın çölleri aşar ve Peygamber beldesi Medine’ye ulaşır. Hz. Peygamber’in evine giden Hz. Veysel Karani, Peygamber imizi evde bulamaz. Peygamber Efendimiz o sırada Tebük Seferi’ndedir. Peygamber imizi bulamayınca çok üzülür. Hz. Veysel Karani, annesine verdiği sözü hatırlar. Hz. Aişe (R.A.)’ye “- Kainatın efendisin e selamımı söyleyiniz. Cennet sabahlarını andıran mübarek yüzlerini doya doya görmek isterdim. Lütfen, içimin aşk-ı Muhammed’i (S.A.V.) ile yandığını, gönlümün bitmez niyazını bildirini z.” Diyerek ayrılır ve tekrar Yemen yolunu tutar. Peygamber Efendimiz seferden dönünce Hz. Aişe’ye şöyle hitap ettiler: “- Ya Aişe, evimize hangi ulu kişi geldi? Bu Rahmani kokular, bu İlahi lezzet nedir? Ey Allah’ın Resulü; Yemen Oymağı’ndan Karen Köyü’nden Üveys adında bir zat sizi ziyarete geldi. Mukaddes Cemâlinizin bağrı yanık aşıklarındanmış. Zat-ı âlinizi bulamayınca çok üzgün bir halde ayrıldı. İşte o adam gittikten sonra evin içinde bu ulvi kokuları hissettim . Ya Aişe, sen o zatı gördün mü? Evet ey Allah’ın Resulü. Sağ gözümün ucu ile baktım. Öyleyse o gözünü bende ziyaret edeyim. Görüşün ve gördüğün mübarek olsun.” Bir müddet sonra Mescid-i Nebevi’ye geçen Resululla h, Sahabeler ine seslendil er; “ – Müjdeler olsun, Üveys’i gören gözü ziyaret ettim, gelin siz de benim gözümü ziyaret edin. Ve buyurdula r; “Bana Yemen tarafından rahmani kokular geliyor. Şüphesiz tabii’nin en hayırlısı Üveys’tir.” Resululla h son hastalıklarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Aişe’ye vasiyet buyurdula r : “ Benden sonra arkamdaki hırkamı, Üveys’e veriniz.” Yine Resululla h buyurdula r :“Benim ümmetimde Üveys adında bir kişi vardır. Kıyamet gününde Rebia ve Mudar Kabileler i’nin koyunları tüyü sayısınca günahlı kişilere şefaat edecektir .” Resululla h’ı göremeden tekrar Karen’e dönen Hz. Veysel Karani yine deve çobanlığı yapmaya devam eder. Yine Karen halkı ona divane gözüyle bakar ve O’nunla alay ederlerdi . O yine herkesten uzak kendi uzletgah’ında ibadetler iyle meşgul olur, gönlü Allah aşkı, Peygamber sevgisiyl e dolar taşardı. Peygamber imizin vefatından sonra Hz. Ali ve Hz. Ömen Üzeys Hz.’ni bulur ve Peygamber imizin vasiyeti üzerine Hırka-i Şerifi Hz. Veysel Kanani’ye verirler. Peygamber imizin hırkasının Hz. Veysel Karani’ye verilmesi nden sonra ve Peygamber imizin O’nun hakkındaki övgülerinin duyulmasından sonra Hz. Veysel Karani’nin gözünde değeri artar, herkes ona hürmet eder. Annesi vefat etmiş bulunan Hz. Veysel Karani’nin yüceliği bu hadiseden sonra Karen’de bilindiği ve kendileri ne olan hürmet arttığı için köyden ayrılırlar. Kûye’ye giderler. Hz. Veysel Karani’nin Kûye ve Basra taraflarındaki hayatı da eskisi gibi yine ıssız vadilerde, tabiatın kucağında ve kendi uzletgahında Hakk’a niyazla geçmektedir. Hz. ali’nin halifeliği sırasında iki Müslüman grup arasında çıkan Sıffin Savaşı’nın hazırlıkları esnasında Hz. Ali tarafında, safında savaşa katılması ricasıyla Medine’ye davat edilirler . Memnuniye tle bu davete icap eden Hz. Veysel Karani hemen Medine’ye hareket ederler, daha sonra da Hz. Ali’nin yanında Sıffin Savaşı’na katılırlar. Sıffin Savaşı esnasında Veysel Karani’de yaralanar ak, Hicret’in 37. Senesinde (Miladi 657) Şevval ayının 18. günü Fırat Nehri kenarında savaş meydanında şehit olur. Sıffin Savaşı’nda şehitlerin büyük çoğunluğu savaşın olduğu yerde toprağa verildi. Şehitlerini memleketl erine götürmek isteyenle r için tabutlar yaptırıldı. Şehitlerin içinde Hz. Veysel Karani’de vardı. Mübarek naaşı için üç ayrı kabile toplanmış ve sahip çıkmışlardır. Şehit birdi, ancak sahipleri üçtü. Saatlerce tartıştılar. Ne var ki, hiçbir kabile diğerini tatmin edip inandıramadı. Sonunda iş Hz. Ali’ye ulaşınca O, olayı islami açıdan anlatmaya çalıştı. Hz. Veysel Karani’nin köken itibariyl e Yemen’li olduğunu ve Yemenlile re verilmesi gerektiğini belirtti. Ancak, diğer iki kabile bu teklife razı olmadılar. Hz. Ali kur’a çekme teklifind e bulundu ise de buna da razı olmadılar. Bunun üzerine Hz. Ali “Peki, dedi... Veysel Karani’nin mübarek naaşını ben korumaya alıyorum... Yarın görüşürüz.” dedi ve her üç kabile başkanları dağıldılar. Hz. Veysel Karani son kerametin i gösterdi ve sabah kalktıklarında her üç kabilenin tabutlarında da göründü. Her kabile birbirind en habersiz naaşın kendileri ne verildiğini zannedere k sessizce naaşı alarak, biri Yemen yolunu, biri Şam yolunu, biri de Bitlis yolunu tuttu. Allah aşkının potasında eriyen Veysel Karani Hz.’nin kerameti böylece yeni olayların çıkmasını önler. Rivayetle r O’nun şahadetini ve kerametin i böyle anlatır. Ancak, her şeyi bilen yüce Allah’tır. O’nun defni ve mezarıyla ilgili anlatılanlar birer rivayete dayanır. Nereye ve nasıl defnedild iği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Nerede olduğunu ancak yüce Allah bilir. Keşifleri : Kahveyi bulan o’dur. Üveys bir gün develeri otlatırken buruşuk meyvelerd en birisini ısırdı. Acıydı. “ Allah (c.c) her bir nimeti fayda için yaratmıştır.” Diyerek acı bulduğu o meyvelerd en birazını ateşin üzerine attı, kavurdu, çiğnedi acılıkları kalmamıştı. Bir saat sonra Üveys’in aklı içi bir olmuştu. Daha sonra iyi düşünmeye, kendisine güvenmeye başlamıştı. Üveys derhal yakışan ismi söyledi. “Madem ki yiyeni keyiflend iriyor (keyfe) olmalıdır.” Dedi. Günümüzde Keyfe adı kahve olarak anılmaktadır. Hz. Veysel Karani’nin İlmi Yönü : Hz. Veysel Karani, dünyanın batıl inançlarla karanlık içinde yüzdüğü bir dönemde, İslam’ın doğuşundan önce Yemen’in Karen Köyü’nde bu aleme gözlerini açan bir velidir. Hem de velilerin öncüsüdür. Doğuşunda gönlünü ışıklandıran tek Allah inancı daha çocukluk yıllarında başlamış, olgunluk çağına geldiğinde bu inanca Peygamber sevgisi eklenince, iç aleminde dış alemleri görür pencerele r açılmıştır. Okul görmediği, bir harf bilmediği halde yüce Allah ona gayb alemlerin i açmıştı. Hiçbir öğretmene gerek duymadan gizli hazineler ini öğrenmek ve görmek mutluluğunu bağışlamıştır. O’nun zengin gönül ikliminde sürekli olarak Allah’a ve yüce Peygamber ine sevgi çiçekleri yeşermişti. Hz. Peygamber daha dünyayı aydınlatmadan yıllar önce tek tanrı görüşüne ve peygamber in geleceğine inanmış olması, O’nun erdem dolu nitelikle rinin en üstünüydü. Alemler serdarı Hz. Peygamber i dünya gözüyle görmeden O’na aşık olmuştu. O’nu görebilmek iştiyakıyla doluydu. Ne var ki, gönül gözüyle her zaman gördüğü Hz. Peygamber i dünya gözüyle görememiştir. Hz. Peygamber in " Cennet anaların ayakları altındadır.” Hadisi ile buyurduğu anne sevgisini n kutsallığını, yatalak annesine bir ömür boyu gösterdiği üstün hizmet ve ilgisiyle, insanoğluna en güzel örneği hiç kuşkusuz Veysel Karani Hz. vermiştir. Hz. Veysel Karani’nin tabii’nin en ulusu olduğu, Allah ve Resulü nezdinde çok sevilen bir kişi olduğu, gerek Peygamber efendimiz in hadisleri nden, gerekse İslam alimlerin in ortak yorumlarından anlaşılır. Veysel karani Hz.’nin hayatı, derinlikl erine erişilmeyen bir ummandır. Bütün yaşamını deve çobanı yanında ibadet ve itaatle sürdürmüştür. Allah’ın bahşettiği eşsiz yüceliği de Peygamber in hırkasının kendisine verilmesi nden sonra anlaşılabilmiştir. Böylece o güne kadar deli divane olarak görülen Veysel Karani Hz. halkın gözünde kutsallaşmış, gönüllerde layık olduğu altın tahta oturmuştur. Allah’ın velileri her zaman insanların gönlünde taht kurmuştur. Onları her toplum kendileri ne mal etmek istemiştir. Sahip çıkmışlardır. Kendileri tek olduğu halde Anadolu’muzun birçok yerinde makamları bulunmakt adır. Hz. Peygamber bir hadisinde; “ Beni ziyaret etmek imkanına erişemediğinizde, kardeşim Veysel Karani’yi–Makamını-ziyaret ediniz.” buyurmuştur. EYYÜB EL - ENSARİ HAZRETLERİ YEZİDİN ORDUSUNDA ASKERDİ http://www.enfal.de/ecdad62.htm Rasûlullah (s.a.s.) Istanbul'un fethini ashâbina anlatip, "Istanbul elbette fetholuna caktir; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335) diye müjdelemistir. Hicrî 52. yilda Muaviye oglu Yezid kumandasi ndaki müslümanlar Istanbul'u kusattila r. Islâm akîdesinin dünyanin dört bir yanina yayIlmasi husûsunda çok canli ve diri bir gayrete sahip olan müslümanlar Istanbul'un fethi ve Islâm devletini n sinirlari na dahil olmasini siddetle arzuluyor lardi. Hz. Ebû Eyyûb el-Ensâri bu seferin hazirlanm asi için çok çalismis ve sefere karsi çikanlara ögütlerde bulunmust u. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yasinin çok ilerlemes inden dolayi Istanbul'a yaklastik lari bir sirada hastalanm is, Yezid'e, öldügü takdirde cenazesin in hemen gömülmeyerek ordunun varacagi en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyyet etmisti. Burada defnedile n Ebû Eyyûb müslümanlarin Istanbul'da bir sembolüdür. Istanbul, ashab devrinden baslamak üzere defalarca muhâsara edIlmis, nihâyet bu sehri fethetmek 1453 yilinda Fatih'e nasip olmustur. Ebû Eyyûb'un ölüm döseginde su hadisi rivâyet ettigi zikredili r; "Bir Insan Cenâb-i Hakk'a bir ortak kosmaksiz in ruhunu teslim ederse, Allah onu cennete koyar." SAHABE HAZRET- İ MUAVİYE R.A http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1632 Hazret-i Muaviye Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimiz in kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resululla hın zevceleri nden Habibe validemiz in kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resululla hın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesin de saklamış olduğu, Resululla hın mübarek saç ve tırnak kesintile rinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilm esini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır. Mekke fethedild iği gün babası ile beraber, Resululla hın önünde müslüman oldu. Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimiz in kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi. Zeyd ibni Sabit diyor ki: Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimiz in mektuplarını yazardı. Fahr-i âlemin emniyetli si idi. Bu yüksek rütbe, derecesin in ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar. Abdullah ibni Mübarek hazretler inin ilminin derecesin i bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimiz in ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye, Resululla hın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.) İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretler i de buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resululla hın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120] Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretler i de buyuruyor ki: (Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyl e büyüklerindendir. Peygamber efendimiz e nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremler idir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resululla hın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika] Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resululla hın önünde babası ile birlikte kahramanc a çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı. Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirild i. Kendisind en çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir. İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetler de bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganista n’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı. 673’de Ubeydulla h bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedile n Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbayca n, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketl ere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resululla hın sohbeti ve hayır dualarının bereketiy le, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı. Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliy di. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi . Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resululla hın sohbetini n bereketiy le İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybeders eniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve) Hazret-i Ali ile birbirler ine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebeciler in uydurmuş olduğu kıymetli kitaplard a yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyo r: (Muhammed aleyhisse lam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanla rın [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirler ine karşı merhametl i, yumuşaktır.) [Feth 29] Birbirler ine karşı merhametl i olan, birbirini seven insanlar birbirler ine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor? Peygamber efendimiz in kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamber imizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İşlerinizde Muaviye’yi bulunduru nuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân] (Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti] (Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi] Hazret-i Hasan diyor ki: Resululla h, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi) (Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!) (Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir] Ebu İdris el-Havlani anlatır: Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resululla hın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetin i ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi) İbnu Meryem el-Ezdi anlatır: Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretim den memnuniye ti izhâr etti. Ben de, Resululla htan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim: (Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, istekleri ni, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenme k üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud) Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır: Resululla h Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki: (Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesin i talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesin i diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim] Resululla hın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretler i buyuruyor ki: (İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerin e tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir . Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye] Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları) Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyo r ki: Resululla h, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu. Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resululla htan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) İmam-ı a'zam hazretler i, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimiz i, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96) İmam-ı Gazali hazretler i de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretler i buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisse lam Peygamber efendimiz e geldi (Ya Resulalla h! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsu n?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamber imiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27] İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplard a yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84) Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112) Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd) İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı. Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmek tedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326) Ali bin Ahmed hazretler i, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesin de, diyor ki: İbni Abbas şöyle anlatır: Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de, Resululla h zamanındaki kendimizl e ilgili faziletle rden konuşuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı: "Ben şu hasletler le bazılarınızdan faziletli oldum: 1- Resululla h efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulalla h!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu. 2- Resululla ha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resululla h efendimiz in mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu. 3- Resul-i ekremle Tebük gazvesind en dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulalla h! Musa aleyhisse lamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamber imizi ve susuzlukt an yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu. 4- Resululla h mescidde iken Cebrail aleyhisse lam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resululla h; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisse lam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resululla h bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım. 5- Bir gün Peygamber efendimiz in arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dedikleri nde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulalla h! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu. İbni Abbas hazretler i, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyordu k” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe) Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurular ak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram) Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettikleri ni yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedi r. Onbirinci sayfasında diyor ki: Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki: (Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resululla ha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsu n. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyilikler imi sen de yap!) Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki: (Nasihatin de şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!) Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendileri ne (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu .) Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorla r.) Yezide gelince, babasının nasihatle rini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi . Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti. Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki: (Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikte n ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.) Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fâsık, facir veya kâfir demiyordu . Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerin e sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı. Yine bu acem tarihinde diyor ki: (Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydini z, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercaneni n oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybeleri ni altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybeleri ni ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.) Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki: (Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlard a da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi. Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimseleri n, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır. Cila-ül-uyunda diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemekleri ni imam-ı Zeynelabi din ile beraber yerdi.) Hulasat-ül-mesaibde diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersini z?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler . Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.) Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir. Abdurrahm an ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti. Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabi din’in Kufe şehrine getirilin ce, katilleri miz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır. İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketle re sürüklemişler. Bu cinayetle rini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları) Hazret-i Muaviye Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimiz in kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resululla hın zevceleri nden Habibe validemiz in kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resululla hın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesin de saklamış olduğu, Resululla hın mübarek saç ve tırnak kesintile rinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilm esini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır. Mekke fethedild iği gün babası ile beraber, Resululla hın önünde müslüman oldu. Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimiz in kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi. Zeyd ibni Sabit diyor ki: Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimiz in mektuplarını yazardı. Fahr-i âlemin emniyetli si idi. Bu yüksek rütbe, derecesin in ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar. Abdullah ibni Mübarek hazretler inin ilminin derecesin i bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimiz in ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye, Resululla hın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.) İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretler i de buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resululla hın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120] Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretler i de buyuruyor ki: (Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyl e büyüklerindendir. Peygamber efendimiz e nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremler idir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resululla hın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika] Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resululla hın önünde babası ile birlikte kahramanc a çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı. Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirild i. Kendisind en çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir. İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetler de bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganista n’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı. 673’de Ubeydulla h bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedile n Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbayca n, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketl ere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resululla hın sohbeti ve hayır dualarının bereketiy le, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı. Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliy di. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi . Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resululla hın sohbetini n bereketiy le İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybeders eniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve) Hazret-i Ali ile birbirler ine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebeciler in uydurmuş olduğu kıymetli kitaplard a yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyo r: (Muhammed aleyhisse lam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanla rın [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirler ine karşı merhametl i, yumuşaktır.) [Feth 29] Birbirler ine karşı merhametl i olan, birbirini seven insanlar birbirler ine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor? Peygamber efendimiz in kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamber imizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İşlerinizde Muaviye’yi bulunduru nuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân] (Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti] (Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi] Hazret-i Hasan diyor ki: Resululla h, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi) (Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!) (Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir] Ebu İdris el-Havlani anlatır: Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resululla hın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetin i ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi) İbnu Meryem el-Ezdi anlatır: Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretim den memnuniye ti izhâr etti. Ben de, Resululla htan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim: (Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, istekleri ni, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenme k üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud) Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır: Resululla h Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki: (Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesin i talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesin i diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim] Resululla hın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretler i buyuruyor ki: (İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerin e tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir . Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye] Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları) Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyo r ki: Resululla h, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu. Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resululla htan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) İmam-ı a'zam hazretler i, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimiz i, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96) İmam-ı Gazali hazretler i de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretler i buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisse lam Peygamber efendimiz e geldi (Ya Resulalla h! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsu n?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamber imiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27] İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplard a yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84) Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112) Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd) İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı. Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmek tedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326) Ali bin Ahmed hazretler i, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesin de, diyor ki: İbni Abbas şöyle anlatır: Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de, Resululla h zamanındaki kendimizl e ilgili faziletle rden konuşuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı: "Ben şu hasletler le bazılarınızdan faziletli oldum: 1- Resululla h efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulalla h!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu. 2- Resululla ha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resululla h efendimiz in mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu. 3- Resul-i ekremle Tebük gazvesind en dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulalla h! Musa aleyhisse lamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamber imizi ve susuzlukt an yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu. 4- Resululla h mescidde iken Cebrail aleyhisse lam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resululla h; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisse lam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resululla h bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım. 5- Bir gün Peygamber efendimiz in arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dedikleri nde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulalla h! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu. İbni Abbas hazretler i, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyordu k” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe) Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurular ak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram) Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettikleri ni yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedi r. Onbirinci sayfasında diyor ki: Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki: (Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resululla ha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsu n. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyilikler imi sen de yap!) Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki: (Nasihatin de şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!) Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendileri ne (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu .) Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki: (İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorla r.) Yezide gelince, babasının nasihatle rini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi . Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti. Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki: (Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikte n ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.) Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fâsık, facir veya kâfir demiyordu . Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerin e sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı. Yine bu acem tarihinde diyor ki: (Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydini z, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercaneni n oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybeleri ni altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybeleri ni ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.) Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki: (Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlard a da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi. Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimseleri n, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır. Cila-ül-uyunda diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemekleri ni imam-ı Zeynelabi din ile beraber yerdi.) Hulasat-ül-mesaibde diyor ki: (Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersini z?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler . Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.) Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir. Abdurrahm an ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti. Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabi din’in Kufe şehrine getirilin ce, katilleri miz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır. İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketle re sürüklemişler. Bu cinayetle rini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları) Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimiz in kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resululla hın zevceleri nden Habibe validemiz in kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resululla hın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesin de saklamış olduğu, Resululla hın mübarek saç ve tırnak kesintile rinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilm esini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır. Mekke fethedild iği gün babası ile beraber, Resululla hın önünde müslüman oldu. Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimiz in kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi. Zeyd ibni Sabit diyor ki: Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimiz in mektuplarını yazardı. Fahr-i âlemin emniyetli si idi. Bu yüksek rütbe, derecesin in ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar. Abdullah ibni Mübarek hazretler inin ilminin derecesin i bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimiz in ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye, Resululla hın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.) İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretler i de buyuruyor ki: (Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resululla hın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120] Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretler i de buyuruyor ki: (Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyl e büyüklerindendir. Peygamber efendimiz e nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremler idir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resululla hın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika] Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resululla hın önünde babası ile birlikte kahramanc a çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı. Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirild i. Kendisind en çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir. İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetler de bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganista n’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı. 673’de Ubeydulla h bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedile n Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbayca n, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketl ere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resululla hın sohbeti ve hayır dualarının bereketiy le, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı. Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliy di. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi . Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resululla hın sohbetini n bereketiy le İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybeders eniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve) Hazret-i Ali ile birbirler ine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebeciler in uydurmuş olduğu kıymetli kitaplard a yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyo r: (Muhammed aleyhisse lam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanla rın [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirler ine karşı merhametl i, yumuşaktır.) [Feth 29] Birbirler ine karşı merhametl i olan, birbirini seven insanlar birbirler ine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor? Peygamber efendimiz in kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamber imizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İşlerinizde Muaviye’yi bulunduru nuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân] (Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti] (Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi] Hazret-i Hasan diyor ki: Resululla h, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi) (Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!) (Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir] Ebu İdris el-Havlani anlatır: Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resululla hın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetin i ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi) İbnu Meryem el-Ezdi anlatır: Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretim den memnuniye ti izhâr etti. Ben de, Resululla htan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim: (Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, istekleri ni, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenme k üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud) Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır: Resululla h Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki: (Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesin i talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesin i diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim] Resululla hın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretler i buyuruyor ki: (İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerin e tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir . Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye] Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları) Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyo r ki: Resululla h, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu. Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resululla htan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) İmam-ı a'zam hazretler i, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimiz i, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96) İmam-ı Gazali hazretler i de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötüleme İSLAM VE ANTİFANATİZM BÖLÜM 1 SONU LÜTFEN 2. BÖLÜMÜ OKUYUNUZ Konu Başlığı: İSLAM VE ANTİFANATİZM - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ - BÖLÜM 2 Gönderen: admin üzerinde Şubat 06, 2014, 01:13:54 ÖS İSLAM VE ANTİ FANATİZM İLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİR ANEKTOD
BÖLÜM 2 İSLAM VE ANTİ FANATİZM FORUM İSLAMİDÜNYA34 İSTANBUL 2013 AHMET METİN ZİYAOĞLU MUAVİYE YEZİD VE KERBELA http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=20618 Tam adı Muaviye bin Ebi Süfyan'dır. 602 yılında Mekke'de doğan Muaviye Hz. Muhammed'in Mekke'yi fethinden sonra müslüman oldu. İkinci Halife Ömer döneminde Şam'a Vali olarak tayin edildi. Muaviye'nin gücü, akrabası olan Hz.Osman zamanında iyice arttı. Üçüncü halife olmuştu. Hz.Osman'ın halifeliğiyle Muaviye Şam'ın yanısıra Suriye'nin diğer vilayetle rini de idaresi altına aldı. Böylece Muaviye, bütün Suriye ve çevresinin valisi olup, servet ve iktidarını günden güne arttırmaktaydı. Muaviye, Üçüncü halife Hz.Osman öldürüldüğünde hem siyasi, hem de ekonomik açıdan oldukça güçlü bir konuma gelmiş bulunuyor du. Bu gücü nedeni iledir ki, müslümanların ittifak ile halifeliğe getirdiği Hz. Ali'nin meşru halifeliğini tanımamış, Hz.Osman'ın kanını talep iddiasını öne sürerek Hz. Ali ile savaşa girmiştir. Yine Muaviye, Hz.Osman'ın intikamcısı rolüne sarılmakla kalmıyor; halife Hz.Osman'ın katilleri ni teslime rıza gösterdiği taktirde Hz. Ali'ye biat etmeğe razı olduğunu ilan ediyordu ki, bu apaçık siyasi bir manevraydı. Muaviye bu manevrada n Sıffin Savaşı öncesindeki müzakerelerde oldukça yararlanmıştı. Emevi sülalesi İslâm'ın doğuşu ile kaybettik leri nüfuz ve iktidarı yeniden ele geçirebilmek için akıl almaz yollara başvurmuşlardır. Özellikle Muaviye'nin ve Yezid'in davranışlarının iyi niyetle izahı mümkün değildir. Muaviye, servetini siyasal başarısı için seferber etmiş durumdaydı. Karşıtlarından kiminin öldürülmesi yolu benimseni rken, kiminin de para ile satın alınması yoluna gidilebil iyordu. Tahsis ettiği maaşların ve cömertce ihsanların altın zinciri ile en inatçı aleyhtarl arının dizginler ini elinde tutmayı başarmış idi. Muaviye'nin suçlanmasına yol açan davranışlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Muaviye, Şam dışındaki bütün İslâm eyaletler inin meşru halifesi olan Hz. Ali'ye savaş açmış ve esasta iktidarı elde etme amacını Hz.Osman'ın kanını talep iddiasıyla hasıraltı etmeyi amaçlamış, dolayısıyla o zamana kadarki İslâmi teamüllere karşı çıkarak hilafeti gaspetmiştir. 2. Muaviye, siyasi amaçları uğruna, vali ve hakimlere ferman göndermek suretiyle Hz. Ali'ye, Ebu Turap lakabıyla birlikte küfür ettirir, lanet okutturur, sövdürürdü. Ebu Turap, toprağın babası anlamında olup, Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali'ye verilmiş bir ad idi ve Hz. Ali de bu lakabı çok severdi. Muaviye ile başlayan bu adet diğer Emevi hükümdarları zamanında da sürdü. Mescidi Nebevi'de, Peygamber in manevi huzurunda, onun minberind e en çok sevdiği zata karşı yakışık almayan küfürleri savurmak adet bile oldu. 3. Muaviye, diyet uygulamasında sünnete aykırı davrandığı gibi, ganimet mallarının dağıtılmasında da Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün sünnetinin açık hükümlerine aykırı davranmıştır. Emevi soyunun idarecile ri, Hz.Ömer b. Abdülaziz istisna edilecek olursa, Kur'an ve Sünnet'i dünyevi hırs ve menfaatle r uğruna feda edebilmiş ve tarihte ''İslâm'' değil ''Arap'' devleti adıyla şöhret kazanmışlardır. 4. Muaviye, valilerin i o zamanki yasalarda n üstün sayıyordu. Valilerin den Ziyad b. Ebih ve Bişr İbni Ertat'ın yaptıkları katliamla r ve zulümler tarihçilerce oldukça yer verilen konularda ndır. Muaviye ise bu zulümlere sessiz kalıyordu. Muaviye'nin Basra valiliğine getirdiği Ziyad b. Ebih, Irak'ta haksız yere binlerce insanı öldürttü. Muaviye'nin komutanla rından Büsr İbni Ertat, Mekke, Medine ve Yemen'de zalimce icraatler iyle ortalığa dehşet saçtı. 5. Muaviye, amaçlarına engel olarak gördüğü kişilerden kurtulmak için hiçbir harekette n çekinmezdi ve kanlı emelleri uğruna pek çok değerli şahsın ölmesi onun idaresi dönemine rastlar. Mesela Ammar b. Yasir, Eşter b. Malik, Muhammed İbn-i Ebu Bekir ve Hucr b. Adî bunlardan dır. Bu şahısların tümünün de ortak yanı, Hz. Ali'nin tarafında yer almış oluşlarıydı. 6. Muaviye, Hz. Hasan'la yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak, ölmeden önce oğlu Yezid'e biat edilmesin i istedi. Böyle bir durum, o zamana kadar Arapların ve Müslümanların anlayışına uymadığı gibi, Yezid de serbest hareketle rinden dolayı fasık sayılıyordu ve böyle bir kimsenin halifeliğe adaylığını kabul etmek mümkün değildi. Böylece, Muaviye, tarihe içki içen ilk halife olarak geçen oğlu Yezid'i, kendisine halef tayin etmiş oluyorduk i bu durum hilafetin saltanata dönüştüğünün açık bir göstergesiydi. Müsteşrik, G. Levi Della Vida'nın da dile getirdiği gibi, Muaviye'nin halifeliği, İslâm'ın devlet teşkilatı tarihinde yepyeni bir dönem açıyordu. Artık halife, sünneti uygulayan veya devam ettiren kimse olmaktan çıkıyor, Arap aleminin belli başlı siması, askeri kuvveti, aile ilişki ve etkileri, kendi şahsi itibarı sayesinde, kabile reisleri arasında en başta geleni oluyordu. Artık halife, resmi ünvanı bakımından olmasa bile, fiilen bir ''melik'', daha doğrusu Yunanlıların ''tiran'' dediği türden bir hükümdardı. Muaviye'nin iktidarı ile birlikte; saray adabına ve merasimle re aşırı derecede önem verilmeye başlandı. Muaviye'nin işlediği en önemli dört kötülüğü şu şekilde sıralamak mümkündür: -Muaviye her yönden dört halife devrinin sadelik, dürüstlük, eşitlik, adalet, kanaat kapılarını kapamış, Suriye'ye sinen Bizans ve İran saray politikası ile ihtişamının esiri olmuştur. -Serkeş birisini kendisine halef tayin etmiştir ve, -Milleti, Yezid'e biat ettirmek suretiyle Halifeliği saltanata dönüştürmüştür. -Cami minberler inden Hz. Ali'ye lanet okutturmuştur. -Yezid kimdir? Esasen Halife, eşitler arasından istişare ile seçiliyordu. Muaviye bu kuralı elinin tersiyle iterek, daha henüz sağken, çevresindekileri etki altına aldı ve kendisind en sonra oğlu Yezid'e biat etmelerin i sağladı. Böylece o zamana kadar Araplara yabancı olan saltanat uygulaması fiilen başlamış oldu. Bu şekilde, Halife'nin seçimi ve liyakati gibi unsurlar geri plana itilerek halifelik makamı bir tür saltanat kurumu haline dönüştürüldü. Hz. Ali'nin vefatından sonra( 24 Ocak 661), Hz. Ali'nin halifeliğini tanımış -Şam ve Mısır dışında- bütün eyaletler Hz. Hasan'a biat ettiler. Muaviye bu durumu haber alınca 60 bin kişilik bir ordu ile Irak'a yürüdü. Hz. Hasan da 40 bin kişilik bir ordu ile yola çıktı. Ancak Hz. Hasan karşı tarafın askeri gücünden ve yandaşları arasındaki ayrılıklardan çekinerek, savaşı göze alamadı ve yapılan bir anlaşma sonucunda halifelik ten çekildi. Anlaşmaya göre; -Hz. Ali yandaşlarına eziyet edilmeyec ek, -Hutbelerde Hz. Ali'ye lânet okunmayac ak, -Halifelik Muaviye'den sonra Hz. Hasan'a devredile cek, -Hz. Ali soyundan gelenlere maddi katkıda bulunulac aktı. Ancak zaman niçerisinde askeri ve siyasi gücünü iyice sağlamlaştıran Muaviye ''Hasan'la olan ahdim ayağımın altındadır.'' demek suretiyle, anlaşma hükümlerini bir bir çiğnedi. Ve Hz. Hasan'ın ortadan kaldırılmasi gerekiyor du ve Muaviye'de öyle yaptı. Mervan b. Hakem'i Medine'ye bu iş için yolladı. Mervan çeşitli hilelerle Hz. Hasan'ın eşi Ca'de binti Eş'as'ın, Hz. Hasan'ı zehirleme sini sağladı ve böylece Yezide Halifelik yolu açılmış oldu. Yezid'in veliahtlığının bir hayli tepki görmesine karşın, Muaviye çeşitli girişimlerle Yezid'e biat sağlıyordu. Hatta Muaviye'nin kendisi bu amaçla kalkıp Mekke'ye ve Medine'ye geldi ve buraların halklarına, Yezid'in veliahtlığını öteki bütün eyalet ve şehirlerin kabul ettiğini söyleyerek ve tehdit ederek onların da biatını aldı.Sadece Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer biat etmediler . Muaviye 18 Nisan 680'de Şam'da ölünce Yezid daha önce kendisine veliaht olarak biat edildiğinden babasının yerine saltanat tahtına geçti. Onun için önemli bir sorun olarak Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer'in biatleri meselesi vardı.Yezid, Medine Valisi olan amcası oğlu Velid'e bu üç kişinin biatlerin in bir an önce sağlanmasını isteyen bir mektup yazdı. Mektubund a özellikle Hz. Hüseyin'in biatının sağlanmasını istiyor, ''Biate yanaşmazsa başını al ve bana gönder'' diyordu. Bütün Hicaz, zor karşısında sinmişti ama bu makamın (halifeliğin) ilim, ahlak ve fazilet bakımından gerçek sahibinin Hz. Hüseyin olduğunu çok iyi biliyordu . Birçokları da Hz. Hüseyin'i, müslümanları bu makamın layıkı olmayan bu adamdan kendileri ni kurtarmay a çağırıyordu. Hz. Hüseyin de İslâm aleminin yaşadığı bu ızdıraplı dönemi yakından izlemekte ydi. Hz. Hüseyin kendinde, babası Hz. Ali, dedesi Hz. Muhammed'in bütün vasıflarını toplamış gibiydi. Fakat karşısında para, servet, şöhret ve hileye dayanmış Emeviler gibi bir düşman vardı. -Hz. Hüseyin'in katili Yezid Kendisine saltanatı devreden babası Muaviye ölürken bile başucunda bulunma gereği duymayan, avlanmakl a gönül eğleyen Yezid, gününü gecesini çalgı dinlemekl e, köçek çengi oynatmakl a, içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet etmiş bir kişiydi. Özellikle maymunlar a ve köpeklere çok düşkündü. Ebu Kubays adını verdiği bir maymunu vardı ki, ona alaca bulaca renkli ipek elbise giydirir, başına ipekten örülmüş bir külah koyar, dişi bir merkebe bindirir ve atlarla yarışa sokardı.'' Sıbt İbn'il-Cevzi'ye göre Yezid üç şeyi çok severdi: Kadın, şiir ve müzik. İşte böyle bir kişi, müslümanların başına geçmiş, İslâm'ın temsilcis i sözde halifesi olmuş ve Müminlerin Emiri diye anılmaya başlanmıştı. Bu duruma oldukça üzülen Hz. Hüseyin, Medine'de kendisine Yezid'e biat etmesini öğütleyen Mervan'a şu yanıtı veriyordu: ''Başımız sağolsun; çünkü ümmet, Yezid gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir belaya uğradı.'' -Hz. Hüseyin ve Kerbela olayı Hz. Hüseyin Peygamber in torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın ikinci çocuğu idi. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanma yan bu adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Peygamber Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i çok severdi. ''Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.'' derdi. İmam Hüseyin'in çocukluğu Peygamber in derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammed'i ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma'yı kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır. Üçüncü halife Hz.Osman'a karşı gerçekleşen isyanda Hz. Ali onu ve abisi Hz. Hasan'ı halifenin evine göndererek eve kimseyi sokmamala rını emretti (656). İsyancılar buradan içeri giremedil er, ancak başka bir evden geçerek Hz.Osman'ı öldürmeyi başardılar. Bunun üzerine Hz. Ali oğullarını sert bir şekilde azarladı. Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla birlikte Kûfe'ye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz. Ali'nin şehadeti sonrasında abisi Hz. Hasan'a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin Muaviye'nin hileleriy le zehirleti lerek şehid edilmesin den sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezid'e biat etmemekte ki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu. Daha önce de söz ettiğimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditler le halkı oğlu Yezid'e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlama k üzere, Velid'e yolladığı mektupta ''her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer'in biatlerin in sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini'' istiyordu . İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler'in yapamayac akları iş yoktu. Babası Muaviye'nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamber in sevgili torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyt'e zulüm etmeye kararlıydı. Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezid'e biat etmedi ve Velid'in çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi'nin de tavsiyesi yle bütün aile fertleriy le birlikte Mekke'ye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyin'in Mekke'ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin'e elçiler göndererek Kûfe'ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdil er. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amca oğlu Müslim b. Akıyl'i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kûfe'ye gönderdi. Önceleri Müslim Kûfe'deki çalışmalarında başarılı oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke'den Kûfe'ye doğru yola çıktı.. Hz. Hüseyin kendisini Kûfe'ye gitmekten alıkoymaya yönelik girişimlere ''Rüyasında dedesi Hz. Muhammed'i gördüğünü ve başladığı iş ister lehine ister aleyhine olsun, dönmeyeceğini'' söylüyordu. Bu arada Müslim'in faaliyetl eri Yezid tarafından haber alınınca, Kûfe Valiliğine zalim Ubeydulla h getirildi ve Müslim yakalanar ak idam edildi. Ubeydulla h'ın Kûfe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviye'nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih'in oğluydu. Zalimlikt e babasından aşağı değildi. Ubeydulla h'ın Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin'i davet eden onbinler korku ve tehditle sindirild i. Hz. Hüseyin, Mekke'den Kûfe'ye doğru yola çıktığında amca oğlu Müslim Yezid'in adamlarınca öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiy le ilerlerke n yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kûfe'deki durumu sorunca, Ferezdak, ''Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Ümeyye(Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.'' dedi. Hz. Hüseyin de ''Doğru söyledin , Allahın dediği olur.'' dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslim'in Yezid'in adamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü. Kûfelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim'e oynanan oyun herşeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için başkoyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke'den yola çıkan ailesi ve fedakar dostlarıyla , yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken kendisind en gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında bulunanla r ''hayatlarını kurtarmak için onu terketmek alçaklığını yapmayaca klarını ifade ettiler. Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak, müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid'in saltanatına son verecek yada bu yolda boyun eğmeden şehid olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım adım Kerbela'ya, her neye malolursa olsun gidecekti . Hz. Hüseyin ve beraberin dekiler Kerbela'ya geldikler inde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim Ubeydulla h, Hz. Hüseyin'in geri dönmek, Yezid'le görüşmek veya İslâm sınırlarından herhangi birine gitmek istekleri nden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid'in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin'i şehid etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid'e rahat yoktu. Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid'in ordusuna yaklaşarak onlara hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemed i. Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezid'in ordusuna hitaben: ''Ey Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyini z. Ben Peygamber in torunu değil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamber in hadisini ne çabuk unuttunuz . O, bizler için -Siz Ehlibeyt'in seyyitler isiniz- diye buyurmuştu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamber in kızının oğlu, vasisi ve amcazades i olan zatın oğlu değil miyim?Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne istiyorsu nuz? Medine'de Resululla hın ravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke'de itikafa çekilmeme müsade etmediniz . Davetname ler göndererek, ricalar ederek, yalvarara k beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsu nuz. Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasbettim? Eğer beni istemiyor sanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır....'' Konuşmadan sonra Ömer b. Sa'd gelip: Ey Hüseyin! Dedi, bu hikayeler den bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid'e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın.!... Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin'in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr'in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi. Peygamber in torunu Hz. Hüseyin'in vücudunda otuzüç ok, otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680 Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlar a sarılarak saklanmıştı. Hz. Hüseyin'in şehid edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr ''Hüseyin'in bir oğlu daha olacak o nerede?'' diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr'e hücum ederek Zeynel Abidin'i bu caninin elinden kurtardılar. Bu çirkin şavaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Asgar'dı. Hz. Hüseyin'in yanındakilerden şehid olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydulla h'a gönderdi. Hz. Hüseyin'in kızları, kızkardeşleri ve çocuklar da Kûfe'ye Ubeydulla h'ın huzuruna getirildi ler. Ubeydulla h'ın Peygamber in soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendileri ne hakaretle r ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin'i öldürmek dahi istedi. Ubeydulla h bundan sonra İmam Zeynel Abidin'in ellerini bağlatıp, Kerbela'da öldürülenlerin kesilmiş başlarını, çoluk çocuğu Şam'a Halife Yezid'in yanına yolladı. Şam'a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid'in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı. Hz. Hüseyin'in ailesini getiren kafile Yezid'in sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra Ehlibeyt kadınlarını Yezid'in huzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin'in kesik başını Yezid'in önünde görünce feryad ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid'in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid'in yanında bulunanla r bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi. Yezid Hz. Hüseyin'i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehli Beyt'e yalandan da olsa saygılı davranabi lirdi. Derhal Zeynel Abidin'in zincirler ini çözdürdü. Yezid'in kadınları da Ehli Beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetle ri unutturab ilmek için Ehli Beyt'e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her istekleri nin yerine getirilec eğini belirtiyo rdu. Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine'ye kadar götürdü. -Kutsal şehirleri yıkan Yezid Medine halkı fasık ve günahkar olarak gördüğü Yezid ve iktidarına karşı ayaklanar ak, valiyi şehir dışına atmış yerine Abdullah'ı valiliğe getirmişlerdi. Yezid bu durumu haber alınca Akabe oğlu Müslim adlı zalimi onikibin askerle hemen Medine'ye gönderdi ve şu talimatı verdi: ''Şehir halkına üç gün süre ver. İsyandan vazgeçmezlerse, onlarla savaş. Zafer kazanıldıktan sonra da bütün şehri yağma et.'' İslâm'ın bu kutsal şehrinde sözde halife Yezid'in arzuları doğrultusunda İmam Zuhri'nin bildirdiğine göre on binden fazla insan öldürüldü. Evlere saldıran askerler, ellerine geçirdikleri malları almakla yetinmedi ler, masum bini aşkın kadına da tecavüz etmekten de kaçınmadılar. Tarihçi H. M. Balyuzi bunu şu şekilde anlatıyor: ''...Medine düştüğü zaman Hz. Muhammed'in geride kalan dostlarından seksen kişi ve yediyüz hafız öldü. Peygamber in şehri yağmacılara teslim edildi; yapılan barbarlık ve tecavüz inanılır gibi değildi. Peygamber in mescidi dahi kurtarılamadı. Etrafı ahır alanı oldu. Medine sınırları içinde daha pek çok insan kılıçtan geçirildi, kalanı da şehri terketti. Ölümden yakasını kurtaranl ar Yezide yalnız halife olduğu için değil aynı zamanda onların efendisi ve amiri olarak itaat etmek zorunda bırakıldılar. Karşı çıkanlar ise kızgın demirle dağlanırlardı. 26 Ağustos 683'te gerçekleşen bu Medine'ye Yezid'in saldırması olayı, Harre Savaşı(vak'atül Harra) olarak bilinir. Medine'yi kanlı bir şekilde susturan Yezid Ordusu daha sonra Mekke'ye yöneldi. Tepeler üzerine yerleştirilen mancınıklarla şehir taş yağmuruna tutuldu. Kuşatma iki ay kadar sürdü ve Kâbe'ye de mancınıkla taş atıldığı gibi, şehirde yer yer yangınlar çıktı. Bu kuşatma Yezid''n öldüğü haberinin Mekke'ye ulaşmasına kadar sürdü. Böylece Yezid, Kâbe'ye saldırma şerefini (!) de elde etmiş oldu. Yezid 11 Kasım 683'te kötü bir nam bırakarak öldü. -Sonuç Yezid'in, Hz. Hüseyin'e, Hz. Ali soyuna ve yandaşlarına yaptıkları, Mekke ve Medine'ye saldırması İslâm tarihinin en kara sayfalarını oluşturur. Yezid, hilafetin haksız varisi, Hz. Hüseyin'in katledilm esinin ve mukaddes şehirlerin kirletilm esinin baş sorumlusu olarak müslümanların hafızasında kötü bir isim bırakmıştır. Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar, azgınlaşmışlar ve Peygamber'in Ehli Beytine olmadık şeyler yapmışlardır. Bütün bunlar sonrasında Emevi saltanatı kökünden sarsıldı ve yıkıldı. İslâm alemi yüzyıllardır Peygamber torunlarına yapılan bu zulmü unutmadı. Nihayet bir gün Muhtar isimli bir kahraman arkadaşları ile birlikte ayaklandı. Kûfe şehrindeki Ömer bin Sa'd ile Kerbela Olayı'na katılanlardan 210 kişi kılıçtan geçirildi. Bu karışıklıklar sırasında kaçmaya çalışan Hz. Hüseyin'in katili Şimr de yakalandı ve katledild i. 750 yılında Emevi Hanedanı'nı deviren Abbasiler, onlardan öyle bir öç aldılar ki, ölülerinin kemikleri ni bile mezarlarından çıkarıp yaktılar. İslâm tarihinde Muharrem ayı içerisinde gerçekleşen bu facia her yıl canlandırılır. Ehli Beyt için ağıtlar, mersiyele r söylenir, matem tutulur. Kerbela'da Hz. Hüseyin ve Abbas adına birer cami yapılmıştır. Hz. Ali'nin türbesi ise Necef'tedir. İmam Hüseyin Camisinde, Ali Ekber, Ali Asgar ile birlikte Kerbela'da şehid düşen 72 kişinin mezarı vardır. Hz. Ali'nin türbesinin bulunduğu yere Meşhed-i Ali denir. Meşhed bir şehidin şehid olduğu yer demektir. Minareler i ve kubbe şeklindeki tavanları altın yaldızlı bakırla kaplıdır. Meşhed-i Ali'nin çok görkemli ve göz kamaştırıcı bir görünümü vardır. Meşhed-i Hüseyin ise ormanlarl a çevrilmiş, minareler ve kubbe altın yaldızlı bakırla kaplı büyük ve güzel bir abidedir. -Kerbela Kerbela Şehri, Bağdat'tan 80 km. Ve Fırat'ın 25 km. Batısında bulunmakt adır. Hem Şah İsmail hem Kanuni, Necef'le birlikte Kerbela'yı ziyaret etmişler ve İmam Hüseyin'in türbesine karşı saygı ve bağlılık göstermişlerdi. -Matem ve muharrem orucu Aleviler yüzyıllardır, Hz. İmam Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilmesin in anısına, Muharrem ayının 1-12 günleri arasında matem orucu tutarlar. Matem (yas) orucuna Kurban Bayramı'ndan 20 gün sonra niyet edilir. Rüştü Kam 1-Aczi, Remzi : Yeni Gülzar-ı Haseneyn Vaka-i Kerbela, İstanbul, 1955. 2-Ahmet Cevdet Paşa : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefa, c. 1. 3-Arnold, T. W. : ''Halife'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. V/I, s.150. 4-Ateş, Ahmed : ''Hüseyin'' md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. V/I, s. 636. 5-Balyuzi, H. M. : Hz. Muhammed ve İslam Devri, İstanbul, 1996. 6-Brockelmann, Carl : İslam Ulusları ve Devletler i Tarihi, Ankara, 1992. 7-Buhl, Fr. : ''Sıffin'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. X, s. 553. 8-Çağatay, Neşet : ''Ziyad b. Ebih'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ c. XIII, s. 617. 9-Fığlalı, Ethem Ruhi : Türkiyede Alevilik Bektaşilik, İstanbul, 1990. 10-Fuzuli : Saadete Ermişlerin Bahçesi, İstanbul Maarif Kitaphane si. 11-Gölpınarlı, Abdülbaki : İslam Tarihi, İstanbul, 1975. 12-Gölpınarlı, Abdülbaki: Tarih Boyunca İslam Mezhepler i ve Şiilik, İstanbul, 1979. 13-Gölpınarlı, Abdülbaki: Oniki İmam, İstanbul, 1979. 14-Huart, Cl. : ''Ali'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. I, s. 307. 15-Huart, Cl. : ''Eşter'' md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ 16-Karahan, Abdülkadir : Fuzuli (Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti), İstanbul, 1996. 17-Karahan, Abdülkadir : Anadolu Türk Edebiyatında Maktel-i Hüseyinler, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi mezuniyet Travayı, 1939. 18-Katip Çelebi : Mizanü'l-Hak Fi İhtiyari'l-Ahak, Ankara, MEB Yayınları, 19-Kennedy, H. : The Prophet and the Age of Caliphate s, London, 1986. 20-Lammens, H. : ''Muaviye'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ c. VIII, s. 438. 21-Lammens, H. : ''Büsr'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. II, s. 841. 22-Mevdudi : Hilafet ve Saltanat, İstanbul, 1972. 23-Noyan, Bedri : Bektaşilik-Alevilik Nedir?, Ankara, 1985. 24-Özgürel, Nihad : İslamın Belası Yezid, İzmir, Moripek matbaası, 1958. Rüştü Kam'in ha-ber.com'da yayınlanan tüm yazıları İSLAMİYET http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0slam İslamiyet 7. yüzyılda peygamber i Muhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır. Muhammed'in ölümünden sonra İslam Devleti'nin başına Dört Halife geçmiştir, bunlar sırasıyla: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Ali'nin ölümünden sonra kısa süreliğine Müslümanların biatıyla Hasan halife olmuş fakat daha sonra elindeki gücü kullanara k Muaviye hilafeti almış, iktidara gelmiştir[40]. Peygamber in ölümünden sonra iktidara gelen ilk dört halifeye Sünnî yazında sıklıkla Hülefa-i Raşidin yani Doğruluk üzere bulunan Halifeler denmiş ve bazen bunlara Hasan da eklenmiştir. Bununla birlikte Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın halifelik leri genel olarak Şii ve Aleviler tarafından tanınmaz. Haricîlerin bugün hâlâ devam eden bir kolu olan İbadiyye ise sadece ilk iki halifeyi, yani Ebu Bekir ve Ömer'i, kabul eder ve Doğruluk üzere halife olarak görür. 622-750 yılları arasında İslam Devleti ██ Muhammed döneminde ele geçirilen topraklar (622-632) ██ Dört Halife döneminde ilave edilenler (632-661) ██ Emeviler döneminde ilave edilenler (661-750) Ebu Bekir döneminde öncelikle peygamber in ölümü sonrası Arap yarımadasında başlayan kargaşalar giderilmiş, zaman içinde Sasani İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu'na doğru ilerlenmiştir. Ömer'in hilafeti sırasında İslam devleti sınırları büyük ölçüde genişlemiş[41], Mezopotam ya fethedili p ele geçirilmiş, Mısır, İran, Filistin, Suriye, Kuzey Afrika ve Ermenista n'ın çeşitli bölümleri ele geçirilmiştir[11]. Daha sonra üçüncü halife olarak seçilen Osman'ın[42] hilafeti sırasında İran'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın tamamına yakını, Kafkaslar ve Kıbrıs ele geçirilmiş, İslam Devleti topraklarına katılmıştır. Bununla birlikte kendi zamanında bazı yakınlarının önemli görevlere atanması ve diğer bazı iç sorunlar sebebiyle Osman öldürülmüştür[42]. Osman'ın öldürülüşü ve ortaya çıkan iç savaş ortamı sebebiyle Ali'nin döneminde hilafet iç meseleler e yönelmiş, çıkan iç savaşla uğraşmıştır[42][43]. İç savaş ve iç gerilimle r sonucunda Ali de öldürülmüş[43], kendisind en sonra halife olan oğlu Hasan ise hilafeti Muaviye'ye teslim etmek zorunda kalmıştır[40]. Muaviye İslam Devletini n başkentini Şam'a taşımış, imparator luk benzeri bir yapının temelleri ni atmış, kendisind en sonra oğlu Yezid'i bu makama atayarak İslam siyasî tarihinde saltanatı başlatmıştır[40]. Bu harekâta karşı ayaklanan Muhammed peygamber in torunu, dördüncü halife Ali bin Ebu Talib'in oğlu Hüseyin ise, Yezid tarafından gönderilen askerlerc e, Kerbela'da taraftarl arıyla birlikte öldürülmüştür[44][45]. Nitekim bu noktadan sonra daha katı bir Şiî ayrılması söz konusu olmuştur. Muaviye ile birlikte başlayan yeni döneme Emeviler Dönemi denmiştir. Emeviler Dönemi'nde büyük bölgeler zaptedilm iş, İslam Devleti İber yarımadasına kadar ilerlemiştir[46]. Her ne kadar siyasî yayılma yükselişe geçmiş olsa da aynı şey dinî yayılma için söylenemez; nitekim bu dönemde dinî yayılmanın devletin gayrimüslimlerden aldığı vergi göz önünde bulunduru larak pek teşvik edilmediği de öne sürülmüştür[46]. Emeviler'den sonra miladî 750 yılı civarı kurulan Abbasi hükümdarlığı, Emevi hanedanlığının kontrolünü, Endülüs (İber yarımadasındaki kısım) haricinde ki tüm topraklar da ele geçirmiştir[46][47]. Abbasiler in iktidara gelişiyle Abbasiler Dönemi başlamış ve Abbasiler in hilafeti 750 yılından 1258 yılına kadar sürmüştür[48]. Abbasiler zamanında hilafet başkenti tekrar değişmiş, Şam'dan Bağdat'a alınmıştır[48]. Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan fetihler sonucu ele geçirilen yeni topraklar daki halklar aynı zamanda İslam'la da tanışmış oluyorlar dı. Bunun sonucu olarak zaman içinde birçok bölgeye İslam dini yayıldı. Önce yakın bölgelerde yaşayan İranlılarda, 10. yüzyılda ise kitleler halinde Türkler arasında İslam yayılmaya başladı. Tüccarlar aracılığıyla Müslümanlıkla tanışan ve Müslümanlığı benimseye n İdil Bulgarları ilk Müslüman Türk devleti oldu. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri ise Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular. Abbasiler yönetiminde askeriyed e büyük rol verilen Türklerin oluşturduğu Memlükler güçlenirken Abbasiler iki yüzyıllık hâkimiyetlerinin son dönemlerinde çöküşe geçmiştir[48]. Nitekim 1250'de Mısır'da Memlük Sultanlığı başlamış, Memlüklerin buradaki hâkimiyeti 1517 yılına kadar devam etmiş, 1517 yılında Mısır'ı Osmanlılar ele geçirmiştir ki bu fetihten sonra Osmanlılar hilafeti kendi iktidarla rı olarak benimsemiş, ilan etmiş, Osmanlı padişahları aynı zamanda halife unvanını taşımıştırlar[48][49]. Abbasi hanedanlığının sonu ise 1258 Bağdat'ın Moğol istilacıları tarafından yağmalanmasıyla son bulmuştur[50][48]. Endülüs'teki Emevi kontrolü ise 13. yüzyılda düşüşe geçmiş, bölgedeki en son İslam hükümdarlığı olan Gırnata Emirliği1492'de düşmüştür[11][51]. Bunların dışında 909 yılından 1171 yılına kadar Mağrib ve Mısır'daki çeşitli bölgelere Fatimîler isimli Arap Şii (İsmailî) hanedanlığı hükmetmiştir[9][48][52]. Hanedanlığın başındaki halife Şii İsmaili imamıydı ve bu sebeple seküler gücünün yanı sıra İsmaili İmamet anlayışında da önemli bir yere ve tarihsel öneme sahip olmuşlardır. Fatimîlerin 12. yüzyıldaki çöküşleriyle birlikte Doğu'da hükmetmiş oldukları Mısır, Suriye, Yemen ve Hicaz gibi bölgelerde Eyyûbî hanedanlığı başa geçmiştir[52]. 1517 yılında Osmanlıların ilan ettikleri halifelik 1924 yılına kadar devam etmiş, 1924 yılında Osmanlı'nın mirasçısı konumunda ki Türkiye Cumhuriye ti devletini n meclisini n (TBMM) aldığı bir karar feshedilm iş, yönetim sistemi değişmiştir[49]. Osmanlı Devleti tarafından yapılan fetihlerl e Anadolu'nun tamamı ve Balkanlar da Müslüman nüfus artmış, İslam yayılmıştır. İSLAM VE ANTİ FANATİZM FORUM İSLAMİDÜNYA34 İSTANBUL 2013 AHMET METİN ZİYAOĞLU BÖLÜM 2 SONU Konu Başlığı: İSLAM VE ANTİFANATİZM - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ - BÖLÜM 3 Gönderen: admin üzerinde Şubat 22, 2014, 08:03:36 ÖS İSLAM VE ANTİFANATİZM - BÖLÜM 3
MÜSLÜMANLAR VE İSLAM AHMET HAMDİ YILDIRIMOĞLU FORUM GÜNEŞLİBAHÇELER 2010 İSTANBUL Selamün aleyküm Müslüman kardeşlerim Bazı Müslüman kardeşlerim var Kurana göre yaşadıklarını iddia ediyorlar Dünyada halihazırda Kuran-ı kerime göre yaşayan bir müslüman topluluk yoktur Belki Kuran-ı kerime göre yaşayan Müslüman olabilir Ancak ben çevremde bunun örneklerini göremediğim için Bu konuda bir şey söylemek istemiyor um Tarih süreci içinde Müslümanların durumu hakkında çok aydınlatıcı bilgilere sahip değiliz Örneğin bir Endülüs medeniyet i hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz Örneğin Mutezile mezhebi hakkında yine yeterince bilgiye sahip değiliz Peygamber imiz Hz.Muhamm ed sav döneminde Mezhepler yoktu Sonradan Mezhepler in neden ortaya çıktığı hakkında yine yeterli bilgiye sahip değiliz Hak mezhepler veya batıl mezhepler deniyor Bunu kim neye göre hangi kıstasla belirliyo r bu konuda yeterince bilgiye sahip değiliz Müslümanlar genel tarih bilincini mi kaybetti İslam tarihi yada dünya tarihini incelemiy orlarmı Yoksa İnceleme ve araştırma yetisinim i kaybetti acaba Müslümanlar birbirler iyle üstünlük yarışının haddini hudutunu bilmiyorl armı Yoksa birbirler ine zarar verdikler inin farkındamı değiller Kendi nefs ihtiras ve iktidarla rı için Egoist bir yaklaşım içinde fanatikli k yaparak Birbirler i arasında bölücülükle meşguller Hz.Ali r.a ve Hz.Hüseyin r.a Muaviye ve Yezid hepsi Müslümandı Birbirler i arasında nefret ve kin yoktu Ama taraflarl arı arasındaki iktidar hırsı ve ihtiras yüzünden can verdiler Müslümanların bu nefs ihtiras ve fanatizmi bitmeyece kmi Can verdiler ve hala müslümanlar nefretler ini yenemedil er Müslümanlar birbirler inin canına kıyıp Birbirler ine yaşama hakkı ve hürriyeti tanımadıktan sonra Kimin nasıl neden Müslüman olduğunun bir anlamı yokki Müslümanlar kendi aralarında tartışıyor " sen müslüman değilsin ,ben müslümanım " Cana kıyıldıktan sonra Müslüman olmalarının bir anlamı kaldımı İslamiyet herşeyden önce sevgi ve merhamet dinidir Sevgi ve merhameti n olmadığı şu dünyada islamdan bahsedile bilirmi Ejnebiler bilim ve teknoloji yle meşgul olurken Ve Bilim ve teknoloji k üstünlükle müslümanlar üzerinde etkiliyke n Müslümanlar mezhep tarikat cemaat ile birbirler ini bölme ve parçalama yarışındalar Ejnebiler inde kendi aralarında bölünmüşlük elbette vardır Ancak birbirler iyle sürekli savaş içinde değillerdir Onların savaşı ancak dünyayı sömürme ve paylaşma savaşıdır Ama bu savaş artık kendi aralarında yaşanmıyor Ruysa ile Amerika savaşıyormu Hayır savaşmıyor sadece sömürü ve paylaşım içindeler Ve bu sömürü ve paylaşım süresince Rusya ile Amerika birbirler iyle savaşmıyorlar Savaşanlar ise Rusya ve Amerika dışındaki Rusya ve Amerikanın etkisinde ki hegamonya sal devletler Birbirler iyle savaşıyorlar ve ne için savaştıklarını bilmiyorl ar Müslümanlar işte bu hegamonya sal sarmalın içinde birbirler iyle savaşıyorlar Birinci ve İkinci Dünya savaşı neticesin de içinde 50 devleti barındıran Osmanlı yıkıldıktan sonra Dünya tamamıyla Batının hegamonya sındadır Müslümanlar bu hegamonya nın içinde kültürel veya siyasi sömürü kapsamındadırlar Ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberli k yoktur Müslümanlar hem sömürülmektedirler Hemde Müslümanlar birbirler iyle savaş içindedirler Birbirler ine karşı düşmanlık içindedirler ve barış ile sevgi ortada yoktur Birbirler iylede düşmanlık içinde oldukça Zaten sömürüden kurtulmal arı mümkünde değildir Müslümanlar " ahirete iman ettik " diyorlar O zaman Müslümanların Dünya ile bağlantıları kalmadımı acaba Çünkü dünya demek bilim ve teknoloji demektir Ahiret alemi ile bilim ve teknoloji nin bir bağlantısı yokturki Dünyada yaşama hakkı herkesin hakkıdır Fakat dünyada yaşamak hakkını elde tutmak için Bilim ve teknoloji nin içinde olmak gerekiyor Hem Bilim ve teknoloji nin içinde olmayıp Hemde bilim ve teknoloji nin içinde olan Batıyı suçlayıp Hemde Batı neden bilim ve teknoloji yle bize hükmediyor demek Sanırım ahirete iman edip Dünya hegamonya sını Batının eline bırakmak demektir Batıda müslümanı dünyadan silmeye uğraşıyorsa Batının suçlanacak bir tarafı yoktur Dünyada bilim ve teknoloji yle hasbihal olanlar Diğerlerine bu yaşama hakkını zaten tanımayacaklardır Bu doğal bir sonuçtur başka türlüsü olamazki Bilim ve teknoloji nin kurallarınıda Allah yaratmıştır Silahtaki mekanik veya atılan merminin vücuda isabet ettiğinde Vücudun darbe almasını mekanik ve fizik kurallarıyla açıklarız Bu mekanik ve fizik kurallarınıda temelde var eden yine Allahtır Müslüman sanırım silaha karşı dua ederek Mekanik ve fizik kurallarını hiçe sayarak Dua ile atılan silahtan çıkan mermiyi durdurmak telaşındadırlar Peki mekanik ve fizik kurallarını var eden Allah değilmidir Bu Allahın var ettiği Fizik kuralları yerine Sanırım Müslümanlar Dua ile hareket eden bir silah mekanizma sı icat ettiler Peki madem böyle bir silah vardıda O halde neden Müslümanlar Batıdan silah alıyorlar Her üretilen ürün önce üretene hizmet eder Ve üretenin yaşam kültürünüde algılamayı gerekli kılar Müslümanlar bilim ve teknoloji yle uğraşmadıkları için Teknoloji k herhangi bir ürünü üretmeleri zaten mümkün değildir Bir şey üretmiyorlar fakat kullanmak istiyorla r Kullanmak içinde mecburen Batıdan satın almaları gerekiyor Ve sadece Batıda üretileni satın alıyorlar Müslümanlardaki düşünce hatası burada başlıyor işte Hem üretmem ama Batıdan ürünü satın alırım kullanırım diyor Hemde ürünle birlikte mecburen gelen Batının kültürünü almam diyor Ama Kültürü zaten ürünü alınca mecburen alıyorsun Almak zorundasın çünkü almıyorsan kullanma hakkınıda elde edemiyors un Kullanma hakkını elde ediyorsan demekki kültürüde almışsın demektir Çünkü dünyadaki eşyanın tabiatı budur Aldığın ürün ilk etapta üretene hizmet eder Kültürü almayacak san o zaman satında almayacak sın Ve kültürü almak istemiyor san o zaman kendin üreteceksin Üretmen içinde dünya ile ve dolayısıyla bilim ve teknoloji yle hasbihal etmen gerekecek Atlas okyanusun da yol alan nükleer uçak gemisi Uranyum ile çalışıyor ve mekanik ve fizik kurallarına göre yol alıyor Bu mekanik ve fizik kurallarınıda koyan Allahtır Müslümanlar acaba bu geminin Allahın koyduğu fizik kurallarına göre Uranyumla çalıştığını bilmiyorl armı Yoksa Nuh Tufanındaki gibi Bir mucize ilemi yada dua ilemi geminin yürüdüğünü sanıyorlar Bilim ve teknoloji olmadan Fizik kurallarına uymadan gemi yapılabilir Veya gemiden atılan füze hedefe varabilir mi sanıyorlar Yani geminin veya füzenin dua ilemi Hareket Ettiğini düşünüyorlar Peki fizik kurallarını Allah uyulması için yarattığına göre Allahın yarattığı fizik kurallarına uyulmadan Dua ile herşeyi yapabilec eklerinim i sanıyorlar Eğer öyle olsaydı Kuran-ı kerimde açıkça bunu yazardı Ama Kuran-ı kerimde fizik kurallarınıda yazıyor Coğrafya ve astronomi nin kurallarınıda yazıyor Deniz bilimleri nin kurallarınıda yazıyor Kuran-ı kerimde Atlas-Akdeniz bağlantısını açıklıyordu Fakat Müslümanların bu kuraldan haberleri yoktu Jacques Custeau bu kuralı Bilim ve teknoloji yle buldu Madem öyle müslümanlar neden Kuran-ı kerimde yazan bu kuralı bulamadılar Çünkü Bilim ve teknoloji yle hasbihal etmiyorla rdı Ve Allahın kurallarını bilmiyorl ardı Edvin Aldrin ve Michael Collins ile Neil Armstrong Uzaya çıktığında Müslümanlar yine aynı şeyi söylediler " Kuran-ı kerimde zaten vardı " dediler Peki Ejnebiler uzaya çıktıktan sonra ve müslümanlar çıkamadıktan sonra Kuranda bu vardır demenin insanlığa ne faydası olacak Kuranda varsa o zaman Müslümanların Ejnebiler den daha önce uzaya çıkmaları Ve bu uzay olayınında Kuranda olduğunu söylemeleri daha çok islamiyet e hizmet olmazmıydı Ama tabiki müslümanların bilimle ve teknoloji yle ilgisi ve alakası olmayınca Kuranda ne kadar yazarsa yazsın bu yazılanıda anlamaları mümkün değildi Müslümanların bazıları Kurana göre yaşadıklarını iddia ediyorlar Bunun böyle olmadığını her müslüman aslında biliyor Dünya literatüründe kural şöyledirki Bir toplumun yaşayış kurallarını belirleye n hukuk ve kanunlar vardır Bunun genel adıda anayasa olarak belirlenm iştir Ve avrupa devletler i içinde en mükemmele yakın anayasa Almanya Devletini n anayasasıdır Madem Kurana göre yaşıyoruz diyorsunu z Peki neden dünyadaki müslümanların Veya müslüman devletler in düzgün bir anayasası yok acaba Müslüman devletler in içinde Hakiki olarak Kurana göre yaşayan hiç bir devlet yok Sebebide aslında müslümanların Kuran ile zerre kadar ilgisi alakası yok Eğer Müslümanların biraz olsun Kuran-ı kerim ile ilgisi alakası olsaydı Jacques Custeau bulmadan önce Atlas-Akdeniz bağlantısını müslümanlar bulurdu Müslümanların en büyük hatası işte Allahın var ettiği kuralları hiç yerine koymalarıdır Fizik Matematik Coğrafya Oşinografi Astronomi hepsi Allahın kurallarıdır Ama müslümanlar Allahın kurallarına uymadıkları için Dünya ile ilgileri alakaları kalmadığı için Allahın kuralları olan Bilim ve teknoloji yi kabul etmedikle ri için Müslümanlar bu dünyada huzur ve saadet içinde yaşama hakkınıda elde edememişlerdir Kardeşlerim konuya Hz.Ali r.a bir sözüyle son veriyorum Hz.Ali r.a " Hayatta en hakiki mürşid ilimdir " buyuruyor Müslümanlar Kurana göre yaşayacaklarsa eğer Önce Mezhep tarikat cemaat ile uğraşarak birbirini bölmeyi ve yok etmeyi bırakacaklar Daha sonrada Bilim denilen Allahın kurallarına tabi olacaklar dır Allaha emanet olunuz Selamün aleyküm MÜSLÜMANLAR VE İSLAM AHMET HAMDİ YILDIRIMOĞLU FORUM GÜNEŞLİBAHÇELER 2010 İSTANBUL İSLAM VE ANTİFANATİZM -BÖLÜM 3 SONU Konu Başlığı: İSLAM VE ANTİFANATİZM - İSLAM VE BİLİMSEL HAKİKAT - KONU İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN Gönderen: admin üzerinde Kasım 16, 2014, 10:12:09 ÖÖ İSLAM VE BİLİMSEL HAKİKAT FORUM DÜNYA VE İSLAMİ HAYAT 2010 İSTANBUL HÜSEYİN FIRAT DAĞOĞLU Selamün aleyküm aleyküm kardeşlerim İlim ve İslam bağlantısı ile ilgili bir kaç anektod aktarmak istiyorum Önce aşağıdaki yazıyı okuyalım sonra konumuza devam edelim İLİM MÜSLÜMANIN YİTİK MALIDIR http://www.mumineforum.com/misafir-soru-cevaplari/50827-ilim-muminin-yitik-malidir-nerede-bulursa-alsin-ne-demektir.html İslam dini, ilme ve ilim adamlarına olması gerekenin en iyi şekliyle değer vermiş ilme giden meşru yolları açık tutmuştur. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi emreden dinimiz Müslümanların daima ilimle iç içe olmasını istemiştir. Yüce dinimiz İslam, ilim öğrenmek ve öğretmeyi ibadet kabul etmiştir. Kur’an-ı Kerimde, Allah (cc)’ın ilk emri “Oku”(1) olmuştur İlimle alakalı olarak muhtelif ayetlerde de şöyle buyrulmuştur “ Hiç bilenlerl e bilmeyenl er bir olur mu ?”(2) “ Allah, içinizden inananları ve kendileri ne ilim verilenle rin dereceler ini yükseltir”(3). “Allah’a karşı kulları içinde ancak alim olanlar derin saygı duyar”.(4) “Hikmet ve ilim ile daima Rabbinin yoluna çağır”.(5) Daima ilme teşvik eden sevgili Peygamber imiz (sav)’de şöyle buyurmuşlardır: “İlim mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alsın.”(6) “İlim tahsil etmek kadın-erkek her müslümana farzdır.”(7) “Alimler peygamber lerin varisleri dir”.(8) “Mahşerde alimlerin mürekkebi şehitlerin kanlarıyla muvazene edilir (tartılır) .”(9) “İlim talep etmek için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.’’(10) Hadis-i Şeriflerinde bu şekilde buyuran Peygamber (sav)’ın, mescidind e suffe oluşturması Bedir Savaşında esir alınan esirlerin, bırakılmalarının 10 müslümana okuma yazma öğretme şartına bağlanması Peygamber (sav)’ın ilme verdiği değerin açık ifadesidi r. Hulefa-i Raşidin döneminde de ilme önem verilmiştir. Kur’an, Hz. Ebubekir zamanında mushaf haline getirtilm iş Hz. Ömer döneminde ilim tahsil edenlerin ihtiyaçları karşılanmış, Hz. Osman devrinde Kur’an çoğaltılarak diğer İslam beldeleri ne gönderilmiştir. Hz. Ali bizzat ilimle meşgul olmuş ve “Bana bir harf öğreten beni kendisine köle yapar” ifadesiyl e ilme verdiği önemi ortaya koymuştur. Daha sonraki dönemlerde de müslümanlar ilimle iç içe olmuşlardır. Endülüs’te yetişen alimler Selçuklu ve özellikle Osmanlı döneminde camilerin külliye şeklinde yapılışı müslümanların ve şanlı ecdadımızın ilme ve ilim adamlarına verdiği ehemmiyet i ortaya koymaktadır. Bugün bize düşen ilmin sınırı ve öğrenmenin yaşı olmayacağı şuuruyla kadın-erkek hepimiz ilimle meşgul olmalıyız ve insanımızı ilme teşvik etmeliyiz . Böyle yaptığımız taktirde, imanlı ve erdemli bir nesil meydana getirmiş oluruz. Bununla beraber diğer müsbet ilimler de de Müslümanlar,olmaları gerekli olan yeri almalıdırlar. Allah (cc)’ın ilk emri “oku” iken bizim en son yaptığımız iş okumak olmamalıdır. Kaynaklar: 1 Alak ,1 2 Zümer, 9 3 Mücadele,11 4 Fatır ,28 5 Nahl,125 6 Tirmizi,İlim,19-2688 7 Mukaddime,15-11-1395 8 Buhari,10 9 Cami’ul- Beyan,ilim,33 10 Tirmizi,4080 Evet sevgili Müslüman kardeşlerim peki madem " İlim Müslümanın yitik malıdır " Ve bu Hadis-i şeriftir ve sahihtir Peki müslümanların bilim ve teknoloji yle uğraşmayarak herşeyi hazırdan Siyonistl erden satın alması Ve her satın alınan ürün ile ve ödenen her kuruş para ile Siyonistl erin Müslümanlara sıktığı her bir merminin parasını bizzat kendileri ödeyerek Müslümanları ve islamiyet i zarardan nasıl koruyacak lardır Dünyayı idare eden Siyonist mekanizma lar Bilim ve teknoloji üreterek Dünyanın egemenliğini ve kendileri ni ayakta tutmaktadırlar Hem müslümanları sömürmektedirler Hemde islamiyet in fetret devrine ulaşmasına Engel olmaktadırlar Bunu yaparken fazla çaba harcamala rına gerek yoktur Müslümanlar bilerek yada bilmeyere k kendi elleriyle İslamın gelişmesine engel olmaktadırlar İslamiyetin gelişmesindeki en büyük engel Müslümanların kendileri dir bakınız müslümanların kullandığı ürünlere içtiği meyve suyundan kullandığı otomobile kadar herşeyi siyonist ve onların destekçilerinden tedarik etmektedi rler Kuran-ı Kerimi basan matba makinesin den tutunda hastalandığı zaman eczaneden satın aldığı ilaca kadar Kullandığı herşey siyonistl erin veya onların destekçilerinin ürünüdür veya onlardan alınan parçaların montesind en ibarettir satın almakla veya montajla ilimin ne ilgisi vardır sadece Din ve İman Allahın kurallar bütünü değildirki Matematik kimya fizik astronomi bunların tümü zaten Allahın var ettiği ve bu kuralları açığa çıkaranlara fayda verdiği kurallardır Bu kurallarıda açığa çıkarmak ilimledir ve bu kuralları ilimle ortaya çıkaranlar diğerlerinden her bakımdan üstün konumdadırlar Üstünlük elbette takvadadır peki Müslümanlarda takvamı eksildi Takvayı elde etme metodu Allaha yakınlıktadır Bu neyle olur Allaha yakın olmak içinde Allahın var ettiği her türlü kurallara tabi olup Allahın Hem din hemde bilim ile ilgili kurallarına tabi olmakla olmak ve uygulamak la olur Bunun için imanmı gerekir çabamı gerekir emekmi gerekir yada duamı gerekir Elbette emek ve dua gerekir çalışmak ve çabalamak gerekir Siyonistl er aslında muharref tevratın emirlerin e göre elbette çalışıyorlar duada ediyorlar dinlerini n gereği olarakta müslümanlara hayat hakkı tanımayacaklardır bu onlara göre dinlerini n emridir müslümanlar çalışmıyorlar çabalamıyorlar üretmiyorlar ve her türlü ürünü satın alıyorlar bunun adınada ilimi almak diyorlar ilim almak demek üretilmiş ürünü satın almak değildir ilim almak demek parçaları satın alıp monte etmek değildir ilim almak o ürünün üretilmesindeki teknoloji yi almaktır ve ilim demek alınan o teknoloji yi geliştirip o satın alınabilecek üründen daha kalitelis ini üretmek ve önce müslümanların daha sonrada tüm insanlığın kullanımına ve faydasına sunmaktır müslümanın görevi budur Anlatılan bir kıssa vardır onu aşağıya alıntıladım kıssayı okuyalım ve konumuza devam edelim inşallah HZ. MUSA AS VE NİL HADİSESİ Hz.Musa as. Allahın peygamber idir Ve Allahın dinini ve buyruklarını Peygamber liğinin gereği olarak tebliğ etmektedi r Firavun ise Hz.Musa as.ın Peygamber liğini Ve Allahın varlığını birliğini ve üstünlüğünü kabul etmemekte dir Firavun kendini herkesten ve herşeyden üstün saymaktadır Ve her fırsatta Hz.Musa as. a karşı kendi üstünlüğünü ispat çabasındadır Bunu yaparken akla hayale gelmeyece k planlar içindedir Bir gün öyle bir hadise olurki Hz.Musa as. Allahın varlığını büyüklüğünü ve üstünlüğünü ispat için halkın huzurunda Firavun ile iddiaya tutuşur Hz.Musa as buyururki : " Benim Rabbim ( yücedir ve üstündür ) Nil nehriyle Mısıra hayat verir " buyurur Firavun ise bu söze karşılık " Ben istersem Nili ters ( akıtırım ) çeviririm " der Hz.Musa a.s ise " Hadi o zaman göster " diye buyurur Firavun ise bunu ispatlaya cağını ancak kendine süre vermesini ister Hz.Musa as düşünür ve nasıl olsa sürede olsa ne yapılırsa yapılsın Firavunun Nili ters akıtamayacağını Bunu yapacak olsa bile Allah c.c ın mutlak Peygamber inin yanında olacağından buna izin vermeyeceğini düşünerek Firavuna istediği süreyi verir ve yarın aynı yerde buluşarak Firavunun ispatını yapması gerektiğini söyleyerek oradan ayrılır Hz.Musa as neticede Allah c.c ın Peygamber idir Ve her buyruğu mutlak Allah c.c ın emrini ve buyruğunu İnsanlığa iletmek içindir Hz.Musa as Yaradanın buyruğunu dile getirmeni n huzuruyla eve gider ve istirahat e çekilir Hz.Musa as ertesi gün Nil nehrinin Firavunun istediği yöne mümkün değil akmayacağını düşündüğünden içi rahat bir şekilde uykuya dalar Firavun ise uyumaz ve düşünmektedir Çünkü bir iddiaya girmiştir ve iddianın ispatı olmazsa yalancı olacaktır Ve halkının gözünde küçük duruma düşecektir itibarı ve inandırıcılığı kalmayaca ktır üstünlüğü kalmayaca ktır Firavun bütün gece uyumaz ve aslında inanmadığı Hz.Musa as ın Rabbine bütün gece boyunca uyumadan dua eder Sabah olur ve iddiaya girilen Nil nehri kenarına Firavun ile Hz.Musa as ve halk birlikte gelirler Hz.Musa as Firavunda n Nili ters akıtabilirim iddiasının ispatını ister Ve o sırada Nil nehri Firavunun iddia ettiği yöne doğru ters akmaya başlar Hz.Musa as şaşırır ve Allah c.c hazretler ine " Rabbim ben senin söylemediğin birşeyi söylemedim neden böyle irade buyurdun" diye buyurarak aslında neden kendi Peygamber inin yine Allah c.c hakkı için dediğinden farklı bir irade buyurduğunu yada bu şekilde irade buyurarak neden kendi Peygamber inin dediğinin doğru olduğu halde sanki yalan söylemiş gibi bir hale soktuğunu Rabbine sorar Allah c.c ise " Ey Hz. Musa as Elbette senin söyledigin dogruydu Ama sen ( bütün gece ) uyurken o ( Firavun ) dua etti Ben, herkesin Rabbiyim Herkesin duasına cevap veririm Allah, o kadar adildirki Kendisine ibadet edenede Etmeyened e Tapanada, tapmayana da, duası karşılıgında yardım eder " buyurdu Evet sevgili Müslüman kardeşlerim Bu kıssadan alınacak çok ders var Bu kıssada olay sadece dua değil Dua ile birlikte uykusuz kalınarak verilen emektir Allah c.c adaleti gereği Emek verip çalışanların emeklerin i zayi etmez Firavun ve Nil hadisesin den çıkaracağımız nihai sonuç ise Siyonistt e olsa Yahudide olsa İnançsızda olsa eğer emek veriyorsa Bu emeklerin in karşılığının Allah c.c tarafından zayi edilmeyec eğidir Bu yüzden üzülerek şunu ifade etmeliyiz ki Müslümanlar çalışmıyorlar üretmiyorlar ve eğer belki ediyorlar sa Rablerine dua ediyorlar Ancak çalışmadan üretmeden emek harcamada n Eğerki sadece dua ile siyonistl erin çemberinden kurtulabi lecekleri ni sanıyorlarsa yanılıyorlar Çünkü Okyanusta yolalan Nükleer uçak gemisinin yakıtı uranyum ise ve uranyumun parçalanması ile açığa çıkan enerjiyle gemi yol alıyorsa ve uçak gemisinde n atılan roket Müslümanların sahilini vuruyorsa Ve bütün bunların arkasında emek ve çaba sarf edilerek elde edilen bilim ve teknoloji denilen Yine Allahın verdiği akıl ile geliştirilen Yine Allahın var ettiği Matematik fizik kimya oşinografi gibi Allahın kuralları denilen ilim dalları varsa Ve müslümanlar bu Allahın kurallarından habersizs e ve atılan rokete karşı Allahın verdiği akılla karşıt roket üretip atmayıp edilen dua ile roketin denize düşeceğini düşünüyorlarsa üzülerek söyleyelimki Allahın adaleti gereği Müslümanlar çabalamadıkları ve emek harcamadıkları için Atılan roket Müslümanların bedenleri ni parçalayacaktır Ve mutlak buda Allahın kudreti ve adaleti gereğidir Bazı kardeşlerim şimdi diyecekle r " İlla roket satın alıp karşı tarafamı atacağız İslam sevgi ve barış dinidir bu savaş çığırtkanlığı dinimize ve merhameti mize yakışıyormu ? " diyecekle r Hayır kardeşim amacımız karşı taraf ile savaşmak değildir Amaç karşı tarafın savaştan vaz geçmesini sağlamaktır Bununda yolu roket atmasını engelleme ktir Bunun yoluda roket satın alıp atmak değildir Hayır kardeşlerim yapılacak şey şudur ben roket satın alın ve karşıya atın demiyorum roket satın almak yerine ve savaşmak yerine önce roket satın almaktan vaz geçeceksin ve roketi üretecek teknoloji yi kendin geliştireceksin ve daha kalitelis ini üreteceksinki karşıdaki kendi roketinin etkisizliğini ve müslümanın ürettiği roketin üstünlüğü görünce zaten roket atmaktan vaz geçecektir Çünkü onlar Hakkı değil Kuvveti üstün tutarlar Ver sizin roketiniz daha kuvvetliy se karşı tarafta ise zaten iman olmadığı için kuvvetsiz roketiyle size ateş açmayacaktır yoksa zaten karşının attığı roket müslümanı vurdukça ve daha etkilisin i müslümanlar yerine başkaları yaptıkça müslümanlar roketleri n hedefi olmaya ve parçalanmaya devam edecektir Siyonistl erin roket üretmesinede gerek yok zaten Müslümanlar bilim ve teknoloji yle uğraşmıyorlar sadece yaptıkları mezhep tarikat ve cemaat kavgasıyla asırlardır birbirler ini eziyorlar Müslümanlar birbirini ezmekle meşgulken Siyonistl erin gülüp eğlenmeye elbette hakkı vardır Buda Allahın adaleti gereğidir Müslümanlar eğer yaşamayı Hak ediyorsa Rabbim yaşatır Hak etmiyorsa Rabbimin adaleti gereği yaşayamaz ve ezilir Bazen elbette Hak olan Batılın eliyle verilebil ir Batılda veya zalimde mutlak bazen Allahın kırbacı olabilir İşte kırbaçta doğru yola erişmek için uyarıdır konumuzun başlığı " İslam ve Bilimsel Hakikat " değilmiydi İşte sizlere bazı hakikatle ri söyledik Neticede dünyada şu an ezilenler de sömürülenlerde müslümanlardır Bizlerde müslümanız neticede peki müslümanların müslümanlara olan düşmanlıklarından vaz geçmedikçe nasıl selamete çıkarız sanıyorsunuz ve müslümanları müslümanlara düşman edenlerin nasıl bunu yaptıklarını düşünüyorsunuz eğitim bilgi ve teknoloji yle tabiki müslümanlarda eğitim bilgi ve teknoloji olmadığı sürece bu şekilde cehalet içinde oldukları sürece daha çok mezhepler tarikatle r ve cemaatler le birbirler ini katledip Arka planda olan ve gelişen dünyayı takip edemezler tabiki Bu öyle bilgisaya r kullanmayı öğrenip Tıp dilini İngilizce olarak kabul etmeklede olmaz bilgisaya rı üretecek teknoloji yoksa her müslümanın eline bir laptop vererek " İlim Müslümanın yitik malıdır " diyerek bilgisaya r kullanmayı teşvik ilede gelişmişlik olmaz ancak bilgisaya r üreten siyonistl erin güçlenmesine yarar sağlamış olursunuz Bazı kardeşlerimde şunu söylüyorlar " Biz tarım ülkesiyiz Bilimsel ve teknoloji k ürünler yada ağır sanayi ülkesi değiliz " diyorlar peki o yüzdenmi tarlalarımızda tohumu israilden gelen Mikadose domatesi Washingto n Portakalı Starking elması Napolyon kirazı ve Amerikan pirinci yetiştiriyoruz ve 1 kamyon patates tarladan kilosu 50 kuruştan tüccara satıldığı söyleniyor ve 2000 kg 1 kamyon patates üretip karşılığında 1 adet Amerikan malı İphone marka akıllı Cep telefonu zor satın alabiliyo ruz Maliye Bakanlığının bir tesbiti var bu konuda 1400 kg 1 kamyon Domates üreteceksiniz ve karşılığında 1 adet İPad ancak satın alabiliyo rsunuz veya 27 Tır Kamyonu mermer blok karşılığı 1 adet tomografi cihazı zor satın alabiliyo rsunuz http://www.taraf.com.tr/haber-simsek-27-tir-mermer-bir-tomografi-cihazi-etmiyor-150755/ eğer mermer çıkarmak için harcanan iş gücünü ve çabayı bilmiyors anız ve patatesin tarlada ne zahmetler le üretildiğini bilmiyors anız dikimi ayrı zahmet gübresi ayrı zahmet çapası ayrı zahmet ve aylarca çalış ve karşılığı 1 kamyon 2000 kg patatese 1 adet Amerikan malı İphone marka akıllı cep telefonu zor alıyorsanız artık söyleyecek sözüm yok size kardeşlerim Allah yardımcımız olsun selamün aleyküm İSLAM VE BİLİMSEL HAKİKAT FORUM DÜNYA VE İSLAMİ HAYAT 2010 İSTANBUL HÜSEYİN FIRAT DAĞOĞLU Konu Başlığı: İSLAM VE ANTİFANATİZM - MÜSLÜMANLARIN GERİ KALIŞI - KONU İÇİN TIKLAYINIZ Gönderen: admin üzerinde Kasım 16, 2014, 10:14:34 ÖÖ MÜSLÜMANLARIN BİLİM VE TEKNOLOJİDE
GERİ KALMALARI NIN BAZI NEDENLERİ TARIK HÜSEYİN KARAOĞLU İSLAM AYDINLIK DİN FORUM 2011 Selamün aleyküm kardeşlerim Ben bugün farklı bir konu yazmak ve sizlerind e fikir ve görüşlerinizi almak istiyorum Konumuz aslında çok büyük bir araştırma gerektire n hassas ve önemli bir konudur Konumuzun ana başlığı " Müslümanların Bilim ve Teknoloji de Geri kalmalarının bazı nedenleri " şeklindedir Müslümanların Bilim ve Teknoloji de Geri kalmalarının elbette bir çok nedenleri vardır Bu nedenler islamiyet e veya manevi değerlere kesinlikl e maledilem ez Müslümanların kendileri ne ait olan hatalar elbette vardır ve çok çeşitlidir Bu nedenlerd en bazılarından sizlere bir kaç anektod aktarmak istiyorum Ancak Müslümanların kendileri ne ait hatalara geçmeden önce Müslümanların bilim ve teknoloji ile bağlarının neden koptuğuna dair Bu konuda yazılmış bir anektodu aşağıya aktarayım ve daha sonra konumuza devam edelim İnşallah MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=573 İslamiyet, faydalı her yeniliği emreden bir dindir. Bundan dolayı, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomi de, coğrafyada, tarihte, edebiyatt a, matematik te, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerd e, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün de tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyet in rehberler i olmuşlardır. O zaman, yarı vahşi olan Avrupalı, fen bilgileri ni İslam üniversitelerinde öğrenmiş, hatta Papa Sylvester gibi, Hıristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, [Arabi El-cebir kelimesin den]Al-gebra ismi verilmekt edir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir. Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla çevrili zannederk en, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü buldular. Musul civarında, Sincar sahrasında, meridyeni n uzunluğunu ölçtüler ve bugünkü rakamları elde ettiler. Bugün insaflı Hıristiyanların kabul ettiği gibi, hakiki Rönesans,İtalya’da değil, Abbasiler zamanında, Arabistan’da başlamıştır ki, Avrupa’daki Rönesans’tan çok çok öncedir. Müslümanların son zamanlard a, ilim sahasında en büyük rehberi, Osmanlılar idi. Bütün Hıristiyan âlemi bu İslam devletini n, dünyadaki terakkile re ve keşiflere kayıtsız kalması için siyasi ve askeri hücuma geçtiler. Bir taraftan, haçlı saldırıları, bir taraftan da, bunların ihdas ettikleri, bid'at sahibi müslümanların yıkıcı ve bölücü çabaları, Osmanlıların fen ve teknikte rehberlik yapmalarına mani oldu. Türkler, dışardan ve içerden yapılan saldırılardan dolayı, çok zarara uğradılar. Tesirleri fazla olan yeni silahlar yapamadılar. Ülkelerinin büyük kaynaklarından layığı ile faydalana madılar. Kendi vatanlarında sanayii ve ticareti yabancılara kaptırdılar. Fakir düştüler. Dinimiz, İslam ahlakında ve ibadetler de en ufak bir değişiklik yapmayı şiddetle men etmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgileri nde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgileri ni değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemes ine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgileri ne, modern tekniğe uymak isteyen büyük Türk sultanlarını şehid ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemey i, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar. İngilizler, asırlardır İslam ülkelerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletler ini yıkmakta kullanılan paşa unvanlı maşalardır. Efgani veAbduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler de, İslam bilgileri ni bozmaya, içten yıkmaya alet olmuşlardır. 1846’da sadrazam olan mason Reşit Paşa, iş başına gelir gelmez, hariciye nazırı iken, Lord Rading ile el ele verip, hazırlamış olduğu ve ilan ettiği Tanzimat kanununa istinat ederek, mason locaları açtı. Çeşitli hıyanet ocakları çalışmaya başladı. Gençler, din cahili olarak yetiştirildi. Londra’dan alınan planlarla, bir yandan idari, zirai, askeri değişiklikler yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, İslam ahlakını, ecdat sevgisini, milli birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri işbaşına getirdile r. Bu yıllarda Avrupa’da, yeni buluşlar, ilerlemel er oluyor; büyük fabrikala r, teknik üniversiteler, modern harp vasıtaları kuruluyor du. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hatta, Fatih devrinden beri medresele rde okutulmak ta olan fen, hesap, hendese, astronomi derslerin i büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi gerekmez diyerek, bilgili âlimlerin yetişmelerine mani oldular. Sonradan gelen İslam düşmanları da, din adamları fen bilmez, din adamları cahildir, gericidir diyerek müslüman yavrularını İslamiyet’ten uzaklaştırmaya çalıştılar. İslamiyet’e ve müslümanlara zararlı olan, İslamiyet’in öğrenilmesine mani olan şeylere uygarlık, ilericili k dediler. Çıkardıkları her kanun müslümanların, devletin aleyhine idi. Vatanın asıl sahibi olan müslüman Türkler, ikinci sınıf vatandaş haline getirildi . Din ve dil birliği Hıristiyanlık dininde, akla uygun bir esas kalmamış, hurafeler, karmakarışık bir merasim halini almıştır. Bundan başka, aynı dinde, hatta aynı mezhepte bulunan hıristiyanlar, başka başka hükümetlerin idaresind e yaşamaktadır. Avrupa hükümetleri, bunun için, başka bir bağ aramışlardır. Böylece, Avrupa’da, din birliği ölmüş, milliyet hissi doğmuştur. İslamiyet, ticaret, sanayi ve sosyal nizamı da kurduğundan, milliyet düşüncesini de içine almaktadır. Müslümanlar arasında ayrı milliyetl er kurmaya ihtiyaç kalmamıştır. Bunun içindir ki, ilmihal kitaplarında, Din ve millet, ikisi birdir denilmekt edir. Eğer müslümanlar, bölünmeseler, İslamiyet’in, milliyeti temsil etmesinde n istifade ederek, yeryüzündeki sağlamlaşmamış birçok milliyetl ere galebe çalmanın yolunu bulurlar. İslamiyet’in milliyeti temsil etmesinde, lisan birliği de hatıra gelir ise de, beş vakit namazda okunan ezan ve Kur'an-ı kerimleri n bütün İslam ülkelerinde Arabi olması, bu beraberliği de temin etmektedi r. Bunun içindir ki, İslam düşmanları, bir milleti İslamiyet’ten ayırmak, din birliğini yok etmek için, o milletin dilini, gramerini, alfabesin i değiştirmeye çalışıyorlar. Bir milletin dinine, imanına vurulacak en büyük darbe de, bu yoldan geliyor. Nitekim, Sicilya ve İspanya müslümanları böylece Hıristiyan yapılmıştır. Ruslar da, yıllarca Türkistan’daki müslümanların din ve imanlarını yok etmek için, bu keskin silahla saldırmışlardır. Zindanları, elektrik fırınları, Sibirya sürgünleri ve toptan imha faciaları, bu keskin silah kadar tesir edememiştir. Celal Nuri bey (İttihad-ı İslam) adındaki kitabında, müslümanlar için Arapça’yı, müşterek lisan olarak tavsiye etmektedi r. Yavuz Sultan Selim Han bunun için çalışmıştı. Bunu temin etmek içindir ki, tarih boyunca bütün İslam ülkelerinde din kitapları arabi olarak yazılmıştı. Arabi, bütün İslam ülkelerinde bir din lisanı olmuştur. Cennette de, herkesin arabi konuşacağını hadis-i şerifler haber vermekted ir. Bu, her müslüman milleti Araplaştırmayı istemek değildir! Dünya devletler i arasında İngilizce ortak bir dil halini almaktadır. Bugün ilim ve fen sahibi bir kimsenin, bir veya birkaç yabancı dil öğrenmesi zaruret halini almıştır. Bir hadis-i şerifte, (Bir kavmin dilini öğrenen, onların zararlarından korunmuş olur) buyuruluy or. Bunun içindir ki, gençlerimizin Arabi’nin yanında, Avrupa dillerini de öğrenmeleri faydalı olup, sevap kazandıran çok işlere sebep olabilir. Avrupalıların asırlardan beri bize yabancı gözü ile bakmaları, milliyet hissinden ziyade, İslam dinini bilmemele rinden ileri gelmekted ir.(Faideli Bilgiler) Din cahilleri Din cahilleri, tâ ilk asırdan beri, İslamiyet’i yok etmek için çalışıyorlar. Şimdi de, çeşitli adlarla, çeşitli planlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekle ri bildirilm iş olan itikadı bozuk kimseler de müslümanları doğru yoldan ayırmak için, hile ve iftira yapıyorlar. Böylece, İslam düşmanları ile işbirliği yaparak, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü İngilizler yaptı. Bütün kaynaklarını, hazineler ini, silahlı kuvvetler ini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu işte kullandı. Böylece, dünyanın en büyük iki İslam devleti olan Hindistan’daki Gürganiyye ve üç kıta üzerine yayılmış bulunan Osmanlı İslam devletler ini yıktı. Her yerde İslam’ın değerli kitaplarını yok etti. İslam bilgileri ni birçok yerlerden sildi, süpürdü. İkinci Cihan Harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların kuvvetlen melerine, yayılmalarına sebep oldu. İngiliz Başbakanı James Balfour, 1917’de, müslümanların mukaddes yerleri olan Filistin’de Yahudi devletini n kurulması için çalışan Siyonizm teşkilatını kurdu. İngiliz hükümeti, bu işi senelerce destekley ip, 1947’de İsrail devletini n kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükümeti, 1932’de, Arabistan Yarımadasını Osmanlılardan alıp, Süudlara teslim ederek, İslamiyet’e en büyük darbeyi vurdu. İşte İngiliz siyaseti 1944’de Japonya’da vefat eden Abdürreşid İbrahim efendi, 1910’da İstanbul’da basılan Âlem-i İslam kitabının ikinci cildinde, (İngilizlerin İslam düşmanlığı) yazısında diyor ki: (Hilafet-i islamiyye nin bir an önce kaldırılması, İngilizlerin birinci düşüncesidir. Kırım muharebes ine sebep olmaları ve burada Türklere yardım etmeleri, hilafeti yıkmak için bir hile idi. Paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymaktadır. Her zaman Türklerin başına gelen felaketle rde İngiliz parmağı vardır. İngiliz siyasetin in temeli, İslamiyet’i yok etmektir. Bu siyasetin sebebi, İslamiyet’ten korkup müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları kullanırlar. Bunları İslam âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözün özü, İslamiyet’in en büyük düşmanı İngilizlerdir.) (Faideli Bilgiler) Sömürgeler bakanlığı kurdular Osmanlıların her sahada ilerlemel erine ve bu kadar başarılı olmalarına rağmen yıkılmalarının sebebini, yirminci asrın tanınmış psikologl arından Amerikalı Terman şöyle anlatıyor: Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu . Viyana gidince, bütün Avrupa’nın Müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı. Osmanlılar, Avrupa’ya İslam medeniyet ini getiriyor; ilim, fen, ahlak nurları, Hıristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalis tlerin, papazların zulümleri altında inleyen kimseler, İslam ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hıristiyan kiliseler i, Osmanlı ordularına karşı son gayretler ini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul’daki, İngiliz sefiri, Londra’ya tarihi mektubunu yolladı. Buldum... Buldum!.. Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldumdiy erek şöyle yazıyordu: (Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçtikleri çocukların zekalarını ölçüyor, ileri zekalıları ayırarak, medresele rde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri bilgileri ni veriyorla r. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları; böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekalı şahsiyetlerdir. Sokullula r, Köprülüler böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hıristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, Enderun mektepler ini ve medresele ri dağıtmak, onları içerden yıkmaktır.) Bu mektuptan sonra, İngiltere’de, Sömürgeler Bakanlığı kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hıristiyan misyonerl eri ve masonlar, yalan propagand a ve yaldızlı vaatlerle avladıkları cahilleri, Osmanlı devletini n kilit noktalarına yerleştirmeye ve bu kuklaların eli ile; medresele rden fen, ahlak derslerin i kaldırmaya, Müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Nihayet tam başarı sağladılar. İslam devleti yıkıldı. İslamiyet’in dünyaya neşrettiği saadet, huzur nurları söndü. Evet kardeşlerim yukarıdaki yazıyı okudunuz Birde Müslümanların hatalarından bahsedeli m Osmanlı medeniyet i bizlere şunu gösteriyor Batı medeniyet i ile islam medeniyet inin Reformasy on yapıldığı takdirde Müslümanların Kendi standatla rına göre bilim ve teknoloji deki Gelişimi ile birlikte paralel olarak Her türlü ürünü kendi imal edebilme yetisi veya kendine has bir mamul üretebilme yetisiyle Batıyı kopye etmekten ziyade Kendine has bir mamul stardartı geliştirebilme yetisinin elde edilişiyle Avrupa bağımlılığının ve etkileşiminin olmayacağını gösternektedir Glokenscp iel denilen enstrüman ile Mehter takımndaki Çevgan denilen enstrüman veya Batı çalgısı timpani ile kös arasındaki benzerlik Bizlere her türlü mamul üretimde Müslümanlara has bir teknoloji nin olabileceğini göstermektedir Fatih Sultan Mehmet Hanın İstanbulun fethindek i Planlarını projeleri ni biliyorsu nuz Özelllikle ateşli toplarla ilgili yenilikle rini biliyorsu nuz Ancak Osmanlıdan sonra Müslümanlar geriledi Mezhep Tarikat Cemaat taassubu ile meşgul olarak Irkçılık hezeyanı ile birlikte gereksiz fikir akımlarının etkisinde kaldı Dini bilimler ile Nazari bilimleri n paralelliğinin yok olması yüzünden Bilim ve teknoloji den uzaklaştılar Müslümanların Bilimsel çalışmaları Endülüs yoluyla Batıya geçerken Endülüste Müslümanların ve islamın izleri silinirke n Osmanlı memlukler le savaşmakla meşgul olmak zorunda kaldı Osmanlı yıkıldıktan sonra ise Müslümanlar Bilim ve Teknoloji ye önem vermedi Bunu her sahada görebilirsiniz Batı örneğin sinema teknoloji sine önem verdi Örneğin Walt Disney ürünü bir çizgi filmde Amerikan Film Şirketi Senfoni orkestrası kullanırken Müslümanların yaptığı çizgi filmde bir kudüm ile Ney sesi vardı Amerikan Hollywood yönetmenlerinden Mustafa Akad Fatih Sultan Mehmed ve İstanbulun Fethi filmini çekmek istediğinde İslam ülkelerinden sinema için finasman alamadı Amerikan Nasa Uzay üssü uzmanlarından Müslüman Prof Dr Faruk El-Baz Müslüman ülkelerden birinde Uzay üssü kurulabil eceğini Bunun için kendisine Finansman verilmesi ni istedi ama verilmedi Dünyada Batı Radyo istasyonl arı ve TV kanalları kurmaya başlandığında Müslümanlar ilk etapta bu teknoloji yede karşı çıktılar TV haram dediler Yıllar sonra TV kanallarının gerekliliğini anladılar Bu örnekleri saymakla bitmez tükenmez ve gereksizd ir Müslümanlar Osmanlıdan sonra Bilim ve Teknoloji ye değer vermedile r Günümüzün Müslümanlarında düşünme araştırma inceleme geliştirme Yetisi olmadığı gibi herşeye gereksiz ön yargıyla ve inatçılıkla bakış açısı mevcut İstişare yerine bağnazlık tutuculuk taassub ve nemelazımcılık hakim Olaylara karşı ilgisizli k ve sabırsızca bir kibirlili k ve bencillik-egoistlik hakim Kendisini n herşeyi bildiğini sanır bir yaklaşım var ve öğrenmeye azim yok Hiç bir şeye önem vermiyor edebiyatt an sinemaya veya müziğe kadar Hiç bir dünya ilmine değer vermiyor ve çalışmıyor üretmiyor Üretilen mamulü satın alıyor ve satın aldığı ülkenin kültür ağına takılıyor Bir kaç anektod aktarmaya çalıştım sizlere Bizlerde Müslümanız ve hepimizin yığınla hataları vardır şüphesiz Bizlere haklarınızı helal ediniz ve Allah Müslümanların yardımcı olsun Allaha emanet olunuz Selamün aleyküm kardeşlerim MÜSLÜMANLARIN BİLİM VE TEKNOLOJİDE GERİ KALMALARI NIN BAZI NEDENLERİ TARIK HÜSEYİN KARAOĞLU İSLAM AYDINLIK DİN FORUM 2011 Konu Başlığı: İSLAM VE ANTİFANATİZM - MÜSLÜMANLAR VE DÜNYA - KONU İÇİN TIKLAYINIZ Gönderen: admin üzerinde Kasım 16, 2014, 10:17:12 ÖÖ MÜSLÜMANLAR VE DÜNYA FORUM İSLAMİ DÜŞÜNCE VE FORMASYON 2013 HALİT AHMET ÖNCÜGİL Selamün aleyküm kardeşlerim Forum islami Düşünce ve Formasyon 2013 İçinde çok çarpıcı bilgilere ulaştım Ancak Dünyadaki Müslümanların çıkmazları ve Dünyadaki akan Müslüman kanının durdurulm ası için Müslümanların nasıl bir formasyon içinde olmalarına dair Açıklayıcı bir özet yazı bulamadığım için Ben bir kaç Anektod paylaşmak istedim Konuya şuradan giriş yapmak istiyorum Siyonizm dünyadaki müslümanları yok etmekle yok edemediği insanları veya müslümanları etkisizleştirmekle veya çeşitli yöntemlerle kendi safına çekmekle meşguldür daha doğrusu Bazı teorisyen lerin ifadesiyl e Dünyadaki Devletler i tek bir merkezden yönetmeye çalışan güç odakları Egemen gücün planları ve proğramları gereği Dünya tarihinde ki en büyük savaşları sevk ve idare etmeye ve savaşlar sonucunda kurulacak devletler in Yönetim biçimlerine ve şekillerine göre dizayn etmeye Kiminde diktatörlük kiminde demokrasi Kiminde monarşi kiminde ise Sosyalizm olarak yönetilmesini sağlamaya çalışmaktadırlar Bunu sağlamak içinde 1.Dünya ve 2. Dünya savaşları ile NATO ve Varşova Paktlarının kuruluşunu organize etmişlerdir veya Kapitaliz m ve Sosyalizm ile SSCB nin kuruluşu veya dağılışını organize etmişlerdir Ortadoğu ve İslam Dünyası ile farklı ülkelerde hegamonya sal bölgelerin oluşmasını sağlamaya çalışmışlardır Ve bilhassa Osmanlının yıkılışı ile Ortadoğu ve İslam coğrafyasındaki Müslüman dünyanın bölünüp parçalanması ve yeni kurulan devletler in sevk ve idaresini n Yine tek bir merkezden kontrol edilmesi için her türlü bilimsel veya inançsal ekonomik veya siyasal ve bazende askeri operasyon ları sevk ve idare eden güç odaklarının arka planında siyonizm hep idare merkezi olarak mevcut olmuştur siyonizm ise inançsal gücünü kabalaist muharref tevrattan almaktadır Ancak bu muharref tevrat Allahın hakiki tevratı değildir Hakiki tevrat yok edildiği için Allah cc tarafından yeni kitaplar vahiyle gönderilmiştir Ve Allah katında islam dışında Hak Din yoktur Bunuda hatırlatalım " İnned Dinel İndallahil İslam Şüphesizki Allah c.c katında Hak Din İslam'dır " Al-i İmran suresi 19. ayet-i kerime Fakat muharref tevrattan önceki hakiki tevrat özünde mutlak Allah c.c tarafından İnsanlara gönderilmiş bir kutsal kitaptı Ancak Firavunun Yahudiler i Mısır piramitle rinin imarıda dahil bazı köleleştirmelerde kullanırken Yahudiler in yok olması hadisesin de O zaman mevcut hakiki tevratın bu yokoluş karşısında Allahın hakiki tevrattak i ayetlerle insanlara Allahın ayetlerin i yalanlama maları gerektiğini buyurmuş Yahudiler e ümit ışığını yakarak sabrı tavsiye etmesi ve sabır ile barış sayesinde sevgi ve merhametl e felaha erecekler ini müjdelemesini tasvip etmeyen Kabala" nın köleleştirilen yahudiler i özgürleştirmek ve ayakta kalmaları için motive ederek Tevrattak i sevgi ve merhamet ile sabır ve barış ayetlerin i kaldırıp hakiki tevratı tahrip etmesiyle birlikte Kabalanın yazdığı yeni muharref tevratın hükümlerinin Yahudiler in genelince kabul edilmesiy le başlayan süreçle Ve yeni muharref tevrattak i ayetlerin hükümlerinde yazan Yahudiler in tanrı tarafından seçilmiş ırk olduğunu ve Yahudi ırkının diğer ırklardan üstün olduğunu Ve Yahudi ırkının diğer dünyadaki tüm ırkların ve insanların efendisi olduğunu ve diğer ırkların ve insanların Yahudi ırkının kölesi olduğunu ve kölelerin ise Yahudi olan efendiler ine itaat etmeleri gerektiğini eğer itaat etmezlers e katledilm eleri gerektiği doktrinin i benimsetm işler ve doktrinle rin uygulanma sına devam etmişlerdir Muharref Tevrat mezmurlar bölümü 2/8 " Onları çömlekçi kabı gibi onları demir çomaklarla kıracaksın " v.b gibi benzeri ayetlerle Muharref Tevratın emriyle bu planlar ve uygulamal ar günümüzdede artarak devam etmektedi r Ve yine muharref tevratın emriyle Yahudiler e verilen Kenan diyarının Yahudi toprakları oluşu ile Bu toprak parçalarının idaresini n ve diğer dünyadaki toprak parçalarınında bir ana merkezden Kabalaist lerce idare edilmesin in Bu idare şekillerinin ve idarecile rininde seçiminin Yine Muharref tevratın emriyle Yadudiler e verilmesi yle birlikte Kabalaist lerin dinleri gereği ve tanrının kabalaist lere verdiği emir gereği Müslümanlar insan sınıfında bile değildir ve köledir ve katledilm esi gerekmekt edir Dolayısıyla İslam veya Müslümanlar ile siyonistl er arasında barış olamaz Müslümanlar ile barış yapan eğer yahudiyse Müslümanlar ile birlikte katledime si bu dokttrini n gereğidir Bu emir yahudiler e tanrı tarafından verildiği için Ve kabalaist muharref tevrat ile iman eden tanrıya inanan her yahudi bu emri yerine getireceği için siyonistl er güçlerini inançsal olarak Muharref tevrattan aldıkları için ekonomik siyasal ve askeri güçleri mevcut olduğu için Bu gücün devamınıda bilim ve teknoloji deki üstünlükleriyle muhafaza ettikleri için Müslümanlar açısından günümüzde barışçıl bir dünya mevcut olamamakt adır Müslümanların Dünyada varlıklarını sürdürebilmeleri için ve yaşama hak ve hürriyetini elde edebilmel eri için Ayakta kalabilme leri için ekonomik siyasal askeri inançsal ve bilimsel güç dengesine ihtiyaç vardır Bilim ve teknoloji ise Alahın nimetleri ve kurallarıdır Allah c.c nimetleri ne ve kurallarına itaat edenlere Ve Allah c.c çalışana üretene ve emek harcayana Ve batılda olsa inancına göre yaşayana elbet destek olacaktır Bilim ve teknoloji akıl ile sabittir Ve akıl Allah c.c tarafından sadece siyonistl ere verilmemiş Müslümanlara ve bütün insanlığa verilmiştir Müslümanlar ise bilim ve teknoloji üretemediği takdirde Ve müslümanlar bilim ve teknoloji yerine Mezhep tarikat ve cemaat ile meşgul olup birbirler iyle mücadele ettiği sürece Siyonistl er balistik füze üretirken Müslümanlar kendi füzelerini üretmeyip küffardan daha kalitelis ini ürettiğini belgeleye meyip küffarın elindeki füzenin etkisisiz liğini ispat edemeyip Küffarı füze atmaktan vaz geçiremediği sürece her türlü bilimsel ve teknoloji k gelişmeye karşı Müslümanlar çay kahve içip sohbet ederek ve tesbih çekerek " Kuran- ı kerimde bu zaten vardır " deyip üretmeyip laf ile peynir gemisi yürütmeye çalıştıkça Kuran-ı kerim matbaasındaki makinenin parçası arızalanınca Almanyada n parça gelmesini bekleyere k Tifdruk matbaada basıma ara verdikçe Ve Suudi Arabistan gibi İngiliz-İsrailiyat uzmanlarınca desteklen en Vehhabile rin Amerika ile müttefik olup Amerikada n satın aldığı yazılımı kendileri ne ait olmayan uçak ve füzeler satın alarak kendini koruyabil eceğini sandıkça herhangi bir savaş esnasında bu uçakların ve füzelerin kullanılamayacağını bile bile satın almaya devam ettikçe Bazı Selefiler in Kuran-ı kerimde muhkem ayetler içinde Radyo ve televizyo nun yer almadığını söylemeye devam ederek müteşabih ayetleri görmezden geldikçe Bilişim teknoloji sinden bir haber olup yahudiler in kurduğu web sitelerin de islamiyet i anlatmakl a müslümanlığın yayıldığını düşündükçe Bazı müslümanların " En büyük cihad nefs ile cihattır " diyerek Dünya ve bilimle uğraşmayıp Satın alıp bindiği otomobili n parasını kendisine mermi sıkan siyonistl ere veya onların destekçilerine bilmeden mermi parası olarak ödedikçe Din alimlerin in aynı zamanda fizikçi veya matematikçi olmadığı sürece Tarikat mezhep ve cemaat ile meşgul olan Müslüman kardeşlerimizin kendileri çalışmayıp üretmeyip Bilim ve teknoloji yi hafife alarak dolayısıyla Bilim ve teknoloji denilen Allahın nimet ve kurallarını bilmeden " Şeyhim halı uçurur " demekle yetindiği sürece Ve hiç bir şeye tedbir almayıp tedbiride takdiride Allah c.c tan beklediği sürece Türk-Kürt veya Alevi-Sünni Sağcı-solcu Milliyetçi-sosyalist Laik-Antilaik Nakşi-Kadiri Nurcu-Süleymancı gibi ayrılıklar ve bölünmüşlüklerle uğraştıkça gereksiz yere aynı ülkede bilim ve teknoloji dışında gereksiz düşmanlıklarla birbirler ine karşı üstünlük taslama yarışlarıyla Allahın dini islamı ve bilim ve teknoloji yi dışlayıp çatışmasal fikirlerl e kişisel egolar ve iktidar hırsıyla fanatizm ve kin ile nefretle meşgul olmaya çalıştıkça Müslümanların üzerinden zulm eksik olmayacak tır Ve aynı ülkede kardeş kardeşin kanını akıtmaya devam edecektir ve arka planda yine siyonizmi n planları işlemeye devam edecektir ne olursa olsun zerreden kürreye herhangi bir konuda hüküm elde edileceks e İslami reailte dörttür Kuran - Kütüb-i sitte sünnet İcma ve kıyastır Kıyas içinde ise akıl ve bilim vardır Hz. Ali r.a buyurduğu gibi " Hayatta en hakiki mürşid ilimdir " Ancak mürşid kelimesin in ne anlama geldiğini bilmeyen Ve arapça sözlükte karşılık arayan veya Türkçe lugatta bu kelime varmı diye düşünen cahilleri n ne akılla ne bilimle nede dinle imanla nede islamla ilgileri vardır Allahın kitabı Kuran-ı kerimi yıllardır okuyupta Türkçe mealini okumakla anlayabil eceğini düşünen ve yaşanmayan bir islamın okumakla bir yere varılamayacağını anlayamay an cahiller var olduğu sürece Siyonizm değil Müslümanlar birbirine düşmanlık yaparak birbirler ine saadet hakkı tanımayacaklardır MÜSLÜMANLAR VE DÜNYA FORUM İSLAMİ DÜŞÜNCE VE FORMASYON 2013 HALİT AHMET ÖNCÜGİL |