ISLAMGREEN34 NEW WORLD

İSLAMİ DÖKÜMANLAR => HZ.MUHAMMED S.A.V ve ÇOK FARKLI İSLAMİ KONULARA AİT DÖKÜMANLAR => Konuyu başlatan: admin üzerinde Aralık 15, 2009, 04:50:42 ÖÖ



Konu Başlığı: MEHMET ZAHİD KOTKU K.S HAZRETLERİ - KONU İÇİN TIKLAYINIZ
Gönderen: admin üzerinde Aralık 15, 2009, 04:50:42 ÖÖ
MEHMET ZAHİD KOTKU K.S HAZRETLERİ - KONU İÇİN TIKLAYINI Z

http://www.gencislam.com/forum/showthread.php?t=26146
http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1098
http://www.harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/3354
http://www.islamvetasavvuf.org/taxonomy/term/231/all
http://www.netpano.com/makale/?makale=720
http://www.dervisan.com/mzk/index.html
http://www.allahdostu.org/category/mehmet-zahid-kotku-hz/
http://www.akradyo.net/yad_mzk.asp
http://www.osmaniyeportal.com/Islam/177--Mehmet--Zahit-Kotku---rahmetle-aniliyor.html
http://www.firaset.net/17030__mehmet-Zahid-Kotku-Hz-_.html
http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=MEHMET+ZAH%C4%B0D+KOTKU&btnG=Ara&meta=&aq=f&oq=


Sultanların sohbete katıldığı dergah

1 13 KASIM 2011
PAZ 00:29
[-] Normal

    Röportaj
    Tavsiye Et
    Yazdır
    Yorum Yaz

Bugün 13 Kasım Gümüşhanevi Dergahı şeyhlerinden Mehmed Zahit Kotku Hocefendi'nin vefatının 31. yıl dönümü. Türkiye'nin manevi dinamikle rinden olan Kotku Hocaefend i aynı zamanında Türkiye'nin geleceğine damga vuran bir  neslin yetişmesine de önayak oldu. Gümüşhanevi Tekkesi'nin önde gelen isimlerin den Mehmed Zahit Koktu Hocaefend i'nin (k.s) Şeyhi, Ömer Ziyâüddin Dağıstani Hazretler i'nin, (k.s) torunu Prof. Dr. Cüneyt Binatlı, Hocafendi'nin vefatının yıl dönümü vesilesiy le gazetemiz e konuştu. İlk kez bir gazeteye dedesiyle ilgili bir açıklama veren Binatlı, Haber Müdürümüz Gökçen Göksal'ın sorularını cevapladı.

    Sultanların sohbete katıldığı dergah -

* Dedeniz Ömer Ziyâüddin Dağıstani Hazretler inden (k.s) bahsederm isiniz?

Dedem Aslen Kafkas kökenli. Çocukluğu ve gençliği Kafkasya'da geçiyor. Dini eğitimini de burada alıyor. Büyük dedem Abdullah Efendi de alim bir kişiymiş. Dedem 1877-1878'de Osmanlı Rus savaşında, Ruslara karşı savaşmış. Savaş sonrası İstanbul'a hicret etmiş. İstanbul'a hicret edince de Ahmet Ziyâüddin Gümüşhanevi Hazretler ine intisap etmiş. Ondan sonra da ömrü hayatını, son nefesine kadar bu yola harcıyor. Tabi dedemin yaşadığı dönem dünya da büyük bir karmaşa var. Osmanlı'da da öyle. Dedem sıradan bir alim değil tabi. Meseleler e hakim. Yaşanan  olaylara kayıtsız değil.
Peygamber Efendimiz Şeyh Efendi'ye sahip çıkıyor

* Bir örnek verebilir misiniz?

Dedem 31 Mart Vakası'na karşı çıktığı için Medine'ye sürgün gönderilir. Adı üstünde sürgün elde yok avuçta yok. Burada başından geçen bir olay var. Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa rüyasında Peygamber Efendimiz i (s.a.v) görür. Peygamber imiz kendisine "Medine'ye git. Kabe'ye yaslanmış bir adam göreceksin. O adamın adı Ömeri. Onu yanına alacaksın. Abbas Hilmi Paşa rüyanın hemen ardından Medine'ye hareket eder. Kabe'ye gider ve Kabe duvarına yaslanmış bir adam görür. Hem onunla konuşmaya başlar. İşte o adam Şeyh Efendidir . Abbas Hilmi Paşa, dedemi alıp Müntezeh Sarayı'na götürür. Dedem sarayda hocalık yapmaya başlar. Oranın dini önderi olur. 6 ya da 7 yıl kaldıktan sonra yeniden İstanbul'a gelir. Hatta babamın sünnet düğünü o sarayda olmuş. Hep anlatırdı babam, sünnetinde nar şerbeti ikram edildi diye.
Dedem İngilizlerin oyununa engel oldu

İngilizler dedemi hiç rahat bırakmıyor. Önce İstanbul'dan sürüyorlar. Mısır'da da peşini bırakmıyorlar. Dedem işgale karşı çıkıyor. Müslümanların birliği için vaaz veriyor, yazıp çiziyor. I.Dünya savaşı yılları, İngilizler Arapları Türklere karşı kışkırtıyor. Dedem buna engel olup fetva yayınlıyor Mısır'da. Sakın ola ki Türklere karşı savaşmayın diye. İngilizler dedemi idam cezasına çarptırıyorlar. Sonrasında cezayı infaz etmiyorla r, edemiyorl ar. Dedemin Kurtuluş Savaşı'nda da çok önemli hizmetler i olmuştur. Zaten sonrasında 1921 yılında vefat ediyor.

* Dedenizin vefatından sonra ailenizin durumu ne olmuş?

Rahmetli babaannem dedemin vefatı sonrasında adeta ortada kalmış. Sonra Saraydan bir Hanım Karagümrük'te bir ev vardı ben onu çok iyi hatırlıyorum. Karagümrük stadının arkasında bir köşk. O köşke yerleştirmiş onları. Siz bana bakın ben de size evimi kullandırtayım demiş. Ailemizi o köşkte kalmış, birbirler ine bakmışlar öldükten sonra da o evleri babaannem e bağışlamış. Allah yardım etmişte. 6 çocuğa bakmak, elde yok avuçta yok. Dedem vefat ettiğinde babaannem halama 6 aylık hamileymiş. Vaziyeti bir düşünün.

* Sonra ne oluyor peki... Çocuklar nasıl yetişiyor?

Benim Abdullah amcam vardı Büyük postanın tam karşısında Türkiye Lastik şirketi vardı. İstanbul Ticaret odasına kayıtlı ilk anaomim şirketlerden biri 1800'lerde kurulma. Amcam orayı kuranlara damat oluyor. Bak Allah nasıl yardım ediyor. Sonra amcam ticareti iyi biliyordu . Topçularda bir ayakkabı fabrikası kurdu. O zaman Topçular Rami bomboş tabi. Çocukları amcam yetiştirmiş sonra. Kimse açta açıkta kalmadı. Allah yardım etti. Herkes okudu. Hepsi hayatını kurdu. Babam hep onu derdi. Yokluk içersinde büyüdük, ama aç kalmadık. Memlekett e de bir şey yok zaten o zamanlard a 1920'li yıllar ne olacak. Allah'tan başlarında evleri varmış O ev olmasaydı çok zorlanırlardı.
Devletten maaş alınarak din öğretilmez

* Şeyh Efendi bir şey bıraktı mı aileye?

Dedemin 30-35 altına tekamül eden bir maaşı varmış, ama dedem bu maaşı hiç almaz dağıtırmış. Devletten maaş alınarak din öğretilmez dermiş. Dedem vefat edince zaten aile ortada kaldı. Ne bir evi ne kıyıda köşede parası vardı, dedemin. Bir çöp bırakmadı bu dünyaya.

* Dedenizde n sonra Tekke ne durumda kaldı? Aileden devam eden oldu mu?

Dedemden sonra Tekke'de irşad vazifesi devam etti. Aile'den babam devam ettirdi. İhvanlar babamı ziyarete gelirlerd i. Babam Fatihi, çok severdi. Fatih'in dışında başka yerde oturmak istemedi. O yüzden pekte iyi şartlarda olmayan bir evde sırf bu çevrenin dışında olmasın diye bir süre ikamet ettik. Fatih'teki evimize Türkiye'nin her yerinden ihvanlar gelirdi, Babamla sohbet ederler, hasret giderirle rdi.

* Peki eşya falan var mı size kalan?

Dedemden herhangi bir eşya kalmadı. Vefatının ardından müridleri birçok eşyasını aldı. İlla bizde kalsın, diye bir bencillik içinde olmamış aile büyüklerimiz. Sadece bir iki tane kitabı var bende.

* Şeyh Efendi'nin ziyaretin e gider misiniz.. .?

Özellikle bayramlar da aile fertleriy le Süleymaniye Camii'nde sabah namazını kılmaya özen gösteririz. Camii'nin içinde dedemin namaz kıldığı imam odasına geçer, namazlarımızı orada eda ederiz. Ardından Camii'nin kabristanına geçer, dedemin ve diğer büyük zatların mezarlarını ziyaret ederiz.

* Cağaloğlu'ndaki Tekke'ye hiç gittiniz mi?

Ben İstanbul'da doğdum. Cağaloğlu'ndaki Tekke'ye gittim geldim ama çok küçüktüm tabi. Babam götürüp getirirdi . 1960'larda tekke yıkıldı. Buna rağmen babamım ihvanları vardı. Babam ilahiyat fakültesi dekanlığı da yaptı. Dini bilgisi çok güçlüydü. Allah rahmet eylesin.
Sultanların sohbetler e katıldığı tekke

* Tekke'ye Osmanlı devlet adamları da devam ediyor yanılmıyorsam

Evet. Cağaloğlu'ndaki Gümüşhanevi Dergahı 1925'de çıkarılan Kanunla kapatıldı. Camisi 1942 yılına kadar ibadete açık bırakıldı. 1942'den sonra Jandarma deposu olarak kullanıldı. 1957 yılında ise yol geçecek bahanesiy le yıkıldı. Yerine Defterdar lık Binası yapıldı. Oysa Cağaloğlu'nda bulunan Dergah'a Sultan Abdülmecid'in, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid Han'ın gelerek, sohbetler e katıldığı biliniyor .

* Mehmed Zahid Efendi'yi gördünüz mü ?

Babam görevi nedeniyle İstanbul'dan uzunca bir süre uzak kaldı. Zaten 1960'larda tekke yıkıldı. Ondan sonra da bu silsile devam etti, ama biz babamın mesleği gereği hep İstanbul dışında olduk. İstanbul'da olmadığımız için benim de İskender Paşa Camii'nde gitme gibi bir imkanım olmadı. İstanbul'da yaşasaydım, mutlaka giderdim. Mehmed Zahid Kotku Efendi vefat ettiğinde mesela biz İstanbul'da değildik.
Babam Kotku Hocaefend i'yi çok severdi

Babam kendisiyl e görüşürdü. Çok severdi Zahid Kotku Hazretler ini. Kendisini hep sevgi ve duayla anardı. Dedemin yanında Tekke de beraber okumuşlar, haliyle çok anısı vardı Zahid Kotku Hocaefend i'yle. Tabi tekkeler kapatılınca bir dönem münasebetler akamete uğradı. Babamın Kotku Hazretler ini anlattığı bir konuşma var. 1993 yılında İskenderpaşa'da yaptığı. O konuşma internett e de mevcut. Okuyucula rınızın izlemesin i tavsiye ederim. Gümüşhanevi silsilesi nin devamında Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin büyük hizmetler i oldu. Allah ondan  razı olsun.

Erbakan ve Kotku Hazretler i

Mehmet Zahid Kotku Hocaefend i'nin çok sayıda kişinin üzerinde emeği vardı. Onun sohbet halklarına katılan isimlerde n biri de 54.Hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan'dı. Kotku Hocaefend i'nin " Bu ülke böyle fakir kalmamalı. Milletimi z iktisadi ve sınai bakımdan kalkınmalı. Müslümanlara dünyanın gerisinde kalmaz yakışmaz. Neden iş makinalarını dışardan ithal ediyoruz. Niçin burada yapılmıyor. Fabrikala r neden burada kurulmuyo r" diye sorardı. Hocaefend i'nin bu arzularını Prof. Dr. Necmettin Erbakan "Ağır sanayi Hamlesi" olarak Türkiye'nin gündemine sokacak, ve Hocasının temennile rini yerine getirmek için ömür boyu mücadele edecekti. Erbakan Türkiye'nin ilk yerli sanayi üretimi olan "Gümüş Motora" Gümüşhanevi Hazretler ine olan muhabbeti nden dolayı "Gümüş" ismini vermiştir.
İlim tahsil etmeye çok önem verirdi

İskenderpaşa'ya görünmeyen üniversite denmesini n altında yatan gerçeğe de küçük bir ek yapmak istiyorum . Rahmetli dedem eğitime ve insan yetiştirmeye önem veren bir kişiymiş. Kendisi, Arapça, Rusça, Farsça, Lezgi'ce haricinde Orta Asya Türk Lehçelerini de de okuyup yazarmış. Yazdığı eserlere bakınca bu daha iyi anlaşılıyor. Mesela kendisini n hazırladığı Lügatü'l Evran adlı bir sözlük dahi var.  Ailemiz de eğitime çok önem verir. Babam Prof.  Dr. Yusuf Ziya Binatlı'nın haricinde  dedemin diğer çocukları, torunları da yüksek ilim tahsili yapmışlardır. Dedem kız çocuklarının tahsiline önem verdiği de ifade edilir. Buna doğrularcasına Halam tıp tahsili görmüştür.
Mehmet Zahid Kotku Hocaefend i'nin İntisabı

M. Zahid Kotku Hazretler i, 1897'de anne ve babası Kafkasya'dan göç eden bir ailenin çocuğu olarak Bursa'da doğdu. Tahsiline Bursa'da başladı. Bura'daki tahsiline askerlik nedeniyle ara verdi. Askerliği'nin ardından İstanbul'a yerleşti. Rahmetullâhi aleyh, İstanbul'da bulunduğu esnada, dini sohbet ve toplantılara katılmaya devam etti. 16 Temmuz 1920 Cuma günü namazını Ayasofya Camii'nde kıldıktan sonra Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhaneli Tekkesi'ne giderek Şeyh Ömer Ziyâüddin Dağıstani Efendi'ye intisab etti.

Ömer Ziyâüddin Dağıstani Hazretler inin 1921 yılında vefatının ardından, postnişin-i irşad olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi'den dersler almaya devam etti. Halifetna mesini aldıktan sonra başta Beyazıt ve Fatih olmak üzere İstanbul'un çeşitli yerlerind e vaazlar verdi. Tekkeleri n kapatılmasından sonra Bursa'ya dönen Mehmet Zahit Koktu burada, vefat eden babasının yerine İzvat köyünde imamlık yaptı. 1952 yılında Gümüşhanevi Tekkesi postnişi ve Tekke'den arkadaşı olan Abdülaziz Bekkine Hazretler ini'nin vefatı üzerine İstanbul'a gelerek Ümmü Gülsüm Camii'nde göreve başladı.1958 yılında buradan Türkiye'nin geleceğine damgasına vuracak bir neslin yetişeceği İskender Paşa Camii'ne tayin oldu. M.Zahit Kotku Hazretler i'nin İskender Paşa Camii'nde verdiği hizmetler kısa zamanda tüm yurtta etki uyandırmıştı. Özellikle üniversite gençliğe Kotku Hazretler ine büyük ilgi gösterdi. Bu ilgi nedeniyle Gümüşhanevi silsilesi 'İskenderpaşalılar' olarak da anılırken, İskenderpaşa Camii "Görünmez Üniversite" olarak nitelendi .
Gümüşhanevi ve halefleri Süleymaniye'de

Mehmed Zahid Kotku Hazretler i, 13 Kasım 1980 Perşembe günü öğle vakti Hakk'a yürüdü. 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye Camii'nden ebedi istinatga hına uğurlandı. Hutbeyi; Süleymaniye Camii İmam-Hatibi olan Ali Rıza Demircan okudu. Hocaefend i'nin cenaze namazını İsmailağa Camii İmam-Hatibi olan Mahmud Efendi Hazretler i kıldırdı. Mehmet Zahid Kotku Efendi, Hocası Ömer Ziyâüddin Dağıstani Hazretler inin yanına Süleymaniye Camii avlusunda ki mezarlığa, defnedild i. Mezarlıkta Ahmet Ziyâüddin Gümüşhanevi Hazretler i ve diğer halifeler i yatıyor.
Ömer Ziyâüddin Dağıstani Hazretler i

Ömer Ziyâüddin Efendi, Dağıstan'da Çerkay'a bağlı Miatlı Köyü'nde 1266/1849 senesinde doğdu. Babası, zamanın ulemâsından Müderris Abdullah Efendi'ydi. İlk tahsilini babasından aldı. Şeyh Şamil'in oğlu Gazi Mehmed Paşa'nın maiyetind e Kafkas Cephesi'nde Ruslar'a karşı savaştı. Daha sonra İstanbul'a hicret etti. Burada Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî hazretler ine intisap etti. Aynı yıl şeyhülislâmlığa takdim ettiği Tecvîd-i Umûmî isimli eseriyle, Taşra ruûsuna nail oldu. Tahsilini tamamlayıp icazet aldıktan sonra Aralık 1878'de Edirne ikinci Ordu Alay Müftülüğü'ne tayin edildi. Eylül 1892 tarihine kadar 14 sene bu vazifeyi îfâ etti. Haziran 1893-Mayıs 1901 seneleri arasında Malkara kadılığı vazifesin de bulundu. 1903'de Kudüs mevleviye tine, ertesi yıl Malkara kadılığına tayin edildi. Malkara kadılığı vazifesin de iki yıl kaldıktan sonra 1906 senesinde İstanbul'a yerleşir. 1908'de saltanat ve hilafeti savunan Hadîs-i Erbaîn fî Hukûki's-selâtîn adlı eserini neşreder. Ömer Ziyâüddin Efendi, 1919 senesinde Gümüşhâneli Dergâhı şeyhlerinden İsmail Necati Efendi'nin vefatı üzerine Gümüşhânevî'nin üçüncü halifesi olarak postnişin olmuş, irşat görevini üstlenmiştir. Bu arada Râmûzü'l-ehâdîs adlı hadis kitabını da okutmaya devam etmiştir. 30 Kasım 1920 senesinde 18 Rebiülevvel Perşembe günü 73 yaşlarında iken Gümüşhânevi Dergâhı'nda âhirete irtihal etmiştir.

http://www.milligazete.com.tr/haber/sultanlarin-sohbete-katildigi-dergah-221043.htm

GENÇ BİR OSMANLI ASKERİ (*) MEHMET ZAHİD KOTKU HZ.K.S

Prof. Dr. Yusuf Ziyâ BİNATLI

Pek muhterem hàzırûn!..

İçinizde Rahmetullàhi Aleyh ile münasebette bulunanla rın, ondan feyz alanların içinde en kıdemsizi benim... Kendisini n mürîdi olma şerefine nail olmadım, rahle-i tedrisind e bulunmadım. Kendisiyl e pek çoğunuzun sohbet ettiği süre içinde, belki sohbette de bulunmadım. Onun imam olduğu şu mihrab arkasında, onun cemaati de olmadım. Ama, içinizde değil belki Türkiye'de, kendisini ilk görenlerden biri olmakla müftehirim.

Kendisi genç bir askerken, ben kendisind en 12 veya 13 yaş küçük olarak İstanbul'da bir arada bulunmak şerefine nâil oldum. Rahmetullàhi Aleyh, İstanbul'da bir Osmanlı askeri olarak, inzibat bölüğünün kaleminde vazife görmekteyken; ben fakir de babamın kanatları altında, Gümüşhaneli Dergâhı'nın şeyhlere tahsis edilmiş bulunan binasında, onun babamın mürîdi olduğu bir dönemde kendisiyl e tanışma şerefine nâil oldum.

Rahmetullàhi Aleyh, babama intisab etmiş genç bir asker, daimâ sırtında o asker elbisesi ile tekkeye gelen yegâne sarıksız kişi idi. Başında kalabağı, üstünde askerî ceketi tekkeye gelirdi. Babamın kendi kumandanından aldığı müsaade ile bütün namaz vakitleri nde gelir; sonradan bir yıldırım düşmesi neticesi yıkılan minaresin e çıkar, ezan okur ve tekkenin sofrasında da bulunurdu . İşte bu dönemlerde, ben de gençlik çağına yeni adımını atmak üzere olan bir çocuk olarak, onunla tanışma şerefine nail oldum.

Şöyle ki: Babam yaşlı bir zat idi. İkamet ettiğimiz binadan tekkeye gidip gelirken, müridlerden biri gelir, kendisine yardım ederdi. Kendisine en fazla yardımını takdim eden kişi de bu Rahmetullàhi Aleyh idi. Kapıya gelir, kapıyı çalmaz, tıkırdatmaz; babam kapıdan çıkarken koluna girer veya babam yürüyecek kudreti kendisind e bulursa, onun arkasından kemâl-i edeble yürür ve babamı makàmına kadar götürürdü.

İşte babamın şeyh olduğu bu dönem içerisinde, babamın ders verdiği dönemler olurdu. Babam Medresetül Mütehassisîn'de ilm-i hadis ve hilâfiyyat dersi okuturdu. Hilâfiyyat müderrisi idi. Çok hasta olduğu zamanlard a Medresetül Mütehassisîn'in talebeler i gelirler ve bizim evin salonunda ders dinlerler di.

Tabii burda şunu ifade etmek isteyeyim: O zamanın Medresetül Mütehassisîn'inin talebeler i, benim gözümde yaşlı başlı insanlar olarak görünüyordu. Hepsi sakallı, sarıklı, 30-35 yaşlarında görünen kişilerdi. Ama, onların içerisinde sakalsız ve en genç görünen Rahmetullàhi Aleyh bulunuyor du. Medresetül Mütehassisîn ki, bugünkü ifade ile üniversite üstü diploma veren bir müessese olarak karşımıza çıkıyor. Tahsil durumu o seviyede olmamasına rağmen, o da gelir dersleri takib ederdi, fahriyyen ...

Bu dönem içerisindeki hatıralardan bir tanesini, bir vesile ile yine söylemiştim: Tekkenin sofrasında hep beraber yemek yerdik. Geniş bir sini... Sininin içerisine diyelim ki, etli pilav konur, getirilir di. Rahmetullàhu Aleyh çok zayıftı, çok zayıf bir zat idi. Tekkenin bu yemekleri ni yapan aşçısı, Hafız Emin isminde bir zat, onun bu zayıflığından, incecik vücudundan o kadar müteessir olurdu ki; yemek sofraya gelmeden önce, herkes hücum etmesin ete diye etleri pilavın içine saklar, sofrayı kurduğu zaman getirir Mehmed Efendi'nin bulunduğu yere... Yâni, kaşğı attığı zaman et çıkacak mutlaka ve onu şişmanlatacak.

Rahmetullàhi Aleyh, daha kaşığı daldırır da kaşığına et değdiği zaman, onu anlar ve yüzü kızarırdı. Biz mutfakta bu oyunu oynardık kendisine ... Fakat o daha böyle kaşığı daldırır daldırmaz, etin sertliği geldiği zaman, o zayflığına rağmen şöyle iki eliyle siniyi tutar, şöyle hafifçe çevirir, etli kısmı başkasına aktarırdı. Hafız Emin Efendi, orda bir ses çıkartmaz; bu tarafta o eti bekleyenl er onu hallederl erdi, yerlerdi.

Hafız Emin Efendi, ertesi günü aynı sistemi uygulayac ak; bu sefer kendisine söylerdi:

"--Yâhu Mehmed Efendi! Bak sana et koydum, niçin almıyorsun?.."

O başını önüne eğer:

"--Herkes hakkını alsın, Allah verir benim hakkımı... Hafız Emin Efendi vermesin!" derdi.

Hiç bir zaman onun oyununa da gelmedi.

Bir hatıram da şudur: Zaman olurdu, kendisine rica ederdim:

"--Ne olur beni de minareye çıkar, bir defa da ben ezan okuyayım!" diye...

Bir iki defa çıktık. Minarenin kıble tarafının sağ tarafı, Mustafa Feyzi Efendi'nin oturduğu dairenin penceresi ne dönüktü. --Babamın vefatından sonra olan olayı söylüyorum.

Beni çıkartırdı minareye. .. Fakat, Şeyh Efendi'ye görünmeyeyim diye, "Sen buraya çömel!" derdi bana... Ben çömelirdim, o ezanını okurdu. Sonra beraber aşağıya inerdik. Minareden etrafı seyretmek çok hoşuma giderdi. Şeyh Efendi namazı kılmak için ordan uzaklaştığı zaman, ben etrafı seyreder ve büyük bir zevk alırdım.

Bir defa dedim ki:

"--Ezanı ben okuyayım!"

"--Peki, oku..." dedi. Bu sefer kendisi sindi. "Allahu ekber!.. Allahu ekber!.." diye ezan okumaya ben ezan okumağa başlayınca; Şeyh Efendi ordan bana seslendi:

"--Ne yapıyorsun?.." dedi.

Ben de ona yukardan:

"--Ezan Okuyorum!" dedim.

Mustafa Feyzi Efendi ordan yine bana:

"--Sen akıl bâliğ oldun mu?.." dedi.

Ben dedim ki:

"--Çoktan oldum..." Dedim ama, akıl baliğ olmak ne demek, mânâsını bilmiyoru m. Olmadın mı diye sorsaydı, olmadım diyecekti m. Oldun mu diye müsbet konuştuğu için, oldum dedim.

"--Peki, öyleyse oku!" dedi.

Ezanı okudum. Bir de baktım ki, rahmetli Mehmed Efendi'nin eli ayağı titriyor, çok heyecanla nmış. Bizim minaredek i konuşmamızı herkes duyuyor. Orda Arnavutla rın bir hanı vardı; o handa da onlar bizi dinliyorl ar, "Ne yapıyor Şeyh Efendi ile yukardaki minarede?" diye...

Bu hatıralar böyle günlük hatıralardı. Fakat aradan zaman geçti. Tekkeler kapandı. Birbirler imizle olan münasebetlerimz kesildi. Zaman geldi, tekke cemaatsiz kaldı. İmamı Hoca Hayri Efendi'yi başka bir yere tayin ettiler. Evkaf idaresi o binayı satışa çıkardı, sattı. Bu durumda, Fatma Sultan Camii metruk bir vaziyette kaldı.

Şimdi Fatma Sultan Camii deyince, genç arkadaşlar var... İsmini duymuşlardır şüphesiz de, ne olduğunu bilmezler .

Fatma Sultan Üçüncü Ahmed'in kızı... 1704 tarihinde doğmuş bir kızcağız... Üçüncü Ahmed, 1709 tarihinde Silahtar Ali Paşa'yla evlendird i. Kırk gün kırk gece büyük bir debdebe ile düğün yapılmış. Beş yaşında, daha çocuk, ne olduğunu bilmiyor. Sembolik olarak evlenmişler.

Fakat şanssız bir kız Fatma Sultan... 1709 tarihinde evlendiği bu Ali Paşa, 1716 tarihinde Avusturya ile yapılan savaşta şehid olmuş. Kızcağız daha 12 yaşında... Ondan sonra, padişah bu kızcağızı Damad İbrâhim Paşa ile evlendirm iş. İşte o tarihten sonra, Lâle Devri sırasında biraz gün görmüş.

Babası Üçüncü Ahmed o tarihte, kızının ruhu şad edilsin diye, Fatma Sultan Camii'ni Bab-ı Ali'nin karşısında yaptırmış. Bâb-ı Ali dediğimiz bina da, o zaman Damad İbrâhim Paşa'nın kendi köşkü... Ayrıca Damad İbrâhim Paşa bunun altında, yine Fatma Sultan adına bir saray yaptırmış. Şimdi sanıyorum oralarda Hazine-i Evrak olarak kullanılan binalar var...

Fatma Sultan Camii, 1727 yılında yapılmış ve 1730 tarihinde de Patrona Halil isyanı oluyor. Patrona Halil isyanında babası tahttan indiriliy or. Damad İbrahim Paşa Patrona Halil tarafından katledili yor. Fatma Sultan'ın gerek şahsına ait, gerek annesine ait, gerek kocasına ait bütün mallar istirdad ediliyor. Fakr ü zarûret içine düşüyor. O teessür içinde zavallı Fatma sultan kahrından vefat ediyor.

Tarihleri n kaydettiği bir rivayete göre ise: Arnavutlu k'ta bir isyan çıkmış. Bunu Fatma Sultan'ın tahriki olarak jurnal etmişler. Yeni padişah da, Fatma Sultan'ı Marmara Denizi'nde suya attırarak boğdurmuş. Böyle bir akıbeti var Fatma Sultan'ın...

Bunu söylememden maksad şu: Biz o zamanlar tekkede ibadetimi zi yaparken, müezzin efendi dua kısmı geldiği zaman Fatma Sultan'ın ruhuna da fatiha gönderilmesini cemaatten isterdi. Hepimiz Fatma Sultan'ın ruhuna da fatihamızı gönderirdik.

Tabii, cami yıkıldı. Caminin yıkılmasının sebebi, oraya defterdar lık binası yapılması idi. Fakat işin garip tarafı şudur: Caminin ve meşrûtanın bir karış yeri dahi defterdar lık binasının altına girmedi. Fuzûli yere camiyi ve meşrutayı yıktılar. Üzerine bina yapacakla rdı, onu da yapamadılar. Ama belki bu muhterem Gümüşhâneli Efendi'den beri gelen zevâtın ruhâniyetinden olacak, kimse o arsaya bir bina yapmadı. Bugün o arsa olduğu gibi durmaktadır.

Şimdi Fatma Sultan'ın ruhuna gönderme artık kalmadı. Biz gönderiyorduk, bizden de ayrı kaldı Fatma Sultan... Ama ben, şahsen belki Fatma Sultan Camii'nin hayatta kalmış son cemaatiyi m. Ne zaman ki dua edeceğim, Fatma Sultan'ın ismi hemen çağrışım yapıyor. O çağrıımla ben her namazda Fatma Sultan'ın ruhuna da fatiha gönderiyorum.

Belki o camide cemaat olmuş kimseler, bunu da itiyad haline getirmişlerdi belki... Ama şimdi hepsi Allah'ın rahmetine kavuştu. İşte ben de ne zaman Allah'ın rahmetine kavuşacağım; ama son nefesime kadar yine Fatma Sultan'ın ruhuna Fatiha'mı göndereceğim.

Şu dergâh Gümüşhaneli Dergâhı'nın bir devamıdır. Gümüşhaneli Dergâhı nasıl bir büyük heyecan içinde hatm-i hâcegân yapıyorsa, şurda da o heyecanı gördüm, tüylerim ürperdi. Şu kadar yüzlerce kişi var burada, bakınız ne kadar büyük bir sessizlik içinde benden evvelki muhterem zevâtı dinledile r, feyz aldılar.

Arkadaşlar! Hangi topluluğa gitseniz, hangi üniversiteye gitseniz, yapılan şu uzun konuşmalar sırasında mutlaka, olduğu yerde birbirler iyle meşveret edenler olur. Ne mutlu şu zevâta, şu Şeyh Efendi'ye, hepimize; ne kadar büyük bir sessizlik içinde, bir öksürük sesi bile duyulmada n dinliyors unuz.

İşte gençlik budur arkadaşlar, Türk gençliği budur. Türk gençliğinin bu imanı ile, bu memleket inşaallah çok çok yükseklere çıkacaktır.

Temenni ederim ki, burada da Fatma Sultan'ın ruhuna Fatihalar okunsun!..

Şeyh Efendi'yi ben hakimlik mesleğine intisab ettikten sonra bir defa gördüm. Kendisi Bursa'da, Üftâde Camii'nin imamı iken ziyaretin e gittim. Bakınız, 1924 - 1926 gibi yıllarda beraber bulunduğumuz dönemleri ben size söyledim. Bir de şimdi 1949 - 1950 yıllarına geliniz. Arada geçen dönemde; genç bir çocukken ben, koskoca delikanlı olmuşuz, büyümüşüz, hakim olmuşuz.

Ziyaretin e gittim Üftâde Camiine.. . Araba ile de çıkılmıyor, gidenler bilirler. Yaya olarak tepelerde n, eğri büğrü yollardan yerine vardık. Ben odasına yöneldiğim zaman, kapıyı açtım, "Hocaefend i içerdeler mi?" dedim. Kendisi oturuyor, okuyorlar dı. Başını kaldırdılar:

"--Ooo şehzâdem, hoş geldin!" dedi.

Bunca yıl geçmiş, yüzler değişmiş, fizyonomi değişmiş. Ama mübarek zat, görür görmez, "Ooo şehzâdem, hoş geldin!" dedi. Hemen ellerine sarıldım, öptüm. O bana sarıldı.

Ondan sonra da meslek durumu icabı oraya oraya, git gel, yurtdışına gittik, yurtdışından geldik... Bir daha görmek kısmet olmadı.

Şimdi değerli arkadaşlarım! Sizler belki ondan feyz almış kimseler değilsiniz, belki feyz almış kimselers iniz. Ama ister olun, ister olmayın hayrül halefler size onun yolunu zâten gösteriyor. Onun yolu zâten İslâm yolu... Bu yol doğruluk yolu, dürüstlük yolu, ahlâk yolu... Peygamber imiz SAS, ne demiş: "Ben mekârimi ahlâkı öğretmek için ba's olundum."

Bir de şunu söyleyeyim: Hocaefend i, o zamandan beri herkesçe söylenirdi, o zaman sabır sahibi olan bir kişi imiş. Sabırlı bir kişi olarak anılırdı. Tabii biz, bütün içyüzünü bilecek yaşta değildik. Ben daha Türkçeyi onunla tanıştığım zaman yeni yeni öğreniyordum. Çünkü Mısır'dan yeni gelmiştik, Arapça konuşuyordum. Türkçeyi konuşmakta güçlük çekiyordum.

O durumda onun bazı tatlı esprileri oluyordu. Hepsi hoşlarına gider onun esprileri nin ve onun söylediklerini sonradan birbirler ine anlatırlar: Mehmed Efendi böyle dedi, Mehmed Efendi şöyle dedi filân diye... Fakat ben anlamazdım o esprileri ni... Sonradan onlar derler di ki:

"--Çok sabırlı bir insan!.."

Ama niçin derlerdi; askerliği dolayısıyla mı derlerdi, komutanla rıyla olan ilişkisinde mi derlerdi?.. Niçin derlerdi bilmiyoru m, "Çok sabırlı bir insan!" derlerdi.

Onun sabırlı oluşu keyfiyeti, bana çok etki yapmıştı. O çocuk yaşta etki yapmıştı. Çünkü ben, hep etrafta olanlarda n onun ne kadar sabırlı olduğunu duya duya büyüdüm. "Niçin?" diyeceksi niz. Çünkü, babamın hemşehrisi olması itibariyl e, onun da ceddi Kafkasyalı olması itibariyl e, babam kendisine çok hüsnü muamele ederdi, çok kendisini görürdü. Hep evimize gelir giderdi, iyi bir münasebetimiz vardı.

Gençler, sabırlı olun!.. Birisini, bir imansızı veyahut da bir münafıkı doğru yola çekmek için sabırlı olun! Her şeyi yüzüne vurmayın!.. Yavaş yavaş, telkinle, rahatlıkla... Sabırla her şeye muktedir olursunuz, her şeyi yaparsınız.

Ben şimdi sizi gördüm, dışarısı da bir âlem; dolup taşıyor. Bakınız ne kadar büyük bir sessizlik içinde beni dinledini z, arkadaşlarımı dinledini z. Bu bir iftihar kaynağıdır. Bu memleket, sizin gibi gençlerin çoğalmasıyla inşaallah inşirah bulacak, yükselecek ve böylece yüksekliğin şahikasına ulaşacak.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. Hocaefend i, bana bu konuşma lütfunu bahşettiğiniz için de size teşekkür ederim! Allah razı olsun...

13. 11. 1993 - İskenderpaşa / İSTANBUL

http://www.sonuyari.org/mzk/osmanli.html